14.08.24, 16:13
|
Üye
|
|
Üyelik tarihi: 18.10.22
Bulunduğu yer: xyz
Mesajlar: 81
Etiketlendiği Mesaj: 5 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
|
|
Alıntı:
Yusufiyeli Nickli Üyeden Alıntı
Allah bütün yaratıkları ve bütün kâinatı bir tek takdir ile[Kamer suresi 49 ve 50. ayetler] ve fakat değişik devrelerde varlık dünyasına getirmiştir. Biz Kur’ân’dan şeytanın ve dolayısıyla cinlerin ateşten, insanın da topraktan yaratıldığını öğrenmemize karşın meleklerin neden yaratıldıklarını öğrenemiyoruz. Onların nûrdan yaratıldıkları ancak hadislerde ve bazı tefsir kitaplarında söylenmektedir. Biz toprağın, ateş ve bazı enerji türlerinin ne oldukarını biliyoruz. Fakat “nûr” denilen ve çok güzel olarak tahayyül ettiğimiz o nesne hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Nûr bütün enerji türlerinin ve tüm madde ve madde ötesi varlıkların öz ve sesası olmalıdır. Tüm varlık bu öz ve hulâsa temeline dayanmalıdır ki Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allah yer ve göklerin nûrudur” denilmiştir[Nur suresi 35.ayet]. İşte melekler, Allah’ın, varlıklarına cevher oluşturduğu bu parlak ve aydınlık özden yaratılmış ilk akıllı canlılardır. Bu nûr cevherinden yaratılan meleklere erkeklik ve dişilik yerine teklik hâkim olmuş ve onların varlıklarının devamı da bizim gibi yeme ve içmeğe bağlanmamıştır. Bu da onlarda üreme ve büyüyüp gelişmenin söz konusu olmadığını gösterir. Onlar olgun olarak yaratılan varlıklardır. Biz meleklerin madde ve evrenin hangi aşamasında yaratıldıklarını bilemiyoruz. Melekler ilk akıllı yaratıklar iken insanlar cinlerin ardından son halkayı teşkil ederler. Mâhiyetlerini bilemediğimiz melekler ve cinler hakkında Kur’ân’da pekçok âyet bulunmaktadır. Yüce Allah, henüz insanın yaratılacağı toprak oluşmadan önce dünyanın ateş ve gaz döneminde cinlerin babası olan “Cânn”ı yaratmıştır. Kur’ân onun yaratıldığı ateşin iki ayrı özelliğini. Şunu söyleyebilirim ki değişik anlayışları bir tarafa bırakırsak bu ateş; zehirleyici ve vücûdun gözeneklerine işleyici bir ateştir ve ayrıca o bir karışımdan ibarettir veya diğer bir anlayışa göre tam tersi, o yalın bir ateştir. Cinler bu niteliklere sahip tüm gezegenlerde ortaya çıkmış olmalıdırlar. Kur’ân-ı Kerîm’de “nâr” denilen nesne çeşitli enerji türlerinin genel bir adı olmalıdır. Biz cin ve onların soyundan olan şeytanların bu türlerin hangisinden yaratıldıklarını bilemiyoruz. Cinlerin bizim dünyamızın ilk ortamı içerisinde yaratılmalarına karşılık melekler bu arz küresinin maddesinden yaratılmamışlardır. Bildiğimiz bir şey varsa o da cinlerin bizimle dünyanın gıdalarını paylaşmadıkları ve bu yönde herhangi bir zarar ve ziyanlarının görülmediğidir. Şeytana gelince herhalde o insanların günâhıyla besleniyor veya insanların günâh ve hataları onun en büyük zevk ve eğlencesi oluyor. Cinler kaybettikleri enerjiyi yaratılışlarına uygun maddelerden alıyor olmalılar. Cinler hiç ağırlığı olmayan nesneler olmayıp onlar belli bir ağırlığa da sâhiptirler ki Kur’ân’da buna da işâret edilmiştir[Rahman suresi 31. ayet]. Elbet bir zerre (:atom) nin bile bir ağırlığı vardır. Ateşten yaratılmalarına rağmen onların yıldız-güneşlerde ve arzın derinliklerindeki yüksek derece hararetlere dayanıklı olmadıklarını yine biz Kur’ân’dan öğreniyoruz[Rahman suresi 33 ve 35. ayetler]. Buna göre cinler insanlar gibi her ortamda bulunamazlar. Bu da cinlerin yaratıldığı ateşin yüksek derecede olmadığını ve bunların yaratıldığı sırada dünya hararetinin nisbeten düşük derecede bulunduğunu gösterir. Hatta Hz. Süleyman tarafından istihdam edilen işçi cinlerden emre uymıyanlar, Allah tarafından şiddetli bir ateş çeşidiyle cezalandırılmışlardır[Sebe suresi 12. ayet]. Onlara insanlara tatbik edilen cezaların etkili olmayacağı açıktır. Ateşten olan nasıl ateşten etkileniyor? Bu sorunun cevabını müfessir-filozof Fahruddîn er-Râzî ve ondan etkilenen Neysabûrî verdiler; aynı cinsten de olsalar güçlü zayıfı etkileme ve onu yok etme gücüne sahiptir . Kur’ân’dan öğrendiğimize göre insanlar gibi gaybı bilemeyen cinler[Sebe suresi 14. ayet] yine onlar gibi çeşitli dinlere mensupturlar.
Batı Virginia'da Green Bank'te hava nisan ayında bile can acıtacak kadar soğuk olabiliyor, özellikle de sabahın dördünde. Emekli profesör Frank Drake bunu gayet iyi biliyordur, çünkü 1960'ta 29 yaşındayken Green Bank Teleskopu'nda işe o saatte başlıyordu. Drake, dünya dışında başka zekalar olup olmadığı arayışına giren ilk insandı. Radyo teleskopunun alıcısını, hidrojen atomlarının saldığı radyo dalgalarını toplayacak şekilde ayarlıyordu. Suyun (hidrojen ve oksijenden oluşur) Dünya'daki hayat açısından önemi düşünüldüğünde, Drake bu temel frekansın dünya dışı varlıkların gönderdiği sinyaller için doğal bir taşıyıcı olacağı kanısındaydı. Sonra teleskopunu ilk hedefine, yalnızca 12 ışık yılı uzakta olan, Güneş'e benzer, Tau Ceti adındaki yıldıza çeviriyordu. Dünya dışı varlıklara dair bir sinyalin yüksek sesle ve net bir şekilde geleceği umuduyla odasında bir kayıt cihazı ve mikrofon da bulunduruyordu. Fakat Tau Ceti'yle ilgili hiçbir kayıt yapamamıştı, bu yüzden de listesinde bir sonraki sırada yer alan Epsilon Eridani adlı yıldıza geçmişti. Birkaç dakika sonra odanın içi çok güçlü radyo cızırtılarıyla doldu, Drake bu kadar kolay olacağına inanamıyordu. Ama sonra sinyal kayboldu. Günlerce aradıktan sonra sinyaller geri döndü, ama bu kez Dünya'dan bir parazit olduğu belliydi. Drake ile meslektaşları yılmadan arayışlarını sürdürdüler, bugün de sürdürüyorlar
|
Konuyla alakasız olacak ama @ [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...] hocam sizin yazılarınızı takip ediyorum ve her seferinde kafamda aynı soru dolaşıyor. Öyle ayrıntılı yazıyorsunuz ki sanki bir kitabı okuyormuş gibi hissediyorum. Bir yandan diyorum internetten alınan kopyala yapıştır bilgiler mi acaba? Öyle değil gibi de. Tek tek yazıyorsanız da hafizanizda mi bunca bilgi ya da kitaptan bulup yazmakta ayrı bir ugraş. Dayanamadım merakıma yenik düştüm hocam. Nasıl bu şekilde yazabiliyorsunuz aydınlatırsanız bizi de çok sevinirim.
|