Alıntı:
Hburakk Nickli Üyeden Alıntı
Tasavvuf nedir? Tasavvuf hakkında bilgiler verebilirseniz müteşekkir olurum. Şimdiden Allah razı olsun.
|
Tasavvuf, İslâm dininin ibadet ve ahlak hükümlerini zâhiren ve bâtınen kişinin şahsında gerçekleştirmesini amaçlayan ilim dalıdır. Kelime kökeni Arapçada “tasavvafe” (yün giymek), “safâ”, “saff-ı evvel”, “safvet” ve “ashâb-ı suffe” kelime ve mastarları ile bağlantılı kabul edilen tasavvufun bine yakın tanımı yapılmıştır.Tasavvufun alanı genellikle “Cibrîl hadisi” olarak bilinen meşhur hadisle açıklanmıştır. Cebrâil (a.s.), sahâbeyi bilgilendirmek için Peygamberimize (s.a.s.) öncelikle “İman ve İslâm nedir?” sorusunu yönelttikten sonra “İhsan nedir, ey Allah’ın Resûlü?” diye sormuş, Hz. Peygamber “İhsan; Allah’ı görüyormuşcasına O’na kulluk etmendir. Zira sen O’nu görmüyorsan da O seni görmektedir” (Buhârî, “Îmân”, 37) cevabını vermiştir. Tasavvufun çalışma alanını hadis-i şerifte işaret edilen ihsan hâli oluşturmaktadır. Kişinin her an Allah’ın huzurunda olduğu bilinci ile yaşaması, dünya üstünde geçireceği sınırlı zamanını dünya ve ahiret mutluluğu için en doğru istikamette yaşaması tasavvufun temel hedefidir. Tasavvuf aynı zamanda dinin ihsan boyutunu potansiyelden eyleme çıkarmayı amaçlar. Tasavvuf dinî emirleri yerine getirmenin yanı sıra nefis ve ruh terbiyesini de hedeflediğinden “fıkh-ı bâtın” şeklinde de tanımlanmıştır. İslâm’ın temel ilimleri olan fıkıh, kelâm, tefsir, hadis; insana inanç, ibadet, ahlak konularında bilgiler verir. Ancak ibadetleri şevk ve huşû ile yerine getirmek, vakti en hayırlı işlere sarf etmek, dünya sevgisini kalpten çıkarmak, âleme ve insanlara Hakk’ın emaneti ve imtihanı nazarı ile bakabilmek gibi ahlaki olgunluklar, kişinin elde ettiği bilgilerin kendinde gerçekleşmesi ile mümkündür. Tasavvuf, kişiye bu ahlaki olgunluğu kazandırır. Bu olgunluk sözün ve bilginin bir eyleme, bir duruşa dönüşmesidir. Tasavvuf dilinde bu dönüşüm “kâlden hâle tebdil” olarak adlandırılır. Tasavvuf tarihinde sûfîler tasavvufu pek çok şekilde tanımlamışlardır. Tasavvuf tanımlarındaki bu çeşitlilik tasavvufun her sûfî tarafından kendinde hüküm süren hâl ve makama göre açıklanmasından kaynaklanır. Her ne kadar tasavvufun ancak yaşayarak öğrenilebilecek bir hâl ilmi olduğu hatırlatılsa da her biri manevi bir tecrübenin eseri olan bu tanımlar tasavvufun yapısı, konusu, amaç ve metotları hakkında kısmen de olsa bilgi verir. Hicri II. asırdan itibaren tasavvuf kitaplarına girmiş olan belli başlı “tasavvuf” tanımları şu şekilde sıralanabilir:• Amr b. Osman el-Mekkî: “Tasavvuf kulun her vakitte o vakit için en doğru hâl ile meşgul olmasıdır” (Kuşeyrî, er- Risâletü’l-Kuşeyriyye, 552). Bu tanımda tasavvufun sûfîye kazandırdığı kendini tahlil ve zaman farkındalığı öne çıkmaktadır.
• Cüneyd-i Bağdâdî: “Tasavvuf barışı olmayan bir savaştır” (Kuşeyrî, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye, 552). Cüneyd-i Bağdâdî’nin tasavvuf tanımında kişinin benliğinde çoğu kez birbiri ile çatışma hâlinde bulunan akıl, ruh, nefis ilişkisine dikkat çekilmiştir. İslâm kültüründe “cihâd-ı ekber” (büyük cihad) olarak tanımlanan nefisle mücadele, tasavvufun kişide uyandırdığı ilk farkındalıktır. Herhangi bir düşman ile yapılan savaşta düşman görünür vaziyette ve savaşın gerek süresi gerekse sonucu tahmine açıktır. Fakat Allah’a ulaşma yolunda sâlikin (maneviyat yolcusunun) nereden saldıracağı belli olmayan nefisle mücadelesinin süreç ve sonucu belirsizdir. Tasavvuf maneviyat yolcusu olan sâliki içinde bulunduğu bu devamlı savaştan haberdar eder.
• Muhyiddîn İbnü’l-Arabî: “Tasavvuf Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmaktır” (İbnü’l-Arabî, Fütühât-ı Mekkiyye, 1997, II, 264). İbnü’l-Arabî’ye göre sâlikin tasavvufi derecesi ahlakı ile doğru orantılıdır; ahlaken önde olan kişinin tasavvufi konumu da öndedir. Kişinin Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmış olması demek hikmet sahibi olması demektir. Hikmetten kasıt; tam bir mârifet, üstün bir akıl ve gafletten arınmış bir huzuru gerekli kılan ahlaktır. Ancak bu ahlak seviyesine erişmiş bir kişi üzerinde nefsin yanlış yönlendirmeleri herhangi bir tahakküm kuramaz. Buradan hareketle sûfî; Kur’ân-ı Kerim’de ifadeye bürünen Allah’ın ahlakını kendisinde gerçekleştiren kişidir.
• İbn Nüceyd: “Tasavvuf, Allah’ın emir ve yasakları altında sabretmektir” (Kuşeyrî, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye, 171). Tasavvuf başı itibariyle zor, sonu itibari ile kolaylaşan bir yolculuktur. Allah’ın emir ve yasaklarına bağlılık, İslâm tasavvufunun ilk basamağıdır. Sûfîler bu durumu “Şeriatsız tarikat olmaz” sözü ile anlatmışlar ve sağlıklı bir manevi yolculuğun ön şartı olarak kabul etmişlerdir.
• Mârûf-ı Kerhî: “Tasavvuf hakikatleri almak, halkın elinde bulunan şeylerden ümidi kesmektir” (Kuşeyrî, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye, 552). Bu tanımdan hareketle tasavvuf; kişinin Yüce Hakk’ın mârifetini taleple birlikte kalbini yalnız O’na bağlamasıdır. Bu durumda bulunan sûfî halkın elinde bulunan makam ve güç gibi sebeplerden yüz çevirerek sebeplerin yaratıcısı bulunan Allah ile sağlıklı bir iletişimi hedeflemiştir.
• Mevlânâ Celâleddîn Rûmî: “Evliyâdan birine ‘Tasavvuf nedir?’ diye soruldu. ‘Gam ve musibet vaktinde kalpte neşe ve ferahlık bulmaktır’ dedi” (Mevlânâ, Mesnevî, III, 271). Tasavvuf imanın altı şartından biri olan hayrı ve şerri Allah’tan bilmek kaidesine söz ve fiil olarak uygun yaşamak, başa gelen olumlu olaylar kadar olumsuz gözüken durumlara da gönül rızâsı ile yaklaşabilmektir. Esrefoğlu Rûmî dilinden dökülen “Hoştur bana senden gelen/ Ya taze gül yâhut diken/ Ya hil’at u yâhut kefen/ Kahrında hoş lütfun da hoş” (Eşrefoğlu Rûmî, Dîvân-ı İlâhiyât, 79) mısraları sûfînin içinde bulunduğu bu engin rızâya işaret eder.Bu tanımlar her ne kadar birbirinden farklı detaylara sahip olsa da her birinin kişinin nefsini kötü huylarından arındırma (tezkiye-i nefis) ve kalbini Allah’ın razı olacağı saflığa eriştirme (tasfiye-i kalb) ortak paydasında buluştukları görülür.
(not: Kusura bakma biraz uzun oldu)