Alıntı:
Garip1isi Nickli Üyeden Alıntı
Budizm de olan rahipler bile kendini meditasyon a tam olarak verdiğinde yerden yükseldikleri belli oluyor yemiyor içmiyor sürekli meditasyon yapıyorlar bu tam teslimiyet ile oluyor peki nasıl oluyor da başka düşünceleri yok tam kendilerini veriyorlar ben bir namaz kılıyorum aklıma normalde gelmeyen düşünceler geliyo tam anlamıyla beynimi Allah’a veremiyorum bu düşüncelerin nasıl önüne geçicez ?
|
Sufiler, yaptıkları mücahede ve zikir sayesinde çoğu zaman his perdeleri kalkarak, ilâhî âlemlere ait nice gayb âlemlerine muttalî olurlar ki, duyularla kayıtlı bulunan kimseler (ehl-i his) bu âlemler hakkında hiçbir şey idrak edemezler. İşte ruh da bu gayb âlemlerindendir. Bu keşfin sebebi şudur: Ruh, zahirî duygulardan sıyrılarak içe yönelirse, duyu organlarının his ve idrakleri zayıflar, buna karşılık ruh kuvvet kazanır, saltanatı artar ve yeni gelişmeler kaydeder. Zikir de buna yardımcı olur. Çünkü zikir ruhun inkişâf etmesinde gıda gibidir. Bu suretle ruh daima gelişerek “ilim” mertebesinden “şuhûd” mertebesine yükselir, his perdeleri tamamen ortadan kalkar ve nefsin zatî vücudu tamamlanır ki, bu, idrâkin ta kendisidir. Nefis ve ruh bu mertebeye yükselince bir takım ilâhî bağışlara, ledünnî ilimlere, gayb âlemine ait sırlara vs. mazhar olur. Nefisleriyle mücahedeye devam edenlerin çoğunda bu hal bulunur. Bu keşf ehli kimseler, varlığın hakikati hakkında başkalarının idrak edemediği nice sırlara vâkıf olurlar ve çoğu zaman gelecekteki halleri vuku bulmadan önce idrak ederler. Ayrıca, kalbî himmet ve nefsanî kuvvetleri ile maddiyât âleminde tasarruf sahibi olurlar. Fakat büyük mutasavvıflar bu keşiflere itibar etmezler, tasarrufta bulunma yollarına gitmezler ve memur olmadıkları şeyin hakikatinden haber vermezler. Bilâkis, kendilerinde vaki olan keşfi bir imtihan kabul ederler ve keşf hali vaki olduğunda ondan Hakk’a sığınırlar. İşte, Ashâb-ı Kirâm bu şekilde mücadele üzere olup, bu tür kerametlere herkesten çok onlar sahip idiler. Fakat bu kerametlere ve keşiflere itibar etmezlerdi. Hulefa-i Raşidîn’in bu tür kerametleri çoktur. Kuşeyrî Risalesi’nde yer alan tarîkat büyükleri ile daha sonra onların yolundan gidenler de bu hususta Ashâb’a tabi olmuşlardır. Sonraki mutasavvıflardan bir kısmı bu tür keşf ve keramete ve gayb âlemlerine muttali olmaya önem vererek, bunun için çalışmışlar ve bunu sülûklerinin nihâî gayesi saymışlardır. Ruhlarını inkişâf ettirip duyularını zayıflatma hususundaki metodları farklı olduğu için riyâzet yolları da muhtelif şekillerdedir. Bunlar, zikredilen keşf halini hâsıl ettiklerinde, varlığın bütün sırlarını idrâk ettiklerini ve hakikatlere sahip olduklarını zannederler.”( İbn Haldûn, Mukaddime, (Trc. Ahmed Cevdet Paşa) İstanbul, 1277, c. III, s. 85-88.)İbn Haldûn, bu veciz izahından sonra İmam-ı Gazâlî’nin İhyâ’sında bu şekilde gayesi keşf ve keramet olan sûfîleri tasvip etmediğini, nitekim riyâzet ve halvet sonucu bir takım gayri Müslim kimselerde de bu hallerin meydana gelebileceğini, itibar edilmesi gereken keşfin, şeriatta istikamet üzere olmaktan doğan keşf olduğunu haber verdiğini söyler