Yusufiyeli Nickli Üyeden Alıntı
Soru: Kader ve cüz-i ihtiyarî (insanın küçük seçim gücü denilen iradesi) nasıl birbiriyle uyuşturulabilir? Cevap: Yedi yönden:
1) Kâinatta gözle görülen, özellikle ilimler mercekleriyle gözlemlenen bir düzen (nizam) ve bir denge (mizan) var olduğu görünüyor. Bu da Allah’ın adalet ve hikmetinin varlığını ispat eder. Yani Allah, saltanatına hiçbir şeyi ortak etmemek için kader denilen evrensel bir kanun koymuştur. Ve hikmeti gereği bu kanun çerçevesinde insana bir cüz-i ihtiyari (küçük bir serbestiyet) vermiştir. O sonsuz sistemi içinde, zahiren birbirine zıt görünen, aslında birbirini tamamlayan bu iki çarkı (kader ve iradeyi) çalıştırıyor. Yoksa sistem ve gerçek böyle değilse; O’na Âdil-i Hakîm denilemez. Hâlbuki Kur’an tekrarla “Allah kullarına zulmedici değildir.” “Allah onlara zulmetmedi. Onlar kendi tercihleri ile kendilerine zulmettiler.” diyor.( Al-i İmran, 182; Fussilet, 46)
2) Kader ve iradenin varlığı, artı-eksi değerler kadar kesindir. Fakat ikisinin beraber nasıl çalıştığını bilemeyebiliriz. Bir şeyin detaylarını bilmemek, onun var olmadığına delil olamaz.
3) Allah bildiği için, insanlar iyi veya kötü şeyler yapıyor, değildir. İnsanlar, iradesiyle o işleri yapacaklarından, o işler Allah’ın ilmine yansıyor. Yani nesne yoksa bilinen de olmaz. Demek bizim yaptıklarımızın varlığı, onları algılayan bir ilmin varlığına delildir. Dolayısıyla kaderin varlığı insanın iradesinin en birinci ispatıdır.
4) Kader bir çeşit bilgidir. Bilgi de bilinene bakar. Bilinen nasıl ise bilgi öyle olur. Demek kâinatta düzeni sağlayan İlahi ilim bizi zorlamaz. Biz serbesti yetimizle o ilme ve o sisteme tesir ediyoruz. Kur’anda geçen “Allah’a düşman olmak, Allah’a yardım etmek, Allaha borç vermek” deyimlerinin manası budur.( Mümtehine, 1; Muhammed, 7; Hadid, 18.)
“Malum ilme tabi değildir; ilim maluma tabidir.” Bu cevap nedensellik itibarı ile ehl-i ilmin bütün bahanelerini kesip atar. Fakat ontolojik ve yapı yönünden malum (nesne, olay) ilme tabidir. Yani her olayın, her nesnenin özünü, şeklini oluşturan, var eden gerçek bir ilim olan yazılım ve kader kanunudur. Bu kanun madde itibari ile Allah’ın kudretini kullanır, şekil ve form olarak Allah’ın ilmini kullanır. Risalelerde manevi kader denilen gelişme sürecinde de Allah’ın iradesini kullanır. Bu sonsuz üçlü yapıdan, insanın eline kudretten bir beden, ilimden bir akıl ve zekâ, iradeden bir ömür veriliyor. Bu üçlü yapıda emanet de olsa, insana verilmiş bir beden, bir akıl ve irade söz konusudur. Bütün bu sistemin ismi de kaderdir. “Küllü şeyin bi kader..” Demek kader sebep ile sonuca ve sistemdeki kanun ve iradeye bir bakar. Haliyle bu kanun ve irade birbirinden tamamıyla ayrı değiller ki; birbiriyle tezat teşkil etsin. Tam aksine birbirini tamamlayan iki çark gibidirler. Evet, bugün makine sanayisinde ufak bir bilye ile birbirine zıt iki hareket tek bir harekete dönüştürülebiliyor. Bu sistemde tetikleme ve tercih, iradenindir. Yaratma ve gerçekleştirme ise, kaderindir. Dolayısıyla cinayet işleyen bir adama katil denilir. Çünkü katl bir fiil, bir eylem, bir tercihtir. Düğmeye basmak gibi bir tetiklemedir. Fakat böyle küçük bir irade ve kesbin sonuç vermesi, bütün her şeyi çalıştıran kaderin muvafakati ile olur. Dolayısıyla o caniye katil denilir. Fakat Mümit tercih, iradenindir. Yaratma ve gerçekleştirme ise, kaderindir. Dolayısıyla cinayet işleyen bir adama katil denilir. Çünkü katl bir fiil, bir eylem, bir tercihtir. Düğmeye basmak gibi bir tetiklemedir. Fakat böyle küçük bir irade ve kesbin sonuç vermesi, bütün her şeyi çalıştıran kaderin muvafakati ile olur. Dolayısıyla o caniye katil denilir. Fakat Mümit (o maktulün ölümünü yaratan) denilmez. Onun içindir ki; Canı veren Allah, ancak canı alabilir. Hüvellezi yuhyi ve yümitü.. Yaşatan ve öldüren sadece Allah’tır denilir. Yani doğmak ve yaşamak, bir çekirdekten kocaman bir ağacı çıkarmak gibi ise; ölüm bu ağaçtan milyonlarca çekirdeği yaratmak ve yaşatmak gibidir. Demek ölüm de hayat gibi sadece Allah’ın elindedir.Burada geçen masdar ve hâsıl-ı bil-masdar deyimlerinin manası şudur: Masdar, sudur ve çıkış yeri demektir. Çünkü Arapçada bütün isim ve sıfatlar, fiili ifade eden, masdar denilen kök kelimeden türetilir. Hâsıl-ı bil-masdar ise bu fiilin, bu girişimin sonucunda somut olarak ortaya çıkan şeydir. Mesela insana ziraatçı denilir. Fakat hububatı yaratan denilemez. Ona döven denilir; fakat acıyı yaratan manasında inciten denilemez. Çünkü acı ve incinme bütün İlahi sistemin kabul etmesiyle ancak somut olarak gerçekleşir; sadece insanın basit bir darbesi ile acı olmaz.
5) Cüz-i ihtiyari (insanî serbestiyet) yaratılmış bir şey mi? Yoksa başka bir varlık biçimi mi? sorusuna şöyle cevap verilmiş:
a) Maturidiler, irade denilen insanî tercih yeteneği (meyelan), itibari (göreceli) bir şeydir. Yani somut gerçek bir varlık da değildir; tamamıyla madum (yok) bir kavram da değildir. Varlığa göre yok; yokluğa göre var olan bir realitedir. Dolayısıyla insan, bir şeye meylettikten sonra, ondan vazgeçebilir. “Bu meyil içimden zorunlu olarak geldi, ben de otomatik olarak o suçu işledim” diyemez.
b) Eş’ariler ise iradeye (insanın meyil ve tercih yeteneğine) somut bir organ olarak bakmışlar. Fakat o organı yönlendirmek, bilinçli bir şekilde tercih yapmak itibarî (göreceli) bir hakikattir, demişler. Her iki görüşe göre de, eğer irade, meyelan ve tercih yeteneği mahlûk, somut, gerçekten var olmuş bir nesne olarak kabul edilse cebir olur; çünkü bir şey somut olarak var ise onu zorunlu olarak var eden ve altyapı olan sebepler de var olmuş demektir. Dolayısıyla eğer irade ve meyelan, bu şekilde tam tekmil sebeplere dayanan bir mahlûk ise, ona irade ve tercih denilmez. İnsan robot olarak mutlaka o suçu işler.
Mutezile, gelişmeyi ve düşünceyi donduran cebir akidesini ortadan kaldırmak için, kader (cebir manasında) yoktur; insanın iradesi somut ve nesnel olarak vardır, dediler. İnsan yaptıklarının yaratanıdır, diye inandılar. Fakat farkına varmadan daha kötü bir cebir akidesi içine düştüler. Çünkü bu ontolojik anlayışa göre; insan bir şeye meyleder etmez, o şey zorunlu olarak ortaya çıkar, demektir. Böyle bir inanç ise, insanın fikrini değiştirme, tercihini başka yöne çevirme yeteneğinin olmadığı manasına gelir.
(Kur'an, Hadis ve Risale-i Nurda Kader ile İrade Bahaeddin Sağlam KLMN YAYINLARI)
|