“Orası önemli değil. Problem şu, senin yardım etmeni istemiyor, tek başına halledebileceğine inanıyor. Ama bu daha öncekiler gibi değil. Ters bir şey olduğunu hissediyorum.” Ne söyleyeceğini tahmin ediyordum, aklıma onu durduracak bir söz gelmedi. “Senden ona yardım etmeni istiyorum.”
Bir çırpıda söylemişti. Benden üstatlar meclisine verdiğim sözü bozmamı istiyordu. Benden büyücülerin en önemli yasalarından birini çiğnememi istiyordu.
“Bunu yapmanın benim için ne kadar zor olduğunu biliyorsun değil mi?” Halil’in gözlerinin içine baktım.
“Biliyorum. Zaten senden eğer onu oradan çıkartamayacak olursak yardım etmeni istiyorum. Kendi başına halledebilirse kılını bile kıpırdatma.” Gözlerini kaçırmadan konuşuyordu. Zeynep’e baktı, yüzündeki sevgiyi karanlığa rağmen görebiliyordum.
“Onunla aranızda ne var?” Bir anda ağzımdan çıkmıştı. Halil’in şaşkın suratını görür görmez bakışlarımı kaçırdım. Güldü.
“Zeynep benim için çok önemli bir kadının kız kardeşi. Ona Zeynep’i sağ salim getireceğime söz verdim.” Rahatlamıştım. Bakışlarının ağırlığı kafamı kaldırmama engel oluyordu.
“Sen neden yardım edemiyorsun? Senin de ufak sürprizlerin yok mu?” Karar vermeyi geciktirmeye çalışıyordum.
“Ben izciyim. Yol bulunmaz yerlerde yol bulurum. Bizim soyumuz binlerce yıldır, yol gösterirler. Sorun av olsa, ya da karşımda dişlerimi geçirebileceğim bir düşman olsa senden yardım istemezdim.” Bir an ışıkta dişleri uzamış gibi gözüktü.
“Sadece ben yardım edebilirim öyle mi? Bekleyip daha iyi bir ekiple kaynaktakiyle ilgilenmeniz mümkün değil mi?” Zeynep’in şarkısı tüm açıklığı doldurmuştu. Bir çeşit büyü yapıyordu ama benimkine benzemiyordu.
“Bizden başka bölükte bu işle ilgilenebilecek kimse yok. Hem o kaynaktaki şeyin ne yapacağını bilmiyoruz.” Derin bir nefes aldı. “Korhan evet ya da hayır bir cevap ver yeter artık.”
Binbaşıya ve beni askere yollayan üstatlara içimden saydırdım. Hayır demenin bir yolunu bulmaya çalışırken, aklıma öldürülen o yürüyüşçüler geldi. Onları koruyacak ya da uyaracak kimse yoktu. Ne yapmış olurlarsa olsunlar böyle bir ölümü hak etmiyorlardı. Gelirken yolda gördüğüm insanları düşündüm, olan bitenden habersizdiler. Karanlıktakilere karşı savunmasızdılar. Zeynep, Halil ve binbaşı onlara yardım etmeye çalışıyordu.
“Evet, Zeynep’e yardım edeceğim.” Halil rahatlamıştı. Elimi heyecanla sıktı. Yüzünde koca bir gülümseme vardı. “Büyük bir risk alıyorum. Ona yardım edersem bu aramızda kalmalı. Eğer meclisin kulağına giderse başım belaya girer.”
“Merak etme, benden laf çıkmaz.” Elimi sıkmaya devam ediyordu. Zeynep’in şarkısı bittiğinde elimi bırakıp onun yanına gitti. Uyuşan parmaklarımı esnetirken Zeynep’e baktım. Dövmesi gecenin tüm ışığını üzerine topluyordu, yıldız ışığında uzun bacaklı bir tanrıça gibi gözüküyordu. Bana baktı, yüzündeki ifadeyi göremiyordum. Yanlarına gittim. Zeynep hayvan sesleri ile rüzgar uğultusu arası bir ses çıkardı ve suya atladı.
Kaynağın içinde bir anda kayboldu. Suyun üstünde dalga bile oluşmamıştı. Onu beklemeye başladık. Halil korkuyla suya bakıyordu. Kaynağın dibinde bir yerlerde küçük bir ışık vardı. Etrafında karanlık bir bulut peydahlandı. Karaltıyla ışık birbirlerinin etrafında dönmeye başladılar. Işık karaltıya yaklaşıyor, buluttan uzantılar ona doğru gelince de kaçıyordu. Suyun yüzeyinde gökteki yıldızların yansımaları arasında onları izliyorduk. Eski çağlardan kalma bir dans gibiydi, hipnotize edici bir etkisi vardı. Bir an karanlık bulut yön değiştirdi ve ışığın etrafını sardı. Şimdi karanlığın içindeydi. İşler kötü gidiyordu, suyun üzerindeki yıldız yansımaları birer birer kayboluyordu. Aceleyle çantamın yanına koştum. Böyle bir savaş için yanımda gerekli malzemeleri getirmemiştim. Hazırlıksız büyü yapabilirdim ama yeterince güçlü olup olmadığıma emin değildim. Giysilerimi aceleyle çıkardım. Kaynaktaki ne peri ne de cindi, yanımdakiler işe yaramazdı. Derin bir nefes aldım. Yıldızların suyun yüzeyinden teker teker kaybolduğunu görmesem de biliyordum. Kaynaktaki her ne ise Zeynep’le savaşırken ormana sihir yayılıyordu. Onun büyüsünü içime çektim. Pantolonumu çıkarıp atarken ormanın büyüsü arasından bu yabancıyı ayırdım. Soyunmuştum, kaynağın üzerinde bir düzine kadar yıldızın yansıması vardı. Su gittikçe kararıyordu. Tüm gücümü ormandaki yabancı sihre yönlendirdim. Sihir benden kaçmaya çalıştıkça ona saldırdım. Kim olduğunu anlamak için onu sihrine hakim olmam gerekliydi. Sihir irademden kaçmaya çalışıyor bir yandan da bana saldırıyordu. Çok güçlü değildi ama yorgundum, onunla başa çıkmak için tüm gücümü harcarsam suyun içindekine halim kalmayacaktı. Açığını yakaladığımda sadece birkaç saniye geçmişti. Sonunda kaynaktakinin ne olduğunu öğrenmiştim. Ormana yayılan sihirde her şey belliydi. Halil bana çıldırmışım gibi bakarken gülüyordum.
“Ne olduğunu biliyorum. O bir uyur, sadece bir uyur.” Yaşlı tanrılardan birinin yuvasına geldiğimizden korkmuştum. Kadimlerden birinin uyanmasından çekiniyordum. Oysa sadece bir uyurdu bunları yapan. Böyle davranmaması gerekiyordu. Halil çığlık attı.
“Korhan gidiyor, ölüyor.” Boynunda sallanan muskayı gösteriyordu. Kan kırmızısı olmuştu. “Acele etmeliyiz bir şey yap.”
Yanıma malzemelerim yoktu, ne yapacağımı bilmiyordum. Benim yerimde bir usta büyücü ne yapardı onu düşünmeye çalıştım. Korkuyordum. Uyurlar böyle davranmazdı, onların kimseye zarar verdiklerini duymamıştım. Halil elinde muska bana bakıyordu. Tek yolu vardı.
“Bıçağın var mı?” Halil cevap vermeden belinden bir sustalı çıkardı. Ormanın sessizliğini sustalının açılma sesi bozdu. Aceleyle bıçağı aldım. “Bu muska seninle Zeynep arasında bağ kuruyor değil mi?”
“Evet”
“Nasıl olduğunu bilmiyorsundur herhalde”
“Hayır bilmiyorum.”
“Tamam o zaman, başka da şansımız yok gibi.” Bıçakla avucumun içini kestim, bıçak keskindi tek harekette kırmızı bir çizgi olmuştu elimde. Bıçaktaki kanı muskaya sıçrattım.
“Ne olursa olsun, o muskayı tenine dokundurma.” Halil başını salladı, muskayı ipinden tutuyordu. Elimi sıkıp avucumdaki kanı topladım. Kaynağın başındaydık. Ormanın büyüsünü içime çektim, suda iki yıldız yansıması kalmıştı. Sıçradım, suya girmeden önce avucumdaki kanı kaynağın etrafına saçtım. Damlalar büyümün etkisiyle suyun üzerinde bir ağ oluşturdular. Soğuk suya girdiğimde uyuru ve Zeynep’i hissettim. Su dışarıdan gözüktüğünden daha derinlere gidiyordu. Uyurun sihrinin içindeydim. Yuvasının üzerine kurduğum ağı kullanıp zihnine saldırdım. Zeynep’i yutmaya çalışıyordu, beni fark etmedi. Büyümü bir ok gibi aklının katmanları arasına yolladım. O daha ne olduğunu anlayamadan, uyurun zihnindeydim.
İçinde yaşadığı kaynak gibi bir zihni vardı. Karanlık ve boştu. Tek bir amacı vardı, suyundan içenleri iyileştirmek peşindeydi. Binlerce yıl önce yaşlı ağaçların gölgesi altında bu pınara nasıl geldiğini izledim. Pınarın etrafında kurulan tapınakları, yıkımları izledim. Uyur zamanın geçtiğini fark etmiyor, sadece suyundan içip onu içeri davet edenleri iyileştirmekle ilgileniyordu. Pınarın suyu toprağın içlerinden gelip uyurla birleşmişti. Zeynep’i de iyileştirmeye çalışıyordu. Ancak ötekilerde olduğu gibi bir şey ters gidiyordu. Ne olduğunu bilmiyordu. Problemi düşünebilecek bir varlık değildi. Tek bildiği hastalığı ayırması gerektiğiydi. Zeynep’in azaldığını seziyordum. Acele etmezsem tamamen yok olabilirdi. Uyurun neden böyle davrandığını anlamaya çalıştım. İyileştirmeyi nasıl kaybetmişti? Bilmiyordu, aklı çok basitti. Yaptığının iyileştirmeye çalıştıklarına zarar verdiğinin bile farkında değildi. Zeynep’in ışığı sönüyordu. Suyun içinde zihnini hissetmek için kendimi zorlamam gerekiyordu. Ona ulaşmaya çalışırken suda bir şey fark ettim. Yabancı bir şey kaynak suyuna karışmıştı. Zehri takip ettim. Yer altı akıntısına bir şey karışıyordu. Ne olduğunu ararken bir duvarlarla karşılaştım. Uyur duvarın ardındakinin ne olduğunu bilmiyordu. Duvarda bir çatlak vardı, ardına zihnimle uzandığımda variller gördüm. Çatlak bir varilden akan zehir, beton duvarı eritmiş, kaynağın suyuna karışmıştı. Uyurun zihnine yerleştim, suyla ve onunla bir olmuştum. Onun gücünü kullanarak zehri sudan ayırdım. Zordu ne istediğimi bilmiyordu ama itaat ediyordu. Zeynep’i bırakmıştı. İçindeki zehri topladım ve çatlaktan geri gönderdim. Varillerden akanla bozulmuş beton uyurun saldırısına dayanmadı. Önce çatlaklar oluştu sonra da betondan parçalar düşmeye başladı. Duvar yıkılırken uyurla beraberdim. Uzakta bir yerlerde yüzeyde bir patlama olduğunu duydum. Toprakta yayılan titreşimleri dinledik. Sarsıntılar dindiğinde uyura artık zehir sızmıyordu.
Karanlık zehrin gidişiyle aydınlandı. Kendi gözlerimle de Zeynep’i görebiliyordum. Suyun içinde gözleri açık hareketsiz duruyordu. Yanına yüzdüm, uyurun onu iyileştirme çabalarını engelliyordum. Bileğindeki muska kırmızı bir ışık yayıyordu. Elini tuttum, kanımı takip edip Halil’in boynundaki muskaya ulaştım. Muskanın gösterdiği yolu takip edip yüzeye çıktım.
Halil’i Zeynep’in halini fark ettiğinde suratı bembeyaz oldu. Zeynep’in gözleri açıktı. Nefesini duymuyordum. Suyun dışına çıkacak zamanı yoktu. Üstatlar meclisinin bir yasağına daha karşı çıkıp büyümle ona ulaştım. Suyun içinde koltuk altından kavrayıp onu ve kendimi suyun üzerinde tutmaya çalıştım. Kolları arkasına düşmüş, suyun üzerinde hareketsiz duruyordu. Teni buz gibiydi. Büyü bedenimden ona ulaştığında uyurun yaptığı zararı görebildim. Zeynep’in hastalığın bulmak için ona ulaşmaya çalışmış, direnç görünce de saldırmıştı. Zeynep uyurun amacını bilmediğinden saldırısına direnebilmek için nefesinden vermişti. İçinde yaşamın sadece kırıntıları kalmıştı. Yorgundum, işe yarayacağına da emin değildim ama şansımı denedim. Uyurla olan bağlantım kopmamıştı, onun zehrin sakladığı iyileştirme gücünü toplayıp kendime aldım. Bedenimi uyurun isteğine bir araç gibi kullanmasına izin verdim. Toplanan sihir benden geçip Zeynep’e aktı. Uyur ne yaptığımı fark edince bana karşı koymadı, öğrenmek istiyor gibiydi. Kollarımda Zeynep ısınmaya başlamıştı. Başını omzuma koyup uyurun işini yapmasını beklerken, yüzünün su üstünde kalmasını sağladım. İyileştiren sihir içimden geçerken bana da bir şeyler bırakıyordu. Onun enerjisi ile canlanıyor, kendime geliyordum. Halil tüm bunlar olurken konuşuyor, bağırıyordu ama anlamıyordum. Cevap bile vermemiştim. Zeynep’e benden akan sihre konsantre olmak dışında bir şey yapmaya korkuyordum.
İşe yaradığını Zeynep kollarını boynuma doladığında anladım. Uyur beni bırakıp, kaynağın derinlerindeki yuvasına döndü. Zeynep öksürüp yuttuğu suyu çıkardı. Uyurun gitmesiyle kaynağın dipsiz boşluğu kapanmıştı, yere basabiliyordum. Halil gülüyordu, gökyüzünde binlerce yıldız bizi ışıklarıyla kaplamışlardı. Zeynep bana baktı, yüzündeki ifade bir garipti.
“Beni kurtardın.” Sesi cılız çıkmıştı. Başımı salladım, konuşabileceğime emin değildim.
“Uyurdan gelen sihirde senden de parçalar vardı. Sanki senin kokun sinmişti.” Beni kucakladı, kollarını sıkıca bana dolamıştı.
“Aklıma gelen ilk şey oydu, senin ölmene izin veremezdim.” Göğüslerinin sıcaklığı ikimizin de çıplak olduğunu hatırlamamı sağladı.
“Senin içine baktım sanki” Kollarını bırakmadan uzaklaşmıştı, nefesini yüzümde hissediyordum. “ve gördüğüm hoşuma gitti.” Ben daha ne olduğunu anlamaya çalışırken öpüştük. Tadı uzak diyarlardan gelen baharatları hatırlatıyordu.
.
|