Yusufiyeli Nickli Üyeden Alıntı
gayb sadece gelecekle alakalı bir husus değildir. İzah etmeye çalışayım. Arapçada ‘’ğayb’’ ‘’görünmemek, gözden kaybolmak, gizli saklı kalmak’’ gibi anlamları ihtiva eden (ğyb) kökünden türemiş bir ‘’görünmeyen, bilinmeyen şey’’ (ğaib) manasında bir isimdir. Kur’an’da ‘’ğuyub’’, ‘’ğayabet), ‘’ğaibe’’, ‘’ğaibin’’ gibi farklı türevleriyle 60 kez geçen ‘’ğayb’’ (çoğulu:ğuyub) tarzının bazı sözcüklerde mecazi olarak ‘’şek/şüphe’’ manasında kullanılıdığı da belirtilmiştir. (Zeccac, Meani’l-Kur’an, 1.cilt sayfa 70-71; Zemahşeri, el*Keşşaf, birinci cilt sayfa 150-151)
Mesela Arapçada (ğabeti’ş-şemsü) ifadesi ‘’güneş battı, gözden kayboldu’’ (ğabe’l-insanü ğaybeten/meğiben) ifadesi, ‘’insan/adam yolculuğa çıktı, uzaklaştı anlamında kullanılır. (Ferahidi, Kitabü’l-Ayn üçüncü cilt sayfa 296; İbn Side, el-Muhkem altıncı cilt sayfa 26)
İnsanı gözlerden saklı tutmasından dolayı alçak basık yerler için de (ğayb) veya (ğayabet) tabiri kullanılır. Kocası kaybolan kadın, (imrateün muğibin/muğibetün) diye anılır. Sık ağaçlardan oluşması ve insanı gözlerden saklaması sebebiyle orman (el-ğabe) diye adlandırılır.
İslami kaynaklarda ‘’ğayb’’ terimsel olarak ‘’zahiri ve batini duyularla kavranamayan, sarih delil ve emaresi bulunmayan, beşeri idrak dışında kalan varlıklar ve varlık alanları’’ diye tanımlanmıştır. Cin suresi 26-27. Ayetlerle alakalı olarak ‘’ عَالِمُ الْغَيْبِ فَلَا يُظْهِرُ عَلٰى غَيْبِه۪ٓ اَحَد’’ ifadesiyle irtiibatlı olarak peygamber(ler)in ve ‘’keşif/keramet’’ sahibi kimselerin ğaybı bilip bilmedikleri meselesi öteden beri tartışılmıştır. Ğayb konusuna devam edeyim. Hemen hepsi ‘’gizlilik görünmezlik’’ manasında birleşen ‘’hafa’’, ‘’sır’’, ‘’batn/butün’’, ‘’setr’’, ‘’ketm/kitman’’ gibi çok çeşitli kelime kökleriyle de anlam ilişkisi bulunan ‘’ğayb’’ lafzı tarihin geçmiş uğraklarında vuku bulmuş olaylar (enbau’l-ğayb)[Al-i İmran suresi 44. Ayet: Hud suresi 49. Ayet; Yusuf suresi 102. Ayet] ve halde vuku bulmuş olaylar için kullanıldığı gibi gelecekte vuku bulacak olaylara atıfla da kullanılır. Kehf suresi 22. Ayette geçen (recmen bi’l-ğayb) tabiri ‘’ğaybı taşlamak’’, yani herhangi bir konuda delilsiz ve mesnetsiz konuşmak, zanna dayalı olarak atıp tutmak (Cevheri, es-Sıhah, beşinci cilt sayfa 1928; İbn manzur; Lisanü’l-Arab 11.cilt sayfa 227)
İbn Haldun’a göre kâhinlerin gayb aleminden bilgi almaları için cinlere ihtiyaçları yoktur. Göklerden haber almanın engellenmesi “cinler” içindir. Kahinler için böyle bir yasağın olmadığını savunur. Mütehayyile kâhinler için bir ayna görevi görür ve cüzi yata nüfuz eder. Nefsin bedenin zâhirî ile olan bağlılığını keserek, bedenin iç tarafına daldığı dönemleri olur. Bu takdirde bir an için bedenin maddî olan perdeleri kalkar, uyku gibi bütün insanlara şamil olan özelliği ya da, kehanet ve gaybdan haber veren ve sûfîlerde olduğu gibi, riyazet ve saire ile gaybı keşfedebilmek gibi, beşerin bazı sınıflarında mevcut özelliklerin tesiri maddî perdeler ortadan kalkar. Nefis bu maddî bağlarla olan ilgiyi kestikten sonra, yukarıda anlattığımız gibi, teşekkülleri itibarıyla iki arada bitişiklik bulunduğu için, nefis kendisinin üstündeki ulvî âlemlerdeki varlıklara yönelir. Ulvî âlemlerdeki bu zatlar ruhanîdir; en-nefsü'n-nâtıka kendisi de, yukarıda anlatıldığı gibi, sırf idrâkten ibarettir. Ulvî âlemdeki bu varlıklar bilfiil akıllardır, yukarıda anlattığımız gibi, varlıkların suretleri ve gerçekleri bu akıllarda mevcuttur. En-nefsü'n-nâtıka bedenle olan ilgisini keserek bu ulvî akıllarla temasa geldiğinde, bu suret ve manalardan bir şeyler insanın nefsine yansır, nefis bu akıllardan bilgi iktibas eder. İdrâk kuvvesi bu suretleri hayale ulaştırdığı zamanlarda olur. Hayal bunları mutat kalıplara sokar. Sonra nefsin idrâk ettiği bu şeyler ya somut olarak veya belirli kalıplarda duyu organlarıyla idrâk edilecek şekle dönüştürülür ve onlardan haber verilir. En-nefsü'n-nâtıkanın (insanın nefsinin) gaybî şeyleri idrâkine dair açıklamamız burada bitiyor Ona göre kâhin daha yüksek gayb mertebelerine çıkmamak için seçili sözler söyleyip durur. (İbn Haldûn, Ebû Zeyd Veliyyüddîn Abdurrahmân b. Muhammed Mukaddime, I-III, çev. Zakir Kadiri Ugan, İstanbul, 1990, C. I, ss. 244-250)
Ha cinlerden alınan kehanet de vardır Cinler semaya doğru yükselirler birbirlerine binerek Melek-i Alaya kadar yaklaşırlardı oradan aldıkları bilgileri aktarırlardı sen bunun ayetle yasaklandığını ifade ediyorsun.
İşte İbnu Hacer, bu noktada farklı olarak şöyle devam eder: ‘2Cinlerin bu istihbaratlarından, en üsttekinin kendisine şihan (göktaşı) gelmezden önce hırsızlayıp alttakine gönderebileceği yarrım yamalak mesmuatın kahinlere ulaştırılma imkanı baki kalmıştır. Nitekim buna şu ayet işaret etmektedir: ‘’Meğerki (içlerinden) bir çalıp çarpanı olsun. Fakat onu da delip geçen bir alev takip etmiştir.’’ (Saffat suresi 10. Ayet)
İbn Hacer cinlerin semaya çıkıp haber çalma gayretine düştükleri nadirattan da olsa isabetli haberler verebildikleri kanaatindedir. Tamamen ortadan kalktığı kanattinde değil, üstelik buna ayetten de delil göstermiştir.
Durugörüde, çoğunlukla soluk, kısa süreli hızlı geçen, puslu görüntüler görülür. Buna eşlik eden diğer duyumsal algılar da olabilir: Tat, koku, işitsel algılar vb. Durugörü esnasında bazı kişilerde kaygı, korku, terleme, nabız yükselmesi, bulantı, yerinde duramama, benzeri huzursuzluk, neşe gibi değişik duygu halleri ortaya çıkabilir. Mesela bir durugörücü şahıs, büyük depremler öncesi acil servise kaldırılıyor ve panik atak gelişiyor kendisinde. Görüntüler ve bu hisler bazen rahatsızlık verici olabilir ve kişide psikolojik sorunlara neden olabilir. Aynı zamanda, sürekli olacak olayları önceden uyanık olarak görmeniz ve bilmeniz hiç de kolay değildir. Yakınlarınız hakkında kaygılar sürekli sizinle olur. Bir de konu hakkında bilginiz olmadığını düşünün. Toplumsal inançlara cin çarptı ya da benzeri şeylerle baş başa kalırsınız. Bu durum insanın kişiliğini çatlatabilir. Önceden olacakları bilmek her insan için pek kolay bir şey değil.
Rusya 1960'larda, Amerika 1970'lerde bu işe askeri çalışmalarla girmiş ve uzun yıllar gizli olarak çalışmaları sürdürmüşlerdir. Sürekli çalışma yaptıkları şimdi anlaşıldığı halde, o dönemde ısrarla “çalışma yapmıyoruz” yanıtını vermişlerdir medyaya. Gerçekten iyi bir uzaktangörücü veya durugörücü için ulusal sır ya da gizlilik diye bir şey olamaz. Çelik kapılar ardına saklanmış “kozmik oda” bir şey ifade etmeyebilir. Hatta bir CIA ajanı çantasında tahmin edilmesi saklı eşyalarla gelmiş ve meşhur bir uzakatan durugörüre test etmek için içinde ne var, diye sormuş. O da, “Snahtar, Seven Up kutusu, haç işareti, plaka…” diye tek tek sayınca, yanıtı “kahrettin, artık hiçbir şeyin gizliliği kalmadı!” olmuş. Burada cin musallatı falan yok.
Durugörü ve Telepati kesinlikle cinlerle ilgili bir konu değildir.
‘’Müslüman gibi takiliyorsun ama sana tavsiyem itikadini gözden geçir. Amelde eksiklik olsada inanç eksiklik kabul etmez..’’
Bu yazına gelince burada usulünce bilgi teatisinde bulunuyoruz haddi aşan cümleler kurma terbiye dışına çıkma Google den topladığın bilgilerle hiçbir kitap okumadan bilgiçlik taslama anladığın dilden istediğin kadar cevap yazarım.
|