Kuantum Fiziği: Bu Dünya Bir Hayal
Beş duyumuz sınırlarında algıladığımız dünya, elle tutulur, gözle görülür katı bir madde kütlesi!.. Ancak acaba, beş duyu sınırlarının dışında, başka duyularla bakabilseydik nasıl bir dünyada yaşıyor olacaktık?
Gözlemleyen bilincimiz aynı kaldığında, tam şu anda bulunduğumuz yerden, algıladığımız dünya ne tür bir ortam olacaktı ve o dünyada —eğer hâlâ varsa—, bizim kendi yerimiz ne olacaktı? Belki bambaşka kavramlarla dolu şimdikine hiç benzemeyen bir boyutta olacaktık, diyenleriniz olabilir. Şu anda ve burada...
Peki, tüm bu kesitsel görüntülerin ötesinde dünyanın aslı ve gerçeği ne?
Aslında, eskilerin, yalan mı, gerçek mi, yoksa rüya mı olduğunu bir türlü çözemediği garip bir dünyada yaşıyoruz... O kadar garip ki, kiminin umursamaya değmez sayıp âdeta sefasını sürdüğü ile, kimine âdeta meydan okuyan; kiminin de onunla mücadele ettiği, âdeta boğuştuğu, hep aynı dünya. Oysa, bilimin ve bilimsel düşünen insanın gözünde herşey artık çok farklı!..
Bir yanda bizim gibi az gelişebilmiş toplumlar ve onların “aydınsı”ları, sadece geçmişle meşgul olup, sorunlar bulup, onları bugün tartışmakla, sözümona, çağdaşlaşma yolunda adım attıklarıyla avunadursunlar; öte yanda geçmiş yerine geleceğin inşası görevini üstlenmiş, “evrensel insanın” gerisinde kalmamaya çalışan bilim çevreleri, yepyeni dev bulguların heyecanıyla kabına sığmaz hale gelmiştir.
Siz istediğiniz kadar algıladığınız bu yaşamla ve dünyayla mücadelenize devam edin; düşünen insan, kendi varoluş gayesini, yaşamın ve evrenin gerçeğini nerdeyse çözmüş olmanın verdiği rahatlıkla, âdeta sizin ve dünyanın halini başka bir boyuttan gizli bir tebessümle seyre dalmış durumda...
Bu ifadenin üzerinde duralım lütfen:
Bir yanda hâlâ beş duyusuyla algıladığı dünyayla mücadele eden insanlar ve diğer yanda bu algıladığı yaşamın NE olduğunu, ASLINI araştıran, gören ve ona göre seyre dalan günümüzün farklı insanı...
Medya aracılığıyla haberdar edildiğimiz dünyada olup-bitenler bir yana, birazcık okuyan ve araştıran kimsenin gözünden kaçmayan güncel bir konu var:
Birçok bilim dalı, özellikle Astrofizik, Kuantum Fiziği, Gen Mühendisliği gibi popüler bilim dalları, geldiği noktada artık insanın içinde olduğu evrensel sistemi, insan düşüncesinin ‘Yaratıcı Düşünce’ ile olan bağlantısını ve dahi 'Tanrı' diye bilinen kavramın ne olduğunu çözmekle meşgul.
Neredeyse piyasada hiçbir yeni fizik veya genetik kitabı yoktur ki Tanrının ve insanın bilincinden bahsediyor olmasın, hatta tamamen konusu bunlar olmasın... Astrofizikçi Stephen Hawking'in dediği gibi, insanlık kendi gerçeğini açıklayan “Tek Tümel Kuramı” buluncaya kadar bilimin içine girdiği bu hızlı arayışının sonu gelmeyecek...
A.B.D.'nde görüştüğüm gen mühendisinden işittiğim ve beni en çok şaşırtan bir ifade şu oldu: Artık bulgularımız sürekli olarak beklentilerimiz doğrultusunda gerçekleşmekte! Dahası, diyordu, şaşırtıcı olan o ki, gen mühendisliğinde öyle bir yerdeyiz ki, şimdi bulgularımızı, beklentilerimiz belirliyor! Sayısız diyebileceğimiz ihtimaller içeren bir sarmalda hangi muhtemel genetik dizilimin etken olmasından şüpheleniyorsak, karşımıza mutlaka o dizilim çıkıveriyor. Bilincimiz neyi keşfetmek üzere bizi harekete geçiriyorsa, sonunda o şeyi keşfediyoruz!
Bu ifadelerin anlamı şuydu: Düşüncemiz, bulgularımızı belirleyici olduğundan; sorumuz, bilginin yarısı anlamına geliyor.
Buradan şu sonuca varıyordu: Bu demek ki, deney, deneyin sonucu ve bilincimiz aslında aynı bütünün birbiriyle ilintili elemanları gibi; birbirlerinden ayrı değiller ve moleküler düzeyde dahi bu çözülmemiş bağlantının eserleri gözlemlenebilmektedir.
Gen mühendisliği konu olurken biz henüz sadece tüp bebekleri hatırlıyoruz. Klonlama gibi değişik tarihlerde aynı bebeğin kopyelerini dünyaya getirme çalışmalarını bilenler ise biraz daha ilgili olanlarımız. Oysa, gen mühendisliği araştırmalarını yakından takip edenler, yukardaki düşüncelerle ve hatta dünyanın bir organizma olduğu, dahası her organizmanın kendinde gizli programını ortaya koyduğu, suç diye birşeyin olmadığı gibi düşüncelerle bambaşka gerçeklerle içiçe gelmiş durumdalar...
Paralel şekilde, Atom Fiziğinde de, gözlemci, deneyin bir parçası kabul edilir. Durum daha da açıktır. Atom fiziği alanında, dünyada gözlediğimiz birimsel yapıların, kendi başlarına, yani Evrensel Bütünden ayrı olarak hiçbir anlama sahip olmadıkları ortaya çıkmıştır...
Kuantum fiziği, içinde yaşadığımız dünyayı, gözümüzün yanıldığı gibi, birbirinden kopuk, ayrı ayrı bireysel elemanlara ayıramayacağımızı göstermiştir.
Fiziksel olarak madde diye gördüğümüz nesnelerin derinliklerine inildikçe karşımıza çıkan şey, dünyadaki bütün nesneler arasında varolan karşılıklı bir ilişkiler dokusudur.
Yani, evrenin esasında her zerresi birbiriyle ilintilidir; hiçbir şey, hiçbir zaman tümden bağımsız hareket edemez!..
Burada dikkatlerden kaçmaması gereken en önemli nokta şudur:
Tesbit edilen bu ilişkilerin en önemli elemanı, gözlemcinin kendisidir!.. Çünkü gözlemcinin kendisi de olayın bir parçasıdır ve bu Evrensel Bütün’den ayrı, ya da bağımsız değildir!
‘Ben’ ve ‘evren’ ayrımı, hatta ‘madde’ ve ‘mana’ ayrımı, atom altı düzeye inildiğinde, kaybolmaktadır, geçersiz kalmaktadır...
Atom fiziği, işin içine insan bilincini katmadan evren hakkında konuşamayacağımızı, açık ve net bir biçimde ortaya koymuştur...
Çünkü tüm evren, her zerresine kadar aynı bütünlüğün ve tekliğin ifadeleridir!..
Biz ise gözümüzün daracık kapasitesi dolayısıyla bu bütünlüğü algılayamıyor ve sonuçta gördüklerimizi “madde” ve maddelerinin hepsini birden de evren diye kabul ediyoruz.
Oysa, gözün yanılsadığı gibi insanın dışında, sayısız parçaların birleşmesinden oluşan bir evren olmayıp; sadece sonsuz ve tek bir Bütün vardır.
Yani, Modern Fizik, evrensel düzeni, birbirine bağlı olan, ayrı ayrı parçalara bölünemeyen, parçalara ayrılması sözkonusu olmayan bir bütünlük olarak görmektedir. Ayrıca bu bütünlük ile onu gözlemleyen ve araştıran bilinç arasında da bir birliktelik vardır, ayrılık yoktur!
İşte bu anlayış çerçevesinde, 'zaman ve uzayın' kafamızdaki klasik anlamları geçerliliğini yitirmiştir... Doğru zannettiğimiz, Evrenin birbirinden bağımsız nesnelerden oluştuğu görüşü ve klasik sebep-sonuç ilişkisi gibi kavramlar geçerliliklerini tamamen yitirmişlerdir!..
Artık evren, fiziksel ve düşünsel ilişkilerin birbirini karşılıklı olarak etkilediği büyük bir sistem ağı olarak algılanmaya başlanmıştır ve bu ilişkiler, yalnızca, tek Bütünle olan bağlantı aracılığı ile açıklanmaya çalışılmaktadır...
Fizikçiler, doğal fenomenler olarak kabul ettiğimiz bütün algıların, aslında insan düşüncesinin “ürünleri” olduklarını ortaya çıkarmışlardır. Bu ürünler de gerçekliğin kendisinden çok, gerçekliğin kavranılmasına yarayan “kesitsel imajlar” anlamına gelmektedir...
Buna göre yaşadığımız istisnasız tüm olaylar ve oluşumlar, evrendeki herşey, kesinlikle birbirleriyle ilintilidirler...
Bu sebeple, yaşamın gerçeğini anlayabilmek için de önce “Tümü” anlamamız gerekmektedir! Zira, gerçekte varolan ve yaşayan O Tek’tir.
Bu bulgular sonucunda, Yeni Fizik, insanın bilincinin dışında, evrenin ötesinde, mekânsal veya boyutsal bir “tanrı fikrini” reddetmektedir. “Tanrı” nitelemesiyle farkettirilmek istenen şey, insanların kafasındaki imaj değil, esasında, sadece ve sadece kendisi varolan, insan bilincini de kapsayan, insan bilincinin birliktelik arzettiği sınırsız Tek'tir... Dinsel ve Mistik kaynaklarda bildirilen “O’nun tek oluşu”, kendisinin sınırsızlığı ve yalnızlığı dolayısıyladır. Çünkü varolan şey bir tanrı değil, parçalara ayrılmamış sınırsız bir “Bütün”dür, bir başka deyişle kendi dışında başka hiçbir şey olmayan “Tek”tir...
Tüm bu bilimsel veriler ışığında, evrenin ve insanın klasik algılanış biçimi bir reforma hazırlanmaktadır... Bu, belki çok yakında kendimizi içerisinde bulacağımız düşünsel bir reform olacaktır!
Bu gördüğümüz madde ve ayrı ayrı nesneler, esasında pratik açıdan yarar sağlayan birer var kabul edişten ibarettir. Kuantum kuramı gözünde, serbest ve ayrı fiziksel varlıklar kavramı, yalnızca bir “idealleştirmeden”, yani düşünsel olarak var kabul etmekten başka birşey değildir!..
Bu demektir ki fiziksel olarak “var” dediğimiz herşey, esasında düşünsel olarak “var kabul edişimizden” ibarettir...
Gözümüz dolayısıyla yanılsadığımız gibi maddi, nesnel bir dünyada değil, gerçekte düşünsel bir evrende yaşıyoruz!.. Bu düşünsel evren kendi sistemine göre, kendi yaşamını kesintisiz olarak sürmektedir.
Ancak bizler, kendimizi bu öz düşünsel değerlerle tanıyamamaktan ötürü, orijinal sistemi ve kendimizdeki evrensel düşünceyi sürekli olarak algılayamamaktayız... Bu da beynimizin nesnelerden oluşan görüntüsel dünyayla bloke olmasına sebep olmaktadır...
Bunun sonucunda, aslında bir anlamda “hayal” olan, eskilerin ifadesiyle yalan bir dünyada, kendimizi şartladığımız, bağladığımız bireysel isteklerimize “GÖRE” yaşıyor; onlar gerçekleşince mutlu, gerçekleşmeyince ise üzüntülü oluyoruz...
Oysa, insanın bilinciyle birliktelik arzeden Evrensel Bütün kesintisiz bir şekilde kendi özelliklerini, kendinde yaşamaktadır... Tamamen bizim şartlanma ve beklentilerimizden bağımsız biçimde...
Eğer biz, algı kapasitemizi bilgimizle ve beyin geliştirme teknikleri ile genişletebilirsek ve dünyaya, şartlandığımız nesneler birikimi olarak değil, gerçek düşünsel değerleriyle bakabilirsek, o zaman gerçeği görme imkânına erişebileceğiz. Bu da kendimizdeki evrensel bilinç boyutunun değerleriyle göresel olmayan bir yaşamı getirecektir.
Acaba Hawking'in aradığı, anlaşılması gereken Birleşik Kuram, bu 'Tek' ve 'Tekin gözüyle bakış' mıydı?.. Buna 'evet!' demek olası!
Varlığın gerçeğini kavramanın yegâne yolu, “bedenden ibaret bir birim olduğumuz inancıyla bakışı” terk edip, “özümüz ve bilincimizin aslı olan Tek'in gözüyle bakma erdemi”ne ulaşabilmektir!.. Bunun tek yolu da önce Tek'i ve O’nun düzenini bilebilmektir!..
Doğayı ve olayları alıştığımız klasik biçimde değerlendirişimiz, tamamen bir yanılgıdır. Bunun için, çevremizde ve doğada olup-bitene, dünyaya, şartlanılmış klasik gözle, madde yapılı bireyler olduğumuz zannıyla bakmak yerine, her şeyin yerli yerince olduğu ve görenle görülenin ayrılığı olmadığı tek bir bilinçle bakabilmek gerekir!.. Bunu da ancak kendi düşüncemizde yaşamamız gereken bir reformla gerçekleştirebiliriz.
O an, dünyamız, bir başka dünyaya dönecektir ki asl olan orijinal yapı da odur...
Evet, uzağında kaldığımız son bilimsel bulgular ve çağdaş düşünce bunları söylüyor. Aslında tasavvuf düşüncesi de yüzyıllardır aynı gerçekleri vurguluyor. Dememiş mi bir Hacı Bayram Veli:
“Bayram ÖZÜ bildi,
Bileni O'nda buldu,
Bulan O Kendi oldu,
Sen seni bil, sen seni!..”
Bizim aydınımız, kitaplığını dolduran 'Mezhebler ve Sorunları', 'Başkan Nereye Koşuyor', 'Nasıl Giyinmeliyim', 'Bastırılmış Kadınımız', 'Ekonomik Darboğazımız' gibi eleştiri ve hayali tarih kitaplarıyla övünedursun, nesnel sorunlarından biraz olsun düşüncesini soyutlayabilmiş toplulukların kitapçılarında , 'Evrenin Gerçeği', 'Tanrının Aklından Geçenler', 'İnsan Beyninin Bilinmeyen Güçleri', 'Evrensel Sırlar', 'Atom Fiziği ve Tanrı', 'Holografik Evren' gibi kitaplar satışta ilk sıraları almakta...
“Düşünen insan” bu bulgular ışığında herşeyden önce kendini anlamaya çalışmakla ve geleceğini şimdiden kavrayabilmekle meşgul. Siz isterseniz, 'bu kadar ekonomik, siyasi sorunumuz varken bunları çözmeyi bir yana bırakıp ta atom fiziğinin bulgularına göre yaşamaya çalışmakla mı ömrümüzü geçirelim, bu sıkıntılar nasıl çözülecek?' diye karşı çıkın...
Size sadece, “Haklısın dostum, senin varoluş gayen de bu olmalı,” diyor ve ekliyor: “Ancak unutma, bütün bunlarla uğraştığını söylerken beyin kapasitenin sadece maksimum %7'si gibi bir kısmını kullanıyorsun. Dahasını, dünyanın aslını kavramak için, biraz da geriye kalanını kullanmaya çalışsan! Kendini sadece fizik dünyayla kayıtlamayı biraz aşsan! Unutma, herşeye rağmen, senin kendin kadar kıymetli bir hazinen yoktur ve kendinden başkası için de var değilsin...”
Ve hatta bizim Türkmenoğlu Yunusumuz’un bir dörtlüğüyle bulunduğu boyuttan gülümsemesine devam ediyor:
“Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi,
Mal da yalan, mülkte yalan,
Var, biraz da sen oyalan...”
|