Alıntı:
Garip1isi Nickli Üyeden Alıntı
Araştırdım ama tam anlamadım rabıta nedir nasıl yapılır rabıta yapmak için mürşid hayatta mı olması lazım
?
|
Müridin manen mürşidinin suret ve hayaline odaklanarak kendisini onun huzurunda hissetme çabası olan râbıta zamanla yerini murakabe makamına terk eder. Murakabeye erişen sâlikin râbıtası Hakk’a olduğundan önceki râbıtaya devam etmesi sâlik için hâlinde bir nevi gerileme kabul edilmiştir. Râbıta seyr-ü sülûkte murakabe hâline eriştirici en hızlı vesile olarak görülmüştür. Necmeddin-i Kübrâ kalbi şeyhe rabtetmek anlamı ile râbıtayı “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun” (Tevbe suresi ayet 120) ayeti ışığında ele almakta ve kendi şeyhi ile kurduğu râbıta sayesinde hatırına gelen tuzaklardan kurtulduğunu aktarmaktadır.
İmam Rabbânî râbıtayı mürid ve mürşid arasında bulunması gereken irtibatın alameti saymış, râbıtadan daha hızlı maksada ulaştıracak bir yöntemin olmadığını belirtmiştir.
Kuşadalı İbrâhim Halvetî râbıtayı Halvetî erkânının en önemli esası hâline getirmiştir. Aynı yolun pîrlerinden Fatih türbedarı Âmiş Efendi râbıtayı “Hak’tan gafil olmamak” şeklinde tanımlamıştır. Son dönem Halvetî meşâyihinden Abdülaziz Mecdî Tolun mektuplarında râbıtayı “Gözünü kapayıp zihnini her türlü havâtır ve düşünceden hâli tutarak mürşide teslimiyet ve ondan istimdad ve istisfârdır” şeklinde tarif etmekte ve eklemektedir: “Bu yolun burak-ı îsâli (aracı) muhabbettir. Yüksek mektup istiyor musun? Râbıta, râbıta (!); râbıta sırrı da beraber” (Balıkesirli ABDÜLAZİZ MECDİ TOLUN - Hayatı ve Şahsiyeti Osman Ergin Kenan Basımevi, 1942, İstanbul, sayfa 252 ). Bu ifadelerinden hareketle müridin kalbinde taşıdığı soruların cevabını mürşidinin gıyabında zihnini her türlü endişeden arındırarak onunla kalben kurduğu râbıtada bulacağını söylemek mümkündür.
Râbıta ilk dönemlerden itibaren tasavvuf literatüründe kavram içeriği ile var olmuş, XIV. yüzyıldan itibaren sistematik temelleri belirlenmiş bir metot olarak kabul görmüştür. Bununla birlikte XIX. yüzyıldan itibaren tenkit edilerek bid‘at ve şirk ithamlarına maruz kalmıştır. Mutasavvıflar mürşide duyulan kalbî bağlılık ve muhabbet olarak özetledikleri râbıtayı; râbıtanın ibadete dönüştürüldüğü iddiasıyla eleştirenlere karşı savunmak durumunda kalmışlardır. Oysa ki sûfîlere göre râbıta bir ibadet formu olarak tanımlanmaksızın manevi yolculukta bir odaklanma pratiğidir. Konuyla ilgili olarak Hâlid-i Bağdâdî’nin Risâle fî isbâti’r-râbıta, Ahmed b. Süleymân el-Ervâdî et-Trablusî’nin Risâle fî hakki’s-salât ve’r-râbıta ve şemâ’ili cemî‘i silsile, Fevzi Efendi’nin Aynü’l-hakîka fî râbıtati’t-tarîka, Abdülhakîm Arvâsî’nin Râbıta-i Şerîfe, isimli eserleri tasavvufi bir uygulama olarak râbıtanın delilleri ve meşruiyeti üzerine yazılmış müstakil eserler olarak karşımıza çıkar