Alıntı:
ulubatlihasan Nickli Üyeden Alıntı
Allah kaderi yazdı mı ? Kaderde benim kaza yapıp çarpacağım yazıyor muydu ? yoksa ben bunu yaşadıktan sonra mı yazıldı ?
Bizim bir şeyi kesbetmemiz kendi irademizle ise irademize Allah'ın kudreti taalluk etmiyor mu ? mesela ben birini öldürmek istediğimde, Allah öldürmemi istemeden ben bunu isteyebilir miyim ?
Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemeyince, siz dileyemezsiniz. Tekvir 29
İnsanın kaderi nasıl olurda günde 360 defa değişir ? Allah bunu ezelde biliyordu ama müdahale etmiyor muydu ? Allah'ın kudreti olmadan bizim kudretimiz nasıl olabilir ki? Eğer Allah müdahale etmiyor ama biliyor dersek biz Allah'ın izni olmadan bir şeyi isteyebiliyoruz demiş olmaz mıyıız ?
Hocam bunu okudum lakin hala bizim bir şeyi kesb etmemizdeki tercihte özgürlüğü anlayamadım, bizim 2 yolda biri hayır biri şerli mesela, burada bizim tamamen hür tercihimiz varsa Allah iyi olan yoluda kötü olan yoluda dilemediği halde biz nasıl birini seçebiliriz ? Allah iyi olanı kesbetmemizi irademize getirirse kesbederiz kötü olanı getirirse onu kesbederiz dersek cebre giriyoruz, Allah burada hiç müdahalede bulunmuyor tamamen biz kendimiz seçiyoruz dediğimizde de Allah dilemeden biz nasıl dileriz sorusu geliyor sürekli anlayamıyorum
|
Eş’ari’ye göre izah etmeye çalışayım. Eş‛arî, açık şekilde kulun kesbinin, Allah’ın fiili olduğunu ifade etmektedir. Bu noktada kul sadece kendisinde kesb yaratılan bir varlık pozisyonunda olmaktadır. Nasıl bir şeyde hareketi yaratan Allah iken o hareket zatında oluşan, müteharrik/hareketli olarak isimlendiriliyor ancak O, bununla tesmiye edilmiyorsa kesbde de kul kendisinde kesb yaratılan, Allah ise o kesbi yaratan konumunda bulunmaktadır. Kulun kesbi, kendisinde yaratılan hâdis kudretle ortaya çıkmaktadır. Kesb, Allah’ın kadim kudretiyle yaratılmakta, kulun hâdis kudretiyle zuhur etmektedir. Diğer bir ifadeyle muhdes kudretle kesb, kadim kudretle yaratma ortaya çıkmaktadır.[ İbn Fûrek, Makâlâtü’ş-Şeyh, 93, 95.] Eş‛arî, kula ait kesbin ona açtığı alana işaretle âdeta kulun sorumluluğunu temellendirme yoluna gider. Bu doğrultuda kesb altında olan ile olmayanı birbirinden ayırır. Hâdis bir kudret ile ortaya çıkan kesbde kişinin, bulunduğu pozisyonun dışına çıkıp tam zıddı bir alana geçiş yapabileceğini belirtir. Kalkma ve oturmayı bu duruma örnek verir. Acziyet ve zaruret olarak isimlendirdiği ikinci kısımda ise kulun, ilgili hâlden çıkmak istese de bunu başaramayacağını söyler. Bu duruma da titremeyi örnek verir. Ardından ilk alanın altında değerlendirilebilecek işlerin kulun kesbi alanına girdiğini kaide olarak zikreder. Yine bu noktada kulun kesb alanına giren işleri, kudreti alanına giren; kudreti altına giren işleri de kesb edilebilen işler olarak göstererek yine aynı bakış açısını teyit etmiş olur.[ İbn Fûrek, Makâlâtü’ş-Şeyh, 101. Böylece kulu, bütün eylemlerinde bir cebir altına sokan
Cebriyye düşüncesinden uzaklaşmış ve kula bir saha açmış olur.
Eş‛arî, kulun kudret sahibi olduğunu da benimser. İstitaat diye de adlandırdığı kudretin hayat sahibi bir cisimde ortaya çıkan hâdis bir araz olduğunu belirtir. Kulun, her ne kadar fiil halk etmeye güç yetecek bir kudreti yoksa da kesb alanına giren şeylere dönük bir kudretinin bulunduğunu, bu manada onun kâdir olduğunu belirtir. Kudret bir araz olduğu için onun baki yani kesintisiz olmadığını da söyler. Bu duruma uygun olarak kulun kudretinin, fiili esnasında fiiliyle, belki daha doğrusu kesbiyle birlikte ortaya çıktığını, yoksa fiili öncesinde ona ilgili fiili yapacak kudret verilmediğini belirtir. Yine ona verilen bir kudret ile sadece bir eylemin kesbedileceğini, her bir kudretin güç yetirilen sadece bir alanı olduğunu söyler.[ İbn Fûrek, Makâlâtü’ş-Şeyh, 110] Nitekim bu fikrine uygun olarak imana olan kudret cinsinin küfre olan kudret cinsinden farklı olduğunu, ilkinin tevfîk, ikincisinin hızlân cinsinden bulunduğunu kaydeder. Daha sonra yine genel bir ifadeyle kulun, bir kudretiyle iki alana güç yetiremeyeceğini teyit eder. [Eş‛arî, Risâle ilâ ehli’s-Seğr, 256, 262.]