Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Modern Fizik ve Tasavvuf'un Buluşması
Tekil Mesaj gösterimi
  #1  
Alt 27.03.17, 01:20
madlen madlen isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Manevi
 
Üyelik tarihi: 31.05.15
Mesajlar: 2,186
Etiketlendiği Mesaj: 84 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart Modern Fizik ve Tasavvuf'un Buluşması

Tasavvuf eserlerine göz atmış olanlarımız bilirler... Değişik âlemlerden, farklı evrenlerden ve o boyutların farklı fizik yasalarından sözedilir.

Bunlar, çoğu zaman bizim alıştığımız ve şartlandığımız fiziksel yasalardan çok, çok farklıdır. Onun için de kimimiz bunları sadece inanç meselesi olarak kabul etmiş, kimimiz ise bu açıklamaların sırlarını araştırıp, aslını keşfetmeye çalışmıştır. Günümüzde ise, artık konu bir inanç sorunu olmanın ötesinde, açıklanabilir bir bilimsel gerçekliğe dönüşmüştür.

Önce, yaklaşık yedi yüzyıl önce yazılmış “El-İbriz” isimli eserden buraya örnek olarak aldığım şu paragrafı okuyalım:

“Bir gün henüz fetih yapılmadan önce bir yere uğradım. Yolumun üzerinde ancak gemiyle geçilebilecek ölçüde bir deniz beliriverdi. İyice baktım ona. Yeryüzündeki denizlerden biri idi. Zatımda bu denizin üzerinde yürüme azmi (şüphesiz dileği) ve cezmi (kesin kararlılığı) doğdu, boğulmayacağım hakkında içimde kesin bir bilgi meydana geldi. Bir şey dokunamayacağını da aynı kesinlik içinde düşündüm. Derken ayağımı bu kesin bilgi havası içinde suyun üzerine koydum. Batmadım. Azmim ve cezmim arttı. Yürümeye devam ettim, neticede öbür sahile ulaştım...

Başka bir defa ise yine o denize uğradım, ama bendeki eski azim ve cezim yoktu. Yürümekte şüphe ettim. Bir ara denemek için ayağımı bastım, derhal suyun dibine indi, hemen çekip çıkardım. Anladım ki bu durumda suyun üzerinde yaya yürümem mümkün değildir. Yani buna güç getiremeyeceğim...”

Asırlar önce yazılmış bir Tasavvuf eserinde yeralan bu satırlara yakın geçmişe kadar bir anlam vermek belki çok zordu. Onun için de kolayca gözardı edilebilirdi. Oysa şimdi Kuantum Fiziğinin bulguları ışığında artık bunların ne masal, ne de bilim-kurgu hikayeler olmadığı anlaşılıyor!..

Sonuna yaklaştığımız bu yüzyılın başında Einstein'in açıkladığı izafiyet kuramı ile “madde” hakkındaki klasik görüş tamamen alt üst olmuş ve 70'lerden sonra iyice yaygınlaşan Kuantum Kuramıyla da “maddenin varlığının kabulü” bilim dünyasında geçerliliğini tamamen yitirmiştir. Maddenin varlığının, ancak onu algılayan gözlemci için geçerli bir varsayımdan ibaret olduğu kanıtlanmıştır.

Sufilerin ifadesiyle, “evrenin gerçek yüzü, gözün şartlandığı gibi maddelerden oluşmuş cansız bir dünya değildir. Gerçekte evren, herşeyin canlı olduğu bilinçli bir yapıdır. Ve Evrenin gerçek yüzünün tecrübe edilişi, insanın algı biçimini alt üst eden, muazzam, ani bir yaşayıştır! Yer ve gök algısı başka bir hale dönüşmekte, eşya hakkındaki tüm değerler geçerliliğini yitirmekte ve keskinleşen bir görüşle, tümel bir can ve bilincin, her an, her yerde kendini ifade edişine şahit olunmaktadır...”

Yüzyıllar boyunca, klasik fizikte, madde, onu meydana getiren yapı taşlarının bileşimi olarak kabul edilmiştir. Yani, daha küçük parçacıkların biraraya gelerek, gördüğümüz, dokunduğumuz nesneleri meydana getirdiği varsayılmıştır.

Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Einstein tarafından, gördüğümüz bu nesnelerin, onları meydana getiren enerjinin birer yoğunlaşması olduğunun açıklanması, yerleşik klasik varsayımı ilk kez temelden sarsmıştı. Çünkü, gördüğümüz nesnelerin gerçekte “maddi kütleler” olarak var olmadığı anlaşılmaya başlanmıştı.

İzafiyet kuramı, kütlelerin daha küçük kütlelerden meydana gelmediğini, sadece enerjinin bir beliriş biçimi olduğunu ortaya koyuyordu... Bu durumda, Einstein, bir nesnenin kütlesinin belirli bir enerjiye eşdeğer olması sonucunu ortaya çıkarmıştı. Bunu, E=mxc2 ile formüle etti. Bir kütlenin belirli bir enerjiye eşdeğer olması, o kütlenin zannedildiği gibi durağan bir nesne olmadığı gerçeğinin de ıspatıydı.

O halde aslında “maddeler” değil, onları meydana getiren “evrensel enerjinin” varlığı sözkonusuydu. “Enerji” kütlesinin “madde” diye gözlenmesi, sadece bizim algı biçimimizin bir ürünüydü...

Şimdi sıra, maddeyi meydana çıkaran bu enerji yapının incelenmesine ve onun aslının açıklığa kavuşturulmasına gelmişti...

Evrende gözlemlediğimiz ve madde adını verdiğimiz nesneleri atomaltı düzeyde inceleyen fizikçiler, içinde bulunduğumuz şu evrene atomaltı düzeyden bakıldığında herşeyin karşılıklı bir ilişkiler dokusu olarak gözlendiğini ortaya çıkardı. Hatta, o boyutta gözlenen evren, içinde boşluğun olmadığı, her noktasının birbiriyle ilintili olduğu, sınırsız ve bütünsel tek bir enerji yapı olarak gözlenmektedir. Bu tek ve homojen bütünsel yapı, parçalardan meydana gelmiş değildir. Bizim şu anda gördüğümüz nesnelerin veya boşluk diye algıladığımız alanların atomaltı düzeyde birbirinden hiçbir farklılığı yoktur. Aralarında onları ayıran, farklı kılan bir sınır sözkonusu değildir. Artık o düzeyde ayrı ayrı birimsel yapıların, parçaların varlığı tükendiğinden, ayrı ayrı parçalara bölünemeyen, parçalardan meydana gelmemiş, Tümel ve sınırsız bir BÜTÜNLÜĞÜN sözsahibi olduğu kanıtlanmıştır.

Klasik inanışta “madde” diye isimlendirilen “yapılar”, Kuantum Fiziğinde, atomaltı boyutlarına inildiğinde tamamen karmaşık bir ilişkiler dokusuna dönüşmektedir.

Gözlediğimiz Evrendeki hiçbir nesnenin, atomaltı boyutta kesin bir şekli yoktur. Hiçbir şey o boyutta belirli bir sınır ve kesinlik kazanmış değildir, ancak herşey “olabilir” görünmektedir.

Yani, madde diye kabul ettiğimiz “ayrı ayrı şeylerin” atomaltı düzeyde ne ismi, ne de bir işareti henüz hiç yoktur. Oysa bu gerçeğin gözlemlendiği evren, işte şu anda içinde bulunduğumuz evrenin ta kendisidir. Burada insan bedeniyle, bir duvar veya bir su birikimi arasında bir sınır, bir ayrılık gözlense bile, atomaltı düzeyde böyle bir ayrım kaybolmaktadır.

Bu tesbitlerden sonra, fizikçileri düşündüren yeni bir soru ortaya çıkıyordu! O halde, nasıl oluyor da insan, gerçekte sınırsız bir BÜTÜN olan TEK'i, ayrı, ayrı parçalar şeklinde gözlemliyor? Evet, nasıl oluyor da TEK'i, çokluk görüntüsünde yaşıyoruz?..

İşte bu sorunun cevabını KUANTUM TEORİSİ açıklığa kavuşturdu...

Kuantum fiziği, yüzyıllardır devam edegelen inanışa göre, maddeyi oluşturduğu kabul edilen parçacıkların “temel yapı taşları” olmadıklarını, hatta bu parçacıkların “temel” olma özelliğine dahi sahip olmadıklarını tesbit etti... Nasıl mı?..

Şöyle ki...

Atom fiziğinde, maddenin derinliğine inildiğinde gözlemlenen nihai parçacık dünyası, daha alt, daha mikro düzeyde başka parçacıklara ayrıştırılamaz duruma gelmiştir. İş tamamen insan düşüncesine kalmıştır. Bahsedilen atomaltı öğeler çoğu zaman soyut varlıklar gibidirler, hatta birçoğunun kütlesi yoktur; nesnel değil, tamamen kuramsal ve düşünsel varlıklardır...

Çünkü, atomaltı düzeyde herşey homojen tek bir BÜTÜN olarak var olduğundan dolayı, sözü edilen parçacıkların BÜTÜN'den ayrı olarak kendi başlarına hiç bir anlamı yoktur!

Bunun sebebi, o düzeyde “parçacık” diye birşeyin gözlemlenmemesidir. Hiç bir anlama sahip olmadıklarından, aslında o haldeyken, “parçacık” olarak henüz bir varlıkları da yoktur! Bu düzeyde herşey, sadece “olasılık dalgalarından” ibaret gibi görünür...

Peki, çokluk görüntüsü ve parçacıklar ne zaman var olmaktadır?.. İşte, üzerinde durulması gereken işin en ilgi çekici yanı burasıdır...

Bu “parçacıklar”, ancak gözlemci tarafından, ölçümler arasındaki ilişkinin, yani mukayesenin bir sonucu olarak KAVRANINCA bir ÖZELLİK kazanmaktadırlar.

Ne zaman ki yapılan gözlemler arasında bir “karşılaştırma” sözkonusu olur, o zaman her bir “özellik” belirmeye başlar.

Her özellik, gözlemcinin kavramasıyla bir anlam kazanmakta ve buradan sonra da o özelliğin atfedildiği parçacığın varlığından söz edilmektedir...

Dolayısıyla, “nesnelerin”, gözlemcinin düşünceleriyle gözlenen yapı arasındaki karşılıklı ilişkinin bir “ürünü” olduğu anlaşılmıştır.

Bu durumda ortaya çıkan önemli gerçek şudur:

Gözlemcinin kendisi de bu gözlem zincirinin bir ögesidir ve ondan ayrı değildir!

Yani, eğer gözlemcinin KAVRAYIŞI olmasa, gözlenen yapının bir “ANLAMI” olamayacak ve parçacığın varlığından da söz edilemeyecektir...

Sonuçta ortaya çıkan şudur: Her bir nesnenin yapısı ve özellikleri, gözlemcinin kavrayış biçiminin ürünüdür...

İşte 2000'li yılların eşiğinde, Atom fiziğinin ortaya çıkardığı net gerçek şudur:

İşin içine insanı koymadan bu evrenden bahsetmemiz asla mümkün değildir.

Fizik evren, ancak insanın kavrayışıyla birlikte var kabul edilmektedir. Her bir nesnenin var olması, bir özellik ve anlam taşımasına, bu da bilinç tarafından KAVRANMASINA bağlıdır.

Gözlenen bu evren ve onun fiziksel yasaları, bilincin kavramasıyla ve kavrayış biçimine göre anlam kazanmakta ve böylece de “var” kabul edilmektedir.

Açıkçası, herşeyi ve kendinizi ne olarak kavrıyorsanız, şu anda öylesiniz! Ve bu da tamamen size göre öyle!

Evrenin meydana gelişinde, “temel yapı taşlarının” varlığı söz konusu olmadığı için, içinde yaşadığımız evren, nesneler ve fiziksel yasalar, tamamen gözlemi yapan bilincin kavrayışına GÖRE'dir.

Herşey tamamen düşünsel bir kavrayıştan ibarettir!

“Maddenin” varlığını belirleyen esas faktör, gözlemcinin algı kapasitesi ve kavrayış biçimidir...

Başka bir ifadeyle, bulguların ne şekilde olacağı, yani nesnelerin varlığı ve onların özellikleri, olayın dışında olmayan, onunla birlikte olan, “insanın” kavrayış biçiminin ürünüdür.

Gözlemci NASIL kavrarsa ve ne anlam verirse, evren, onun yasaları, nesneler ve özellikleri ÖYLE görünmektedir!

Bu bulgular ışığında düşündüğümüzde, şu an içinde bulunduğumuz fiziksel yasaların, bilincimizin kavrayış biçiminin KARŞILIĞI olduğu anlaşılmaktadır...

Yani, içinde bulunduğumuz ortam ve onun yasaları, aslında bilincimizde ortaya çıkan anlamların bir sonucudur...

Fizik nesnelerin özelliklerini ve evrensel yasaları tayin eden bir BİLİNÇ ile bakmakta, onun ile görmekte, onun ile dokunmakta, kısacası onun ile varolmaktayız. Gözlemci ve algı araçları neyi tesbit edebilecek düzeydeyse, sonuç olarak o tecrübe edilmektedir.

Evrende gördüğümüz tüm bu fiziksel nesnelerin meydana çıkışında, bizim düşünsel tesbitlerimiz, yani bilincin varsayımı ve kabul edişi sözsahibidir.

Biz NASIL bakarsak, evren bize ÖYLE görünür ve şu anda öyle görünmektedir...

Tasavvufî ifadesiyle, biz ne isek, dünyamız da ona göre olmaktadır.

İçinde bulunduğumuz bu evreni, bu fiziksel nesneleri, tamamen bizim algılama ve kavrayış biçimimizden dolayı bu şekilde gözlemlemekteyiz.

O halde, bunları kavrayan bilincin VARSAYIMI değiştikçe, yani evrenin atomaltı boyutlarına inildikçe, veya üstmadde boyutlarına çıkıldıkça, maddenin kabulünden doğan fiziksel yasalar geçerliliğini yitirecektir ve yitirmektedir...

İşte bunun bir sonucu olarak, şartlandığımız fiziksel yasalarla kayıtlanmamış bir “varsayım duvarın” veya “düşünsel duvarın” içinden geçilebilecek, “düşünsel suyun” üzerinde yürünebilecektir...

Ancak tabi bunları başaranın, kendi özbilinci yanında, maddeden ibaret bireysel varlığının da bir “varsayımdan” fazla birşey ifade etmemesi halinde...

Gerçeği itibariyle atomaltı boyutta sınırlı yapısı olmayan bir duvarın ötesine, düşünsel bir bedenin geçememesi, tamamen bilincin bir varsayımı, bir kabul edişi ve insanın öyle şartlanması, inanmasıdır.

Fizik dünyaya ait şartlanmalar kayboldukça, bilincin evrensel değerleri ortaya çıkacak; şüphesiz bir dilek ve kesin kararlılık, kendiliğinden ortamını bulacak ve her dilenen gerçekleşecektir...

Yazımızın girişinde “El-İbriz” isimli eserden örnek olarak aldığımız paragrafı bu bilgiler ışığında yeni bir bakışla şimdi tekrar okumanızı öneririm...

Evet...

Artık modern bilimin ışığında inkâr edilecek hiçbir yanı kalmamıştır ki, Sufilerin eserlerinde rastladığımız, “şöyle bir âleme ve zamana gittim, şöyle şöyle işlerle karşılaştım” gibi önceleri kabul etmekte güçlük çekilen ifadeleri, kendimizde mevcut Evrensel Bilincin ve gizli kalmış güçlerin müjdeleridir...

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147