Fatih Sultan Mehmed, kendisine kadar gelen zaman kesitinde meydana gelen şehzade isyanlarını değerlendirerek meşhur “Kanunnâmesi”ne şehzade katli hükmünü koydu: “Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların ‘Nizâm-ı Âlem’ içün katl itmek münâsibdur. Ekser ulemâ dahi tecviz etmişlerdur. Anınla âmil olalar.”Fatih’in dikkatlere sunduğu nokta önemlidir. Buna göre âlimlerinin pek çoğu şehzadelerin ‘Nizam-ı Âlem’ için katline rıza göstermiştir.“Padişah’tan korkup seslerini çıkarmadılar” diyemezsiniz, çünkü bazı âlimlerin buna muhalif kaldığını kendisi söylüyor. Demek oluyor ki, devrin âlimleri için, fikirlerini rahatça söyleyebildikleri ‘özgür’ bir ortam mevcut. Ne var ki, muhalifler azınlıkta kalmış. Tabii bunun referanslarının olması gerekiyor...İslâm Hukuku ve Medeni Hukuk Profesörü Ahmet Akgündüz bu konuda Kur’ân, hadis ve fıkıhta dayanaklar bulunduğunu yazıyor. Yukarıda kısaca değindimiz ta’zir cezasının kaynağını son devir Osmanlı hukukçularının önde gelenlerinden İbn Âbidîn’le (1836) açıklıyor:“Nesefî’nin (1310) Ahkâmü’s-Siyâse risâlesinde zikredilmiştir ki; Şeyhülislâm Hâherzâde’ye (1253), fetret zamanında fesatçıların öldürülmelerinden sorulmuş, o da, ‘Onlar yeryüzünde bozgunculukla hareket ettikleri için öldürülmeleri mübah olur’ diye cevap vermiştir.Kendisine, onlar fetret zamanında fesatçılığı bırakıp gizlenirler, denildiğinde, ‘Zarureten böyle yapıyorlar. Geri gönderilseler bile kendilerine yasak edilen şeylere döneceklerdir’ meallindeki âyet-i kerime (En’âm Suresi ayet 28) gereğince, biz böyle görmekteyiz’ demiştir. ”Bu isyan eden şehzadelerle ilgili bir konudur. Ama bir de çocuklar var. Onlar neden öldürülüyor? Suçsuz ceza olur mu? Akgündüz bu soruya şöyle cevap veriyor: “Bunların cezalandırılması için suç işlemelerini beklemek çoğu zaman cezalandırma imkânını ortadan kaldırdığı gibi, bazen çok ağır ve telafisi imkânsız neticeler doğurur. Tarihî tecrübelerin de gösterdiği gibi, bir şehzadenin cezalandırılması için ayaklanmasını beklemek, düşman ülkelerle anlaşıp, arkasına silahlı binlerce kişi alarak, asayişi esaslı tehdit eden bir kimseyle karşı karşıya kalmak demektir. Böyle bir vaziyette artık cezalandırmaktan söz etmek abestir. Çünkü iş işten geçmiştir. Kaldı ki, bu şehzadeler öldürülmedikleri zaman, bunların da diğerlerini öldürmesi söz konusu olacaktır.”
İslâm siyaset telâkkisinde, devletin misyonu “İ’lâ-yı Kelimetullah”tır. Bu da İslamiyet’in yayılması anlamına gelmektedir. Bu misyonu engelleyen her teşebbüsün ve niyetin bertaraf edilmesi, İslâm hukuku açısından meşrudur. Peki, şehzade katlinin ilk kez yer aldığı Fatih Kanunnamesi Osmanlı hukukuna hâkim olan şer’î esaslara uygun mudur? Buna ‘hayır’ diyenler olduğu gibi, ‘evet’ diyenler de var. Hayır’ diyenler, ‘suçsuz ceza olmaz’ mantığını öne sürüyorlar, ancak hükümdarın ‘ceza koyma,’ bir fiili, dönem gereği olarak ‘suç sayma’ ve cezalandırma haklarını göz ardı ediyorlar. ‘Evet’ diyenlere gelince, ayetlerden, hadislerden ve İslâm tarihine geçen bazı uygulamalardan hareket ediyorlar. Şöyle ki...Adalet üçe ayrılır: Adalet-i mahza, adalet-i izafiye ve adalet-i nisbî...Adalet-i mahza; hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmayan adalettir ki, en doğrusu budur. Adalet-i izafiye; kişiye, yer ve zamana göre değişebilen, göreceli, değişken adalet...Adalet-i nisbî; adalet-i mahzanın uygulanması imkânsız olduğunda, ona göre daha alt derecede olan bir adalet uygulamasıdır. Şehzade katli konusunda ‘adalet-i izafiye’ uygulanmıştır. Temel dayanağı da Bakara Suresi’nde geçen, “Fitneye sebep olmak adam öldürmekten beterdir” mealindeki “El-fitnetü eşeddü mine’l-katl” (Bakara suresi ayet 191) ve “El-fitnetü ekberu mine’l-katl” (Bakara suresi ayet 217) âyetleridir. İsyan ve isyan ihtimali bu ayetlerle değerlendirilmiştir. Hoca Sadeddin Efendi gibi şeyhülislâmlık yapmış hukukçu ve tarihçi âlim bir zat; ayrıca tarihçi Bosnevî Hüseyin Efendi, şehzade idamlarının bu ayetlere dayandırıldığını açıkça ifade ediyorlar. Çünkü fitneden kargaşa doğar. Kargaşadan milyonlarca mazlum zarar görür. Hükümetin yanlış icraatlarını düzeltelim ve adaleti tesis edelim derken, daha büyük kötülüklere yol açılır. Yine Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Musa ile Hz. Hızır arasında geçen bir olay hayli uzunca anlatılır. “Hani Mûsâ, genç hizmetkârına demişti ki: ‘İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayacağım; yahut, maksadıma erişinceye kadar, uzun müddet yola devam edeceğim.’”“İki denizin birleştiği yere ulaştıklarında balığı unuttular. Balık ise denizde bir menfeze doğru yolunu tutmuştu.”“Oradan uzaklaştıktan sonra, Mûsâ, hizmetkârına ‘Yemeğimizi getir,’ dedi. ‘Bu yolculuğumuz bizi yorgun düşürdü.’”“Genç, ‘Gördün mü?’ dedi. ‘Kayalığa çıktığımız zaman ben balığı unutmuşum. Onu sana söylemeyi şeytandan başkası bana unutturmadı. Balık canlanıp şaşılacak bir şekilde denize doğru gitmişti.’”“Mûsâ, ‘İşte aradığımız şey buydu’ dedi. Sonra kendi izlerini takip ederek geri döndüler.”“Orada kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.”“Mûsâ ona, ‘Sana öğretilen ilimden bir irşad vesilesi olmak üzere bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?’ diye sordu.”“O dedi ki: ‘Sen benim yanımda bulunmaya tahammül edemezsin.’” “İçyüzünden haberdar olmadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin?”“Mûsâ, ‘İnşâallah sen beni sabreder bulacaksın,’ dedi. ‘Hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim.’”“O dedi ki: ‘Eğer bana uyacaksan, ben sana ondan bahsedip de bir söz söyleyinceye kadar, hiçbir şey hakkında bana sual sorma.’”“Böylece yola koyuldular. Gemiye bindiklerinde, Hızır o gemiyi deldi. Mûsâ, ‘İçindekileri batırmak için mi gemiyi deldin?’ dedi. ‘And olsun ki büyük bir iş yaptın.’”“Hızır, ‘Sen benim yanımda bulunmaya sabredemezsin demedim mi?’ dedi.”“Mûsâ ‘Unuttuğum için beni kınama; seninle olan arkadaşlığımı da zorlaştırma’ dedi.”“Yine yola koyuldular. Bir erkek çocuğa rastgeldiklerinde Hızır onu öldürdü.“Mûsâ dedi ki: ‘Bir can karşılığında kısas olmaksızın suçsuz bir kimseyi mi öldürdün? Doğrusu pek kötü bir şey yaptın!’”“Hızır ‘Ben sana, benimle beraber bulunmaya sabredemezsin demedim mi?’ dedi.”“Mûsâ dedi ki: ‘Eğer bundan sonra sana bir şey daha soracak olursam benimle arkadaşlık etme. O zaman benden ayrılmakta mâzur sayılırsın.’” “Yine yola koyuldular. Nihâyet bir belde halkına vardılar ki, onlardan yiyecek istedikleri halde kendilerini misafir etmekten kaçınmışlardı. Orada, yıkılmak üzere bulunan bir duvara rastgeldiler ve Hızır onu doğrultuverdi. Mûsâ dedi ki: ‘İsteseydin bu yaptığın işe karşılık bir ücret alırdın.’”“Hızır, ‘İşte bu seninle benim ayrılışımızdır,’ dedi. ‘Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin içyüzünü bildireceğim.’”“O gemi, denizden geçimlerini sağlayan birtakım fakirlere âitti. Ben onu kusurlu hâle getirmek istedim; çünkü, arkalarında, bulduğu her sağlam gemiyi gasp eden bir hükümdar vardı.”“Çocuğa gelince, onun anne ve babası mü’min kimselerdi; bu kâfir tabiatlı çocuğun ileride anne ve babasını isyan ve inkâra sevk etmesinden korktuk.”“Ve istedik ki, Rableri onlara huy temizliği bakımından daha hayırlı ve merhamet yönünden daha yakın bir evlât versin.”“Duvar ise, o şehirdeki iki yetim çocuğa âitti ve altında da onlara âit bir hazine vardı. Babaları ise sâlih bir kimse idi. Rabbin diledi ki, onlar yetişkin çağa gelince hazinelerini oradan çıkarsınlar. Bütün bunlar Rabbinden bir rahmet eseridir; yoksa ben kendi reyimle yapmış değilim. İşte, sabredemediğin şeylerin açıklaması budur.” (Kehf sûresi, ayetler 61-82)Özetleyelim...Hz. Musa ile Hz. Hızır arkadaş olup birlikte yola çıkarlar. Sahilde yürürken, Hz. Hızır, Hz. Musa’nın itirazlarına aldırmadan, limandaki bir geminin altını deler.Ardından yolda rastladıkları bir çocuğu öldürür. Vardıkları köyde kimse kendilerine yiyecek içecek vermediği halde, Hz. Hızır, köyün çıkışında gördüğü eski bir duvarı onarır.Bunlara sürekli itiraz eden Hz. Musa’ya, en sonunda davranışlarının sebebini açıklar: “Gemiyi deldim ki, açık sularda bekleyen ve sağlam gemilere saldırıp içindekilerle birlikte el koyan korsanlar, eski-püskü bir şey zannedip saldırmasınlar. Yani gemiyi ve içindekileri kurtardım. Çocuğu öldürdüm, çünkü anne-babası dindar olan bu çocuk büyüyünce inkârcı bir kâfir olup ailesine eziyet edecekti.”Gelelim eski duvara: “O duvarın altında, iki yetim çocuğa bırakılan altın var. Onarmasam duvar yıkılacak ve altınlar ortaya çıkacaktı. İki yetim çocuk da haklarını alamayacaklardı. Şimdi çocuklar büyüyene kadar sağlam kalacak, çocuklar da böylece hakları olanı alacaklar.”Bir örnek daha: “Adalet konusunda kılı kırk yaran Hz. Ömer, fitne ve fesada sebebiyet vermesinden endişe ettiği Nasr bin Haccac’ı henüz suç işlemediği halde Medine’den Basra’ya sürgüne göndermiş ‘Senin suçun yok. Ama ileride senin yüzünden burada bir fitne doğarsa, o zaman ben suçlu olurum’ demişti (İbn Âbidîn, III/152). Râşid halifelerin tatbikatı, İslâm hukukunda sayılır.Fransız düşünür Fernand Grenard’ın da dediği gibi, “Osmanlı Devleti, gücünü devamlılığından alır.”Yani uzun soluklu oluşunu, hiç bölünmeden yürümesine borçludur.
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır...
|