Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Osmanlı Şeriat Devleti midir?
Tekil Mesaj gösterimi
  #64  
Alt 07.07.24, 12:38
Yusufiyeli - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
☆Yusufiyeli Yusufiyeli isimli Üye şuanda  online konumundadır
Manevi
 
Üyelik tarihi: 24.09.16
Bulunduğu yer: Trabzon
Mesajlar: 3,072
Etiketlendiği Mesaj: 234 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Timurlenk’in yapmak istediği hamlelerin öncüsü bu adamdı. Cihangir, Hindistan’a mı gidecekti, ilkin Fazıl Bey’i oraya gönderirdi. Kıpçak’ta mı çarpışacaktı, yine önden onu yollardı ve Fazıl Bey, yüzlerce kişiden oluşan maiyetini ya Hintli bir fakir, ya süslü bir Brahman, ya mızraklı bir Tatar atlısı kıyafetine sokarak taraf taraf dağıtır, kendi de görün*mez bir merkez halinde istenilen yerde mekân tutarak Timur için emin yollar ve emin eller hazırlardı. Denilebilir ki Fazıl Bey’in Timur tarihinde, birkaç ordu kadar önemi vardır! Bugün de onu yanına çağırmaktan maksadı yeni bir görev vermekti, Osmanlı toprağına göndermekti. Zeki ve bilgiç adam huzura gelir gelmez Aksak Cihangir emrini verdi:“Sana yine yol göründü, Anadolu’ya gideceksin.”“Hazırım Ulu Hakan.”“Muratoğlu’nu devirmek istiyorum. Git, dolaş, gör ve çalış!”Sırası gelince görüleceği üzere Fazıl Bey’in Osmanlı toprağına gönderilmesi, yüz elli bin kişilik bir ordunun o topraklara girmesinden daha etkili olmuştur. Çünkü casuslar reisi, birkaç aylık bir gezinti neticesinde Osmanlı ordu*sunun, en zayıf noktasını sezmiş ve ona göre tedbirler alarak tam yerinde efendisine büyük hizmetler yapmıştır. Şimdi biz onu, adamlarıyla Anadolu’ya doğru gitmekte bırakarak Ti*mur’u takip edelim.Aksak Cihangir Beyazıt’ın elçilerini yola vurduktan, Fazıl Bey’i de işe saldıktan sonra ordusunun başına geçti. Sivas’ı hedef tutarak yürümeye koyuldu. 803 yılı muharre*minin birinci ve 1400 yılı ağustosunun yirmi ikinci günü Sivas önüne geldi. Vali sıfatıyla şehri idareye memur olan Şehzade Süleyman, küçük kardeşi Ertuğrul Çelebi’yi de Sivas’ta bırakarak kaçmıştı. Müdafaa vazifesini Malkoç Musta*fa Bey yüklenmişti, hazırlıklar yapıp duruyordu.Sivas, o tarihte çok kalabalık bir şehirdi. Bizans tarihçi*lerinden Kalkondil’in rivayetine göre yüz yirmi binden fazla nüfusu vardı. Şendi, şenlikli idi, kalesi, temelden burçlarına kadar yontma taştan yapılmıştı, her taş, iki-üç arşın uzunlu*ğunda idi. Duvarların yüksekliği yirmi, temelin genişliği on, üst kısımların eni altı arşındı. Uç taraftan, içi su dolu, geniş bir hendekle çevriliydi. Kale kumandanı Malkoç, elindeki kuvvetleri icap eden yerlere yerleştirerek sakin bir şekilde hücumu bekliyordu.Timur, kalenin hendek bulunmayan tarafında, doğuda karargâhını kurdu. Kolordu kumandanlarıyla, alay beyleri*nin hatırlılarıyla birlikte bir keşif yaptı, otağına dönünce sordu: Bu kaleyi kaç günde alabiliriz?” Üç ay, dört ay ve hatta bir sene diyenler vardı, kalenin sağlamlığı, hücum cephesinin darlığı gözlerde belli belirsiz bir önemseme uyandırıyordu. Timur, herkesin fikrini dinle*dikten sonra gülümsedi.“Oğullarım,” dedi “ben bu kaleyi on sekiz günde ala*cağım, bir gün gecikirsem kendimi yenilmiş sayarım, pılıyı pırtıyı toplayıp dönerim. On sekiz gün uğraşacağız. Haydibismillah!”Şimdi birkaç yüz bin kişilik ordu, lağımlar kazarak, setler yaparak Ulu Hakan’ın emrini yerine getiriyor, kaleyi yıkmaya savaşıyordu. Şehrin beş-altı bin süvari ve bir-iki bin okçu askeri vardı. Onlar, olanca kuvvetleriyle hücumları geri atmaya çalışıyorlardı. Fakat Timur’un arradeleri mancınık*ları yamandı, sürekli ateş saçıyorlardı, taş yağdırıyorlardı. Kale duvarları yavaş yavaş parçalanıyordu. Binlerce lağımcı, tünellere girmişlerdi, açtıkları lağımların büyük kazıkları kuvvetli tahtalarla perçinliyorlar, patlama noktasını hazırla*dıktan sonra tahtaları, kazıkları ateşleyerek geri çekiliyorlar ve bu patlamalarla kalenin temelini tahrip ediyorlardı.Asya’nın sağlam kalelerinden biri sayılan Sivas müs*tahkem mevkiindeki kuleler, istihkâmlar bu şekilde birer birer kayboldu ve Timur’un tahmin ettiği gibi kuşatmanın tam on sekizinci günü kumandan Malkoç Bey, galiplere sı*ğınmak çaresizliğini hissetti. Timur -birkaçı dışında- müda faada bulunanlara dokunmayacağını vaat etti. Aynı zaman*da, Erzincan ve Kemah taraflarından -Türk köylerini yaka*rak, yüzlerce köylüyü öldürerek Sivas’a gelmiş ve şehrin savunmasına iştirak etmiş olan- çeteci Ermeniler ‘i de mutla*ka cezalandıracağını söyledi. Bu adamlar şüphesiz o ağır cinayetlerin failleri idi ve Sivas savunmasına katılmaları başka sığınacak yer bulamamalarından ileri geliyordu. Eğer o savunma, başarıyla neticelenmiş ve Timur vazgeçmiş olsa belki bu sığındıkları yerde de cinayetler işleyeceklerdi, kan dökecek ve döktüreceklerdi.Silahsız insanları öldürmekle, günahsız köyleri yağma etmekle ve Sivas’ta da Timur ordusuna ok atmakla şüpheli olan bu dört bin süvari, Şahinşah’ın huzurunda kümelendirildiklerinde, o, kollarını göğsüne kavuşturdu, mahkûmları şöyle bir süzdü, kendilerinin başbuğu görünen birine sordu:“Öldürmek iyi midir?”“İyi olmasa öldürmezdiniz, memedeki çocukları kıtır kıtır kesmezdiniz.”“Yapmaktan hoşlandığınız bir işin size de yapılması caiz değil midir?”“Kendinize iğneyi sokmadan başkasına çuvaldız sokmamalıydınız. Madem ki o haltı ettiniz, şimdi kendiniz de çuvaldızın nasıl can yaktığını öğreneceksiniz.”Bu kısa tehdit ve ithamdan sonra adamlarından birini çağırdı, kulağına birkaç kelime fısıldadı ve ardından mahkûmların Kabakyazısı’na doğru götürüldüğü görüldü. Timur, atla kafileyi takip ediyordu. Yazıya gelince durdu, evvelce verdiği emrin nasıl infaz olunacağını dikkatle seyre daldı: Erzincan’dan Sivas’a kadar uzayan yol üzerinde birçok köyleri ateşe vermiş ve o köyler halkını da kebap etmiş olan bu suçlu süvariler, onar kişilik gruplara ayrılmışlardı, hepsinin başları iplerle bacaklarının arasına sıkıştırılmıştı, grup grup çukurlara dolduruluyorlardı. Çukurlar dolunca üzerlerine tahta örtüldü, tahtalar da toprak yığınlarıyla kapandı.Timur, bu orijinal cezanın tamamlanması üzerine başını çevirdi, arkasında yer almış olan beyleri yanma çağırdı:“Bir gün,” dedi, “tarihçiler bu yaptıklarımı biçimsiz kelimelerle yazacaklar ve beni ayıplayacaklardır. Fakat onlar, o kuru kamışı mürekkebe daldırıp akıllarına geleni çiziktirenler, dört bin değil, dört kere yüz bin değil, dört yüz bin kere yüz bin baldırı çıplağın bir Türk’ün aşık kemiğine değmeyeceğini bilseler ve benim yanmış Türk köyleri, kazı*ğa vurulmuş Türk kadınları, duvarlara mıhlanmış Türk çocukları önünde ciğerimin nasıl yandığını sezseler biraz insaf ederler, beni kötülemezler!”Timur, Kabakyazısı’ndan sonra karargâhına döner dönmez esirler arasında bulunan Şehzade Ertuğrul’u yanına getirtti. Yine ayakta idi, dalgın görünüyordu. Genç prensi, merhamet ifade eden şefkatli bakışlarla uzun uzun süzdü, birkaç kere sakalını karıştırdı:“Oğul,” dedi, “babanın yaptığı işe ne dersin?”Ertuğrul Çelebi, sert bir sesle cevap verdi:“Babamın ne yaptığını bilmiyorum, fakat senin zul*münü gözümle gördüm, iğrendim ve iğreniyorum.”Timur, “Karıların boş olsun” deyen küstah ağız, sanki karşısına dikilmiş ve o sözleri haykırıyormuş sandı, aklı başından gitti:“Hay haramzade!” diye haykırdı “Kimin karşısındasın, kime söz söylüyorsun, biliyor musun?” Cevap kısa ve ağır oldu.“Çoban Timur’un yanındayım ve ona tükürüyorum. Acaba yanılıyor muyum?”Timur adamlarına döndü:“Babası gibi bu da deli. Bağlayın, kırbaçlayın!”Üç-beş adam onu götürürlerken bağırdı:“Yok, yok, kırbaçlamayın, kesin, öldürün.”Bu emri belki de vermeyecekti Fakat Beyazıt’ın kendi gönlüne pençesini uzattığını ve kendinin de bu cürete karşı onun ciğerini koparmaya ahdettiğini hatırlamıştı. O ahtı yerine getirmek ve Beyazıt’ı babalık hislerinden yaralamak istemişti ve genç prens öldürülürken mırıldanıyordu:“Dişe diş, göze göz, yüreğe yürek. Kısasa kısas, böyle olur!” Fakat Malkoç Mustafa Bey hakkında şiddet göstermedi, boynundaki zincirleri aldırdı, iltifat etti:“Er kişisin,” dedi, “beğendim. On yedi gün benimle savaştın. Daha fazlasını Zaloğlu da olsa yapamazdı. Seni bırakıyorum, çoluğunu, çocuğunu al, dilediğin yere git, şayet Beyazıt’ın yanma gidersen gördüklerini söyle!”Sivas, badireyi atlatmış demekti. Timur, halkı incitmek istemiyordu, şehirde sükunet ve emniyet yaratabilecek ted*birleri almak ve o maksada uygun teşebbüslere girişmek üzere bulunuyordu. Fakat bir iğrenç ve bir ürkünç olay, şeh*rin yeni baştan kana bulanmasını sona erdirdi. İğrenç dedi*ğimiz olay, cüzamlı bir adamın, camiden çıktığı bir sırada Timur’a sarılıp onu şapır şupır öpmesidir! Öbür olay da, yine o gün bir evden Cihangir’in başına kerpiç atılmak suretile yapılmak istenilen suikasttir.Timur birinci olaydan iğrendi, ikincisinden ürktü. İlkin şehirdeki bütün cüzamlıları toplatıp öldürttü, arkasından da geniş bir ‘kerpiç vergisi’ çıkarttı. Bu vergi, hayat ile ödeniyordu!Büyük adamın bu işleri, şüphe yok ki, çirkindir, ken*dinden beklenilmeyen küçüklüklerdir. Fakat eleştirirken ve ayıplarken kendisini hırçınlaştıran, titizlendiren sebepleri de düşünmek icap etmez mi?.. Bugün, herhangi bir frengilinin yaralarından irin aka aka bizi öpmesine tahammül eder mi*yiz ki, Timur cüzamlı bir şahsın -belki de hastalığını bulaş*tırmak niyetiyle kendisini öpmesine göz yumsun!.. Makedonya Kralı Pirus’un bir kiremit taşıyla öldürüldüğünü bilen Timur, aynı şeyin başına atılmasına karşı kayıtsız kalabilir miydi?.. Demek isterim ki o, Sivas’ta ağır işler yapmıştır. Fakat yaptığını mazur gösterecek sebeplerden mahrum kalmamıştır.

__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır...
Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147