Mutasavvıflar dînî ilimleri biri zâhir, diğeri bâtın olmak üzere ikiye ayırır ve hadis, fıkıh ve kelâm gibi ilimlere zâhir ilimleri, tasavvufa da bâtın ilmi adını verirler. Zahirî ilimlerle meşgul olanlara zahir uleması, rüsum uleması ve ehl-i zâhir, kendilerine de bâtın uleması ve ehl-i bâtın derler. Mutasavvıflara göre naslardaki gizli manaları, ibadetlerin manevî ve ahlâkî özünü, varlık ve olayların arkasındaki sırları açıklığa kavuşturan bâtın ilmi gizlidir ve onu halka açıklamak câiz değildir. Çünkü halk bu yüksek ilmi ve ondaki ince manaları ya anlayamaz veya yanlış anlar. Bu yüzden bâtın ilmi ancak zeki, yetenekli, istekli ve kalp gözü açık kimselere öğretilir. Başlangıçta bâtın ilminden sadece işaret yolu ile bahsedilir, açık şekilde ifade edilmezdi.
İlham ve marifet konusuna en büyük değeri veren mutasavvıfların başında İbnü’l-Arabî gelir ve eserlerinden bazılarının isimleri de buna işaret eder. Bu bağlamda en önemli eseri Mekke’de bulunduğu sırada kendisine inzal edilen fetihler ve ilhamlar manasına gelen el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’dir. Bir diğer eseri et-Tenezzülâtu’l-Mevsıliyye ise kendisine Musul’da nazil olan ilhamlar anlamındadır. Eserlerini bizzat ilkâ-i Rabbânî ve imlâ-i ilâhi ile yazdığını söyleyen İbnü’l-Arabî, çeşitli vesilelerle de bu durumu teyit etmektedir. Nitekim sufiler de metot olarak zâhir ilminin eğitim ve öğretim*le, bâtın ilminin ise mistik sezgi yani keşf ile elde edildiği hususunda hem fikirdirler. Dolayısıyla onlar, bilgilerini doğrudan ilham ve keşf yoluyla Allah’tan aldıklarını ve bu tür bilgilerin bâ*tın ilmi olduğunu söylerler. İbnü’l-Arabî’nin “Ve*lîler bilgilerini peygambere vahyi getiren meleğin aldığı kaynaktan alırlar”( İbnü’l-Arabî, Fusûs, s. 63, 163.) derken kastettiği şey de budur.
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır...
|