Piramit İçindeki Ani Ölümler
Philip Vanderberg, “firavunların Laneti” adlı kitabında şöyle yazar: “1972 yılında Keops piramidini ziyaret ettiğimde mısırlı rehberlerin gezdirdiği bir Alman turist gruba rastlamıştım. Gruptakilere katılan bir İspanyol kadın büyük galerinin üst ucunda birden avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı ve olduğu yere yığılıp kaldı. Kendisini büyük bir güçlükle piramidin bir metre yüksekliğindeki geçitlerinden dışarıya çıkardılar. Ve dışarıya çıkar çıkmaz kramplar geçti. Şaşkınlık içindeki bayan ‘sanki aniden bana bir şey çarptı’ diyordu. Daha sonra rehberlerden öğrendiğime göre piramidin içinde bu tür saldırılar sık sık oluyordu.
“yazar H.V. Morton da büyük piramidi gezerken bu tuhaf güçlerin etkisine maruz kalmıştı. Gene bir grupla birlikte dolaşan Morton kral odasındayken birden paniğe kapılmıştı. Bayılacağını hissetmiş ve kendini derhal dışarıya atmıştı.”
“piramitlerin içinde yıllarını geçiren iki arkeologun gizemli ve ani ölümünü şüpheci kimseler dahi bu çalışmalarla bağlantılandırmaktadır. Ünlü İngiliz mısır bilimci Sir William F. Petrie, 28 Temmuz 1942 de Kahire’dn evine dönerken Kudüs’te hiç beklenmeyen ve açıklanamayan bir şekilde ölmüştü. Meslektaşı Amerikalı Prof. George A. Reisner de 1920li ve1930lu yıllarda önemli keşiflerde bulunmuş, Keops’u annesi Hetephere’nin görkemli mezarını büyük piramidin doğusunda ortaya çıkarmıştı. Ayrıca 1939 yılında kral odasından ilk radyo yayınını yapmakla da tanınmıştı. 1942 yılında Reisner aniden piramidin içinde yığılıp kaldı. Felçliler gibi hiç hareket edemiyordu. Dar geçitten geçilerek dışarıya sürüklenmesi gerekmişti. Arkeologların dışarıdaki kampına götürüldükten kısa bir süre sonra şuuru yerine gelmeden öldü.”
Resim
P.Brunton’un Piramitteki Deneyimi
Batılı mistik ve yazar Dr. Paul Brunton 1930lu yıllarda büyük bir cesaret örneği vererek bütün bir geceyi Keops Piramidinin içinde geçirmek üzere yetkililerden izin koparmayı becermişti. Gizemli işlere girişmeyi seven Himalayalardaki keşişler gibi uzun bir süre inziva hayatı da yaşamış olan Brunton bu deneyimi “Gizli Mısırda Bir ayarış” adlı artık baskısı bulunmayan ilginç bir kitabında anlatmıştır:
“ Brunton’un cesaretini ölçeceği o gün gelir çatar. Güneş batarken piramidin girişindeki demir kapı üzerine kapatılır. Brunton bu saatten sonra artık sabaha kadar tüm karanlık saatlerden piramidin içinde kapalı kalmaya mahkûmdur. Dar geçitten ilerlemeye başlar. Bir yandan el fenerinin ışığıyla duvara akseden iri gölgesi, bir yandan da ortalıkta uçuşup duran yarasalar ürkütücü bir atmosfer oluşturmaktadır. Büyük galeriden geçer ve kral odasına girer. Bir tabutu andıran lahdin yanına oturur. Işığı söndürür ve öylece beklemeye başlar.”
Meditasyon sanatının inceliklerine vakıf olan Brunton kısa bir süre pasif ve alıcı bir zihin haline girer. Bu medidatif hali bütün bir gece boyunca sürdürmek kararlılığındadır. Piramidin içinde bulunması meditasyon yapmasını son derece kolaylaştırmış olsa gerek. Giderek kral odasının o kendine özgü canlı atmosferi giderek iyice belirgin bir hal almaya başlar. Brunton yalnız olmadığı hissine kapılır: sanki yaşayan ve hareket halindeki bir şey nabız gibi atarak varlığını gösteriyordu. Etrafında görünmeyen hayatın var olduğu hissi bir anda tam bir katiyet kesbetti.”
Korkuya kapılan ve cesaretini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Brunton gene de kendi ifadesiyle “kalbini saran bu tarif edilmez dehşet” ile mücadelede ve meditasyon halini bozmamaya çalışır: “gölgesiz odada birden gölgeler bir o yana bir bu yana çırpınmaya başlardılar. Yavaş yavaş bu gölgeler belirli şekiller aldılar ve birden yüzüme yakın bir yerde son derece habis çehreler beliriverdi. Sonra karanlık bir görüntü yaklaştı ve korkunç bir tavırda ellerini kaldırarak sanki beni ürkütmeye çalıştı.” Sanki tün güçler cesur Bruntonu be gece b bekleyişinden caydırmak üzere harekete geçmiştir. “en sonunda olayı doruk noktasına ulaştık. Canavar tipli elemental yaratıklar, yer altı dünyasının kötülükleri, grotesk, şeytani ve akılsız biçimler etrafımda toplandılar ve akıl almaz bir tiksindirici tavırla bana musallat oldular. Birkaç dakika içinde tüm hayatım boyunca unutamayacağım bir fenomen yaşamıştım. Bu inanılmaz manzara hafızamda aynen canlı bir fotoğraf gibi kalmıştır.”
Ne var ki her şey bir anda sükun bulur. Taş odaya tam bir sessizlik hakim olur. Akabinde ortaya başka varlıklar çıkar. Bu kez kral odasının içi kötülük ve uğursuzluk atmosferinden sıyrılarak saf ve dengeli bir havaya bürünür. Brunton dostluk dolu ve iyiliksever bir varlığın içeriye girdiğini hissetmiştir. Arkasından bir tane daha gelir. Kendisine yaklaşırlar. Uzun boylu ve beyaz harmanilidirler: “gerçekten de beşerden farklı bir görünümleri vardı. Yarı tanrıların parlak görünümündeydiler, çehrelerini de kendilerine özgü bir huzur kaplamıştır.”
Varlıklar bir süre Brunton’u gözlemlerler ve orada kalmasının başından beri yanlış bir iş olduğunu belirtirler: brunton da diğer beşerler gibi “ölümlü ayakları için ayrılmış olan yolu” izlemiş olmalı ve piramitte kalmaya hiç çalışmamalıydı. Brunton ise cevaben kendi seçtiği yolu takip edeceğini ve geriye dönmesi için kendisini ayartamayacaklarını ifade ettiğinde, mısırlı bir yüksek rahibe benzettiği ilk varlıktan şu karşılık gelir: “öyle olsun seçimini sen kendin yaptın, tercihlerine bağlı kal çünkü artık dönüş yoktur. Hoşça kal!”
İlk varlık gidince bu kez ikincisi yaklaşır ve Bruntona öyle seslenir: “ oğlum gizli güçlerin yüce tanrıları seni himayelerine aldılar. Bu akşam öğenim salonuna götürüleceksin”
Bundan sonra Bruntona taş lahdin üzerine uzanması söylenir. Brunton lahdin üzerine yatar ve ayaklarından başlamak suretiyle yukarıya doğru vücudunu bir soğukluk hissi kapladıkça tüm bedeni felç olur. Bütün şuuru idraki başında yoğunlaşır ve sanki bir girdaba yakalanmışçasına yükseldiğini hisseder ve daracık bir delikten yukarıya geçerek “bilinmeze doğru fırlatılır birden-özgürdür!”
Fizik bedenini terk eden Brunton “duvardaki taşlarda yumuşak bir ay ışığını andıran bir parlaklıkla beliren bir hayalet gibi” o varlığın rehberliği altında piramidin diğer mekanlarına götürülür. Rehberlerin bu arada kendisine aktardığı öğretilerin bazı kısımlarını kitabında açıklamış olmasına rağmen gene de Bruntonun açıklamak istemedi ya da açıklamaması için kendisine ikazda bulunulmuş olan birçok gizli öğretinin bulunmuş olduğu aşikârdır. İşte kitabına aldığı öğretilerden biri, belki de tüm öğretilerinin bir özeti mahiyetindedir: “keops piramidinin gizemi senin kendi gizemindir. Gizli odalar ve kadim kayıtlar senin kendi bünyen de mevcuttur.”
Büyük piramidin içinde kalma rekoru kaptan G.B. Calviglia’ya aittir. Brunton’dan 100 kadar önce 1830lu yıllarda Maltalı bir ticaret gemisinin kaptanlığını yaparken denizi terk eden Caviglia, yeni sevdası olarak Keops piramidini seçmişti. Ama o kral odasında kalmadı. Kral odasının tam üstünde yer alan granit blokların ilk ikisinin arasındaki 1765 yılında burayı keşfeden Davison’un adıyla anılan kovuk benzeri boşluğu tercih etti. 90cm. Yüksekliğindeki bu mekanı yarasa pisliklerinden temizleyen Caviglia buraya yerleşti ve uzun bir süre burada yaşadı. Gizemli bir şahıstı başından geçenleri anlatmazdı. Denildiğine göre beşerin bilmesinin yasak olduğu gizemlerin sınırına kadar gelen Caviglia bu cesaretinin bedelini ödemekten ancak amacının arınmışlığı sayesinde kurtulmuştu.
Resim
Napolyon Bonapart’ın Piramitteki Deneyimi
Kral odasının beşeri zihni etkileyen para normal mahiyetteki tesirleriyle yüz yüze gelen ünlü bir kişi de Napolyon’du. Naolyon 1798 yılında Mısır’ı fethettiğinde keops Piramidini ziyaret etmiş ve kral odasına girerken de yalnız kalmak istemişti. Bu arzusu kendisi için hiç de olumlu olmayan bir sonuca yol açtı. Olayı “büyük piramidin sırları” adlı kitabında anlattığı şekliyle P.Thompkings’ten aktaralım: dışarı çıktığında generalin yüzü bembeyazdı ve müthiş bir şekilde etki altında kaldığı anlaşılıyordu. Yardımcılarından biri alaylı bir ifadeyle gizemli herhangi bir şeye tanık olup olmadığını sordu. Bonapart söyleyeceği hiçbir şeyin olmadığını belirterek kestirip attı ve yumuşak bir sesle bu olayın tekrar konu edilmesini istemediğini ekledi. Yıllar sonra imparator olduğunda piramidin içinde olup biten her ne ise ondan bahsetmekten hala kaçınıyordu. Sadece kaderinin bir bölümüne tanık olduğunu ima etmişti. Nitekim St. Helena’da ölümü beklediği sırada yanındaki Las Cases’a tam çini dökecekken başını sallayıp “hayır yararı olmaz ki bana inanmazdın!” demiştir.”
Nikita Kruşçef’in Piramite Girmeyişi
Mayıs 1964te zamanın Sovyet başkanı Nikita Kruşçef Mısırı ziyaret etmişti. 16 günlük bu resmi ziyaretin nedeni Sovyet yardımıyla inşa edilen Assuan Barajı’nın ikinci kısmının bitmiş olmasıydı. Kruşçef yurduna dönmezden önce dünyaca ünlü mena House Otelinde kaldı. Gize düzlüğünün eteğinde 4869 yılında inşa edilmiş olan bu otelde dünyanın her yanından gelen krallar ve devlet başkanları kalırlardı.1943 yılında müttefiklerin lideri olan Churchüll Roosevelt ve Çan Kay-şek arasındaki zirve toplantısı da burada yapılmıştı.
Bu sırada İngiliz ve Çinli liderler keops piramidini ziyaret etmişler her nedense Roosevelt bundan kaçınmıştı. Kruşçef’in de büyük piramidi ziyareti için kazırlıklar yapılmıştı ki Moskova’dan bir telgraf geldi. Telgrafta başkanın piramide girmemesi için kesin bir dille tavsiyede bulunuluyordu. Kruşçef bu tavsiyeye uydu ve piramide girmekten vazgeçti. Bu olayla ilgili herhangi bir resmi açıklama da yapılmadı. Acaba telgrafı çeken mercilerin çekindikleri husus neydi? Yeni bir Napolyon olayının meydana gelmesinden mi korkmuşlardı? Yoksa onları ürküten kral odasındaki gizemli güçlerin başkanlarının zihnini etkilemesi ve olmadık sonuçlara yol açması ihtimali miydi?
Ouspensky’nin Piramitlerle İlgili Deneyimleri
Ünlü okülts araştırmacı P.D. Ouspensky mısır gezisi sırasında kısa bir süre için büyük piramidin kral odasında yalnız kamıştı. Ouspensky bu esnada hissettiklerini “kâinatın yeni bir modeli” adlı kitabında şöyle nakleder: “ rehberleri koridora geri gönderdim ve birkaç dakika süreyle yalnız kaldım. Piramidin kütlesinin kuşattığı bu taş hücrenin içinde çok tuhaf bir hisse kapıldım. Piramidi dolduran ve ondan neşrolan hayat titreşimi burada her yerdekinden daha fazla hissediliyordu. Ancak bunun yanı sıra bu oda kendisi hakkında bana bir şey söylüyormuş gibi geldi. Değişik seslerle çevrili olduğunu hissettim. fakat söyledikleri sözler sanki bir duvarı arkasından geliyordu. Onları işitebiliyor fakat anlayamıyordum. Sadece ufacık bir çaba göstermek suretiyle sanki her şeyi işitecekmişim gibi geldi. Ne var ki bu çabayı gösteremedim ve muhtemelen bu bir çaba sorunu olmayıp çok önemli bir şey beni bu seslerden ayırıyordu.”
Ouspensky ayrıca Dahshur’daki kırıklı piramidin karşısında da psişik bir deneyim geçirmişti: “dahshur’un güneyindeki yüzlerinin düzlemi kırık olan piramit hemen hemen ürkütücü olan o çok kesin görünümü ile dikkatimi çekmişti. Aynı zamanda hissettiklerinim tümünü kendime dahi tanımlamaktan kaçındım. Aşırı derecede tahayyüle beziyordu. Ne var ki düşüncelerin kontrolümden çıkmıştı ve zaman zaman gerçekten de hülyalar kurmaya başlıyormuşum gibi geldi. Fakat bu his tahayyülün oluşturduklarından oldukça farklıydı. Burada ifade edilemeyecek tarzda gerçek olan bir şey vardı.
Atımı geriye döndürdüm ve uzaklaşmaya başladım belirli bir mesafe uzaklaşmıştım ki bir şey beni aniden itti. Eğerin zerinden hızla geriye döndüm. Sanki bir şey beklermişçesine piramit bana bakıyordu. “bir daha ki sefere” dedim. O anda hissettiklerimin tümünü tam olarak analiz edemedim. Fakat şunu hissetmiştim ki tam burada uzunca bir süre yalnız başıma kalabilseydim düşüncelerim ve duygularım olağan olarak görülemeyen ve işitilemeyen şeyleri gerçekten görebileceğim ve işitebileceğim bir gerginlik derecesine erişecekti.”