twennywann Nickli Üyeden Alıntı
Lügatte veli; dost, arkadaş, itaatkar, komşu, işi üstlenen kişi anlamlarına gelmektedir. İslâmi ıstılahta; Allah dostları, Allah'ın sevgili kulları demektir:
"İyi bil ki, gerçekten evliyâullah için korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.'' (Yûnus, 10/62).
Hz. Peygamber (asm.) de evliyayı şöyle tarif etmiştir: "Onlar görüldüğü zaman akla Allah Teâlâ gelir. Yüzleri nurludur. Onlarla beraber bulunanlar şaki olmaz."
Evliyanın kerâmeti haktır. Evliya, kerâmetini din için bir delil olarak kullanır.
Hak ve hakikati insanlara duyuran “kudsî mürşitler”den her birisi, kendilerine mahsus irşat metodları ile hizmet etmişlerdir. Bu zatlar gerek manevî makamları, gerekse tebliğ usulleri bakımından düşünülecek olursa şu şekilde tasnif etmek mümkündür:
Peygamberler, sahabîler, asfiyâ, müçtehidler, evliyâ, ulemâ.
Peygamber ve sahabîlerin manevî mertebeleri sadece kendilerine mahsus olmakla birlikte, hiçbir insan kendi gayreti ve hizmetiyle -hâşâ- ne peygamber olabilir ne de sahabî derecesine yükselebilir. Çünkü artık o yol ve kapı kapanmıştır.
Fakat, bunların dışındaki diğer mânâ büyükleri, Asr-ı saâdet'ten sonra her devir ve asırda görülmüş ve Müslümanların manevî imdadına yetişmişlerdir. Resul-i Ekremin (a.s.m.) irtihalini müteâkip asırdan sonra hak ve hakikat iki koldan yayılmıştır: Kalb ve akıl yoluyla. Kalbi esas alan ve keşif-kerâmet kanalıyla iman hakikatlerinin inkişafını temin eden mürşidlere “evliyâ“, ilham feyizlerini doğrudan Kitap ve sünnetten alan, akıl, fikir ve ispat yoluyla hakikatlerin künhüne vakıf olan iman rehberlerine de “asfiyâ” denmektedir.
Asfiyânın kimler olduğunu daha iyi anlayabilmek için Bediüzzaman‘ın bu husustaki tespitlerine bakmak icap eder. Asfiyâyı “verâset-i nübüvvet muhakkikleri”(1), yani Hz. Peygamberin (a.s.m.) miras bıraktığı sünnet-i seniyye erbabı olarak tarif eden Üstad, Şuâlar’da ise “ulemânın ilmelyakin suretinde kat’î ve kuvvetli delillerle, enbiyaların Aleyhimüsselâm dâvâlarını ispat eden ve asfiyâ ve sıddîkîn denilen mütebahhir, müçtehid muhakkikler”(2) ifadeleriyle onların metodlarını anlatmaktadır. Onlar iman hakikatlerini ilmî olarak kesin ve kuvvetli delillerle ispata çalışırlar.
Yine aynı eserde enbiya, evliya ve asfiyânın bâriz hususiyetlerini de şu şekilde görmekteyiz:
“Bütün ervâh-ı neyyire ashabı olan enbiyalar ve kulûb-u nûrâniye aktabı olan evliyâlar ve ukûl-u münevvere erbabı olan asfiyâlar,..”(3)
Burada da görülmektedir ki, evliyada kalb hâkim durumda iken, asfiyâda akıl ve ilim başta gelmektedir. Yine Mektubat’ta İmam-ı Rabbanî’den nakille, velâyet-i suğrâ, vustâ ve kübrâ olarak üçe ayıran Bediüzzaman, veliliğin en yüksek makamı olan “velâyet-i kübrâ”yı,
“Verâset-i nübüvvet yoluyla tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakikate yol açmaktır.”(4)
şeklinde ifade eder ki, asfiyânın takip ettiği yol bu olmaktadır.
Yine Mesnevî-i Nûriye’nin mukaddimesinde her iki irşad yolunu birleştiren bir izaha yer verilmektedir. Bu yolda, istiğrak ehli olan ve akıl gözünü kapayarak, hakikate sülûk eden zatların aksine, kalb, ruh ve akıl gözü açık olarak manevî ve ilmî mücâhede vardır. Zira “cadde-i kübrâ” adı verilen bu hakikat yolu “Sahabe ve tâbiîn ve asfiyânın caddesidir.” Bu yol İmam-ı Gazalî, Mevlâna ve İmam-ı Rabbanî ile gelmiş, asrımızda da Bediüzzaman’la devam etmiştir.(5)
Bütün ulemânın ittifak ettiği husus şudur ki: “Derece-i şühûd, derece-i îmân-ı bilgaybdan çok aşağıdır.”
Yani îman hakikatlerine gaybî olarak inanmak, bazı evliyânın tariki olan müşahede etmek sûretiyle îman etmekten ve îmanını kuvvetlendirmekten daha üstündür. Bakara Sûresinin 3. âyetinde “Onlar gaybe îman ederler” buyurularak bu hakikate işaret edilir.
Ancak bütün bunlarla birlikte, milyonları bulan evliyâ, îman hakikatlerini mânevî keşif, kerâmet yoluyla görüp tasdik ederken; milyarlarla gelip geçen ve asfiyâ denen tahkik ehli zatlar ise, bu hakikatleri kesin delillerle aklen, fikren ve kuvvetli bir şekilde ispat etmişlerdir.
Fakat evliya ve asfiyanın manevî makam ve derecelerini, fazilet ve üstünlüklerini ayırmak ve tayin etmek kesin hatlarla çizilecek şekilde mümkün olmaz. Ancak meşgul oldukları saha ve dayandıkları esas bakımından asfiyâya misal olarak verilen dört mezhep imamı ve diğer hadis, kelâm ve fıkıh ulemâsı “velâyet-i kübra” makamı olan “Peygamber vârisliğini” devam ettirdikleri için, sırf keşif ve keramet yoluyla hakikata ulaşan ve “velâyet-i suğra” sahibi olan Muhyiddin-i Arabî, Hallac-ı Mansur gibi zatlardan daha yüksek mertebededirler. Bunun için Risale-i Nur'un çeşitli yerlerinde geçen “yüz yirmi dört bin enbiya, yüz yirmi dört milyon evliyâ, yüz yirmi dört milyar asfiyâ” tabirlerine bakarak asfiyânın evliyâdan makamca daha aşağı olduğu manası çıkmamalı. Fakat Abdülkadir Geylâni Hazretleri gibi bazı zatlar, aynı zamanda birer müçtehid olduklarından, hususî fazilet bakımından daha parlak bir makam sahibi olsalar da manevî derece bakımından dört imam gibi asfiyânın sultanı olan zatlar sahabe ve Mehdi’den sonra en yüce makam sahibidirler.(6)
Mutasavvıflar veliliği genel (velayet-i amme) ve özel (velâyet-i hassa) diye ikiye ayırırlar. Genel anlamda her mümin Allah’ın dostudur ve O’nun veli kuludur. Özel anlamda velilik ise düzenli, devamlı, kararlı ve ihlaslı bir şekilde ibadet ve kulluk eden, başta peygamberler olmak üzere takva sahibi bütün salih müminlere mahsustur.(7)
Allah’a yakınlık ve dostluk mümine O’na ibadet ve kullukla sağlandığından müminlerin velayetteki dereceleri amel ve ibadetlerine, ihlaslarına göre farklılık gösterir. Genel velâyet özel velayete dönüştüğü oranda değer kazanır. Kulun amacı özel veliliğe ulaşmak ve evliyaullah arasına katılmaktır. Fakat her velinin Hakk’a yakınlığı aynı olmadığı için özel velayetin de pek çok mertebesi ve menzili vardır.(8)
Nitekim peygamberler ve sahabîler arasındaki fazilet farkı da Hakk’a yakınlıktaki farktan kaynaklanır.
Ebu Nuaym el-İsfahanî evliyanın ayırt edici niteliklerinden bahseder. Buna göre;
- Kendisiyle karşılaşıldığında Allah’ı hatırlatan,
- Zorluklara ve musibetlere katlanan,
- Az yiyecekle yetinen,
- Giyimine önem vermeyen,
- Dünya ziynetine aldanmayan,
- Hakk’ın yarattığı varlıklar üzerinde tefekküre dalıp ibret alan,
- Allah ile olan ahdine sadık kalan,
- Allah'a sevgiyle bağlanan,
- İbadetlerini eksiksiz yapan,
- Kul hakkını gözeten,
- İnsanların ihtiyaçlarına yardım eden,
- İhlaslı, faziletli ve adaletli, içi hüzünlü, yüzü mütebessim
kimseler evliyadır.(9)
Bir müminin velî olduğunu kendisinin bilip bilemeyeceği konusunda çeşitli görüşler vardır. Bazılarına göre velî mütevazi kimsedir. Kendisinden bir keramet zuhur etse bile bunun Allah’ın mekri olabileceğinden korkar, sonundan da endişe eder.(10)
Bazılarına göre ise bir müminin kendisinin veli olduğunu bilmesi mümkündür. Bir kimseye Hak tarafından velayetini tasdik eden bir haber gelirse o kimse veliliğine inanır. Alemde Allah’tan başkasının bilemeyeceği veliler de vardır. “Velîlerim kubbelerimin altındadır, onları benden başkası bilemez” rivayeti uyarınca Allah bu velîleri mahremiyet kubbelerinin altında gizlemiştir(11).
Dipnotlar:
1. Mektubat, s. 74.
2. Şualar, s. 100.
3. a.g.e. s. 47.
4. Mektubat, s. 20.
5. a.g.e. s. 78.
6. a.g.e. s. 258-259.
7. Kelabazi, et-Taarruf, s. 74.
8. Gazali, İhya, 3/19-20
9. Ebu Nuaym el-İsfahanî, Hilye, 1/5-10.
10. Kuşeyri, er-Risale, s. 502.
11. Necmeddîn-i Dâye, Mirsadü’l-ʿibad, s. 226, 242, 379, 543.
Bazısı öyle oldugunu bilmez, ama öyledir. O kısmıda vardır. En doğrusunu Rabbimiz bilir.
Emmare/Levvame/Mulheme isimli 3 Nefs Mertebesindeysek, bahsettigin gruptan değiliz. Çünkü bu 3’ünde hayvani sıfatlar mevcuttur.
|