Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Allah'a ulaşmak
Tekil Mesaj gösterimi
  #35  
Alt 12.08.24, 16:05
aliasci aliasci isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Acemi
 
Üyelik tarihi: 25.02.23
Bulunduğu yer: istanbul
Mesajlar: 14
Etiketlendiği Mesaj: 0 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Alıntı:
aeth Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Allah'a nasıl ulaşılır
Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve şükrederiz ki bizleri bir defa daha Allah’ın zikir sohbetini yapmak üzere bir araya getirdi. Allah’ın yarattığı mahlûkat içerisinde en üst sevdiği, muhakkak ki insandır. İşte sizlere sesleniyorum, Allah’ın yarattığı en üst seviye mahlûklar olan sizlere sesleniyorum, insanlara sesleniyorum. Allahû Tealâ şu Kur’ân-ı Kerim’i bir mutluluk davetiyesi olarak indirmişse, bir mutluluk reçetesi olarak indirmişse ve bir mutluluk garantisi olarak indirmişse, sizin mutlu olmanızı garanti ediyorsa ve siz mutsuzsanız, bu işte bir bit yeniği var demektir.

Allahû Tealâ’nın, Kur’ân-ı Kerim’i üç temel vasfa dönük olarak indirdiğini biliyoruz.

*Kur’ân-ı Kerim, her şeyden evvel bir saadet davetiyesidir. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’le hepinizi mutluluğa davet ediyor.

*Kur’ân-ı Kerim, aynı zamanda bir saadet reçetesidir. Size nasıl mutlu olunacağının bütün standartlarını veriyor Allahû Tealâ, detaylarıyla ve asıllarıyla.

*Ve üçüncüsü; Kur’ân-ı Kerim, bir saadet garantisi olarak indirilmiştir. Allahû Tealâ saadetinizi garanti ediyor. Diyor ki: “Yeter ki siz mutlu olmayı dileyin ve de Bizden mutluluğun reçetesini öğrenmeyi dileyin ve de onu tatbik etmeyi dileyin. Biz sizin yardımcınızız. Mutlaka sizi başarıya götürürüz. Cennet saadetine de dünya saadetine de ulaştırırız.”

Öyleyse top sizde. Siz isterseniz mutlu olacaksınız. Mutlu olmayı isterseniz, reçeteyi öğreneceksiniz. Reçeteyi öğrenirseniz, tatbik edeceksiniz ve Allah yardımcınız olacak ve becereceksiniz bu işi. Mutlaka başaracaksınız. Hiç kimsenin başarmaması söz konusu değil. Çünkü bütün insanlar kendilerini cennet saadetine ulaştıracak ve dünya saadetine ulaştıracak olan bir fıtratla yaratıldılar. Yani fıtratınızda, yaratılışınızda bütün yetenekler var. Fazladan bir şeye ihtiyacınız yok. Sadece bunları dileyeceksiniz. İşte eğer dilerseniz mutlu olacağınızın garantisini veriyor Allahû Tealâ.

Öyleyse mutluluk denilen müesseseye dikkatle bakın. Hepiniz mutlu olmak istiyorsunuz. Ama beni dinliyorsunuz ve kendinize dikkatle ve ibretle bakın, mutlu musunuz? Çok büyük bir kısmınızın, çok çok büyük bir kısmınızın, %90’dan daha fazlanızın mutsuz olduğunu biliyoruz. Bu mutsuzluğunuzun arkasında sadece bilmemek var.

Bir takım sloganlar vardır hani; dîn karın doyurmazmış. Karnınızın çok doyması halinde zaten rahatsız olursunuz. Öyleyse bize göre karnınızın değil, kalbinizin doyması lâzım. Nefsinizin kalbine Allah’ın nurlarının akması lâzım. Ve bu nurların sizi önce cennet mutluluğuna (bu, yarıya kadar nuru ifade eder), sonra da dünya mutluluğuna (bu da tamamen kalbinizin nurla dolmasını ifade eder), ulaştırması, Allah’ın temel hedefidir. Sizin de temel hedefiniz bu; mutlu olmak. Bir küçücük farkınız var; Allah sizi nasıl mutlu edeceğini biliyor ama siz, nasıl mutlu olacağınızı bilmiyorsunuz.

Ne yazık ki insanların standartları, onların akıllarına ve tecrübelerine bağlıdır. Kazandıkları bilgi, onların tecrübelerinin bir miyarıdır ve onunla karar verirler, bildikleriyle ve o kendilerini kumanda eden akılla. Ama görüyorsunuz ki eğer insanlar mutsuzsa, tatbikatta yanlışlık var, Allah’ın söylediğiyle sizlerin düşünceniz arasında farklılık var demektir. Öyleyse gelin bunları bir edelim. Sizin mutluluğunuzu, Allah’ın reçetesi ile mutlak standartlarda birbirinin kopmaz birer parçası olarak bütünleyelim. O zaman göreceksiniz ki mutluluk mu; hiç de zor bir şey değilmiş.

Ben bir iddianın sahibiyim, diyorum ki size; şu saadet dediğiniz şey var ya, cennete girmek var ya, aslında hiç de güç bir şey değil ve bu inanamayacağınız kadar kolay bir sebebe dayalıdır. Hangi sebebe biliyorsunuz, çok basit bir sebebe; Allah’a ulaşmayı dilemek. Bir başka ifadeyle; Allah’a ruhunuzu teslim etmeyi dilemek. Bir başka ifadeyle; İslâm olmayı dilemek, İslâm’ın birinci safhasını gerçekleştirmeyi dilemek.

Üç safha var:

*Ruhunuzun Allah’a teslim olması, birinci safha, İslâm’ın birinci safhası.
*Fizik vücudunuzun Allah’a teslim olması, İslâm’ın ikinci safhası.
*Ve nefsinizin Allah’a teslim olması, İslâm’ın üçüncü safhası.

Şimdi bunlardan cennet saadetine ulaşmak istiyorsanız, bu birinci safha, ruhunuzun Allah’a vasıl olması ve O’na teslim olmasıyla gerçekleşir ve anahtarı sadece bir dilektir. Bu dilek, Allah’a ulaşma dileğidir yani ruhunuzu Allah’a ulaştırıp Allah’a teslim etme dileğidir. İşte böyle bir dilek hepiniz için geçerlidir.

Öyleyse mutluluk deyince 3 etaplı bir saadet oyunuyla karşı karşıyayız. Bu bir mutluluk teşebbüsü ve mutluluğa ulaşma gayreti ve gayretin sonunda başarıya ulaşmak söz konusu yani mutlu olmak yani İslâm olmak.

Biliyorum, aranızda şu anda beni dinleyen binlerce kişi; “Yani ne demek? Biz de İslâm’ız, biz de namaz kılıyoruz, oruç tutuyoruz, zekât veriyoruz ama mutlulukla uzaktan yakından alâkamız yok.” diyorsunuz. Tamam, siz de haklısınız. Aslında haklı olmak yetmiyor. Haklı olmak, mutlu olmanız için yeterli değil. Mutlu olmak için Allah’ın reçetesini öğrenmek ve tatbik etmek mecburiyetindesiniz. Evet, mutlu olmak sizin talebinize bağlıdır. Ama mutlu olmayı salt istiyorsunuz diye Allah’ın reçetesini tatbik etmedikçe siz mutlu olamazsınız. Yani istemeniz, mutlu olmak için yeterli değildir. İstemenin standartlarının gereklerini yerine getirmek mecburiyetindesiniz. Sakın bizim zavallı dîn hocalarına benzemeyin. Onlara bakarsanız, “İslâm’ın beş tane şartı yeterlidir. İslâm olmak, ancak bu demektir.” diyorlar. Allahû Tealâ’nın söylediği ile de bunun alâkası yok.

İşte nasıl onlar insanlara bir ilim veriyorsa, bu ilim, ne öğrettikleri insanları ne de kendilerini değil dünya saadetine ulaşmak, cennet saadetine dahi ulaştıramıyorsa o zaman bu işte bir eksiklik var demektir. İşte o eksikliğin kurbanı olmayasınız diye sizlere sesleniyoruz. Hiç kimse size bir Allah’a ulaşma talebinin sizi mutlaka kurtuluşa götüreceğini söylemedi bugüne kadar. Çünkü bilmiyorlardı.

Uveys el Karani Hazretleri de ilk kahveyi içtiği güne kadar kahvenin güzel bir şey olduğundan haberdar değildi. Develer de öyle. Biliyor musunuz ki onu bütün develer huşûyla dinlerlerdi. O hep konuşurdu develerle ve develer, ne söylerse mutlaka itaat ederdi. İşte Allah’ın dostu olmak odur ki; hayvanları bile kendinize dost edinirsiniz.

Öyleyse sözümüze dönelim, ne diyorduk? Diyorduk ki mutlu olmanız bir talebinize dayalı. Siz Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz. İşte konunun başlangıcı bu; Allah’a ulaşmayı dilemek. Dilemezseniz ne olur, dilerseniz ne olur, hadi beraberce Kur’ân-ı Kerim’imize bakalım. Allah’a ulaşmayı dilemiyorsunuz. Ne sizi öğreten, size dîn öğreten insanlar Allah’a ulaşmayı diliyor ne de toplumun çok büyük bir kısmını teşkil eden sizler, İslâm’ı yaşadığını zannedenler Allah’a ulaşmayı diliyorsunuz. Çünkü böyle bir dileğin mutlaka gerçekleşmesi lâzımgeldiğine dair hiç bir bilgi size ulaştırılmadı bugüne kadar. Demek oluyor ki âyetlere beraberce bakacağız. Yûnus Suresi 7. âyet-i kerime, Allahû Tealâ buyuruyor:


10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.


“Onlar ki Bize mülâki olmayı dilemezler.”

Neyi dilemezler? Ruhlarını Allah’a ulaştırmayı, ölmeden evvel ruhlarını Allah’a teslim etmeyi, böylece İslâm’ın birinci safhasını tamamlamayı dilemezler.

“Onlar dünya hayatından razıdırlar, dünya hayatıyla doyuma ulaşmışlardır, tatmin olmuşlardır.”

“ellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn.” diyor Allahû Tealâ, “Onlar, Allah’ın âyetlerinden gâfil olanlardır.”

Öyleyse Allahû Tealâ Arapçasında ne diyordu?

“ellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn.”

“Onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.” diye Yûnus Suresinin 7. âyet-i kerimesi tamamlanıyor, 8’e geçiyoruz ve Allahû Tealâ hüküm veriyor:

10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).


“Onların gideceği yer ateştir; cehennemdir.”

Öyleyse Allah’a ulaşmayı dilemek önemli bir şey mi? “Dilemezseniz gideceğiniz yer cehennem.” diyor Allahû Tealâ. Ona göre düşünün. Hakkınızda kendiniz karar vereceksiniz. Kararınızı tatbik mevkiine getireceksiniz ve de ya bu deveyi güdeceksiniz ya da bu deveyi güdeceksiniz. Sadece bununla vazifelisiniz. Diyardan gitmek hiç birinizi kurtarmaz. Diyarların hangisine giderseniz gidin, her yerde Allah var ve Allah sizi görüyor, biliyor, işitiyor. Kurtulamazsınız. Kurtulmanın şartlarını yerine getirmedikçe kurtulamazsınız.

Bir tarif veriyorum her zaman size, diyorum ki bir eczane düşünün. Duvarlarında raflar var. Bu raflarda sizi kurtuluşa ulaştıracak olan bütün ilaçlar mevcut. Ve siz, onları görmezlikten geliyorsunuz, elinizin tersiyle itiyorsunuz. İşte yaptığınız şey bu anlama geliyor. Neden? Nasıl raflarda o ilaçların varlığı söz konusuysa Kur’ân-ı Kerim’in muhtevası içinde sizin kurtuluş ilaçlarınız da var. İşte bu ilaçlardan birincisi ve hepsine bedeli Allah’a ulaşmayı dilemeniz. Ruhunuzu hayattayken Allah’a ulaştırmayı dilemeniz. Dilemiyorsunuz; dilemiyorsanız bütün o raftaki ilaçları elinizin tersiyle itiyorsunuz demektir. “Ama bize doktorlar doğru reçeteyi yazmamış.” diyeceksiniz. Size doğru reçeteyi, bu size anlattıklarını Allah’tan alan asıl doktor söylüyor.

Öyleyse kurtuluşunuz mu? Kesin. Siz istiyorsanız, biz size bunun sırrını veririz. İlk sırrı verdik. Sizlerden haberler nasıl? Allah’a ulaşmayı diliyor musunuz? Eğer dilemiyorsanız kurtuluşunuz söz konusu değil. Öyleyse biliyoruz ki soracaksınız hemen arkasından: “Tamam, biz dilemiyoruz da dileyenler ne olur yani?” Dileyenler cennete gider yani diye biz de size cevap veriyoruz.

Evet, 3 tane safha söz konusu:

1- Siz Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz.
2- Allah da sizi Kendisine ulaştırmayı mutlaka dileyecek. Yani sizin talebiniz üzerine mutlaka Allah da sizi Kendisine ulaştırmayı diler.
3- Üçüncü safha; Allah sizi Kendisine ulaştırır. Yani ruhunuzu siz yaşarken Allah’a ulaştırmanız mümkün olur.

Bütün insanlar için söz konusu olan şey, bu mutluluk hedefine ulaşmaksa Kur’ân’da gerçekten 3 safhanın 3’ü de var mı diye bakmamız lâzım.

1- Allah’a ulaşmayı dileyenler gerçekten Kur’ân-ı Kerim’de var mı?

Cevap geliyor Allahû Tealâ’dan; “Var.” Ra’d Suresi 22. âyet-i kerime, Allahû Tealâ buyuruyor ki:

13/RA'D-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ razaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedraûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).

Onlar, sabırla Rab’lerinin Vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı ve Allah’ın Zat’ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.


vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim: Onlar, sabırla Allah'ın Zat'ına ulaşmayı dileyenlerdir.

Öyleyse Allah’ın Zat’ına ulaşmayı dilemek. Dileyenler var mı? Allahû Tealâ söylüyor:

“vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim.”

2- Allah da onları Kendisine ulaştırmayı diler mi? Yani Allah’ın Kendisine ulaştırmayı dilediği insanlardan bahsettiği âyet-i kerime var mı Kur’ân-ı Kerim’de? Evet var. En’âm Suresinin 125. âyet-i kerimesi:

6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrahu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrahu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).

Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine azap verir.


fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâmi: Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse (hidayete erdirmeyi dilerse) onların göğsünü teslime (İslâm’a) açar.

Öyleyse Allah’ın Kendisine ulaştırmayı dilediği kişiler de var.

3- Peki Allah, Allah’a ulaşmayı dileyenleri Kendisine ulaştırır mı? Bu da kesin. Hûd Suresi 29. âyet-i kerime, Hz. Nuh şöyle buyuruyor:

11/HÛD-29: Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).

Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah’a aittir. Ve ben âmenû olanları (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab’lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.


“Ey kavmim! Ben bu yanımda bulunan âmenû olanları, Allah'a ulaşmayı dileyen îmân sahiplerini yanımdan kovamam. Çünkü onların hepsi, Allah’a mülâki olacaklardır. Yani sağ iken, hayattayken ruhlarını Allah’a ulaştırıp Allah’a teslim edeceklerdir. Allah’ın yardımıyla bunu gerçekleştireceklerdir.”

Öyleyse kim Allah’a ulaşmayı dilerse onun mutlaka Allah’a ruhunu vasıl ettiğini görüyoruz.

Bu kadar mı? Hayır, Ankebût Suresinin 5 ve 6. âyetlerinde Allahû Tealâ diyor ki:

29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi le âtin, ve huves semîul alîm(alîmu).

Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.

29/ANKEBÛT-6: Ve men câhede fe innemâ yucâhidu li nefsihî, innallâhe le ganiyyun anil âlemîn(âlemîne).

Ve kim cihad ederse, o taktirde sadece kendi nefsi için cihad eder. Muhakkak ki Allah, âlemlerden müstağnidir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur).


“Kim, Allah'a mülâki olmayı dilerse (Allah’a ruhunu ölmeden evvel ulaştırmayı ve teslim etmeyi dilerse) Allah'ın tayin ettiği o gün mutlaka gelecektir.”

“femen kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât.” diyor Allahû Tealâ.

Öyleyse önemli olan sizlerin Allah’a ulaşmayı dilemeniz. Ve işte Bakara Suresi 156 ve 157. âyet-i kerimeler, Allahû Tealâ buyuruyor:

2/BAKARA-156: Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).

Onlar ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah içiniz (O’na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O’na döneceğiz (ulaşacağız).” derler.


“Onlar, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman derler ki: Biz muhakkak ki Allah için yaratıldık, mutlaka Allah’a ulaşacağız.”

Kim bunlar? Allah’a ulaşmayı dileyenler. Ulaşıyorlar mı Allahû Tealâ’ya? Kesin. İşte Allahû Tealâ bir sonraki âyet-i kerimede diyor ki:

2/BAKARA-157: Ulâike aleyhim salâvâtun min rabbihim ve rahmetun ve ulâike humul muhtedûn(muhtedûne).

İşte onlar (dünya hayatında Allah’a mutlaka döneceklerinden emin olanlar) ki Rab’lerinden salâvât ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete ermiş olanlardır.


“İşte hidayete erecek olanlar sadece onlardır. Allah’ın rahmeti de salâvâtı da onların üzerinedir.”

Öyleyse kim Allah’a ulaşmayı diliyorsa, mutlaka Allah’a ulaşacağız diye düşünüyorsa, Allahû Tealâ onları mutlaka Kendi Zat’ına ulaştırıyor.

Herkes için söz konusu olan şey, bu saadete ulaşmaktır. Saadetse hepiniz için geçerli. Bu anlattığımız statü içersinde cennet saadetine ulaşmanın temelinde demek ki Allah’a ulaşmayı dilemek yatıyor. Eğer siz Allah’a ulaşmayı dilerseniz yani ruhunuzu ölmeden evvel Allah’a teslim etmeyi dilerseniz, mutlaka Allah sizi bu hedefinize ulaştırır. O yapacak onu, siz yapmayacaksınız. Siz Allah’a ulaşmayı dileyeceksiniz, sizin içinizdeki olay burada tamamlanacak. Sonra Allah size namazı sevdirecek, orucu sevdirecek, zikri sevdirecek, her güzel şeyi seveceksiniz. Allah size sevdirecek. Nefsinizi önce tezkiye edeceksiniz, böylece ruhunuzu Allah’a ulaştıracaksınız yani Allah’a teslim edeceksiniz; İslâm’ın ilk safhasını yaşayacaksınız. Sonra fizik vücudunuzu da teslim edeceksiniz Allah’a; İslâm’ın ikinci safhasını yaşayacaksınız. Sonra en son nefsinizi de Allah’a teslim edecek ve İslâm’ın üçüncü ve son safhasını yaşayacaksınız. Birincinin anahtarı, cennet saadetinin anahtarı; Allah’a ulaşmayı dilemek, ikincinin anahtarı; daimî zikir.

Öyleyse bir dilekle cennet saadetine ulaşıyorsunuz. Zikri, kalbinizin her atışında içinizdeki sesin “Allah” dediği bir noktaya yani daimî zikre ulaştırdığınız zaman cennet saadetine bir de dünya saadetini ekliyorsunuz ve zülcenahayn oluyorsunuz; iki kanatlı. Cennet kanadının da cennet mutluluk kanadının da sahibisiniz, dünya mutluluk kanadının da sahibisiniz.

İşte İslâm kelimesi de teslim kelimesi de aynı kökten geliyor, sin, lâm ve mim. Bu kökten türetilen kelimelerin içindeki en önemli kelime teslim kelimesidir ki İslâm olmayı ifade eder. 3 teslimle gerçekleşir. Önce ruhunuzu, sonra fizik vücudunuzu, sonra nefsinizi Allah’a teslim etmekle vazifelisiniz.

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147