Tasavvuf ehlinin çeşitli reddiyelerle kendilerini müdafaa etmek durumunda oldukları bu tartışmaların ana konuları; semâ, devran, cehrî zikir, tegannî ile ilahi okuma gibi tarikat uygulamaları, Hızır’ın (a.s.) hayatta olup olmaması, sûfîlerin birbirlerine başları ile eğilerek selam vermeleri, Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin bazı düşünceleri olarak karşımıza çıkar. Kadızâdeliler ilk olarak sûfîlerin ilahi ve musiki aletleri eşliğinde semâ yapmalarını ve devran usûlü ile zikirlerini tekfir etmişlerdir. Semâ ve devranın raksa benzediği iddiasıyla haramlığına fetva veren bu grup, semâ yapılan yerin üzerinde namaz kılmanın caiz olması için bu yerin kazılarak toprağının atılması gereğine kadar işi ileriye götürmüşlerdir. Konuyla ilgili olarak Kadızâdelilerin bu tavırlarına karşı Sivâsîler başlığı altında isimlerini sıralayabileceğimiz dönemin tasavvuf ehli ciddi reddiyeler oluşturmuşlardır. İsmini Halvetî şeyhi Abdülmecid Sivâsî’den (ö. 1049/1639) ilhamla alan bu şeyhler “Sivâsîler” başlığı altında tanınmıştır. Farklı tarikatlara mensup olmakla birlikte Kadızâdeli zihniyeti ile ilmen ve cismen mücadele eden bu sûfîlerin başlıcaları; Halvetî şeyhlerinden Abdülmecid Sivâsî, Abdülahad Nûrî, Niyâzî Mısrî ve Mehmed Nazmi Efendi; Galata ve Antalya Mevlevîhanesi şeyhlerinden İsmâil Rusûhî Ankaravî, Zincirkıran Mehmed Dede, Âdem Dede, Celvetî pîri Aziz Mahmud Hüdâyî, Kadiriyye’nin Rûmiyye kolu pîri İsmâil Rûmî, Bayramî-Melâmî pîrlerinden Hüseyin Lâmekânî, Sunullah Gaybî ve Sarı Abdullah Efendi’dir. Tasavvuf ehli Kadızâdelilerin görüşlerine karşı oluşturdukları reddiyelerinde Kadızâdelilere muhalif olarak şu konular üzerinde fikir birliği etmişlerdir; Semâ ve devran raks değildir, zikirdir ve caizdir. Eşyanın zikri yalnızca hâl ile değil, kâl (söz) iledir. Şeyhü’l-ekber olarak bilinen İbnü’l-Arabî tekfir edilemez. Hz. Peygamber’in annesi ve babası Hanîf olup iman ile vefat etmiştir. Hz. Peygamber’in isminin ardından tesliye (sallallahu aleyhi ve sellem) getirmek gerekir. Büyüklere ve limlere saygı babından baş eğerek selam vermekte, kandil gecelerinde ve bayram günlerinde aşırılığa kaçmadan musâfaha şeklinde selamlaşmakta bir sakınca yoktur. Kabir ziyaretleri caizdir.Tasavvuf ehli gerek kalemleri ile gerekse sohbet halkalarında düşüncelerini savunmakla birlikte dönemin muhalif tutumundan zarar görmüşlerdir. Antalya Mevlevîhanesi şeyhi Zincirkıran Mehmed Dede’nin kerametlerine dil uzatan Kadızâde Mehmed Efendi ile Şeyhülislâm Yahyâ Efendi’nin (ö. 1053/1644) huzurunda gerçekleşen mahkemeleri, semâ ve devranın 1666 yılından başlayarak on sekiz yıl boyunca yasaklanması, semâ edenlerin görüldükleri yerde iman tazelemeye zorlanmaları, Niyâzî Mısrî gibi sûfîlerin sürgüne gönderilmesi bu yüzyılın tasavvuf dünyası aleyhine gelişen sahnelerinden birkaçıdır. “Yerler döner gökler döner derviş döner kâfir m’olur Arşlar döner kürsler döner derviş döner kâfir m’olur………Hakk’ı görür inkâr eder İblîs ile bâzâr eder Mekke’de hacılar döner derviş döner kâfir m’olur? ……..Âşıkların zikri budur bir Tanrı’ya şükrü budur Yedi deniz durmaz döner derviş döner kâfir m’olur?” (Vâhib Ümmî Halvetî, Dîvân-ı İlâhiyât, 447).
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır...
|