Alıntı:
fth7 Nickli Üyeden Alıntı
Şimdi bu yazı direkt vahhabi kafalı kişilerin ağzını sulandırmasın. Vahhabilik denen şey benim inandığım ingiliz yedirmesi "şeytanın sağdan yaklaşması" bir inanç tuzağıdır. Utanmasalar Peygamber sav efendimizi bile inkar edeceklerine inanıyorum. Kim ne derse desin ben öyle inanıyorum nasıl ki fikirleri onların özgür düşüncesi bu da benim özgür düşüncem. O sebeple vahhabi inançlı olanlar gelip buraya yazmasın onu teperim. Onların ne fikrine ne zikrine ihtiyacım yok. Evliyaullah'a hürmeti ve inancı olmayana benimde zerre hürmetim, hoşgörüm olmaz. İngilizlerin uydurduğu bu inançla maksatları insanları onların himmetinden ve efendimiz sav nin şefaatinden mahrum etmek zaten.
|
Ashab_ı Kiram Habib-i Ekrem (s.a.v.) hayatta olduğu gibi vefatından sonra da onunla tevessülde bulunarak Allah’a dua etmiş, geride bıraktığı eşyalarıyla teberrük etmiş (Buhari, ‘’Eşribe’’ 30, Müslim ‘’Eşribe’’ 88 Ahmed İbn Hanbel 4. 138) diğer Müslümanlar buna devam etmiş İslam alimlerinin çoğunluğu da bunda herhangi bir sakınca görmemiştir (Alusi Ebü’s-Sena) Bu konuda karşıt görüşlere yer veren Alusi de vefatından sonra da Allah Resulünü vesile kılmak ve ‘’Allah’ım peygamberinin hatırına, onun yüzü suyu hürmetine şu ihtiyacımı gider; bu ihtiyacımın karşılanması hususunda Senin Habibine olan sevgini vesile eyle’’ demekte bir sakınca olmadığını söyler. Çünkü bu sözün bir kişinin muhtaç olduğu bir konuda ‘’Allahım! Senin rahmetini vesile ederek istiyorum rahmetini bu konuda vesile eyle’’ demek arasında bir fark yoktur. (Alusi Ebü’s-Sena 6. Cilt sayfa 187) Diğer yandan Ashab-ı kiramdan itibaren değişik ekollere mensup fıkıh, kelam ve tasavvuf alanında pek çok alimin Hz. Peygamber’le tevessülde bulunmayı meşru bir uygulama olarak görmesi de bu konuda ayrı bir delildir. ((Kevseri, ‘’Mahkü’t-Tekavvül fi Meseleti’t- Tevessül’’, Makalatü’l-Kevseri sayfa 470) Nitekim İbn Teymiyye dönemine kadar da bu konuda alimler arasında bir ihtilaf yoktur. Dolayısıyla zikredilen manada hayatta iken ve dar-ı bekaya göç etmelerinden sonra Allah Resûlü’nün yanı sıra veliler ve salih kulların zatlarıyla tevessülde bulunmanın şirk kabul edilmesi isabetli değildir. Zira tevessül ve istiğase ölünün bizzat zatıyla değil de Allah katındaki sevgisi v, makamı ve mertebesiyle yapıldığında meşrudur. Zira ölünün hiçbir zaman Allah nezdindeki rütbe ve derecesi değişmez. Şefâat kelimesi, Arapça’daki شفع (şefc) masdarından türetilmiştir. Şef’ ise ‘tek’ anlamındaki (وتر) ‘vetr’ kelimesinin zıddı olup, çift demektir. Araplar bir kişinin yanına bir başkası getirildiğinde bunu شفع الرجل شفعا “Şefea’r- raculu şef’an” diye ifade etmişlerdir. Arap dilinde الشاة الشافع yanında yavrusu olan koyun için söylenir. “Falan adam filan adama şefâat etti” sözüyle de “ona yardım etmek ve onun isteğini elde etmek üzere geldi” demek istenilir. استشفعته الى فلان sözüyle, “ondan benim için şefâatte bulunmasını istedim” anlamı kastedilir.
şefâat, “bir insanın bir başkasından kendisi dışındaki birine faydalı olmak veya ondan bir zararı defetmek istemesi”, dünyevî ve uhrevî hususlarla ilgili olarak suç veya günahının affını taleb etmesi veya kısaca birinin bağışlanmasına delalet etmesi anlamlarına gelir. Şefâatin İngilizce’deki tam karşılığı ise ‘intercession’ kelimesidir ve bu da, bir başkasının yararı için dua etmek, yalvarmak, zorlukta ve sıkıntıda olan birinin gıyabında yakarmak demektir.