Alıntı:
QABBALAH Nickli Üyeden Alıntı
Verdiğiniz yanıtı çok ama çok tebrik ediyorum bilgileriniz çok güzel şu an işteyim bunun yanıtı uzun olduğu için daha sonra yanıtlayacağım
|
Bakara 79. Ayetiyle birlikte bu konu ile alakalı gördüğüm bakara 75. Ayetidir. Ayetin başındaki ilk ifadede Müslümanlara ‘’Siz şimdi adeta yana yakıla bu Yahudilerin size inanmaları mı arzu ediyorsunuz?’’ mealinde bir hitapta bulunulduktan sonra bunu takip eden ‘’ وَقَدْ كَانَ فَرِيقٌ مِّنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلاَمَ اللّهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ مِن بَعْدِ مَا عَقَلُوهُ وَهُمْ يَعْلَمُونَ’’ ifadesinde onların inanmama 8icabet ve tasdik etmeme) gerekçelerinden söz edilir. Bu ifadede, Yahudilerden bir grubun Allah’ın kelamını dinledikleri, fakat daha sonra, onu bile bile tahrif ettikleri bildirilir. Mezkur ifadede geçen (ferik) lafzı ‘’ayrılma, bölünme, parçalanma’’ manasındaki (frk, fark) kökünden türemiş bir sıfat-ı müşebbehe olup ‘’ toplumun ana gövdesi içinde ayrı bir grup, topluluk, taife’’ gibi bir anlam ihtiva eder. Kendi lafzından tekil formu bulunmayan ‘’ferik’’ kelimesi bu ayet bağlamında Medine Yahudilerinin özellikle ulema sınıfına karşılık gelir. (Taberi, Camiu’l-Beyan 2.cilt sayfa 140)
Yahudilerin inanmaya yanaşmadıkları şey, Hz. Peygamber’in nübüvveti ve Kur’an vahyidir. Dolayısyla müslümanların Yahudilere yönelik ümit ve beklentileri, Hz. Peygamber’in nübüvvetini tasdik ve onun davetine icabettir. (Taberi Camiu’l-Beyan cilt 2 sayfa 139) Ancak ‘’ أَفَتَطْمَعُونَ’’ lafzının başındaki inkari ve/veya taaccübi istifham, müslümanların bu konudaki ümit ve beklentilerinin gerçekleşmeyeceğini belirtir. Daha açıkçası ‘’ أَفَتَطْمَعُونَ أَن يُؤْمِنُواْ لَكُمْ’’ ifadesi ‘’Ey Müslümanlar! Bu Yahudiler size asla inanmayacak, İslam davetinize icabette bulunmayacaklardır. Dolayısıyla onların size inanmalarını beklemeniz hayreti mucip bir husustur’’ şeklinde bir manaya gelir. (İbn Aşur, et-Tahrir ve’t-Tenvir cilt 1 sayfa 566)
Ayetin başındaki istifham edatından hareketle denilebilir ki Yahudilerin Hz. Peygamber’in davet ve tebliğine inanmalarını beklemek bir bakıma ham hayalden ibarettir.
Ayetteki ‘’ وَقَدْ كَانَ فَرِيقٌ مِّنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلاَمَ اللّهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ’’ ifadesi Mücahid, Süddi, İbn Zeyd gibi müfessirler tarafından ‘’Onlardan bir grup Tevrat’ı dinler; fakat daha sonra onu tahrif ederler’’ şeklinde izah edilmiştir. (Taberi, Camiu’l-Beyan 2.cilt sayfa 141) Bu izahtan anlaşıldığı kadarıyla Tevrat’ı dinleyip tahrif edenler, Hz. Peygamber devrindeki Yahudi din alimleridir. Ancak Taberi’ye göre ‘’tahrif’’ eyleminin öznesi olan kişilerin elinde bulunan yazılı bir metin için ‘’dinleme’’ fiilinin kullanılması söz konusu izahı tutarsız hale getirir. Ayette söz konusu edilen zümre Hz. Musa devrindeki İsrailoğulları’dır. Nitekim onlar Hz. Musa’nın dilinden Allah’ın kelamını dinlemişler ve fakat ilahi kelamın manasını/maksadını bile bile çarpıtmışlardır, yani kasten yanlış anlamış ve yorumlamışlardır. (Taberi, Camiu’l-Beyan 2. Cilt sayfa 143) Tabi alim A’meş’in yorumuna göre ayetteki ‘’kelamellah’’ lafzı Kur’an’a da hamledilebilir. Bu takdirde ‘’ وَقَدْ كَانَ فَرِيقٌ مِّنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلاَمَ اللّهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ’’ ifadesi Yahudilerin Kur’an’ı dinleyip manasını/maksadını kasıtlı olarak çarpıttıklarına delalet eder. (Ebu Hayyan, el-Bahru’l-Muhit cilt 1 sayfa 439)
Ayetteki (Allah’ın kelamı) lafzı A’meş tarafından (Allah’ın kelimeleri/sözleri) şeklinde okunmuştur. Ebu Hayyan ‘’kelam’’ ve ‘’kelim’’in aynı manaya geldiğini vurgulamıştır.( Ebu Hayyan, el-Bahru’l-Muhit cilt 1 sayfa 439) ‘’Kelam’’ sözlükte ‘’yaralamak’’ ve ‘’açıklayıcı ve anlam ifade edici tarzda konuşmak’’ manalarına gelen (klm, kelm) kökünden türemiş bir mastar/isimdir. Hem bir söz öbeğini oluşturan lafızları hem de bu lafızların taşıdığı anlamları ifade eden ‘’kelam’’ kelimesi örfte ‘’ağızdan çıkan anlaşılır ve anlamlı sese verilen ad’’ diye tarif edilir. Kur’an’da mastar isim ve fiil türevleriyle 75 kez geçen ‘’kelm’’ kökünün ‘’tekellüm’’ şeklindeki türevi ‘’konuşmak’’, ‘’tiklam’’ ve ‘’tiklame’’ şeklindeki türevleri ise ‘’güzel, fasih sçz’’ veya ‘’konuşmak’’ manasına gelir. (İbn Manzur, Lisanü’l-Arab 12. Cilt sayfa 522-524)
Söz konusu ifadede geçen (yüharrifunehü) lafzı ‘’bir şeyin tarafı, kenarı, ucu’’ manasına gelen (hrf, harf) kökünden türemiş bir fiildir. Bu kökten türeyen ‘’inhiraf’’ sapmak/ayrılmak manasına gelir. (İbn Side el-Muhkem 3. Cilt sayfa 306-307) Kökün tef’il babındaki mastarı ‘’tahrif’’ şeklinde olup iki manaya muhtemil bir sözü tek manaya hamletmeyi veya sözün manasını benzer manalarla değiştirmeyi (tebdil) belirtir. (Rağıp el-İsfehani, el-Mufredat sayfa 114) Yahudilere izafe edilen tahrif, genellikle kendi kutsal kitaplarındaki metinleri değiştirmek ve bazı hükümleri tağyir etmek. (Sa’lebi, el-Keşf ve el-Beyan cilt 1 sayfa 222) şeklinde değerlendirilir.
Bakara suresi 75. Ayetteki ‘’ وَهُمْ يَعْلَمُونَ’’ ifadesinin başında yer alan ‘’Vav’’ harfi hal/durum bildirir. Buna göre Yahudiler Allah’ın kelamını bilerek isteyerek tahrif etmişlerdir. Müfessirler ‘’bilme’’nin neye taalluk etmiş olduğu hususunda öncelikli olarak iki ihtimalden söz etmişlerdir. Birincisi ilahi kelamdaki maksat ve muradı gayet iyi anlamalarına rağmen onu çarpıttıklarını bilmek, ikincisi ise tahrifin ilahi cezayı/azabı mucip bir günah olduğunu bilmek şeklindedir. ((İbnü’l-Cevzi, Zadu’l-Mesir 1.cilt sayfa 104 Tabersi, Mecmuau’l-Beyan 1.cilt sayfa 194) Bu iki ihtimal haricinde tahrife kalkışarak hak ve hakikatten saptıklarını veya kendilerinin ne durumda olduklarını veyahut ilahi murada aykırı iş yaptıklarını bildiklerinden söz edilebilir. (Cüşemi, et-Tehzib cilt1 sayfa 444¸bn Adil, el-Lübab cilt2 sayfa 197)