Selam arkadaşlar. Forumda son günlerde korku yoğunluklu konulara pek önem verilmediğini ve paylaşılmadığını gördüm. Adrenalin ve korku güzel şeylerdir. Sonuçta insan görmek istediğini görür. Bu yüzden yeni bir ayzı dizisi hazırlamaya karar verdim. Bu yazı dizisi korku hikayeleri , şehir efsaneleri , korkunç video ve fotoğraflar, efsaneler yani insanın içini ürpertecek pek çok şey içeriyor. İsimi neden korku gecesi koydum dersen 1: Sevdiğim bir filmin adı 2: İse bu konuları gece veya akşam paylaşacağım krokunun etkisi daha fazla olsun diye. Bugünkü konumuz ise : Korku hikayeleri ve şehir efsaneleri.
Arka Koltuktaki Katil
Bir gece, bir kadın kız arkadaşlarıyla içmek için dışarı çıktı. Barı oldukça geç bir saatte terk etti, aracına bindi ve ıssız bir otoyolda ilerlemeye başladı. Dikiz aynasından, hızlıca, gittikçe yaklaşmakta olan bir çift far gördü. Araç yaklaştığında, kadın sinyalin açık olduğunu gördü ve arkasındaki aracın döneceğini sandı fakat araç ani bir manevrayla kadına doğru gelmeye başladı, çarpacak kadar yaklaştı ve selektörlerini yaktı.
Kadın iyice gerilmişti. Farlar kısa bir süreliğine söndü. Sonra tekrar yandılar ve araç daha da yaklaştı. Korkmuş kadın, gözlerini yoldan ayırmamaya çalışıyordu ve arkaya bakma dürtüsüyle savaşıyordu adeta. Sonunda çıkış yolu görünmüştü fakat araç hala takip ediyor ve düzenli bir şekilde farları yakıp söndürüyordu.
Bütün trafik ışıklarını durmadan geçmelerine rağmen araç kadını evinin önüne kadar gittikçe yaklaşarak takip etti. Kadın tek kurtuluş yolunun deli gibi, eve koşmak ve polisi aramak olduğunu fark etti. Arabadan çıktığı sırada, arkadaki arabanın şoförü de çıktı ve bağırdı: "Kapını kilitle ve polisi ara! Çabuk!"
Polis geldiğinde ise korkunç bir gerçek ortaya çıktı: Arka araçtaki adam kadını kurtarmaya çalışıyordu! Kadının aracına yaklaşıp, farları aracı aydınlattığı sırada, arka koltukta, elinde kasap bıçağı olan bir adam siluetinin kadını bıçaklamak için çıktığını görmüştü, bu yüzden farlarını yakıp söndürmüştü ve katil tekrar saklanmıştı!
Her zaman arka koltuğu kontrol edin!
Sıradan Bir Akşam
Sıradan bir akşamdı. Yağmur damlaları ayın kasvetli ve hüzünlü suratını çize çize yere düşüyordu. Biraz sonra ay, bu damlalardan kurtulmak için gölgeli bulutların ardına saklanacaktı. Kediler bu seyrek damlalardan sıkılmış bir şekilde, yeni bir parça yemek bulma umuduyla çöpleri karıştırıyorlardı.
O ise; her zamanki gibi evinde oturuyordu. İşinin verdiği yorgunluk umurunda değildi çünkü; en sevdiği klasik müzik parçasını dinliyordu. Bu parça; onun hayatı boyunca hissettiği tüm duygulara hitap ediyordu. Belki binlerce kez dinlemişti ve bir o kadar daha dinleyecekti, o yüzden her bir notayı tek tek biliyor ve takip ediyordu. Yalnız bir fark vardı. Bu şarkı, ‘o şarkı’ değildi. Evet, bir nota farklıydı. Daha dikkatle dinledi, şarkı değişmeye başladı, artık fark sadece bir nota değildi, bambaşka bir parçaydı bu çalan. Ve bu, ‘o sevdiği’ şarkının sadece hüzün, karamsarlık ve korku bölümüne hitap eden yeni bir besteydi. Notaların dizilişi, git gide daha korkunç bir hal alıyordu. Sesin şiddeti artıyordu, tabii O’nun damarlarındaki adrenalin de… Heyecanı korkuya dönüşüyordu. Evinin duvarlarından ayak sesleri gelmeye başladı. Hırıltılar duyuyordu. Salondan dehşetle fırladı, önünde uzanan, O’na korkunç derecede kin duyan, karanlık koridora ürkerek baktı. Bir anda ileri atılarak hızla ilerledi. Kendini tetikte tutmaya çalışıyordu olası bir saldırıya karşı. Karanlıktan O’na doğru uzanan görünmez ellerden arasından geçti, bu ellerin kinini, yine kendilerine bıraktı. Tökezledi ve yere düştü, kendini yerde, mutfağa doğru sürünürken buldu. Duvarlarda artık sadece sesler yoktu, gölgeler de onlara eşlik ediyordu. Bu gölgeler garip bir şekilde dans ediyor, görünmeyen ellerin gölgeleri ise; duvardan ona doğru uzanıyordu. O, artık elinde bir bıçağın olduğunu fark etti. Dayanamadı gölgelerin ve seslerin senfonisine, bir kesik darbesiyle başarılı ve monoton hayatına son verdi.
Yağmur yağıyordu. Ay, sevimsiz ve somurtkan suratını aç kedilere gösteriyordu. Damlalar sinsice kedileri dövüyordu. O’nun ölümünden ne ayın, ne kedilerin ne de yağmurun haberi vardı.
Resim
Kanca
Genç bir çocuk, sevgilisiyle baş başa kalabilmek için, âşıkların sürekli gittiği ıssız bir patikaya doğru sürdü aracını. Radyodan uygun bir şarkı açtıktan sonra, kızı öpmek için eğildi.
Kısa bir süre sonra, müzik aniden kesildi ve radyodaki spikerin telaşlı ve gergin sesi duyuldu. Âşıkların aracına çok da uzak olmayan bir yerdeki bir akıl hastanesinden, suçlu bir akıl hastası kaçmıştı ve sağ elinde kanca ile gizlenmiş bir adam gören herkesin, yerini derhal polise bildirmesi gerekiyordu.
Kız korkmaya başlamıştı ve sevgilisinden kendisini eve götürmesini rica etti. Küstah çocuk ise bunun yerine, tüm kapıları kilitledi, böylece güvende olacaklarını söyledi ve tekrar kızı öpmeye çalıştı. Ama kız çok korkmuştu ve çocuğu itti, patikadan uzaklaşmakta ısrar etti. Çocuk pes etti ve huysuzca söylenerek motoru çalıştırdı ve park ettikleri yerden ayrıldılar.
Kızın evine vardıklarında, kız arabadan indi ve en yakın kapıya ulaştığında kontrolsüzce çığlık atmaya başladı. Çocuk ise neler olup bittiğini öğrenmek için oraya koştu. Kapı kolunda kanlı bir kanca asılıydı!
Cinle Tavla
Genç bir kız ailesinin evde olmadığı bir akşam arkadaşlarını davet etmiş. Kız kıza yemişler, içmişler, derken içlerinden biri "cin çağıralım” demiş. Ev sahibi kız da hiç inanmazmış böyle şeylere ama arkadaşlarına ayıp olmasın diye kabul etmiş. Harfler kesilmiş, fincan ortaya konmuş ve elele bir masanın etrafında daire olunup cin çağırma olayına girilmiş. Cin gelmiş gelmesine ama bizim kız hala fincanı arkadaşlarının ittiğini düşünüyomuş. Bi ara fincan hızlı hızlı harflere giderek şöyle demiş: "İçinizde bana inanmayan biri var. Yarın saat 4’te o kişiyle tavla oynamaya geleceğim!” Kızlar feci tırsmışlar ama ev sahibi kız hala dalgasındaymış işin. Saat çok geç olmadığı halde seans hemen bitirilmiş ve kızlar evlerine dağılmış.
Bizimki zaten o tür şeylere hiç inanmadığından cin olayını ertesi sabaha unutmuş bile. Öğlene doğru telefon çalmış. Arayan, kızın çok sevdiği, çok iyi anlaştığı teyzesiymiş, "Bugün içimde bi sıkıntı var, evdeysen bi ara sana uğrayacağım. Dertleşelim biraz.” demiş. Kız da sevinmiş teyzesini görecek diye, "Hemen gel, ben de seni çok özledim” demiş.
Kız, teyzesini hakikaten dertli ve solgun görmüş. Hoşbeş etmişler ama teyze hala dalgınmış. Kız, teyzecim sen konuştukça daha kötü oldun, istersen başka bişey yapalım” demiş. Teyzesi de "O zaman tavla oynayalım. Ne zamandır seninle oynamadık. Kafam dağılır biraz.” demiş. Kız tavlayı almaya giderken bir gece önceki olay aklına gelmiş, “Meğer benim teyzem cinmiş” deyip gülümsemiş.
Kızla teyzesi güle oynaya tavla oynarken bi ara teyze tuvalete gitmek için kalkmış. O içerideyken telefon çalmış. Arayan kızın babasıymış. Adamcağız çok üzgün bi sesle konuşuyormuş: "Kızım teyzen öğlen bi trafik kazası geçirdi. Durumu çok iyi değildi ama Allah'tan ümit kesilmez deyip sana haber vermedik ama az önce teyzeni kaybettik, başımız sağolsun.."
Resim
Yaşlı Kadın Ve Altın Dişleri
Birgün bir yaşlı kadın ölmüş oda köyde oturuyormuş dişlerinin hepsi altındanmış bu kadını mezara gömüyorlarmış yolda arabayla geçen bir adam bu ölen kim demiş bizim köyden demiş kadını dişleri hepside altındandı demiş sonra gece yarısı olmuş dışarıda çok kötü yağmur yağıyormuş bu adam hemen hazırlanmış yanına (kazma kürek poşet kerpeten ) almış arabasıylan yola çıkmış arabası birden bozulmuş yola yürüyerek devam etmiş yürümüş yürümüş yürümüş sonunda mezarlığa varmış mezarı kazıp cesedi çıkarmış kadının azı zorlan açmış kerpeteni alıp dişleri çıkarmaya başlamış kesenin içine koyup azını kapatmış yağmur yüzünden evede gidemezmiş sonra çalılıklardan bir kulübe yapıp girmiş içine tam yatacakmışki kapı çalınmış adam korkmuş sonra kalkıp açmış kapıyı birde ne görsün karşısında cılızmı cılız bir kadın görmüş kadın demiş olum az bugün burda kalayım demiş buyur teyze gel demiş kadın içeriye girmiş kadın konuşurken dişlerinin olmadığını fark etmiş adam demişki teyze senin dişlerin neden yok demiş kadın
en aldın demiş.