Tecellî, ortaya çıkmak ve görünmek demektir. Tasavvufta kudret-i ilâhiyye eserlerinin eşyada görünmesidir. Gaybdan gelen, kalpte zâhir olan nurlar için de kullanılır. Tecellînin nasıl meydana geldiğini Allah’tan başka kimse bilemez. Âlem, tecellînin vukuu anında hadîs ve mevcûd, ondan sonra hemen aslına dönerek fanîdir. Fakat bu tecelli o kadar süratli ve daimîdir ki iki tecelli arasında hiçbir fâsıla hissedilmez. Durum böyle devam ettiğinden biz mevcudatı daimî zannederiz.
Âlemde var olan eşyanın hepsi, her nefeste değişmektedir. Her mevcud yok oluyor, yerine ânında benzeri geliyor. Buna “Teceddüd-i emsâl” denir. Nitekim nehir akıp gitmektedir. Gelen su daima yenidir. “Bir insan bir nehirde iki defa yıkanmaz.” denmiştir.
Tecellîde, gaybdan şehâdet âlemine, karanlıktan aydınlığa çıkış söz konusudur. Tecellî, ruhânî ve Rabbânî olmak üzere iki türlüdür. Ruhânî tecelli hudûs sıfatıyla zâhir olan tecellîdir. Bu yüzden bu tecellide ucüb sıfatı ortaya çıkabilir. Rabbânî tecellîde ise fâni varlık yokluğa dönüştüğünden ucüb tehlikesi olmaz. Tecellî ayrıca tecelli ef’âl, tecellî-i esmâ ve tecellî-i sıfat gibi grublara ayrılır. Tecellî-i ef’âl denilen fiil tecellîsi, Hak Teâlâ’nın fiillerinden birinin kulun kalbinde açılmasıdır. Bu mertebeye eren sâlik “Lâ fâile illallah” sırrına erip bütün fiilleri Hak’tan bilir. Tecellî-i esmâ, Hak Teâlâ’nın esmâ-i hüsnâsından bir ismin sâlikin gönlünde yer etmesidir. Böyle bir tecellîye mazhar olan kimse, o ismin nurları altında hayrete düşer. Sıfat tecellîsi ise Hakk’ın sıfatlarından birinin kulun kalbine açılmasıdır. O sıfatın bazı eserleri Cenâb-ı Hakk’ın fazlıyla kulda zâhir olur. Meselâ Hakk’ın “Semî” sıfatıyla tecelli ettiği bir kul, cansız varlıkların bile söz ve tesbihini duyar hale gelir.
Bir de bunların ötesinde “Zatî tecellî” vardır ki “İlâhî zâtın zâtı için tecellîsi” dir. Bu tecellî kulların idrakinin üstündedir.
__________________
Ne senle yaşanıyor
Ne de sensiz oluyor
Şu garip bomboş dünyada..
|