Bu konuyla alakalı kendisi de geçmişte bazı arayışlara girmiş bizzat meditasyon yapmış Dr. Mustafa Merter’in Kaknüs yayınlarından çıkan ‘’Dokuz Yüz Katlı İnsan’’ adlı kitabından bazı alıntılar yapacağım: [ Dünyada ve bizde bu çevreleri tanıdığım için mukayese yapabiliyorum. Haftada bir kez toplanıp, 1-2 saat meditasyon yapıp, daha sonra Beyoğlu’nun veya Kadıköy’ün arka sokaklarında dumanlı bir meyhanede, kadınlı erkekli kafayı çekerek hiçbir zaman ulaşılamayan aydınlanma üzerine spekülasyonlar yapmakla, aydınlanma olmaz. Bu olsa olsa bir ‘’kozmik lunapark kulübüdür’’ Bu çevrelerde zamanında ‘’usta’’ diye geçinen şimdi dünyasını değiştirmiş bir zatın, ağır bir rahatsızlık geçirdikten sonra iyileştiğinde, ‘’Ölseydim, öldüğüme yanmayacaktım, bir kızı daha yatağa atmadan gittiğime yanacaktım’’ dediğini anımsıyorum. O zaman kendisi yetmişlerindeydi! Böyle bir din olamaz. ‘’Spiritüel hedonizm’’ bırakın aydınlatmayı insanı karanlıkların en karanlığına sürükler. Maalesef bunun örneklerini çok gördüm. Bu çevrelerde ‘’nefs hiljeni’’ pek bilinmediği için çiğnenmiş ve sürdürülen hayat tarzı yüzünden nur kaybolmuştur. Böyle bir hayat sürdüren insanlar için yıkım kaçınılmazdır.
Bir müddet bu şekilde yol alınıp da nihayet balayı dönemi bittikten sonra kişi içinde bazı tereddütler hissetmeye başlar. Sanki ayakları bir yerlere takılmış ilerleme durmuştur. Süresi uzatılsa da meditasyonlar artık zevk vermez olmuştur. Bu çöküntü bir guru veya bir kurtarıcı arayışının başlangıcıdır. Öyle ya başka kimden medet umacak ki? Bu çevrelerde dine ilkel yaratan fikrine belirsiz hele kul olma fikrine gayet iğrenç bir konum gözüyle bakılır. Dolayısıyla İslami bir çareye başvurmak söz konusu bile olamaz. Ve sonra piyasadaki ‘’avcı-guru’’lardan bir tanesiyle karşılaşılır. Üstadın isminden ya birisi söz etmiş ya da bir ilanda görülmüştür. Toplantıya gidilir. Orada karşısına çoğunlukla Hindistan’dan getirilmiş projektörlerle aydınlatılmış yüksek taht gibi bir yere oturtulmuş beyaz elbiseli bir ‘’mübarek’’ çıkar. Yüzünde aynı gizemli derin ‘’ruhani’’ ifade insanı delip geçen bakışlar….’’Bizimki’’ hipnotize olmuş gibi gözünü ondan ayıramaz. Hele bir de konuşmaya başladı mı! Bu ‘’mübarekler’’ öyle genel ifadelerle konuşurlar ki sözleri tıpkı falcı ya da bohçacı kadınların ki gibi üzerinize tıpa tıp oturuverir. Dinledikçe gözlerden yaşlar gelir, yürekler ferahlar işte bu o duyguları oluşur. Seans bittikten sonra ‘’mübareğin’’ şişman ayaklarını öpmek ve nazarını yakından görmek için sırada beklenir.
Yeni Çağ maneviyat arayışlarının da sahte ve geçici haller yaşatmasının yanı sıra nefs sağlığını tehdit eden başka yönleri de söz konusudur. Nefs şişmesi (ego inflation) ve sahte ermiş alt kişiliklerin ortaya çıkması ikinci büyük tehlikedir. Özellikle ‘’şifacılarda’’ böyle bir tehlikeyi şahsen gözlemledim. Enerji verenler, şakra açanlar, şifacılar, verdikleri her neyse, bunun kendilerinden geldiğine inanırlarsa hem kendileri hem de şifa dağıtılanlar açısından büyük bir tehlike söz konusudur. Geçenlerde haber aldığım bir vakada durumun ne kadar vahim olduğuna bir kez daha şahit oldum. Eski Sovyet Cumhuriyetleri’nden gelmiş bir şifacıya giden genç bir çift kısa bir süre sonra büyük bir trajedi yaşamış. Genç adam kendisine vahiy geldiğine inanmış ve kendi de ‘’şifa’’ dağıtmaya başlamış. Bununla da kalmamış eşinden de ayrılmış.](Sayfa 288-292)
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır...
|