( Âyet; 60 )
“ Eğer o küçük kardeşinizi bana getirmezseniz, benim makamımda size bir şey tartıp vermek asla olmaz. Ve bana asla yaklaşmayın! ” dedi.
[ Bu âyette, ruh, mistik hayat, maddî duyular, birlik, yaklaşma gibi mefhumlar, ince psikolojik bir tenteneyi örüyorlar. Dikkat edilmesi gerek. ]
( Âyet; 61 )
Onlar “ Biz, onu babasından isteyeceğiz. Ve mutlaka biz bu işi becereceğiz ” dediler.
[ Yani insanların, ve duyguların çoğu materyalize olsa da insanda veya insanlık dünyasında mutlaka mistik değerler kalır. ]
( Âyet; 62 )
Yûsuf hizmetkârlarına: “ Getirdikleri fiyatı onların yükleri içine koyun. Onlar evlerine döndüklerinde bu eşyalarını tanıyacaklar. ( Hırs ve tama’ ve alışkanlık için dahi olsa ) Dönecekler ” dedi.
( Âyet; 63 )
Onlar babalarına döndüklerinde: “ Ey babacığımız, bir daha bize buğday tartılmayacak. Sen küçük kardeşimizi bizimle gönder ki, daima buğday tartıp getirelim. Biz gerçekten onu koruyacağız ” dediler.
[ İstatistiklere göre, bir yörede, bir evde mistik hayat ve ruhani ibadet varsa, orada daima buğday ve bereket olurmuş. ]
( Âyet; 64 )
Yakub ( İnsanlık ): “ Ben daha önce onun ağabeyi olan Yûsuf konusunda size güvendiğim gibi mi güveneyim? Artık Allah en iyi koruyucudur. Ve O en iyi merhamet edendir ” dedi.
[ İnsanlık, ( Yakub ) materyalizm yüzünden ruhu ( Yûsuf’u ) kaybetmişti. Şimdi artık maneviyâtı ve tasavvufu kaybetmek istemiyor. ]
( Âyet; 65 )
Onlar, eşyalarını açınca, baktılar ki, verdikleri bedel onlara geri gönderilmiş. ( Yani madde karşılıksız bir şey vermezken, ruh onlara karşılıksız buğday ve mutluluk vermiştir. ) Dediler ki: ‘ Ey babacığımız, daha ne istiyoruz? İşte eşyamız bize geri verilmiştir. Biz bu şekilde ailemize bakar, kardeşimizi korur, ona düşen bir deve yükü daha buğday getiririz. Bu sefer getirdiğimiz, çok az bir şeydir. ’
[ Bu ifadeler gösteriyor ki, maddî insanların gözü asla doymuyor. ]
( Âyet; 66 )
Yakub onlara dedi ki: “ Onu getireceğiz, diye Allah’tan bir güvence bana getirmedikçe ben onu sizinle asla göndermeyeceğim. Meğer kuşatılıp esir edilirseniz o müstesna… ” Onlar, güvence belgelerini getirince, Yakub: “ Allah bu sözleşmenizin şahidi ve koruyucusudur ” dedi.
[ Kur’anın bir çok yerinde görüldüğü gibi; bu âyette Allah kavramı, kamusal hukuk demektir.
Evet materyalist ortam ve maddî insanlar, ancak kamusal hukuktan çekiniyorlar. Onların değerleri içinde manevi ve vicdani yapılar yoktur. ]
( Âyet; 67 )
Yakub, onlara: “ Ey çocuklarım! Hepiniz Mısır medeniyetine, ( veya beyin ülkesine ) bir kapıdan, bir damardan girmeyin. Böyle bir sıkışma olursa ben insan olarak sizden herhangi bir zararı gideremem. Nihai hüküm sonsuz olan Allah’ındır. Ben işlerimi Ona bıraktım. İşi başkasına bırakmak isteyen Ona bıraksın. ”
[ Yani, ey bedenin temel duyguları, panik yapmayın! Ahenkli yaşayın ve korkmayın. Bunun için de sonsuz sisteme dayanın! ]
( Âyet; 68 )
“ Onlar babalarının emrettiği yerlerden girince, bu onların başına gelecek herhangi bir sıkıntıyı gidermedi. Sadece Yakub’un tedbir için ihtiyaç duyduğu bir işi yaptılar. Biz ona ( insanlığa ) bilgi verdiğimiz için, o bilgi sahibidir. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. ”
[ Yani insanoğlu ( Yakub ) çok sıkıntı çektiği ve büyük bâdireler atlattığı için yani sistem, ona çok şey öğrettiği için o bilgi sahibidir. Fakat insanların çoğu bu gelişme yoluna girmediklerinden, hayvanlık seviyesine yakın bir durumda kalıyorlar. Ve hiçbir şey bilmiyorlar. Demek, Yûsuf’u Yûsuf yapan, insanı âlim yapan, hayatın binler çeşit manasını doğuran, trajedilerdir, musibetlerdir. ]
( Âyet; 69 )
“ O kardeş duygular Yûsuf’un yanına girince Yûsuf, kardeşi olan maneviyatı yanına çekti. Ben senin anabababir kardeşinim. Sen sakın onların yaptığı şeylerden dolayı sıkılma. ”
[ Evet Ruh’un da, maneviyatın da babaları evrensel İlahî ve insanî değer ve ilkeler olduğu gibi, onların anası da yani yetiştikleri ortam da Yakub’un ( insanlığın ) kalbinin sevgisidir. ]
( Âyet; 70 )
“ Yûsuf, onları yükleriyle donatınca, Kral’ın su kabını ( beynin manevi değerleri taşıyan kabını ) kardeşinin yükü içine koydu. ” [ Bu bir hile idi. Fakat uygun bir işti. Çünkü beyin maneviyât ve umut gibi soyut değerlerle beslendiği gibi, Bünyamin ( küçük kardeş ) de maneviyâtı, şamanizmi temsil ediyordu. ]
Sonra, bir bildirici, “ Ey kervan! Siz hırsızsınız ” diye seslendi. ( Yani siz maddî bir şeyler almaya geldiniz. Fakat özel manevi bir şeyi çaldınız. )
( Âyet; 71 )
O kardeşler, onlara dönerek “ Neyi kaybettiniz? ” dediler.
( Âyet; 72 )
Onlar, “ Biz, Kral’ın ( beynin ) su ( feyiz ) kabını kaybettik. Kim onu getirirse, ona bir deve yükü daha verilecektir. Bu ülkenin temsilcisi olarak ben de buna kefilim ” dedi.
[ Yûsuf bunu böyle yaparken iki amacı vardı: Biri, ruha destek için maneviyât sembolü olan kardeşini yanında alıkoymak. Diğeri, yavaş yavaş da olsa o maddî kardeşlerini yüce manevi değerlere alıştırmak idi. Eğer alışmasalar; maddiyât, manevi değerlerle beslendiğinden hırsız ve yalancı bir değer olur. ]
( Âyet; 73 )
Onlar, “ Yerden göğe kadar bütün mukaddesata yemin ederiz! Siz bilirsiniz ki, biz arzı ( bedeni ) bozmak için gelmedik. Ve asla hırsız değiliz ” dediler.
( Âyet; 74 )
Onlar, “ Eğer yalancı iseniz bunu çalanın cezası ne olsun? ” dediler.
( Âyet; 75 )
Onlar, “ Kimin yükü içinde bu su kabı çıkarsa, ona ceza olarak el konulsun ” dediler. İşte biz zalimleri böylece cezalandırırız.
[ Madde kör olduğundan, eşyanın içyüzünü, olayların gerçek yorumunu bilmez. Onun için işler o dünyada, o ortamda birbirine karışır, beden ülkesi de bunalıma girer. Yine işi kurtaran Yusuf’un manevi görüşü ve ilmidir. ]
( Âyet; 76 )
“ Bunun üzerine, küçük kardeşinin yükünden önce onların yüklerini açtı. İşte biz Yusuf’a meşru bir hile imkânı verdik. Çünkü Kral’ın düzeni içinde, kardeşini başka şekilde alamazdı. Meğer Allah olağanüstü bir durum gösterse![13] Biz bu şekilde istediğimiz duygunun makamını yükseltiriz. Ve her bilgenin üstünde bir bilge var. ”
[ Bu âyetten çıkarılan ilmî nükteler:
a) Eğer sonuç, karşı tarafın lehine ise ve iş yasalara zarar verecek bir yalan değilse, hile, meşru sayılabilir. Mevlana’nın tabiriyle “ Birisi bir kuşu Tayr-ı Hümâyun yapmak için tuzak ile avlasa, buna yalancı ve hilekâr denilmez. ”
b) Buğday ve yiyecekler içinde şükre ve maneviyâta çıkan bir yol vardır.
c) Bilindiği gibi beynin üç katmanı var: Bitkisel, hayvanî ve insanî… Fakat işin içinde Yûsuf gibi nitelikli bir bilgi varsa, ve İlahî sonsuz meşiet izin verire, bu katmanların mertebeleri yükselir. İnsan bütün beyniyle düşünür, görür. Hatta maddî bedeni dahi, beynin yerine geçebilir. Eğer Yûsuf ve Bünyamin bir arada birbirlerini desteklerlerse… ]
( Âyet; 77 )
Yûsuf’un kardeşleri: “ Eğer bu küçük kardeşimiz çalıyorsa, daha önce onun büyük kardeşi de çalmıştı. ” Yûsuf bu sözleri kalbinde saklı tuttu. Onlara açıklamadı. “ Siz çok kötü bir konumdasınız. Allah sizin bu nitelemeleriniz çok iyi bilendir ” dedi.
[ Bu âyette iki önemli incelik var:
a) Materyalist insan veya duygu, bencilliğinden dolayı kendini aklamak için herkese çamur atabilir. Hatta saf hayır olan ruha ve kadere bile sövebilir.
b) Bilge ve maneviyât ehli, gaybî sırları mümkün mertebe açıklamamalı. Yoksa maddî düzen aksayabilir. ]
( Âyet; 78 )
Onlar dediler ki, “ Ey Aziz bakan! ”
[ Burada sadece Yûsuf’un maddî makamını görüyorlar, onun engin ilminden ve ruhani yapısından habersizdirler. ]
“ Onun çokça yaşlı bir babası var. Sen onun yerine birimizi tut. Biz seni iyilik yapanlardan ( muhsinlerden ) görüyoruz, dediler. ”
( Âyet; 79 )
“ Yûsuf, Allah’a sığınırım! Biz eşyamızı onun yanında bulduğumuz kişiden başkasını alamayız. Böyle bir durumda biz gerçekten zulmetmiş oluruz. ”
( Âyet; 80 )
Onlar, ondan umutlarını kesince, gizlice danışmak için bir araya çekildiler. Büyük kardeşleri dedi ki; “ Biliyorsunuz, babanız, sizden İlahî kamusal evrensel bir güvence aldı. Daha önce Yûsuf’a ne yaptığınızı biliyorsunuz. ( Siz onu götürmezseniz mutlaka cezalandırılacaksınız! ) Ben yeri ( bedeni ) terk etmeyeceğim. Tâ babam bana izin verinceye veya Allah, beni öldürünceye kadar. Allah ise neye hükmederse sonu hayırlı olur. ”
[ Burada maddî duygular, artık evrensel ve kamusal hukukun gücüyle biliyorlar ki, daha önce Yûsuf’u kaybettikleri gibi, Bünyamin’i de kaybetseler, ne kendileri, ne de Yakub ( insanlık ) yaşayabilecektir. Ve bu sözü söyleyen büyük kardeş nisbeten iyi olduğundan daha önce Yûsuf’un öldürülmesini ve materyalize edilmesini önlemişti. Biraz ehven olarak, onu beden kuyusuna atmaya sebep olmuştu. ]
( Âyet; 81 )
İşte babanıza dönün! ( Materyalize olmaktan çıkıp, insanî değerler olun! ) Deyin ki: “ Ey babamız, gerçekten senin küçük oğlun hırsızlık yaptı. Biz bildiğimizden başka bir şeye şâhit ve kefil olmadık. Biz bize görünmeyen varlığın bekçisi olamayız. ” [ Tasavvuf ve maneviyât; din ve hukuk dışında bazı insanî ve manevi değerleri içine aldığından, mecâzen de olsa, burada küçük kardeş hırsız yaftasını yemiştir. ]
( Âyet; 82 )
“ Ey babamız, istersen, içinde olduğumuz şehre ve onlarla döndüğümüz kervana sor! Biz gerçekten yalan söylemiyoruz. Biz gerçekten doğru söylüyoruz. ” [ Evet bu sefer bu maddî duygular, evrensel değerleri, kamusal hukuku öğrenmişler. İçinde barındıkları bedenin ve yaşadıkları ömür kervanının kurallarına uyuyorlar. ]
( Âyet; 83 )
“ Yakub, ( insan ) hayır, nefsiniz size bir iş kurgulamıştır. Ben sizin bu hilenize karşı güzel bir sabretmekten başka bir şey yapamam. Umudum o ki pek yakında Allah hepsini yanıma getirir. Allah her şeyi çok iyi bilen, ve her şeyi hikmetle yaratandır. ”
[ Burada iki insanî duyguya vurgulama var:
a) İnsan, daha önce bildiği bir probleme karşı, aynı bilgi ile yaklaşabilir. Ve bu sefer yanlış yapar.
Demek insanî bilgi her olayda ayrı ayrı belgelere ve bilgilere dayanmalı! Yani hastalık yoktur, hasta vardır.
b) İnsanoğlu ne kadar trajediler yaşasa da umudunu ve sabrını yitirmemeli. Eğer yitirirse manevi görüşü biter, sistemden düşebilir. ]
( Âyet; 84 )
Yakub onları bırakıp, “ Ah, Yûsuf’um! ” dedi. Ve üzüntüden gözleri ağardı. O bu durum ile beraber kızgınlık ile dolu idi.
Âyetin Nükteleri:
a) İnsanın maddî duyguları ne kadar yanlış da yapsa insan ( Yakub ) onları bırakmamalı.
b) İnsan, Bünyamin’siz ( maneviyâtsız ) yaşayabilir. Fakat Yûsuf’suz ( ruhsuz ) yaşayamaz.
c) Ruh giderse, en evvel üzüntü ( kayıp duygusu ) insanı sarar.
d) Ve bu üzüntüden en hassas organ olan gözler körelir.
e) İşte ruhu, maneviyâtı ve maddî görüşü dahi kaybeden bir insanın eline kızgınlık ve sıkıntıdan başka bir şey geçmez.
( Âyet; 85 )
O kardeşler, “ Yerden göğe bütün değerlere and ederiz ki, sen Yûsuf’a olan aşkından kendini alamıyorsun! Nihayet ya eriyeceksin, veya yok olup gideceksin ” dediler.
[ Âyette geçen zikr, aşk seviyesinde anmak ve sevmek demektir. ]
( Âyet; 86 )
Yakub, “ Ben, sıkıntımı ve üzüntümü, ancak Allah’a söylüyorum. Ben Allah hakkında sizin bilmediklerinizi biliyorum ” dedi.
( Âyet; 87 )
“ Ey çocuklarım, insan ne kadar yıkılsa da asla umutsuz olamaz. Gidin, Yûsuf ve kardeşini hissetmeye ( bulmaya ) bakın. Allah’ın verdiği saadet ve mutluluktan umudunuzu kesmeyin! Çünkü tamamıyla kâfir olan bir milletten başka hiç kimse bu mutluluktan umudunu kesmez. ”
( Âyet; 88 )
Bunun üzerine o kardeşler, Mısır’a gidip Yûsuf’un yanına girdiler. “ Ey başbakan, bize ve ailemize büyük bir sıkıntı dokundu. Ve biz az bir parça mal ile geldik. Bize bol bir şekilde rızkı tartıver, ve ayrıca bize bağışta bulun. Allah bağışta bulunanları çokça mükâfatlandırır ” dediler.
[ Yani maddî duygular, açlık ve sıkıntı sebebiyle manevi değerlere yanaşmaya başlamışlar. Artık Yûsuf’u tanıyabilirler. ]
( Âyet; 89 )
Yûsuf onlara dedi ki: “ Siz maddî ve cahil iken Yûsuf’a ve kardeşine ne yaptığınızı biliyor musunuz? ”
( Âyet; 90 )
Onlar, “ Acaba sen gerçekten o Yûsuf musun? ” dediler. Yûsuf: “ Evet ben Yûsuf’um, bu da benim kardeşimdir. Hiç şüphesiz Allah bize olağanüstü bir ikramda bulundu. Çünkü kim ruhunu ( maddi duygu ve saldırılardan ) korursa, ve bunun sonucu başa gelen sıkıntılara sabrederse, ( o en iyilerden olur ) ve Allah böyle güzellerin ve iyilerin ( muhsinlerin ) ücretini zayi etmez. ”
( Âyet; 91 )
Onlar, “ Yerden göğe kadar bütün mukaddesata and olsun ki! Allah seni bizim üstümüzde üstün kılmıştır. Ve biz gerçekten yanlış yapanlardan olduk. ”
[ Evet madde de, mana da, iyi de, kötü de aynı ana-babadan oluşuyorlar. Fakat biri yükselir, diğeri düşer. Arap şairin dediği gibi “ İkimiz iki çekirdek idik. Biri büyüdü, çınar oldu. Diğeri çürüdü, gübre oldu. ” ]
( Âyet; 92 )
Yûsuf, “ Bugün size bir ceza verilmeyecektir. Allah sizi bağışlayacaktır. O Erhâmürrâhimîndir. ”
[ Somut verileri dahi değerlendirip soyuta ve sonsuza bir pencere ve kapı yapar. Yani Rahmet Allah’ın somut tecellisidir. Siz somut olarak bu tecelliye ayna olacaksınız. Tıpkı Allah’ın sonsuz soyut sistemi sizin kusurlarınızı telafi edip sizi bağışlayacağı gibi… ]
[ İşte bu ayetlerin cevherleri içinde, mucizeli bir şekilde biz, insan ruhunun nasıl korunacağını ve nasıl terapi yapılıp sisteme entegre olacağını açıkça ve ilmî bir şekilde görüyoruz. ]
( Âyet; 93 )
“ Siz benim bu gömleğimi ( makam ve hilafet cübbemi ) götürün, babamın yüzü üzerine atın, o görür olarak dönecektir. Ve bütün ahalinizi bana getirin. ”
[ Demek, insanlar, kutsal bir hilafet gömleği ile —ne kadar cahil de olsalar— gerçekleri görür olurlar. Ve eski eksiklikleri bu sayede telafi edilmiş olur. Manevi bir kimlik ve kişilik kazanırlar, Mısır’a ( yeryüzüne ) egemen olurlar. ]
( Âyet; 94 )
Kervan Mısır’dan ayrılınca, babaları “ Ben, Yûsuf’un kokusunu[14] alıyorum. Eğer bana bunak demezseniz. ”
( Âyet; 95 )
Yakub’un içlerinde yaşadığı materyalist toplum “ Allah’a and olsun, sen hala eski sapıklığın içindesin ” dediler.
[ Çok ilginçtir ki, bu günkü materyalist toplum, en ufak bir manevi değeri ve en ufak ruhî özellikleri, bunaklıkla, delilikle ve sapıklıkla suçluyorlar. İşte bunun için Yûsuf, kardeşleri, Yakub ve hanımı bu toplumu terk ediyorlar, saadete eriyorlar. Bunun üzerine Filistin’deki o kâfir toplum helak oluyor. Eski dilde “ fila ” ve “ filas ” kâfir manasına geliyor. ]
( Âyet; 96 )
“ Müjdeleyici gelince, gömleği babasının yüzü üzerine attı. Anında göz nuru geri gelmeye başladı. ” [ Yani kutsal hilafet gömleği gelince, Yakub’un ( insanlığın ) gözü açıldı, ve görmeye başladı.] Yakub oradakilere: “ Ben Allah’tan sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum demedim mi ” dedi.
( Âyet; 97 )
Çocukları, “ Ey babamız, suçlarımızın bağışlanması için Allah’tan mağfiret iste! Biz gerçekten yanlış yapanlardandık ” dediler.
( Âyet; 98 )
Yakub, “ İleride Rabbimden ( beni geliştiren Allah’tan ) sizin bağışlanmanızı dileyeceğim. O gerçekten bağışlayan ve rahmet edendir. ” dedi.
[ Allah, insanın kusurlarını telafi edip, onu başarılı kılandır. Mağfiret, kusurların telafisi demektir. Rahmet de insanları başarılı kılmak manasına gelir.
Bu âyette ince bir işaret var ki, bu materyalist asır geç de olsa, yanlışlarını anlayacak, telafi yoluna girecek ve başarılı olacaktır. ]
( Âyet; 99 )
Onlar Yusuf’un yanına girince, Yusuf ebeveynini kucakladı. Ve “ Mısır ( medeniyet ) ülkesine girin. Allah’ın izniyle güvende olursunuz ” dedi.
Yani insanlık ( baba), medeniyet ( ana), Ruh, maneviyât ve diğer duygu ve yetenekler, bir araya gelince, Yûsuf ( ruh ) insanlığı ve medeniyeti kucaklayınca insanoğlunun iki temel ihtiyacı yerine geldi:
a) Beslenme ve sosyal yaşam ( Mısır )
b) Güvenlik ve soyut değerler ( Allah )
( Âyet; 100 )
Bunun üzerine ( yani iş ve sistem tamamlanınca ) Yûsuf, tahtını ( iktidarını babasına ve anasına ) bıraktı. [ Artık, insanlık ( hümanizm ) ve ekonomi, tahtı ( devleti ) yönetecek. ] Ve hep beraber, ona secdeye gittiler. ( En üstün ve kutsal değerin ruh olduğunu anladılar. ) Yûsuf dedi ki: “ Ey babacığım, ( ey insanlık ) işte bu daha önceki rüyamın yorumudur. Rabbim, onu gerçekleştirdi. Rabbim bana çok güzel bir iyilik yaptı. Beni sicinden ( bireysel ve yalnız ruh olmaktan ) kurtardı. Sizi de çölden ( bedevilikten ) medeniyete çıkardı. Şeytan, benim ile diğer kardeşlerimin arasındaki bağı kopardığı halde Allah, bize böyle güzel davrandı. Rabbim gerçekten istediği şeye lutf eder. ( Onu lâtif ve ruhani yapar. ) Çünkü Rabbim, sonsuz ilim ve hikmet sahibidir. ” ( Sonsuz ilmiyle ruhu yazdırır, ve hikmet ölçüleriyle onu bir ben ve bilinç yapar. )
( Âyet; 101 )
“ Ey Rabbim, sen bana devlet yönetmeyi, olayları ve nesneleri yorumlamayı nasip ettin! ( Yani maddi ve manevi imkânlar verdin. ) Sen göklerin ( metafizik âlemlerin ) ve yerin ( fizik alemin ) açarak yaratanısın. Sen dünyada da, âhirette de benim sahibimsin! ( Sen bu üç alandaki, dengeyi bozmadan ) Denge ve zıtlar arası barış demek olan İslam üzere beni vefat ettir. Ve bu sayede dünyayı ve dini imar eden yararlı kullarına beni kavuştur. ”
( Âyet; 102 )
“ İşte ey Muhammed ve ey insanoğlu! Bunlar ( bu arketip ve sembol gerçekler ) metafizik alemin malzemesidirler. Biz onları sana ( senin bilinçaltından ) deşifre ediyoruz. O âlemdeki, gelişmemiş duyguların birleşip maddiyat için nasıl hile ve maske yaptıkları zaman sen ( beşeri üst bilinç olarak ) orada değildin. ”
( Âyet; 103 )
“ Fakat sen ne kadar, böyle olağanüstü ve çağlar üstü doğal gerçekleri yaşatmak için hırs göstersen de, insanların çoğu inanacak yapıda değiller. ”
[ Çünkü maddeye göre, ruh ve mana oranı azdır. Önemli olan sayısal çokluk değil de nitelikli çokluktur. ]
( Âyet; 104 )
“ Bunlar, maddî düşündükleri için senin de bu işi ücret için yaptığını sanıyorlar. Fakat sen onlardan asla bir ücret istemiş değilsin. Bu ( vahiyler ) birer âlem değerinde olan iyi insanlar için mesaj, yasa ve bilgiden ( zikirden ) başka bir şey değiller. ”
( Âyet; 105 )
“ Bu vahiyler ( metafizik deşifreler ) ispatsız ve delilsiz de değiller. Göklerde ve yerde nice belgeler var ki onlar üstünden geçip onları çiğniyorlar. Ve o belgelerden yüz çeviriyorlar. ”
( Âyet; 106 )
“ Maddî bir güç ile veya kitle psikolojisi ile onların çoğu, Allah’a inansa da, ona şirk koşmadan yapamazlar. ”
[ Yani sınırlı düşünce ve putperestçe yaklaşımlardan kurtulamazlar. Halbuki, iman, ruh, metafizik değerler hep sonsuzdurlar. Bunlar, soyut değerleri algılamaz. Ancak korku psikolojisi ile iş yaparlar. ]
( Âyet; 107 )
“ Yoksa onlar, Allah’ın her tarafı kuşatan bir azabından güvende mi oldular? Veya onlar farkına varmadan, aniden kıyametin gelmesinden mi güvende oldular? ”
[ Bu son üç âyette insanın en temel duyguları olan üç hakikatten söz ediliyor:
1) Soyut ve sonsuz değerlere inanıp bağlanmak,
2) Kalite, yasa, bilgi gibi insanî değerleri yaşamak,
3) Geçmiş ve geleceği hesaplayıp ona göre davranmak.
Bunların altına düşmek ise, insanı hayvan seviyesine indirir. Böyleler için, ne Yûsuf, ne İbrahim, ne İshak, ne Yakub var! Onlar ya bireysel veya sosyal olarak şizofrendirler, sistemden, büyük bir azap ile diskalifiye olacaklardır.
Maalesef bugün toplumumuzda dahi insanlar, sürü psikolojisiyle böyle büyük değerli zâtlara yanlış bakıp, soyut ve sonsuz ruhani değerleri bir hurafe ve yanılgı olarak görüyorlar. ]
( Âyet; 108 )
Sen, ey Muhammed veya ey insan! Vahiy diliyle de ki: “ Benim yolum bu manevi yoldur. Ben de, bana tâbi olanlar da, görerek Allah’a ( sonsuzluğa, birliğe, bilgiye ) çağırıyoruz. ( Bu bir hayal değildir. ) Allah’ın sistemi sahte ve kof şeyleri başarılı kılmaz. Bu sistem böyle bir şeyden çok yücedir. Ben asla müşriklerden değilim. ”
[ Yani müşrik de inanır, fakat Allah’ın birliğini ve sonsuzluğunu göremediği için ona ortaklar koşuyor. Ben ve bana uyanlar ise, görerek Ona, Onun birliğine inanıyoruz. Bu görüş bir yanılgı ve halüsinasyon değildir. Gözle görülen maddeden daha çok gerçektir. Evet, varlıklardaki bilinç ve hikmet gözle görülecek kadar açıktır. Ve maddenin gerçekliğinden daha çok gerçektirler. İşte gerçek müminleri hurafecilikle suçlayanların ne kadar düşük bir algı sahibi olduklarını gör! ]
( Âyet; 109 )
“ Senden önce, ancak bir kısım eril ve medeni ve kendilerine vahiy gerçeğini bildirdiğimiz değerli kişileri gönderdik. ” [ Yani peygamberler, ruhi fonksiyonları güçlü, bilgili, medeni, ve geçmiş ve geleceğe açılan vahiylerle donatılmış kişilerdir. Her konuda zirvedirler. ] Acaba bu insanlar, yeryüzünde gezip peygamberlere karşı gelenlerin akıbetlerinin nasıl olduklarını görmüyorlar mı? Evet, din ve vahiy dünyaya düzen verir. Fakat, âhiret ve ebedilik için imkanlarını saklayanların yurdu, daha hayırlı ve daha iyidir. Acaba soyutu ve sonsuzu algılamak için yaratılan akıllarınızı neden kullanmıyorsunuz? ”
[ Evet din ile küfür, dünya ile âhiret, şirk ile tevhid arasında sonsuz bir çatışma ve gelişme var. Ve bu diyalektik sürece göre, peygamberlerin ve insanların kişilikleri şekilleniyor. ]
( Âyet; 110 )
“ Nihayet peygamberler, ümidini yitirip yalana çıkartıldıklarını zannettiklerinde birden bizim yardımımız onlara gelir. Biz istediğimizi kurtarırız. Ve suç işleyen bir milletten şiddetli azabımız geri çevrilmez. ”
[ İşte siz bakın; varlığın, diyalektik sürecin ve umudun, ne kadar meyvedâr olduklarını görün. Fakat peygamberler, zâhitler gibi dünyayı terk etmedikleri için onlar diyalektik savaşın şiddetini yaşıyorlar. Ve iş o kadar çok şiddetleniyor ki, insan olarak “ Acaba biz yanıldık mı? ” diyebiliyorlar. Kaygılanıyorlar. ]
( Âyet; 111 )
“ Evet and olsun, bu peygamberlerin yaşamında, ve evrensel kıssalarında akıl sahipleri için önemli bir ibret ve ders vardır. Bu peygamberlerin arketip olan kıssaları, uydurulmuş bir roman değildir. Fakat Kur’andan önce gelen Tevrat’taki o arketiplerin tasdikidir. Ve her şeyin açıklaması ve yorumudur. Ve inanan bir millet için istikamet ve başarı kılavuzudur. ”
|