Alıntı:
osman100 Nickli Üyeden Alıntı
Geçen gün murat bardakçının ve erhan afyoncu gibi tarihcilerin şu programına denk geldim bu konuda neler düşünüyorsunuz [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
|
Osmanlı, bir dini toleransa sahipti ve kamu hayatında geniş ölçüde, özel hukuk alanında kısmen din dışı hukuk uygulamalarına da rastlıyoruz. Ama nihayetinde şeriatla yönetilen bir devletti. Çünkü toplumlar dini ayırıma göre kompartıman usulüyle, millet esası içinde yönetilirdi. Devlet toprak kaybettikçe, geriledikçe Osmanlı padişahları hilafete dört elle sarıldılar. Panislamizm 19. asırda resmî ideoloji halindeydi. Yeni devlet, dinsizliği istemiyordu ancak dini bir yönetimden yana da değildi.
Kadı, Osmanlı İmparatorluğu’nda sadece şeriatın hükümlerini değil aynı zamanda bu hükümler çerçevesinde yorumlanması istenen örf-i sultanî dediğimiz örfî kanunları da tatbik eder. Dolayısıyla kadının bir idareci olarak sorumluluğu çoktur. Bu durumun çok trajik neticeleri de olmuştur. Mesela, IV. Murad Bağdat Seferi’ne çıktığı sırada karları kürenmeyen yollarından ötürü İznik kadısını astırmıştır; onun oradaki idari görevini aksattığı düşünülmüştür. Halil İnalcık Hocanın yayınladığı 1595 tarihli adaletnamede padişahın birtakım görevlileri, “Sorumluluklarınızı yerine getirmezseniz şu şu müeyyideleri uygularım” diyerek tehdit ettiğinden bahsedilir. Aynı adaletnamede “Kadılar dahi dibekte dövülüp helak edildi” deniliyor. Tabii hiçbir kadının dibekte dövülmesi söz konusu değildir ancak burada, “Kan siyaseti tatbik edilmeyeceği için katiyen rahat olmayın zira usulsüzlüğünüz dahilinde ben sizi kanınızı akıtmadan da öldürmeyi yani idam etmeyi bilirim” denmek istenir.
Osmanlı Devleti altı asırlık hayatı boyunca tarihteki diğer İslam imparatorluklarından bu alanda önemli farklılıklar gösterir. Kadı ve kazasker çok mühimdir. 17. yüzyılda şeyhülislamlar ilmiye sınıfı içinde temayüz edene kadar (ki bu durum Kanuni Sultan Süleyman devrinde bilhassa Ebussuud Efendi’yle başlar) kadıların başındaki kadıleşker yani asker kadısı demek olan Rumeli ve Anadolu kazaskeri efendiler önemliydi. Bunlar emperyal bir karar organı olan Dîvân-ı Hümâyun’da yer alırlardı ancak şeyhülislam Dîvâna giremezdi.İmparatorluk hayatımızda çok mühim müderris ve kadı aileleri vardır. Ebuishakzadeler, Karaçelebizadeler, Köprülüzadeler, Kıblelizadeler gibi ulema hanedanları, Osmanlı kültürünü geliştiren bir zümreydi. O sebeple bu sınıfı çok iyi bilmemiz ve bilhassa İstanbul’daki büyük mezarlıklardaki ulema hanedanlarına ve kadılara ait taşları tarihî belge olarak korumakta çok titiz davranmamız gerekir.
İslam Devleti’nde hakimlik görevini ilk olarak yürüten bizzat Hz. Muhammed’in kendisi olmuştur. İlk dört halife devrinde de hakimlik halifenin görevlerinden birini teşkil etmekteydi. Az zamanda devletin sınırlarının genişlemesi ve bürokratik işlemlerin artması, yargı alanında da bir görev bölüşümünü gerektirmiştir ki, bu yargı görevinin halife tarafından niyabet usûlüyle tevcihi demektir. Halife Ömer ilk olarak Medine’ye Ebu’l-Derda’yı, Basra’ya da ashabdan Şarih’i, Kûfe kadısı olarak da Ebu Musa el-Aşar’ı tayin etti. Mısır’ın fethinden sonra ise ilk olarak bu ülkede kadıların diyarın valisi tarafından tayini prensibi uygulandı