Tuana Nickli Üyeden Alıntı
Bir şeyi çok ama çok istemek ne kadar güzel bir şey değil mi? Ama ya onu ne pahasına olursa olsun istemek, sizce bu nasıl?
Gelin hep beraber bu konuya bir açıklık getirelim:
Neden bazen bir şeyi yıllar boyu isteyip duruyoruz ama bana mısın demiyor?
Ve neden, bazen istiyoruz ve o oluveriyor?
Çekim yasası nasıl işliyor?
İşin gerçeği şu ki, çok ince bir çizgi var bunların arasında…
O ince çizginin bir tarafı yıllar boyunca boşuna bir şeyi isteyip durmak, diğer tarafı da bir şeyi istemek ve onun gerçekleşmesi…
Bir şeyi nasıl istersek gerçekleşmiyor ve nasıl istersek gerçekleşiyor?
Mesela, diyelim ki güzel bir ev istiyoruz hayatımızda. Diyoruz ki, eğer güzel bir evim olsaydı mutlu olurdum, rahat olurdum.
Ve diyelim ki her gün “Güzel ev istiyorum.” diye söyleyip, düşünüp, hayalini kurup duruyoruz.
Ve bunu yaparken de çekim yasası gereği bu eve kavuşacağımızı düşünüyoruz.
Ama çekim yasasını istediğimiz şeylere ulaşmak için kullanırken, sık sık yaptığımız 2 hata var:
1 - Şu an yaşadığımız evden nefret etmek veya onun için şükür etmemek.
2 -Hayalimizdeki evin ille de belli bir ev olduğuna ve ille de belli bir şekilde ona ulaşacağımıza inanmak. Ve o ev olmazsa ve o yol olmazsa, olmaz diye kafayı ona takmak.
Birinci hatada, eğer bu evi isterken, şu an yaşadığımız evden nefret ediyorsak, mutlu değilsek, dileğimiz ne olursa olsun, yaydığımız enerji yaşadığı yerden nefret eden, mutlu olmayan bir kişinin enerjisi olduğu için çekeceğimiz şey de gene nefret edeceğimiz, mutlu olmadığımız bir ev olacaktır. Yani şimdikinden daha da beter bir ev hatta evsizlik…
Burada en önemli ve hassas olan nokta, dileğimizi dilerken, konsantre olduğumuz şey eğer o dileğin henüz hayatımızda olmaması ise, yaydığımız enerji de onun yokluğunun enerjisi oluyor ve gene onun yokluğunu hayatımıza çekiyoruz.
Ama güzel bir ev isteyip, aynı zamanda da şu an yaşadığımız yerin güzelliklerine, faydalarına odaklansak ve şükür duygularıyla hayatımızı yaşayabilsek, burada ve şimdi mutlu olabilmeyi başarabilsek, önce önümüze bazı fırsatlar çıkıyor.
Ve eğer ikinci hataya takılmışsak, genellikle bu fırsatları ya göremiyoruz ya da ille de kafamızdaki şekilde olacak diye düşündüğümüzden bu fırsatları beğenmeyip, geri tepiyoruz.
Bu fırsatlar genellikle bizim cesaretle adım atmamızı gerektiren şeyler oluyor.
İşte o ilk adımı atmaya cesaret edersek, yeni bir fırsat çıkıyor önümüze, onun için gerekli adımı da atsak, bir tane daha, bir tane daha…
Ve bu adımların sonucunda bir de bakıyoruz ki, dileğimiz gerçekleşmiş bile ama o kadar derin bir yoldan gelmiş ki hayatımıza, biz 40 yıl düşünsek bulamazdık bu yolu. Ama aynı zamanda, o kadar açık ve bariz bir yol ki, bizi hayretler içerisinde bırakabiliyor: “Ben nasıl göremedim bu apaçık, gözümün önündeki yolu?” dedirtiyor.
Evet, çekim yasası dileğimizin gerçekleşmesini sağlarken, bizim düşündüğümüz yöntemleri hiç takmıyor. Onun kendine özgü yolları var dilek gerçekleştirmekde.
Mesela, biz olsak, o güzel eve kavuşmanın tek yolunun lotodan para çıkması olduğunu düşünebiliriz.
Aklımıza başka bir yol gelemeyebilir o eve kavuşmak için.
Çünkü bildiklerimiz, gördüklerimiz, duyduklarımız bizi o eve sahip olmak için çok paramız olması gerektiğine ve o paraya ulaşmanın tek yolunun da loto olduğuna bizi inandırmış olabiliyor yıllar boyunca.
Oysa ki bu, çekim yasasının işleyişi açısından bakarsak ne kadar da banal ve sıradan bir yol.
O güzel eve ulaşmak için o kadar çok yol olabilir ki…
Mesela, karşımıza öyle bir iş fırsatı çıkabilir ki, 1-2 sene içerisinde ihtiyacımız olan tüm parayı helal bir şekilde kazanabiliriz.
Mesela, kendimize veya eşimize veya babamıza öyle bir ortaklık teklifi gelebilir ki gene o eve ulaşmak için gerekli her şey otomatik olarak hallolmuş olur: “Sen bu işe para yatırma sadece bilgini koy, ortak olalım.” gibi…
Veya, bir arkadaşımın gözlerimin önünde evlere parfüm satarak zengin olması gibi…Ben ki bu evlere parfüm satma işine hoş bakmıyorum. Ama, bu arkadaş bu işle milyonlarca liralık bir servet yaptı.
Söylemek istediğim, dileklerimizin gerçekleşmesinin nasıl olacağı, bizim çözmemiz gereken bir problem değil.
Aksine biz ne kadar buna kafa patlatırsak, çekim yasasını o kadar ters şekilde kullanıyoruz demektir bu. Yani biz nasıl gerçekleşeceği konusuna konsantre olunca, aslında onu çekmekle değil itmekle meşgul olmuş oluyoruz.
Yapmamız gereken şey, işin nasıl gerçekleşeceğini ve projenin detaylarını çekim yasasına bırakmak ve zamanımızı sahip olduklarımıza şükrederek ve tadını çıkararak geçirmek…
Üstelik, aslında ruhumuzun derinlerinde biz doğruyu, iyiyi, güzeli biliyoruz. Mesela diyelim ki ille de şu evi istiyorum, başka hangi ev olursa olsun kabul etmem, memnun olmam diyoruz. (Tabii bunu sadece ev için değil, eş, iş vs. pek çok şey için yapabiliyoruz.)
Ama belki, o ev çok güzel, çok mükemmel görünüyor ama temelinde bizim şu an göremediğimiz bir bozukluk var. Veya ille de evlenmek istediğimiz kişinin gözü, kaşı, boyu posu bizi çok etkiledi ve biz ille de o olsun başkası olmaz diyoruz.
Ama çekim yasası yayılan enerji üzerine işlediği için, o kimse gözümüze ve aklımıza ideal gibi görünse bile, hayat değerlerimizden birinin veya daha çoğunun uyuşmadığını ruhumuz içten içe hissedebiliyor. Onun için siz iyi niyetle dua edip, çekim yasasının tüm gereklerini yerine getirseniz dahi, o ev veya o kişi size nasip olamayabiliyor. Çünkü içten içe onu çekmekle değil itmekle meşgulüz.
Veya yok ben ille de istiyorum deyip, o eve veya o kişiye ulaşsanız, seneler sonra evin başınıza açtığı dertler yüzünden illallah deyip zararına satmak veya çeşitli sebeplerle boşanmalarla sonuçlanan evlilikler başımıza veya çok yakınlarımızın başına gelmiyor mu?
Bu ille de istemenin, çok sevdiğim bir örneği var. Sizle de paylaşmak isterim:
Diyelim ki bir lokantadasınız (hayat) ve garson (çekim yasası) geldi. Siparişinizi verdiniz. “Kıymalı pide ve ayran” istediniz. Garson yazdı ve mutfağa iletti siparişinizi. Hazırlanıyor. Ama siz bekleyemiyorsunuz ve garsonu tekrar tekrar çağırıp, “Anladın mı ne istediğimi, kıymalı pide ve ayran istiyorum.” diyorsunuz. Garson diyor, “Tabii efendim aldım siparişinizi.” Ve gidiyor başka masalara, sipariş almak veya pişenleri vermek için ama siz sabredemiyorsunuz ve sürekli garsonu çağırıp, “Olmadı mı daha? Pişmedi mi? Gelecek mi? Bak pide şöyle olmalı, ayran da tam şu kıvamda olmalı. Anladın mı?” diyorsunuz. Ve garson her yanınızdan geçtiğinde bu şekilde onu rahatsız ediyorsunuz. Kendinizi o garsonun yerine bir koyun, nasıl hissederdiniz bu müşteri hakkında?
Bu ısrarcı, memnuniyetsiz, sabırsız, değer bilmeyen ve diğer müşterileri de rahatsız eden müşteriye nasıl davranırdı sizce bu garson? Bu müşteri tekrar gelse, bu garson ona nasıl muamele edecektir? Hele hele bir de bazı müşteriler vardır, gelen yemeği beğenmeyen, bas bas bağırıp hışımla lokantadan çıkıp giden…
Siparişini söyleyip, sonra yanındakilerle tatlı bir sohbete dalan ve bu güzel lokantanın havasının tadını çıkartıp, bulunduğu yerin ve anın değerini bilip şükreden, siparişi gelince tatlı bir teşekkürle kabul eden bir müşteriye, o garson nasıl davranırdı?
İşte bu örnekteki gibi, biz de dileklerimizi tatlı bir huzurla isteyip, sonra hazırlandığına emin bir şekilde, hayatımızın her bir parçasının, sahip olduğumuz her güzelliğin değerini bilerek ve şükrederek hayatımızı yaşayabilsek, çekim yasası da bize hem isteklerimizi hem de fazlasını cömertçe verecek.
Çünkü bu O herşeyi bilen ve yaratan Rabbimizin kurduğu düzen.
Bu ince dengeleri hayatınıza sarsılmaz bir şekilde yerleştirmeniz umudu ve dileğiyle…
|