Alıntı:
Esraasliy Nickli Üyeden Alıntı
Selam aleyküm Arkadaşlar
Şimdi biz malum 40 günlük ayet ile olan okumalari yapamıyoruz
Başlasak malum durumda ara verip tekrar kaldığımız yerden devam etsek olurmu
Yoksa 40 i aralıksız mi tamam etmek gerekir
Hocalarımız bilen arkadaşlar yardımcı olursa sevinirim inşallah
|
Hanefi alimlerinden Kerhi ve Tahavi, Kur’an kursu öğretmenliği yapan bir kadının görevini aksatmaması için fetva vermiştir. Kerhi, kadının adet halinde iken kelime kelime; Tahavi ise yarımşar ayet okuyarak öğretilebileceğini söyler. Bu alimlere göre böyle bir okuyuş, Kur’an okuma sayılmaz.
Hanbeli mezhebine göre adetli bir kadının bir ayet ve daha fazlasını okuması haramdır.
Maliki mezhebine göre kadın adet ve nifas halinde iken ezberden Kur’an okuyabilir. Ancak kan kesildikten sonra gusledinceye kadar okuyamaz. Çünkü bu durumda özrü bitmiştir. Yıkanıp manen temizlenme için engel kalamamıştır.
Diyanetin konuyla ilgili görüşü ise şöyledir:
‘’Günümüzde Kur’an eğitim ve öğretiminin aksamadan devam edebilmesi için Maliki mezhebinin bu görüşüyle amel edilebilir. Bununla birlikte Kur’an eğitim ve öğretimin çok değişik yol ve yöntemleri olduğu için bu dönemde olan kadınların, okuyan kimselere kulak vererek ya da telefon, tablet bilgisayar gibi cihazlardan dinleyerek kulak eğitimi almaları ve ayetleri kelime kelime bölerek tashih-i hurufa ağırlık vermeleri de uygulanabilecek bir başka yöntemdir. Bu yöntem ihtilaftan kaçınmak için daha ihtiyatlı olabilir.’’
[Kur'an niyetiyle bir ayetten az bile okumak hayızlı kadına memnu ‘dur. Tek tek kelime halinde okumak ise câizdir. Çünkü önce söylediğimiz vecihle muallime bir kadının Kur'an-ı Kerîm'i kelime kelime öğretmesi caiz görülmüştür.
Tevrat. Zebur ve İncil de Kur'an gibidir. Nitekim musannıf bildirmişti. Dua niyetiyle Fâtiha'yı yahut içinde dua manası bulunan bir ayeti okusa zarar etmez. Bunu Ebu'l-Leys'in el-Uyûn adlı eserinden nakletmiştik. Ve yine bildirmiştik ki. Leheb suresi gibi içinde dua manası bulunmayan ayetlerde Kur'an'dan başkasını kastetmenin bir tesiri yoktur. Kur'an'a el sürmek levhada, parada veya duvarda yazılı bile olsa câiz değildir. Ancak bunların yalnız yazısına el sürülmez. Mushaf böyle değildir. Onun kabına ve beyaz yerine dokunmak da memnu ‘dur. Bazıları câiz olduğunu söylemişlerdir. Bu kıyasa daha yakındır. Memnu' olması ise tazime daha lâyıktır. Nitekim Bahr'da da böyle denilmiştir. Yani sahih olan «memnu'» olmasıdır. Bunu aşağıda beyan edeceğiz.
Evvelce Kuhistânî'den naklen bildirmiştik ki, semavî kitaplar da Kur'an gibidir. Tefsir ile şer'î kitapları eline alıp olamayacağı hususunda hilâf vardır. Bu da evvelce geçmişti. Kur'an-ı Kerîm, ancak torba ve çanta gibi ayrı kılıflar içinde ele alınabilir. Şirazeli deri gibi bitişik kılıfla alınamaz. Sahih olan budur. Fetva da buna göredir. Çünkü deri Mushaf'a tâbidir. Bunu Sirâc sahibi bildiriyor.
Ben derim ki: Levazım kutusu da torba gibidir. Acaba Mushaf kürsüsü Mushaf'a çivilenirse aynı hükümde midir? Araştırılmalıdır. Hayız, üzerinde âyet yazılı levha ve kâğıt yaprağı gibi şeyleri taşımaya da mânidir. Musannıf burada Bahr sahibine uymuştur. Bahr sahibi bunu hayız hükümlerini sıralarken söylemiştir. Kendisine itiraz edilmiş ve: «Bu sözle müstakilen taşımayı kastediyorsa Kur'an'a el sürmek buna hacet bırakmamıştır. Tâbi olarak taşımayı kastediyorsa buna mâni yoktur.» denilmiştir.
Hilye ‘de Muhît'ten naklen şöyle denilmiştir: «Mushaf sandıkta olursa cünüp kimsenin onu taşımasında bir beis yoktur... Ulema cünüp kimsenin içerisinde Mushaf bulunan tağarcığı taşımasında beis olmadığını söylemişlerdir Bazıları mekruh görmüş; birtakımları: Üzerinde Mushaf bulunan devenin yedeğinden tutmak mekruhtur, demişlerdir.»
Mahbûbî: «Lâkin bu ihtimalden uzaktır.» demişlerdir ki, doğrudur.
Ben derim ki: EIe almadan ve başkasına tâbi olmadan taşımak tasavvur olunabilir. Meselâ; iple bağlayarak taşıyabilir. Lâkin zahire göre bu câizdir. Teemmül et!
Şârih levha ve kâğıt parçasını «üzerinde âyet yazılı» diye kayıtlamıştır. Çünkü ayetten az yazılı ise ona dokunmak mekruh değildir. Halebî'nin nakline göre Kuhistânî de böyle söylemiştir.
«Beis yoktur.» ifadesiyle musannıf cünüp kimsenin dua okumak ve saire için abdest almasının müstehap olduğuna işaret etmiştir. Nitekim abdestsiz kimsenin de bunlar için abdest alması müstehabtır. Evvelce geçmişti. Bunu Halebî söylüyor. Yani yapılmasında beis görülmeyen şeyin zıddını yapmak müstehap olur; demek istiyor. Lâkin Tahtâvî bundan el ağız yıkadıktan sonra yiyip içmeyi istisna etmiştir. Delili, şârihin: «Fakat elini ağzını yıkamadan yiyip içmek cünüp kimseye mekruhtur...» sözüdür. Bunun mekruh olması müstamel suyu içtiği içindir. Yani müstamel suyu içmek tenzihen mekruhtur. Cünübün eli ise pislikten hâli değildir.
Binaenaleyh ellerini yıkayıp sonra yemesi gerekir. Bunu Bedâyi' kaydetmiştir. Talik zahiri şunu gösterir: Ağzın çalkalanması içmek için, ellerin yıkanması da yemek içindir. Şu halde el yıkamadan su içmek, ağız çalkalanmadan yemek yemek mekruh değildir. Lâkin Hulâsa sahibi:
«Cünüp bir kimse yemek yemek isterse ellerini yıkayıp ağzını çalkalaması müstehap olur.» demiştir. Teemmül et!
Hilye nam eserde Ebû Dâvûd'dan ve başkalarından şu hadîs rivâyet edilmiştir: «Peygamber (s.a.v.), cünüp iken yemek yemek isterse ellerini yıkardı.». Müslim'in rivayetinde: «Cünüp iken yemek yemek isterse namaz için aldığı abdest gibi abdest alırdı.» denilmiştir. Hayızlı kadın yıkanmakla muhatap olmadıkça elini-ağzını yıkamadan yiyip içmesi mekruh değildir. Hâniyye'de bildirildiğine göre bazıları bu kadının cünüp gibi olduğunu, bazıları da yıkamasının müstehap olmadığını söylemişlerdir. Çünkü yıkamak el ve ağızdan hayız pisliğini gideremez. Cünüplük böyle değildir.
Ben derim ki: Yemek için ellerini yıkaması bil ittifak müstehap olmak gerekir. Zira el yıkamak temiz kimseye de müstehabtır. Bu, kadına müstehap olması evleviyette kalır. Onun için el-Hulâsa'da: «Yemek yemek isterse ellerini yıkar; ağzını çalkalaması hususunda hilâf vardır.» denilmiştir. Hayızlı kadının yıkanmakla muhatap olması kendisine yıkanmak emir edilmesidir. Bu da ancak hayızdan temizlendikten sonra olur. Hidaye sahibi Mushaf'ı yenle tutmanın kerahet-i tahrimiyye ile mekruh olduğunu sahih kabul etmiştir ki, bu kavil daha ihtiyatlıdır. Hâniyye'den naklen evvelce bu kavlin zâhir rivâye olduğunu söylemiştik. Hulâsa sahibi onu umumiyetle ulemaya nisbet etmiştir. Bahr sahibi: «Bundan dolayı evlâ olan odur.» diyor, Fethü'l-Kadîr'den naklen yenle kayıtlamanın bil ittifak lazım olduğunu söylemiştik. Çünkü Mushaf'ı elbisenin yenden başka bir kısmiyle tutmak da câiz değildir.]
{İBN-İ ABİDİN TERCÜME VE ŞERHİ: AHMED DAVUDOĞLU CİLT:1 SAYFA 481, 482, 483 REDDÜ’L-MUHTAR ALE’D-DÜRRÜ’L-MUHTAR ŞAMİL YAYINEVİ, İstanbul 1982
(481.sayfanın resmi)