Alıntı:
Sadik36 Nickli Üyeden Alıntı
İlham demiyelim de şu ayetle örnek vereyim sana sorunu açıklamak için .
Sana kitabı indiren O’dur. Onun (Kur’an) bir kısım âyetleri muhkemdir, ki bunlar kitabın esasıdır, diğerleri ise müteşâbihtir. Kalplerinde sapma meyli bulunanlar, fitne çıkarmak ve onu (kişisel arzularına göre) te’vil etmek için ondaki müteşâbihlerin peşine düşerler. Hâlbuki onun te’vilini ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek pâyeye erişenler. Derler ki: Ona inandık, hepsi rabbimiz katındandır. (Bu inceliği) yalnız aklıselim sahipleri düşünüp anlar.
Yani alimler ancak tevilini anlayabilir.ilham dediğin budur.yani gaybı falan Allah hiçkimseye bildirmez.peygamberler hariç
Değerli abim Allah senden razı olsun.sorumu güzelce açıklamışsın ameli konularda imamlar arası görüş ayrılığını anlıyoruz (peygamberimiz bazen farklı amel etmesinden dolayı abdest mevzusu mesela)peki itikadi olarak ayrılıkları nasıl anlamalıyız?
|
Değerli kardeşim bu oldukça uzun ve izaha muhtaç bir konu kısaltıp bazı malumatlar aktarmaya çalışacağım. 1) ÎMÂNDA KALBİN YERİ:Kur’ân-ı Kerîm’in bazı âyetlerinde îmân, kalbe nisbet edilmektedir. Şu âyetlerde olduğu gibi:
“Allah, îmânı, onların kalplerine yazdı.” (Mücâdele Süresi ayet 22)“Fakat Allah size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde süsledi.” (Hucurât, süresi ayet 7)“Îmân, henüz kalplerinize girmedi.” (Hucurât,süresi ayet 14)“Kalbi îmân ile mutmain olduğu hâlde (dinden dönmeye) zorlanan hâriç, kim, îmândan sonra Allah’ı inkâr ederse (ona Allah’ın gazâbı vardır).” (Nahl, süresi ayet 106) “Ey Peygamber! Kalpleri îmân etmediği hâlde ağızlarıyla “İnandık!” diyen kimselerden küfür içinde koşuşanlar(ın hâli) seni üzmesin!” (Mâide, süresi ayet 41)Hz. Peygamber (s.a.v.):“Yâ Rabbi! Kalbimi dininde ve Sana itaatta sâbit kıl!” diye dua ederdi.[ Müslim, Îmân, 1; Ebû Dâvûd, Sünnet, 15; Tirmizî, Îmân, 4; İbn] Hz. Peygamber (s.a.v.), “Lâ ilâhe illallah” deyip de kalbinde arpa miktârı, buğday miktârı, hattâ zerre miktârı îmânı olan kimsenin cezası kadar cehennemde kaldıktan sonra çıkıp cennete gireceğini müjdelemiştir.[ Buhârî, Tevhid, 19; Müslim, Îmân, 316, 325; Nesâî, Îmân, 18; Tirmizî, Birr, 61.] Ashâb-ı Kirâmdan Üsâme b. Zeyd (r.a.), düşmanla harp ederken düşmanlardan birisini, “Lâ ilâhe illallah, Muhammedür Rasûlullah” demesine rağmen öldürmüştü. Bunu Hz. Peygamber (s.a.v.) duyunca çok kızmış ve Üsâme (r.a.)’a: “Kelime-i tevhid getiren birini niçin öldürdün?” diye sormuş, o da: “Yâ Rasûlallah! O, canını kurtarmak için bunu söyledi” deyince, Hz. Peygamber (s.a.v.): “Ölüm korkusundan söylediğini nereden biliyorsun, kalbini yarıp baktın mı?” diyerek Üsâme (r.a.)’ın yaptığının doğru olmadığını bildirmiştir.[ Müslim, Îmân, 158, 159; Ebû Dâvûd, Cihâd, 95; İbn Mâce, Fiten, 1; Ahmed b. Hanbel, IV, 439.]Bütün bu âyet ve hadisler, îmânın yerinin kalp olduğuna ve îmânın esas rüknünün kalp ile tasdik olduğuna açıkca delâlet etmektedir.[ Mâtürîdî, Kitâbu’t-Tevhid, Thk. Fethullah Huleyf, s. 373; Taftâzânî, Şerhu’l-Akâid, s. 153] Bundan dolayı Ehl-i Sünnet âlimlerinin muhakkikleri, îmânın, inanılacak hususları kalp ile tasdik olduğunda ittifak etmişlerdir.[ Mâtürîdî, Tevhîd, s. 373; Cüveynî, İrşâd, s. 397; Şehristânî, Nihâyetü’l-ikdâm, s. 471; Sâbûnî, Bidâye, sayfa 85]Mü’min olabilmek için kalp ile tasdik yeterli olmakla beraber bu kişi (puta tapmak; Peygamber’i, Kur’ân’ı, Kâbe’yi hafife almak; zarûrât-ı dîniyye dediğimiz dînî emir ve yasakları inkâr etmek vb.) küfür alâmeti olan hususlardan uzak durmalıdır. 2) ÎMÂNDA KALBİN ve DİLİN VAZİFESİ:Başta Ebû Hanîfe ve tâbileri olmak üzere bazı Ehl-i Sünnet âlimleri ise îmânın kalp ile tasdik ve dil ile ikrâr olmak üzere iki rüknü olduğu görüşündedirler.[ Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-ekber, s. 6; Tahâvî, el-Akîdetü’t-Tahâviyye, s. 42; Pezdevî, Usûlu’d-dîn, s. 146; Ömer Nesefî, Akâid, s. 109; Sâbûnî, Bidâye, s. 85; Taftâzânî, Şerhu’l-Akâid, s. 153] Bu görüşte olanlara göre dilsizlik ve küfre zorlanma gibi âcizlik ve zarûret hâllerinde dil ile ikrâr rüknü düşebilir. Ama böyle bir zarûret olmadığı sürece kişi îmânını gizlememelidir. Tasdik bir bâtın (kalp) işi olduğundan, dil ile ikrâr olmadan bir kimsenin mü’min olduğu bilinemez ve dolayısıyla ona mü’min muâmelesi yapılamaz. (Arkasında namaz kılmak, kestiğini yemek, müslüman kadınla evlenmesine izin vermek, ölünce cenâze namazını kılmak, müslüman kabristanına defnetmek, zekât ve öşür gibi dînî vergilerle yükümlü tutmak vb.) müslümanlık hükümlerinin uygulanması için kişinin müslüman olduğunun bilinmesi gereklidir.“Îmânın kalp ile tasdik ve dil ile ikrâr olmak üzere iki rüknü vardır” görüşünde olanlar Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şu hadîsini delil getirirler: “İnsanlar, «Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed, O’nun elçisidir» diye şâhitlik edip, namazlarını kılıp, zekâtlarını verinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Bunu yaptıkları zaman mal ve canlarını benden korurlar (kurtarırlar). Ancak, İslâm hakkı müstesnâdır. İç yüzlerinin muhâsebesi ise Allah’a aittir.”[ Buhârî, Cihâd, 102; Müslim, Îmân, 32-38; Ebû Dâvûd, Cihâd, 104.] Bu hadîs-i şerif, dil ile ikrârın, îmânın bir rüknü olduğunu bildirmekle beraber, esasen, kelime-i tevhid ve şehâdet getiren herkesin mü’min sayılacağına ve öldürülemeyeceğine delâlet etmektedir. Bu durumda şu üç sebebin dışında hiçbir mü’min öldürülemez: 1) Evli iken zinâ etmek, 2) Müslüman olduktan sonra irtidâd etmek, 3) İnsan öldürmek (kısasen).[ Buhârî, Diyât, 66; Müslim, Kasâme, 25]Müslümanlıkta hüküm, zâhire göre verilir. Bir kimse diliyle îmânını ikrâr ediyorsa -kendisinden küfür alâmetlerinden biri sâdır olmadıkça- onu mü’min saymak gerekir; küfrüne hükmedilemez. Bu durumda, münâfıklar da dünyada mü’min sayılır, mü’min muâmelesine tâbi olur. Onların münâfık olup olmadıklarının hesâbı bize değil, Allah’a âittir.Bir kimsenin mü’min sayılması için ömründe bir kere kelime-i şehâdeti getirmiş olması yeterlidir. O takdirde canı ve malı güvendedir. Îmânda, kalp ile tasdik esas rükün olup hiçbir şekilde düşmesi söz konusu değildir. Dil ile ikrâr ise, îmânın asıl rüknü olmayıp mecbûriyet hâlinde, yani canı ve malı tehlikeye düştüğü zaman düşen bir şartıdır.[ Taftâzânî, Şerhu’l-Akâid, s. 153; Ali el-Kârî, Şerhu’l-Fıkhi’l-ekber, s. 156] “Kalbi îmân üzere mutmain (îmânla dolu) olduğu hâlde (dinden dönmeye) zorlanan hâriç, kim, îmân ettikten sonra Allah’ı tanımaz, fakat küfre göğüs açarsa, Allah’ın gazâbı onların üzerinedir. Onlar için büyük bir azap vardır” (Nahl, suresi ayet 106) âyeti; canı, malı, ırzı, namusu vb. tehlikeye düştüğü zamanlarda kişinin diliyle küfür izhâr etmesinin câiz olduğuna ve bunun, kalbindeki îmânına zarar vermeyeceğine delildir.Kalbiyle îmân esaslarına inandığı hâlde bir zarûretten dolayı îmânını gizleyen kişi Allah nazarında mü’mindir. İnsanlar onun îmânını bilemedikleri için insanlar nazarında kâfir sayılır. Diliyle inandığını söylediği hâlde kalben inanmayan ise, münâfıktır. Kalpte tasdik olmadan sadece dille ikrâr, îmân olmaz.3) ÎMÂNDA TASDÎK, İKRÂR VE AMEL:Mûtezile, Hâricîler ve Ehl-i Sünet’ten bazı selef âlimleri ise, “kalp ile tasdik, dil ile ikrâr ve rükünlerle amel” olmak üzere îmânın üç rüknü olduğu görüşündedirler. Mûtezile’ye göre, büyük günah işleyen îmândan çıkar, ama küfre girmez. Çünkü kendisinde şehâdet bâkidir. O hâlde îmânla küfür arasında bir yerdedir (el-menzile beynel menzileteyn). Hâricîlerin bir kısmına göre, büyük günah işleyen, küfre girer. Bir kısmına göre ise küçük günah işlemek bile kişinin küfre girmesine sebep olur (Şehristânî, Nihâyetü’l-ikdâm, s. 471; Bağdâdî, Usûlu’d-dîn, s. 249.) İmâm Mâlik, İmâm Şâfî, İmâm Ahmed b. Hanbel, İmâm Evzâî vb. bazı selef âlimlerinin, “îmân, kalp ile tasdik, dil ile ikrâr ve rükünlerle ameldir” tarzındaki târifleri, Mûtezile ve Hâricîlerin târiflerine benziyor ise de arasında fark vardır. Zira, bunlara göre, büyük günah işleyen kâfir olmaz.[ Pezdevî, Usûlu’d-dîn, s. 146.] Şu halde bunlara göre, amel, kâmil îmânın bir rüknüdür.