1928 devrimini oluşturan tedbirler bütününü masum gerekçelerle açıklamak zordur. Yazı reformunun okuryazarlığa etkisini, sembolik-ulusal değerini vb. bir an için kabul etsek bile, bu amaçları elde etmek için a) ilköğretimde yeni yazıyı esas almak, b) resmi yazışmalarda yeni yazı kullanımını zorunlu kılmak, ve c) yayıncılıkta yeni yazı kullanımını devlet eliyle teşvik etmek hiç şüphesiz yeterli olurdu. Oysa 1928 Harf Kanunu, bunlarla yetinmemiştir. Kanunun 4. maddesi, kanunun yayın tarihinden iki hafta sonra başlamak üzere eski yazıyla her türlü gazete ve mecmua yayınını yasaklamakta; 5. madde ise, ertesi yıl itibariyle, eski yazıyla kitap basılmasını suç haline getirmektedir. Daha radikali, 9. maddedir: “Bütün mekteplerin Türkçe tedrisatında Türk harfleri kullanılır. Eski harflerle matbu kitaplarla tedrisat icrası memnudur.” Bunun anlamı, eski yazı bilgisinin toplumdan silinmesidir. Devrim projesinin başarıya ulaşması halinde, ülkenin 900 yıllık kültür birikimini okumak ve yorumlamak imkânının yok edilmesi öngörülmüştür. 1929’da ilk ve orta dereceli okullardan Arapça ve Farsça dersleri kaldırılmıştır. 1930’da imam-hatip okullarının ve 1933’te İstanbul Darülfünununa bağlı İlahiyat Fakültesinin kapatılmasından sonra, Türkiye’de yaklaşık yirmi yıl boyunca hiçbir resmi ve özel yasal çerçevede eski yazıyla Türkçe eğitimi verilmediği anlaşılmaktadır. Sadece İstanbul Edebiyat Fakültesi ve Ankara DTC okulunda Arapça ve Farsça kürsüleri bulunmaya devam etmişse de, bu kürsülerde ders alan öğrenci sayısı hiçbir zaman üç-beşi aşmamıştır İlk Çin imparatorluk hanedanının kurucusu Shih Huang Ti’nin (MÖ 221-210), kurduğu devlet düzeninin sorgulanacağı korkusuyla, ülkesinde geçmişte yazılmış tüm kitapların yakılmasını emredişinden bu yana geçen ikibinikiyüz yılda, devlet eliyle girişilmiş bu boyutta bir kültür katliamına yeryüzünün herhangi bir yerinde rastlamak mümkün değildir.
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır...
|