Tasavvuf ilmi de Müslümanlar arasında müstakil bir ilim olarak teşekkül etmiştir. Sufiler, yaptıkları mücahede ve zikir sayesinde çoğu zaman his perdeleri kalkarak, ilâhî âlemlere ait nice gayb âlemlerine muttali olurlar ki, duyularla kayıtlı bulunan kimseler (ehl-i his) bu âlemler hakkında hiçbir şey idrak edemezler. İşte ruh da bu gayb âlemlerindendir. Bu keşfin sebebi şudur: Ruh, zahirî duygulardan sıyrılarak içe yönelirse, duyu organlarının his ve idrakleri zayıflar, buna karşılık ruh kuvvet kazanır, saltanatı artar ve yeni gelişmeler kaydeder. Zikir de buna yardımcı olur. Çünkü zikir ruhun inkişaf etmesinde gıda gibidir. Bu suretle ruh daima gelişerek “ilim” mertebesinden “şühud” mertebesine yükselir, his perdeleri tamamen ortadan kalkar ve nefsin zatî vücudu tamamlanır ki, bu, idrakin ta kendisidir. Nefis ve ruh bu mertebeye yükselince bir takım ilâhî bağışlara, ledünni ilimlere, gayb âlemine ait sırlara vs. mazhar olur. Nefisleriyle mücahedeye devam edenlerin çoğunda bu hal bulunur. Bu keşf ehli kimseler, varlığın hakikati hakkında başkalarının idrak edemediği nice sırlara vâkıf olurlar ve çoğu zaman gelecekteki halleri vuku bulmadan önce idrak ederler. Ayrıca, kalbî himmet ve nefsanî kuvvetleri ile maddiyat âleminde tasarruf sahibi olurlar. Fakat büyük mutasavvıflar bu keşiflere itibar etmezler, tasarrufta bulunma yollarına gitmezler ve memur olmadıkları şeyin hakikatinden haber vermezler. Bilâkis, kendilerinde vaki olan keşfi bir imtihan kabul ederler ve keşf hali vaki olduğunda ondan Hakk’a sığınırlar. İşte, Ashab-ı Kiram bu şekilde mücadele üzere lup, bu tür kerametlere herkesten çok onlar sahip idiler. Fakat bu kerametlere ve keşiflere itibar etmezlerdi. Hülefa-i Raşidin’in bu tür kerametleri çoktur. Kuşeyrî Risalesi ’nde yer alan tarikat büyükleri ile daha sonra onların yolundan gidenler de bu hususta Ashaba tabi olmuşlardır. Sonraki mutasavvıflardan bir kısmı bu tür keşf ve keramete ve gayb âlemlerine muttali olmaya önem vererek, bunun için çalışmışlar ve bunu sülüklerinin nihai gayesi saymışlardır. Ruhlarını inkişaf ettirip duyularını zayıflatma hususundaki metotları farklı olduğu için riyazet yolları da muhtelif şekillerdedir. Bunlar, zikredilen keşf halini hâsıl ettiklerinde, varlığın bütün sırlarını idrâk ettiklerini ve hakikatlere sahip olduklarını zannederler.”27İbn Haldun, bu veciz izahından sonra İmam-ı Gazali’nin İhyâ’sında bu şekilde gayesi keşf ve keramet olan Sufileri tasvip etmediğini, nitekim riyazet ve halvet sonucu bir takım gayri Müslim kimselerde de bu hallerin meydana gelebileceğini, itibar edilmesi gereken keşfin, şeriatta istikamet üzere olmaktan doğan keşf olduğunu haber verdiğini söyler. Bütün bu izahlardan anlaşıldığına göre, tasavvuf ilmi gerek konuları gerek gayesi ve gerekse metodu bakımından diğer şer’i ilimlerden oldukça farklı bir hususiyet arz etmektedir. Onun diğer dinî ilimler içerisindeki yerini şöyle bir yaklaşımla da tespit edebiliriz: Bilindiği gibi, fıkıh, tefsir ve hadis ilimlerinin dayanağı, his, akıl ve nakil(nass)dir. Bu ilimlerde nassların zahirî manaları esas alınır. Bunlarda akıl nassa tabidir. Kelâm ilminin kaynağı da his, akıl ve nakil olmakla beraber, burada akla daha fazla değer verilir ve yine nasları esas almak üzere felsefenin metodundan faydalanılır. Felsefe ’nin yolu ise his ve akıldır. Burada akıl nassdan daha önce gelir, hatta kendini nassla kayıtlı görmez. Tasavvufun yolu ise bütün bunlardan ayrıdır. Onun yolu, his, akıl ve nassın yanı sıra, dinî yaşantıdan kaynaklanan zevk, ilham ve keşftir. Ona göre hakikî bilgiye (irfana) nihai noktada keşf yoluyla ulaşılabilir. Bununla beraber şeriat hükümlerine uymak asıldır. Keşf yolunu esas almakla beraber şeriat ve nasslara itibar edilmezse buna da “işrak” yolu denir. Kısacası, ilim elde etmede iki temel yol vardır: Biri nazar ve istidlâl, akıl ve mantık yolu olup, bu yolda nasslara bağlı kalınırsa kelâm, bağlı kalınmazsa felsefe ilmi doğar. Diğeri ise riyazet ve mücahede, keşf ve sezgi yoludur. Bu yolla elde edilen ilme de şeriata ve nasslara bağlı kalınırsa tasavvuf; bağlı kalınmazsa işrak felsefesi denir. Bu izaha dayanarak diyebiliriz ki, tasavvuf ilmi, nassların zahirî hükümlerine göre amel etmeyi esas alması açısından fıkıh, tefsir ve hadis ile; nazar ve istidlâli de kullanması yönünden de kelâm ve felsefe ile ortak özelliğe sahiptir. Bütün bunların yanında, keşf, ilham ve sezgiyi de bilgi kaynağı olarak kabul etmesi yönünden de diğer ilimlerde olmayan nev‘i şahsına münhasır bir hususiyet kazanmış, bu haliyle de İslâmî ilimlerin ayrı bir veçhesini oluşturmuştur.
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır...
|