Raviyan-ı ahbar şöyle anlatmışlardır ki Ayasofya nam bu ulu mabet, aynı mekânda yapılan üçüncü mabettir ve dahi bugüne değin âlemde ondan daha büyük ve haşmetli bir mabet yapılmamıştır. Öyledir ki görenlerin hayreti arşa dayanmış, uzak diyarlardan hangi dine inanmış olurlarsa olsunlar bu mabedin namını işitenler sırf onu görmek için şehirlerin ecesi Konstantiniyye’ye gelmiş, göremeyenler onun ismine şiirler söylemiş, hikâyeler anlatmış ve efsaneler dillendirmişlerdir. Hâsılı onu görmezden evvel âlemde ismi yayılmış ve Çin’den Hind’e, Roma’dan Asya içlerine kadar Konstantiniyye dendiği vakit akla evvel bahiste Ayasofya gelmiştir. Ayasofya’nın ilk yapılış tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte rivayet edenler söylemişlerdir ki İsa’nın doğumundan üç yüz altmış sene sonra ocak ayında Konstantiniyye’nin kurucusu Doğu Roma Kralı Konstantinos, Hz. İsa’nın dinini kabul edip de putlara tapmaktan vazgeçince memleketinin her yanında kiliseler yaptırmış ve devletinin merkezi olarak seçtiği Konstantiniyye’yi yeni Roma olarak inşa ettirip buraya büyük bir kilise bina etmeye azmetmiştir. Ve o kral zamanında başlanan kilise inşaatı, oğlu Konstantius zamanında ve otuz dört senede tamamlanmış ve “Megale Eklessia” yani Büyük Kilise ismiyle adlandırılmıştır. Hâlen dahi duvarlarındaki taşlara kazınmış bu isim okunmaktadır. Bu mabet şimdiki Ayasofya kadar büyük ve haşmetli olmamakla beraber o vaktin en büyük kiliselerinden olduğu anlatılmıştır. Zira Konstantiniyye’yi yeni Roma olarak hayal eden ve öyle inşa eden kralın Roma kiliselerine hem büyüklüğü ve hem de kutsiyeti ile rakip olsun diye cihanın dört bir yanından Hz. İsa dininin kutsal emanetlerini getirip de bu mabede sırladığı anlatılmaktadır.Lakin bu büyük mabet çok uzun yaşayamamış İsa’dan sonra dört yüz dört senesinde çıkan bir büyük ayaklanmada harap olmuş ve topyekûn yıkılmıştır. Bir vakit böyle harap kalan mabet Kral II. Theodosios zamanında dört yüz on beş senesinde yeniden o eski mabedin kalıntıları üzerine büyük kısmı ahşaptan olmak üzere yapılmış ve kutsanarak yeniden ibadete açılmıştır. Amma! Yine bu mabedin talihi yâver gitmemiş çok uzun yaşayamamıştır. Anlatanlar söylemişlerdir ki o vakitte yaşayanlar içinde İsa dinine inananlar ve puta tapanlar arasında sonu gelmez ve amansız bir düşmanlık vardır. İşte öyle hâllerden birinde Ayasofya’nın hemen karşısındaki hipodrom denen yerde bu iki grup arasında bir çatışma çıkmış ve neticesinde “Nika İsyanı” diye anlatılan bir isyan vuku bulmuştur. Öyle kanlı ve yıkıcı bir isyan olmuştur ki bir saatin içinde beş bine yakın insan öldürülmüştür. Ve bu azgın güruh gözü dönmüş hâlde Ayasofya’ya saldırmış ve o gün hem Ayasofya hem Aya İrini kiliselerini hem de kralın sarayını ateşe vermişler de kül eylemişlerdir. Sene İsa’dan sonra beş yüz otuz ikidir. Ve böylece ikinci kez inşa edilen Ayasofya dahi yanmış, yıkılmış ve kül olmuştur. O vaktin kralı Justinianus hem zorlukla bu isyanı bastırmış ve hem de bu isyancıların aman dilemelerine bakmadan ve acımadan onları cezalandırarak kendi kudretini perçinlemiştir. Bilenler ve görenler şöyle anlatmıştır ki görünürde Ayasofya’yı helak eden bu isyan esasında asıl ve büyük Ayasofya’nın inşasına vesile olmuş ve bu yangının küllerinde işte bugünkü o ulu mabet doğmuştur.İşte bu kral için derler ki o vaktin en büyük ve en kudretli kralıdır. Ve işte bugünkü ulu mabet Ayasofya o kral zamanında yapılmış ve bugüne değin bir sütun gibi ayakta kalmıştır. İmdi buraya değin yazılanlar bu ulu mabedin ilk ve ikinci yapısı hakkında daha ziyade kulaktan kulağa anlatılıp da gelenler ve söylenenlerdir.
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır...
|