Yusufiyeli Nickli Üyeden Alıntı
Ashab-ı kiramdan İmrân İbni Husayn radıyallahu anhın bu konudaki açıklaması, meseleyi daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Hz. Ömer halife olunca, Basra halkına İslâmiyet’i öğretmesi için bu aziz sahabeyi oraya göndermişti. Bir gün İmrân Müslümanlarla sohbet ederken, cemaatten biri ona: “Siz bize bazı hadisler okuyorsunuz. Ama biz onları Kur’an’da bulamıyoruz” dedi. İmrân İbni Husayn radıyallahu anh adamın bu sözüne kızdı ve ona: “Sen Kur’an okudun mu?” diye sordu. Adam: “Evet, okudum” diye cevap verdi. Bu aziz sahâbî sözüne şöyle devam etti: “Peki, sen Kur’an’da akşam namazının üç rekât, yatsı namazının dört rekât, sabah namazının iki rekât, öğle ve ikindi namazlarının dörder rekât olduğunu gördün mü? Görmedin. Peki siz bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrendiniz değil mi? İşte biz de bunları Allah’ın Resulünden öğrendik. ”İmrân İbni Husayn radıyallahu anh adama bir soru daha sordu: “Siz paranın ve koyunun kırkta birinin zekât olarak verileceğini Kur’ân-ı Kerîm’den mi öğrendiniz?” Adam: “Hayır” dedi. Bu âlim sahâbî konuşmasına şöyle devam etti: “Peki siz, bunu kimden öğrendiniz? Bizden öğrendiniz değil mi? Biz de bunları Allah’ın nebisinden öğrendik. “İmrân radıyallahu anh konuşmasını şöyle sürdürdü: ‘Kullarım Kâbe’yi tavaf etsinler!’[Hacc süresi 29. ayet] âyet-i kerimesini Kur’ân-ı Kerîm’de görüyorsunuz. Peki tavafın yedi defa yapılacağını, tavaftan sonra Hz. İbrâhim’in makamının arkasında iki rekât namaz kılınacağını Kur’ân-ı Kerîm’de bulabiliyor musunuz? Bulamıyorsunuz. Peki siz bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrendiniz değil mi? Biz de bunları Resûlullah sallallahu aleyhi ve selemden öğrendik.”O mecliste bulunan insanlar İmrân İbni Husayn’a:“Doğru söylüyorsun” diye hak verip teslimiyet gösterdiler.[ Ebû Dâvûd, Zekât 2, nr. 1561; İbni Ebî Asım, es-Sünne (Elbânî), II, 372, nr. 815; İbni Batta, el-İbânetü’l-Kübrâ, I, 234, nr. 66.]
Bu misal de bize gösteriyor ki, sünnet olmazsa Kur’ân-ı Kerîm lâyıkıyla anlaşılıp uygulanamaz. Sünnet olmazsa Müslümanlar dini yaşayamaz. Sünnet olmazsa Kur’ân-ı Kerîm’deki hac emri de zekât emri de gerektiği gibi uygulanamaz.
Kur’ân-ı Kerîm’de sınır getirilmeyen bazı buyruklar vardır. Hadis ve sünnet bu buyruklara sınır getirir. Buna “mutlakın takyîdi” denir. Meselâ Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur: “Hırsızlık eden erkek ve kadının yaptıklarına bir karşılık ve Allah tarafından caydırıcı bir ceza olmak üzere ellerini kesin. [Maide süresi 38. Ayet]
Bu âyet-i kerimede sağ elin mi, sol elin mi kesileceği, dirsekten mi, el ayasından mı, bilekten mi kesileceği belirtilmemiş, yani kesme fiiline sınır getirilmemiş, el kesmek için ne kadar malın çalınması gerektiği bildirilmemiştir. Hadis-i şerif bu konuya açıklık getirmiş ve “sağ elin bilekten itibaren kesileceğini” haber vermiştir.[ İbni Hacer el-Askalânî, Fethu’l-bârî (Hatîb), XII, 98-99; Aliyyü’l-Kàrî, Mirkàtü’l-mefâtîh , VI, 2355] Şayet hadis ve sünnet Kur’ân-ı Kerîm’deki bu mutlak emri sınırlandırmasaydı, hırsızın hangi elinin nereden itibaren kesileceği bilinmeyecekti.
Kur’ân-ı Kerîm’de bazı genel hükümler vardır. Hadis-i şerif bu hükümleri belirgin hâle getirir. Buna “âmmın tahsisi” denir. Meselâ Kur’ân-ı Kerîm’de: “Kesilmeden ölen murdar hayvan size haram kılındı”[Maide süresi 3. ayet] buyrulur. Acaba kesilmeden ölen bütün hayvanların eti haram mıdır, yoksa bunun istisnası var mıdır? Hadis-i şerif balığı bu hükmün dışında tutar ve “onun ölüsünün helâl olduğunu” belirtir.[ Ebû Dâvûd, Taharet 41, nr. 82; Tirmizî, Taharet 52, nr. 69; Nesai, Taharet 48; İbni Mâce, Taharet 38, Sayd 18, Et`ıme 31]Yine Kur’ân-ı Kerîm “zina eden kadın ve erkekten her birine yüzer sopa vurulmasını” emreder.[Nur suresi 2. ayet] Acaba bu hüküm evli, bekâr bütün Müslümanları kapsar mı? Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Kur’ân-ı Kerîm’in bu genel hükmünü tahsis etmiş ve yüz sopa vurma uygulamasını sadece zina eden bekârlara uygulamıştır.[ Müslim, Hudûd 13, nr. 1690.]
Kur’ân-ı Kerîm’in kapalı bıraktığı için manası anlaşılmayan bazı âyet-i kerimeleri vardır. Hadis ve sünnet, ayetteki bu kapalı yönleri izah eder. Buna “müphemin tavzihi” veya “müşkilin tavzîhi” denir. Meselâ Kur’ân-ı Kerîm:“İman eden ve imanlarına zulüm bulaştırmayanları” över.[Enam süresi 82. ayet]İmanlarına zulüm bulaştırmayanlar ne demektir? Bu ifade oldukça kapalıdır. Nitekim bu âyet-i kerime nâzil olunca Ashab-ı kiram anlamakta zorlandılar ve Peygamber Efendimize gelerek: “Hangimiz zulmetmeyiz. ki?” diye üzüntülerini dile getirdiler. Bunun üzerine Allah’ın Resulü bu kapalı ifadeye açıklık getirdi ve imanlarına zulüm bulaştırmayanların “Allah’a ortak koşmayanlar” olduğunu söyledi. Bu açıklama Sahâbe-i güzîni son derece rahatlattı.[ Buhârî, Îmân 23, nr. 32; Müslim, Îmân 197, nr. 124.]Bu misallerde görüldüğü üzere, Kur’ân-ı Kerîm bazı konulara kısaca temas etmekle yetinmiş, bu hususları açıklama görevini Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme bırakmıştır.
|