Size nasihat edilirse bunu uğursuzluk sayacak ve küfrünüzde devam mı edeceksiniz? Doğrusu siz haddi aşmış bir kavimsiniz, dediler. Antakya ahalisi, kendilerini saadete kavuşturmak isteyen elçiler ile inatçı bir mücadeleye girdiler ve asla dinlemediler. Neticede onları taşlayarak öldürmeye karar verdiler. Bu kararlarını, daha önce elçilerle görüşüp iman eden, Habib’ün-Neccar işitmişti. Şehrin en uzak bir yerinde olan evinden çıkıp, sür’atle koşarak, iman etmeyenlerin, elçiler ile mücadele etmekte oldukları yere geldi. Halka, böyle bir işten vazgeçip, onlara inanmalarını söyledi. - Ey kavmim! Uyun bu gönderilen elçilere... Uyun sizden hiç bir ücret istemeyen o kimselere... Onlar hidayet üzeredilerler. Onlara uyunuz ki, tebliğ etmeleri ve sakındırmalarından dolayı, sizden bir ücret istemiyorlar. Onlar sizi dünya ve ahıret hayrına davet etmektedirler. Layık olan şey, onlara ittiba etmeniz, tabi olmanızdır, dedi. Habib’ünNeccar böyle deyince, putperest halk; - Yoksa sen, bizim dinimize muhalefet edip, bu elçilerin dinine mi tabi olursun? Bizim ilahlarımıza tapmayıp, onların ilahına mı ibadet ediyorsun? dediler. Habib-ün Neccar: - Bana ne oldu ki, beni yaratan Allahü tealaya ibadet etmeyeyim? Siz öldükten sonra O’na döndürüleceksiniz.
Allahü tealanın huzurunda küfrünüzün, batıl amellerinizin cezasını göreceksiniz. Ben, Allahdan başkasını, putları ilah edinir miyim? Eğer Allahü teala bana bir zarar yapmak dilerse, putların şefaati bana hiç bir fayda vermez ve onlar beni kurtaramazlar. Eğer ben, Allahü tealadan başkasına ibadet edersem, apaçık bir hüsran, sapıklık içinde olurum, diye cevap verdi.
Habib-ün Neccar’ın şehid edilmesi Habib-ün Neccar, kavminin inkar içinde olduğunu görünce, onlara karşı ifade tarzı çok üstün olan bir hitapla konuştu. Böylece, insanı yoktan yaratanın Allahü teala olduğunu ve insanın öldükten sonra yeniden dirileceğini, dünyada yaptıklarının hesabını vereceğini anlatmak isdedi. İnsanın yaratılmasının bir nimet olduğuna, bu nimete şükür gerektiğine işaret etti. Bu şükrün de, insanın, Allahü tealaya iman ve ibadet etmesi ile olacağını belirtti. Habib-ün Neccar, kavmini ikaz edip, gelen elçileri dinlemelerini ve Allahü tealaya iman etmelerini söyledikten sonra, kendisinin Allahü tealaya iman ettiğini şöyle bildirmiştir: - Şüphe yok ki ben, sizi de yaratan Allahü tealaya iman ettim. İşte bunu benden duyun.
Gelin nasihatlerimi dinleyin. Habib-ün Neccar bu sözleri söyleyince, bunu işiten putperest halk, hep birden hücum edip, taşa tutarak onu şehid ettiler. Habib-ün Neccar, şehid edilmek üzere iken de; “Ya Rabbi! Kavmime hidayet ver” diyerek dua ediyordu. O şehid edilince, Allahü teala tarafından ruhuna hitaben; “Haydi gir Cennete” buyruldu. Bu hususta Yasin suresinin 26 ve 27. ayet-i kerimelerinde mealen buyruldu ki: “(Bütün nasihatlerine rağmen kavmi Habib-ünNeccar’ı şehid ettiler. Şehid edilince, Hak teala tarafından onun ruhuna hitabedilerek;) Haydi gir Cennet’e denildi. (Onun ruhu) dedi ki: Ne olurdu, kavmim, Rabbimin beni bağışladığını, Cennet’le ikram edilenlerden kıldığını bilselerdi. (Böylece küfürden vazgeçip, iman etselerdi ve böyle nimeti kazanmaya rağbet etselerdi.)” Meşhur ve muteber tefsirlerde şöyle bildirildi: Habib-ün Neccar şehid edilince, ruhuna hitaben; “Haydi gir Cennet’e” denildikten sonra o, kavminin kendi halini bilmelerini temenni etti. Böyle bir temennide bulunması, kavminin küfür ve inkardan dönüp tövbe etmelerini, şiddetli kızgınlık zamanında salih kimselerin yaptıkları gibi yapmalarını, yani düşmanlarına bile acıyıp, merhamet göstermelerini ve bu hususta kendisine benzemelerini teşvik içindir.
Nitekim o, kavmi kendisini öldürdükleri esnada bile, onlara acıyıp; “Ya Rabbi! Kavmime hidayet ver” diye dua etmiştir. Allahü teala, iman etmeyen ve Habib-ün Neccar’ı şehid eden putperest kavme gadab edip, cezalarını hemen verdi. Cebrail aleyhisselamın sayhası ile hepsi helak oldu. Kur’an-ı kerimde mealen şöyle buyruldu: “Ondan (Habib-ün Neccar’ın kavmi tarafından şehid edilmesinden) sonra, kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirecek de değildik. (Helak edilişlerine sebep) yalnız bir sayha (Hazreti Cebrail’ın sayhası) oldu, hemen sönüverdiler, ölüp gittiler.”
Bu sayha ile helak edilenler, parlak bir ateşe, helak edilmeleri de ateşin sönüşüne benzetilmiştir. Canlı kimse parlak bir ateş gibidir. Canlı kimsede tabii bir hararet vardır. Bu hararet arttığı, çoğaldığı zaman, insandaki gadab ve şehvet halleri de artar. İşte Habib-ün Neccar’ın kavminde de gadab ve şehvet halleri pek fazla idi. İşte Antakya ahalisi de, gadablarının şiddeti sebebi ile Habib-ün Neccar’ı şehid ettiler. Şehvetlerine, nefslerinin hevasına pek ziyade dalmış olduklarından, heva ve heveslerine tabi olarak hak ve doğru sözü dinlemediler. Kendi lerine gelen elçiler ve bu elçileri dinleyip, söylediklerini kabul etmelerini söyleyen Habib-ün Neccar, onların dünya ve ahıret saadetine kavuşmalarını istemişti. Fakat ne var ki, nefslerinin isteklerine uymaları ve isyanları sebebiyle helak edildiler ve bir anda sönüp gittiler.
Hazreti İsa’nın göğe çıkarılması İsa aleyhisselam, İsrailoğullarına gönderilen bir peygamberdir. İsrailoğulları daha önce kendilerine Musa aleyhisselamın getirdiği hak dine uymakta gevşeklik gösterdiler. Pek çok itirazda bulundular, hatta doğru yoldan tamamen ayrıldılar. Musa aleyhisselamdan sonra da nebiler gönderildi. Bu nebiler, İsrailoğullarını Musa aleyhisselamın bildirdiği dine uymaları için uyarıp, tebliğde bulundular. İsrailoğulları bunları dinlemediği gibi, pek çoğunu da şehid ettiler. İsrailoğullarının bütün bu isyanları ve azgınlıkları; bazan zulüm ile öldürülmelerine, bazan da esir edilip zillet içinde yaşamalarına sebep oldu. İsa aleyhisselama peygamberliği bildirildiği sırada da İsrailoğulları dağınık bir şekilde ve zillet içinde yaşıyorlardı. Hatta kendilerini kurtaracak bir peygamber bekliyorlardı.
Bekledikleri bu peygamberin, mücadeleci, tuttuğunu koparan, çok şiddetli, kavgacı, Yahudileri diğer milletlerin esaretinden kurtaracak olan bir şahsiyet olmasını umuyorlardı. İsa aleyhisselam, onları hidayete kavuşturmak için gönderilip, vazifelendirilince, İsrailoğulları ona inanmadılar. Onu çok yumuşak buldular. Kurtarıcı olarak gelen İsa aleyhisselam, dünyada sulh ve selamet hisleri yerleştirmeye, insanları birbirleriyle barıştırmaya çalıştı. Yahudilere, sapık yolda olduklarını ve bundan dönmelerini söyledi. İbadet olarak yaptıkları şeylerin gerçek ibadet olmadığını ve ahlaklarının bozukluğunu bildirdi. Kendisine tabi olmalarını ve sadece gösterdiği yolun doğru olduğunu söyledi. Yahudilerden bir cemaat, İsa aleyhisselam ve annesi Hazreti Meryem’e dil uzattılar. İsa aleyhisselam bunu duyunca onlar hakkında; - Allahım! Sen benim Rabbimsin. Sen beni “Ol” emrin ile yarattın. Bana ve anneme dil uzatanlara lanet eyle, diye bedduada bulundu.
Allahü teala, onun bu duasını kabul eyledi. Hazreti İsa’ya ve annesine dil uzatanları maymun ve domuza çevirdi. Bu durumu gören Yahudiler, hadiseyi aralarında görüştüler. Hazreti İsa’yı aramaya başladılar. İsa aleyhisselamın havarilerinden biri olan Yehuda (Judas), birkaç kuruş karşılığı İsa aleyhisselamın yerini onlara haber verdi. İsa aleyhisselamı yakalamak için Yahudilerle beraber eve girince, Allahü teala, Yehuda’yı İsa aleyhisselama benzetti. Yahudiler de, onu İsa aleyhisselam diye yakaladılar. Öldürüp astılar. İsa aleyhisselam da göğe kaldırıldı. Bu sırada 33 yaşında idi. Hıristiyanlar, İsa aleyhisselamın haça gerilip, orada öldüğüne, fakat sonra dirilip göğe çıktığına, Müslümanlar ise, İsa aleyhisselamın haça gerilmediğine, doğrudan doğruya göğe kaldırıldığına inanırlar.
Yahudiler, İsa aleyhisselama benzetilen şahsı yakalayıp, İsa aleyhisselam diye öldürdükten sonra; - Eğer bu İsa aleyhisselam ise, bizim arkadaşımız nerede? Şayet, bu bizim arkadaşımız ise, İsa aleyhisselam nerede? dediler. İşte bu, Yahudilerin İsa aleyhisselam hakkında ihtilaflarıdır. Bu hususta şüpheye düştüler. “Yüzü ona benziyor, bedeni o değil” dediler. Bu hususta, Kur’an-ı kerimde Tevrat’ı değiştiren İsrailoğullarının inkarları ve isyanları sebebiyle lanete uğradıkları mealen şöyle bildirildi: “Bu, (onları lanetlememiz) bir de inkarlarından, Meryem’e büyük iftirada bulunmalarında, Allahın resulü Meryem oğlu İsa’yı; “öldürdük” demelerinden ötürüdür. Yoksa, onu öldürmediler ve haça germediler.
Fakat onlara öyle göründü. (Onlardan biri İsa (a.s.) şeklinde kendilerine gösterildi ve bu adam öldürüldü.) Bu hususta ihtilaf edenlerin bilgileri ancak zan etmekten ibarettir.” Onu asmadılar, onu öldürmediler. Bilakis, Allahü teala, onu kendi katına yükseltti. Allahü teala her şeye kadirdir, hakimdir.” (Nisa: 157,158) İsa aleyhisselamın diri olarak göğe çıkarılması hususunda, Al-i İmran suresinde de şöyle buyrulmaktadır: “Yahudiler (İsa aleyhisselamı öldürmek için) hileye saptılar. Allah da (İsa aleyhisselamı göğe kaldırmak ve hilekarlardan birini İsa aleyhisselam gibi gösterip, yine kendilerine öldürtmek suretiyle onlara) mukabele etti, ceza verdi. Allahü teala hile yapanlara, umulmayan yerden ceza vermeye onlardan daha kadirdir. O zaman Allahü teala buyurdu ki: “Ya İsa! Muhakkak ben, seni yerden (en mükemmel şekilde) alıp meleklerin makamına yükselteceğim. Seni (ecelin bitince) öldürecek olan benim. Seni (sana kasteden) kafirlerin arasından çıkaracağım, onların şerlerinden kurtaracağım. Senin dinine tabi olanların, kıyamet gününe kadar küfredenlerin (ahırette) dönüşü de yalnız banadır. O vakit aranızda, ihtilaf ettiğiniz şeyde hükmü ben vereceğim.
O kafirlere gelince, ben onları dünyada da ahırette de en şiddetli bir azabla cezalandıracağım. Ve onları azabdan kurtarmak için hiçbir yardımcıları yoktur. Fakat iman edip, salih amel işleyenlere gelince, Allah onların hayır amellerinin sevabını noksansız olarak verecektir. Allah zalimleri sevmez” (Al-i İmran: 54-57) “Onu kesinlikle öldürmediler; tersine Allah onu kendisine yükseltti.” ayeti Hazreti. İsa’nın yukarı kaldırılması anlamına gelmektedir. Zira bu ayette yükseltmek ve yukarı kaldırmak kelimesi (Rafea) kullanılmaktadır. Yükseltmek ve yukarı kaldırmak kelimesi bir şeyi aşağıdan yukarıya nakletmek anlamına gelir. Bazıları buradaki yüksetmeyi mecazi anlamına alarak; manevi makam ve derecesi yükseltildi, olarak tefsir etmektedirler… Halbuki bir kelimenin mecaza hamledilmesi için gerçek manasının imkan dahilinde olmaması gerekir. Kelimede gerçek mananın kastedilmesine engel teşkil eden bir karine olduğu zaman bu takdirde mecaz anlamı alınır. Halbuki burada manevi makamın kastedildiğine işaret eden bir karine ve alamet yoktur. Bu durumda kelimenin gerçek manası olan yukarı kaldırmak, yükseltmek anlamı kesinlik kazanır… Ayette belirtilen “yukarı kaldırmak ve yükseltmek” anlamını mecaz olarak düşünüp, manevi derecesinin ve makamının yükseltildiği tarzında tefsir etmek ayetlerin akışıyla uyumlu değildir.
Yani bunun zikredileceği yer bu ayet olamaz… Zira ayetlerin ele aldığı konu bu mesele değildir. Diğer yandan büyük peygamberlerin (ülü’l-azm) hepsi de üstün makama ermiş resullerdir. (Allah onu yükseltti…) cümlesine (kendisine) kelimesini ilave etmek suretiyle, Hazreti. İsa’nın yükseltilmesi için bir varış yeri (münteha) zikredilmesi, mecaz ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Çünkü yükseltme için bir varış yerinin tayin edilmesi, manevi mevkinin kastedilmesini anlamaya uygun değildir. Zira anlam bu olsaydı, o takdirde “Allah onu yükseltti…” denirdi. Fakat ayet: “Allah onu kendisine yükseltti…” demektedir. Kendisine yükseltmesi tabii ki semaya, meleklerin mekanına kaldırması anlamındadır.
Manevi derecesinin yükseltilmesi sadece Hazreti İsa Mesih’e has bir durum değildir. Ki Allahü teala onu burada Hazreti İsa’ya bir ihsan ve iyilik olarak zikretsin. Tersine bütün peygamberler buna dahildir. Hatta salih ve iyi kimseler bile bu duruma girerler… Burada ayete “Allah onun ruhunu yükseltti…” anlamı vermekte doğru olarak gözükmemektedir. Zira bu durumda sadece Hazreti İsa Mesihe mahsus bir durum değildir. Bütün peygamberler ve salihlerin ruhu Allaha yükselir… O halde burada yükselen hem ruhu ve hem de bedeniyle beraber onun şahsıdır. Zaten hiçbir müfessir ayetteki yükseltmeyi manevi makamın yükseltilmesi veya sadece ruhunun yükselmesi olarak tefsir etmemiştir. Zira bu ayette mecaz olmayıp ilk akla gelen anlamla bir şahsın ruhuyla ve bedeniyle semaya kaldırılması pek açıktır…
Hazreti İsa’nın nüzulunu inkar edenler, Teveffi kelimesinin vefat ve öldürmek manasına geldiğini, dolayısıyla onun ölmüş olduğunu ileri sürmekteler… Al-i İmran suresinin 55. ayet-i kerimesinde geçen “müteveffike” lafzı sıfat olup, seni öldüreceğim manasına değildir. Teveffi kelimesi başka manalara da gelmektedir. Bunlardan biri de “kabzetmek ve almaktır”. Mecaz olarak canını almak, öldürmek anlamına da gelir. Zemahşeri’nin “Esasu’l-Belağa” adı sözlüğünden anlaşılan budur. O halde ayetin anlamı: Seni yerden alacağım ve kendime, semama kaldıracağım, şeklindedir. Teveffi Kelimesinin “Almak, Kabzetmek” anlamına Gelişine Kur’an-ı kerimde bir çok misal vardır. Bazıları şunlardır: Allah, ölümleri anında canları alır (teveffi ettirir); ölmeyenleri ise uykularında alır (teveffi ettirir…) Zümer :42 :
“Geceleyin sizleri teveffi ettiren ve gündüzün neler yaptığınız bilen O’dur.” (Enam: 60 ) Yukardaki her iki ayette de geceleyin uykuda ruhların bir çeşit alınmasına (uyku haline) teveffi denilmiştir. Açıktır ki bu ayetlerde teveffi, ölüm anlamına gelmemektedir. İşte bunlar gibi Hazreti İsa hakkındaki ayette geçen teveffi de ölüm anlamında değildir… Bir Hıristiyan papazın hazırlamış olduğu ve Beyrut’ta katolik matbaasında basılan Arapça “EI-Müncid” lügat kitabında “teveffa” kelimesine; “Hakkını tam olarak almak” manası verilmiştir. Şanına layık olanı vermek demektir. Öldürmek manasına mecazen kullanılmaktadır. Yani bu ayet-i kerimenin meali; “Ben, senin şanına layık olanı yaparım, meleklerin makamına yükseltirim” demektir. Allahü teala dilerse yükseltir. Allahü teala, İsa aleyhisselamı yükseltmeyi dilemiş ve yükseltmiştir. Yahudiler tarafından öldürülmesini dilememiş ve çarmıha başkasını gerdirmiş, Hazreti. İsa’yı öldürtmemiştir.
Bunun için bazı tefsir alimleri “teveffi” kelimesine “almak” manasını verip; “Yahudilerin katlinden hıfz etmek için, yerden seni kamilen alır kabzederim” meali ile te’vil etmişlerdir. “Kurtubi tefsiri”nde bu ayet-i kerime tefsir edilirken şöyle buyrulmuştur: “Dahhak ve Ferra; “Ben seni yerden (en mükemmel şekilde) alıp...” mealindeki ayet-i kerimede “teveffi” kelimesi ile “rafi’ “ yani yükseltmek kelimesi arasında takdim te’hir vardır. Çünkü bu iki kelime arasındaki “vav”, tertibi gerektirmez. Takdim te’hire göre mana şöyledir: “Seni, iman etmeyip küfredenlerin arasından, tertemiz olarak kurtarıp meleklerin makamına yükselteceğim. Yeryüzüne indirilmenden sonra da (ecelin gelince) vefat ettireceğim.” Bu hususda Hasen-i Basri hazretleri ve İbn-i Cüreyc şöyle buyurmuşlardır; “Teveffinin manası, “Seni ölmeden yeryüzünden alıp semaya yükseltirim”demektir. Nitekim Arapça’da; “Falan kimseden malımı teveffi ettim” demek, malımı aldım demektir. Bu bakımdan “teveffi” kelimesi öldürmek manasına değil, almak manasınadır...” İbn-i Zeyd de; “Teveffi, kabz yani almak manasınadır. Teveffi ve yükseltme birlikte olmuştur.
İsa aleyhisselam ölmemiştir, diridir” buyurdu. Rebi’ bin Enes de; “Teveffi, uyku ölümüdür yani uyumak, uyutmak manasınadır” buyurmuştur. Bu hususda sahih olan kavi, Hasen-i Basri’nin ve İbn-i Zeyd’in buyurdukları gibi olup, şöyledir: “Allahü teala İsa aleyhisselamı diri olarak göğe kaldırmıştır.
Göğe çıkarılırken vefat ettirilmemiş ve uyutulmamıştır. Bu kavil, Taberi’nin tercihidir.”
Yehuda haça gerildi İsa aleyhisselamın göğe çıkarılması şöyle olmuştur: Yahudilerin Hazreti İsa’yı öldürmeye teşebbüsleri üzerine, Cebrail aleyhisselam İsa aleyhisselama çatı penceresi olan bir eve girmesini söyledi. İsa aleyhisselam böyle bir eve girince, Cebrail aleyhisselam onu bu evden göğe çıkardı. Yehuda, İsa aleyhisselamın şeklinde gösterildi. İsa aleyhisselam diye o yakalandı ve haça gerildi. Orada hazır bulunanlar üç fırkaya (gruba) ayrıldılar. Onlardan bir fırka; “İsa aramızda Allah idi. Şimdi gitti...” Diğer fırka; “İsa aleyhisselam, Allahü tealanın oğlu idi..”, Öbür fırka ise; “İsa aleyhisselam, Allahü tealanın kulu ve resulüdür. Hak teala semaya (göğe) kaldırmak suretiyle ona ikram ve ihsanda bulundu” dediler.
Bu fırkalardan her birinin müstakil cemaati vardır. Ancak itikadlarının bozukluğu sebebiyle ilk iki fırka kafir olup, itikadlarının düzgünlüğü sebebiyle üçüncü fırka mü’min kalmıştır. Hülasa, Allahü tealanın onların hilesine mukabelesi; İsa aleyhisselamı göğe kaldırması ve onlara İsa aleyhisselama zarar vermeye imkan vermemesi ile olmuştur. Yahudilerin, İsa aleyhisselamı öldürüyoruz zannederek, ona benzetilen birini öldürmeleri ve onu çarmıha germe hadisesi, o zaman Rum İmparatoru tarafından duyuldu. Yahudiler, o Rum imparatoruna bağlı idiler. Rum imparatoruna şöyle denildi: - İsrailoğullarından birisi çıktı. Kendisinin Allahü tealanın resulü olduğunu haber verir, ölüleri diriltir, anadan doğma körü iyileştirirdi. Fakat şimdi o öldürüldü. Bunun üzerine Rum İmparatoru; “Haberim olsa idi, onun öldürülmesine mani olurdum” dedi. Ve havarileri Yahudilerin arasından çekip aldı. Havarilere İsa aleyhisselam hakkında sordu. Onlar da, İsa aleyhisselamın ahvalini olduğu gibi anlattılar. İmparator, İsa aleyhisselamın dinine tabi oldu.
Yahudilerin haça gerdikleri şahsı indirip, gözler önünden kaldırdı. Onun asıldığı haça, hürmette bulundu. Onu muhafaza etti. Sonra İsrailoğulları ile muharebe etti. Onlardan pek çok kimse öldürdü. İşte Rumlar arasında Nasranilik böyle zuhur etti. İsa aleyhisselama inanan Rum imparatorunun ismi Tabaris idi. O, böylece Nasrani oldu. Ancak Nasraniliğini belli etmedi. İsa aleyhisselamın bildirdiği dine bozulmadan önce inananlara Nasrani denirdi. Şimdi bozuk şekliyle inananlar da kendilerine Nasrani diyorlar. Tabaris’ten sonra gelen Maltis ismindeki imparator, İsa aleyhisselamın göğe yükseltilmesinden 40 sene sonra Beytül-Makdis’e hücum etti.
Pek çok kimseyi öldürdü ve esir etti. Şehirde taş üstünde taş bırakmadı. Bu hadiseden sonra, Kureyza ve Nadr isimlerindeki Yahudi kabileleri buradan çıkıp, Hicaz’a gittiler. İşte bütün bunlar, Allahü tealanın İsa aleyhisselamı yalanmaları ve öldürmeye kasdetmelerine karşılık Yahudilere verdiği cezalardır.
Hazreti İsa’nın nüzulü İsa aleyhisselam kıyamet yaklaşınca, Şam’daki Ümeyye Camii minaresine inecek ve kırk sene yaşayacaktır. Bu zaman zarfında, İslamiyet’i yayacak ve Hazreti Mehdi ile buluşacak evlenip çocukları olacaktır. Sonra Medine’de vefat edip, Peygamber efendimizin medfun bulunduğu Hücre-i seadete defn olunacaktır. İsa aleyhisselam, gökten indirildiği zaman, İslamiyet’e uyup, kendi ictihadı ile hüküm çıkaracaktır. İctihad ile çıkaracağı bütün ahkam, Hanefi mezhebindeki ahkama benzeyecek, yani İmam-ı a’zam’ın ictihadına uygun olacağını büyük alim Muhammed Parisa hazretleri bildirmektedir. Hazreti İsa’nın nüzulü ile ilgili Kur’an-ı kerimde Zühruf suresi 61. ayet-i kerimesinde mealen şöyle buyruldu: “Gerçekten o (İsa’nın nüzulü) kıyamet için yaklaştığını bildiren bir beyandır, alamettir.
Onun için, o kıyametin geleceğinden sakın şüphe etmeyin de, benim şeriatime tabi olun. İşte bu biricik doğru yoldur.” Zuhruf Suresinin bu ayetini tefsir eden çeşitli tefsirler ayette geçen “O” zamirini ayetlerin akışına uygun olarak Hazreti İsa’ya göndermektedirler. Zira önceki ayetler bizzat ondan bahsetmektedir.. Hazreti İsa’nın kıyamet için bir bilgi (işaret) olmasını nasıl anlamak gerekir? İşte müfessirler bunu ise onun kıyametten önceki son zamanlarda dünyaya tekrar gelmesi olarak tefsir etmektedirler… İbni Abbas, Mücahid, İkrime, Katade, Süddi, Dahhak, Ebu Aliye, ve Ebu Malik bununla Hazreti. İsa’nın ikinci gelişi kastedilmektedir, demektedirler… Hazreti İsa’nın yeryüzüne tekrar dönmesiyle kıyametin artık yakın olduğu anlaşılacaktır…
Elmalılı, Zuhruf Suresi/61 ayetini : “Gerçekten o (İsa’nın nüzulü) kıyamet için yaklaştığını bildiren bir beyandır” ayetini tefsir ederken, ayetteki “O” zamirini Hazreti. İsa olarak belirledikten sonra şu satırları kaydetmektedir : “Muhakkak ki o saat için bir ilimdir de, saatin geleceğini ölülerin dirilip kıyam edeceğini bildiren bir delil ve alamettir. Çünkü İsa gerek zuhuru ve gerek emvatı ihya mucizesi ve gerek emvatın kıyamını haber vermesi itibariyle Kıyametin vaki olacağına bir delil olduğu gibi hadiste varid olduğuna göre nuzulü de eşratı saattendendir…” Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: “Peygamberlerin babaları bir, dinlerinin esası bir, anneleri ayrıdır. Ben, Meryem oğlu İsa’ya herkesten yakınım. Çünkü benimle onun aramızda peygamber yoktur. Kıyamete yakın o inecektir.
Onu görünce şu halleri ile tanıyın: Orta boylu, kırmızı beyaz tenli, düz saçlıdır. Yaş olmasa da saçı ıslak gibidir. İki asası olur. Haçı kırar, domuzu öldürür. Cizyeyi kaldırır. Zamanında Müslüman olmayan bütün milletler pasif ve helak olur. Allahü teala onun zamanında Deccal’ı helak eder. Yeryüzünde emniyet ve adalet te’sis olur. Hatta deveyle aslan, inekle kaplan, koyunla kurt birlikte otlar. Allahü tealanın dilediği kadar yeryüzünde kalır. Sonra vefat eder. Cenaze namazını Müslümanlar kılıp, sonra onu defnederler.” İmam-ı Ahmed’in bir başka yolla Ebu Hüreyre hazretlerinden olan rivayetinde; ”Yeryüzünde kırk sene kalır.
Sonra vefat eder ve müslümanlar namazını kılarlar” diye bildirilmiştir. İmam-ı Süyuti hazretleri, İsa aleyhisselamın kıyamete yakın geleceğine dair yazdığı, “Nüzulü İsa fiahır-iz-zeman” isimli eserinde buyuruyor ki: “Allahü tealaya hamd ve seçtiği kullarına selam olsun. Bana bir sual geldi. Sualde; “İsa aleyhisselamın ahır zamanda gökten indiği zaman, bu ümmet arasında ne ile hükmedecek? Resulullah’ın getirdiği din (İslamiyet) ile mi, yoksa kendi tebliğ ettiği İsevilik dini ile mi hükmedecek? v.s.” deniliyordu. Ben de ona kısa olarak şu cevapları verdim. İsa aleyhisselam gökten inince, bu ümmet arasında Resulullah efendimizin getirdiği din ile hükmedecektir. Alimler bunu açık olarak beyan etmişlerdir. Bu hususta hadis-i şerifler ve icma’ vardır. Bir hadis-İ şerifde buyruldu ki: “İsa bin Meryem, Muhammed’i, dini üzere tasdik ettiği halde iner. Deccal’i öldürür, sonra kıyamet kopar.” Hattabi “Mealim-üssünen” kitabında buyurdu ki: “Hadis-i şerifde;
“İsa (aleyhisselam) domuzu öldürür” buyruldu. Bu hadis-i şerif; domuzun öldürülmesinin vacib ve bu hayvanın necis yani pis olduğuna delildir, İsa aleyhisselamın domuzu öldürmesi, Muhammed aleyhisselamın dininin hükmüne göredir. İsa aleyhisselam ahır zamanda inecektir. İslamiyet ise, kıyamete kadar bakidir.” İmam-ı Nevevi, “Müslim’in şerhinde buyuruyor ki: “İsa aleyhisselamın gökten inmesinden murad, Muhammed aleyhisselamın dinini nesh eden, onun hükmünü ortadan kaldıran bir din ile inmesi değildir. Hadis-i şeriflerde bu manada hiç bir şey bulunmamaktadır. Bilakis, hadis-i şerifler, İsa aleyhisselamın, Muhammed aleyhisselamın dinine dokunmayacağını, Muhammed aleyhisselamın dininden insanların terkettiklerini ihya edeceğini göstermektedir.
Bütün bu delillerden açık bir şekilde anlaşılan şudur: Hazret-i İsa, ruh ve beden beraber olarak gelecektir. Bugüne kadar, Ehli sünnet alimleri, bu açık ifadelere hiçbir yorum getirmemişler, olduğu gibi inanmışlardır. Bundan sonra da, ehli sünnet yolunda olanların böyle inanmaları, Ehli sünnet dışı yorumlara itibar etmemeleri gerekir.
İncil Hazret-i İsa’ya indirilen kitabın adı İncil idi. İncil kelimesi Süryanicedir. Lügatte “göz nuru” demektir. Hazret-i İsa’ya inzal edilen (indirilen) hakiki İncil, hiç şüphesiz Allah kitabıdır. Fakat bugün, bu hakiki İncil mevcut değildir. Bugün Hıristiyanların elinde bulunan ve “Evangelium” veya “Bible” adını verdikleri Mukaddes kitapta, eski hakiki İncil’den kalmış pek az parça vardır. Esas İncil, İbrani dili ile idi. Bu kitap, sonraları Yunancaya, Latinceye, yanlış olarak çevrilmiş, zamanla içerisinde birçok parçalar eklenmiş, sık sık değiştirilmiş ve nihayet bugünkü bozulmuş ve karışık şeklini almıştır. Kur’an-ı kerim; İncil’in, ilahi bir kitap olduğunu ve diğer ilahi kitaplarla beraber onun da aslına, iman etmenin lazım olduğunu haber vermektedir. Al-i imran suresi 84. ayetinde mealen; “De ki: Allah’a iman ettik.
Bize indirilene (Kur’an-ı kerime), İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve oğullarına indirilenlere, Musa’ya, İsa’ya ve peygamberlere, Rablerinden verilenlere de inandık.” buyrulmaktadır. Maide suresi 68. ve Tövbe suresinin 3. ayetleri de, ilahi kelam olmaları ve aynı esasları telkin etmeleri yönünden İncil’i, Kur’an-ı kerim ve Tevrat’la aynı derecede zikretmiştir. Ayrıca Allahü teala Kur’an-ı kerim’inde, hazret-i İsa’ya gönderdiği İncil’ini bir hidayet (kurtuluş), bir nur, bir rahmet ve fenalıktan sakınanlar için bir nasihat (öğüt) olarak vasıflandırmaktadır. Maide suresi 46. ayetinde mealen; “Arkalarından da (bu peygamberlerin) izlerince Meryem oğlu İsa’yı, Tevrat’ın bir tasdikçisi olarak gönderdik. O’na da içinde bir hidayet, bir nur bulunan İncil’i ondan evvelki Tevrat’ın bir tasdikçisi ve sakınanlara bir öğüt olmak üzere verdik.” Yine Kur’an-ı kerim’de Allahü teala, İncil’i hazret-i İsa’ya vahyettiğini ve onu peygamber olarak gönderdiğini çeşitli ayetlerde mealen şöyle açıklamaktadır: Arkalarından da Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Ona İncil’i verdik. (Ali imran: 3) (İsa beşikteyken dile gelip) dedi ki: “Ben, hakikaten Allah’ın kuluyum! O, bana kitap (İncil) verecek. Beni peygamber kılacak. (Meryem suresi: 30).
Müslümanlar, diğer ilahi kitaplarla beraber hakiki İncil’in de Allahü teala tarafından Hazret-i İsa’ya gönderilmiş hak bir kitap olduğuna inanırlar. Bugünkü İnciller: Hazret-i İsa’ya gönderilen İncil, tek kitaptı. İbranice ile yazılmış olan bu hakiki İncil, bugün mevcut değildir. Bolüs (Pavlos) adındaki bir Yahudi, İsa’ya inandığını söyleyerek ve Hıristiyanlığı yaymaya çalışıyor görünerek, gökten inen İncil’i yok etti. Dört kişi ortaya çıkıp, on iki Havari’den işittiklerini yazarak, İncil adında dört kitap meydana geldi ise de, Bolüs’ün yalanları, bunlara da karıştı. Böylece İsa aleyhisselamın hak olan dini, az zaman sonra Yahudiler tarafından sinsice değiştirilmiş oldu. Barnabas adındaki bir Havari, İsa aleyhisselamdan işittiklerini ve gördüklerini doğru olarak yazdı. Barnabas’ın İncil’i; bugüne kadar gelen İncillerden hakiki İncil’e en çok yakın olandır ve en önemlisidir.
Kıbrıs’ta doğan Barnabas’ın asıl ismi Joses idi. Kendisi Hazret-i İsa’ya inananların en başında gelmekte ve Havarilerin arasında mühim bir mevkii bulunmaktadır. Kendisine verilen “Barnabas” lakabı, nasihat verici, iyiliğe teşvik edici anlamına gelmektedir. Barnabas İncili’nde, son Peygamberin 600 veya 1000 sene kadar sonra geleceği bildirilmektedir. Bu İncil’de, tek Allah inancından bahsetmekte ve teslis yalanlanmaktadır. Avrupa ansiklopedilerinde Barnabas İncili hakkında şu bilgi vardır: “Barnabas İncili diye tanımlanan bir el yazısı, 15. yüzyılda islamiyeti kabul etmiş bir İtalyan tarafından yazılmış uydurma bir kitaptır.” Bu açıklamanın tamamiyle yanlış olduğu şundan bellidir: Barnabas İncil’i daha 3. yüzyılda, yani hazret-i Muhammed’in gelmesinden en az 300 veya 700 sene evvel aforoz edilerek ortadan kaldırılmıştır. Demek ki, daha o zaman da içinde fanatik Hıristiyanların işine gelmeyen, teslisin aleyhinde olan, başka bir Peygamberin geleceğini haber veren bahisler vardı. Barnabas’ın bu İncil’i, tarih boyunca çeşitli defalar ortadan kaldırılmak ve bütün nüshaları kaybedilmek istenmiş olmasına rağmen, Papa Damorus tesadüfen eline geçen bir nüshasını Papalık Kütüphanesinde saklamıştır. Kitap 1590’da el yazısı ile İbraniceden İtalyancaya çevrilmiştir. Bu nüsha elden ele dolaşarak 1713 yılında Prens Ojene’ye ve ölümünden sonra Viyana Kraliyet kütüphanesine nakledilmiştir. 1907’de Bay ve Bayan Ragg tarafından İngilizceye tercüme edilerek Oxford’da basılmış, fakat esrarengiz bir tarzda ortadan kaybolmuştur.
Ancak bir nüsha British Müseum, bir nüsha da Amerikan Kongresi Kütüphanesinde bulunmaktadır. Bu Barnabas İncili, Pakistan Kur’an Konseyi eliyle 1973’te tekrar basılmıştır. Barnabas İncil’i dışındaki diğer uydurma İnciller zamanla çoğalarak her yerde başka bir İncil okunur oldu. Nihayet miladın 313’üncü senesinde, önce putperest iken Hıristiyanlığı kabul eden Büyük Kostantin, topladığı Konsillerde bugünkü dört bozuk İncili kabul ettirip diğerlerini yokettirdi. Bu İncillere de putpereslikten çok şeyler karıştırdı. Şimdi Hıristiyanların mukaddes kitabı olan İncil, iki kısımdan meydana gelmiştir: Eski Ahit (Old Testament), o zamana kadar gelen peygamberlerin ve bilhassa hazret-i Musa’nın tebligatını ihtiva eder. Yeni Ahit (New Testament) denilen kısmı ise, Matta (Matthew), Markos (Mark), Luka (Luke), Yuhanna(Jahn)nın yazdıkları kitaplar olup, hazret-i İsa’nın hayatı, yaptığı işler ve verdiği nasihatlar hakkında bilgileri ihtiva eder. Bütün bu bilgiler, tam ve dürüst bir şekilde zaptolunmamıştır. İncil’in hazırlanmasında, Kur’an-ı kerim’in zaptolunmasında gösterilen büyük hassasiyet gösterilmemiştir. Hakiki bilgilere birçok yanlış düşünceler, efsaneler ve hurafeler eklenmiştir. Aslından uzak bulunan bu dört İncil şunlardır: 1. Meta (veya Matta) 2. Luka 3. Markos 4. Yuhanna Bu dört İncil, aynı hususları başka başka anlatan ve insan eliyle yazılmış hikayelerden ibaret olup, Allah kelamı değildir ve devamlı olarak değiştirilmektedirler.
İsa aleyhisselamın mucizeleri İsa aleyhisselam daha doğmadan evvel onun, fevkalade halleri görülmüştü. Diğer peygamberler gibi o da, kavminin en asil, şerefli ve itibar sahibi sülalesinden geldi. Annesi Hazreti Meryem, Kur’an-ı kerimde Hak teala tarafından, ırzını çok güzel koruduğu bildirilerek Sıddika diye medholunmuştur. Böylece o, her kadına nasib olmayan çok yüksek bir şerefe kavuşmuş, oğlu İsa aleyhisselam da Allahü tealanın takdiri ve emri ile babasız olarak doğmuştur. Hazreti İsa’nın doğumundan hemen sonra, annesinin ayağının altından pek güzel bir su kaynamış, Hazreti Meryem’in mevsimi olmadığı halde ağacı sallamakla taze hurmalar dökülmüştür. Bütün bunların yanında, İsa aleyhisselam beşikte iken konuşmuş, çocukluğunda kendisinden çeşit çeşit gizli halleri, haber vermiştir. Bunların hepsi ondan meydana gelen belli başlı fevkalade hallerdir. İslam alimleri, herhangi bir peygamberden, peygamber olduğunun bildirilmesinden evvel görülen böyle alışılmışın yani adetin üstünde olan hallere irhas demişlerdir. İsa aleyhisselamın mucizelerinden bazıları şöyledir: İsa aleyhisselam, Allahü tealanın izni ile mucize olarak ölüleri diriltirdi. Bu hal pek çok defa vaki olmuştur. İsa aleyhisselam, bir gün bir yerden geçiyordu.
Bir kabrin başında oturmuş ağlayan bir kadın gördü. Kadının haline acıyıp; - Ey Allahın kulu, sana ne oldu da ağlıyorsun? buyurdu. Kadın: - Bir tek kızım vardı, o da öldü. Ya burada öleceğim, yahut onu benim için diriltinceye kadar buradan ayrılmayacağım, diye Rabbime söz verdim. Bakalım ne olacak, dedi. İsa aleyhisselam; - Onu görsen, buradan ayrılır mısın? buyurdu. Kadın; - Evet, dedi. Bunun üzerine İsa aleyhisselam iki rekat namaz kıldı. Sonra gelip, kabrin yanına oturdu ve; - Ey kızcağız! Rahman olan Allahü tealanın izni ile kalk ve kabrinden çık! dedi. Kabir sallandı. İkinci defa seslendi. Kabir, Allah’ın izni ile yarıldı. Bir daha seslendi. Kızcağız, başındaki toprakları saçarak çıktı. İsa aleyhisselam ona: - Niçin geciktin? buyurunca; - İlk sesi duyduğum zaman, Allahü teala bana bir melek gönderdi. Beni öldüğüm zamanki şeklime getirdi. İkinci sesi duyunca, Allahü teala ruhumu bedenime iade eyledi.
Üçüncü ses gelince, kıyametin sayhasıdır diye korktum. Başımdaki saçlar, kaşlarım ve kirpiklerim, kıyametin dehşetinden bir anda beyazlaştı, dedi. Sonra annesine dönüp: - Ey anneciğim! Ne olursun, ölümün şiddetini bana iki defa yükleme. Anneciğim, sabret ve sevabını Allahtan bekle! Benim dünyaya hiç ihtiyacım yok, dedi. Bundan sonra Hazreti İsa’ya dönerek; - Ey Ruhullah! Hak tealaya dua et de, beni ahırete döndürsün ve ölüm şiddetini bana hafif eylesin, dedi. Bunun üzerine İsa aleyhisselam dua eyledi ve kızın ruhu kabz olundu. Tekrar üzerine toprak örtüp düzelttiler. Kadının acısı hafifledi. Verdiği söze sadakat gösterip, oradan ayrıldı. Bu büyük mucize, yahudilere ulaşınca İsa aleyhisselama düşmanlıkları ve kızgınlıkları daha da arttı.
Çünkü onlar inanmıyorlar, muhalefet ediyorlardı. Yine İsa aleyhisselam zamanında bir kimsenin kızı vefat etmişti. Bir gece sonra İsa aleyhisselam dua etti. Kız dirildi. Çok yaşadı. Evlendi ve çocuğu da oldu. İsrailoğullarının meliklerinden biri ölmüş, tabut üzerinde götürülüyordu. İsa aleyhisselam gelip, dua eyleyince, Allahü teala onu diriltti. İnsanlar bu müthiş manzara karşısında hayran ve şaşkın kaldılar. Ancak yine de iman etmediler. İsa aleyhisselamın mucizelerinden biri de, hastaları iyi etmesi, körlerin gözünü açması idi. İsa aleyisselam, Allahü tealanın izni ile, mübarek elini dokundurmakla, anadan doğma körlerin gözleri hemen açılıverirdi.
Yine aynı şekilde, elinin temasıyla, vücuduna baras yani alacalık bulunan hastalar o anda iyileşirler ve hastalıklarından hiç bir eser kalmazdı. Bütün bu mucizeler sadece elini sürmesi ile olduğundan, elini dokunan manasına Mesih dendiği ve Mesih isminin buradan geldiği bildirilmiştir. İsa aleyhisselam yine mucize olarak, kavminin ne yediklerini ve evlerinde ne sakladıklarını bilip, haber verirdi. İsa aleyhisselam, çamurdan bir kuş şekli yapıp, ona üfleyince, Hak tealanın izni ile, mucize olarak o kuş canlanır, uçup giderdi. Bir defasında İsrailoğulları, bir parça çamuru kuş şeklinde yapıp İsa aleyhisselama getirdiler ve; - Gerçekten hak peygamber isen, bu çamuru canlı kuş haline getir, dediler. Hazreti İsa dua etti. Kuş o anda canlandı ve uçup gitti. Diğer bir mucizesi de gökten sofra inmesi idi.
Havariler, gökten bir sofra indirilmesi için dua etmesini rica ettiler. Hazreti İsa, ağlayarak, Hak tealaya yalvardı. Allahü teala duasını kabul edip, bir sofra indirdi. Bu da Hazreti İsa’nın bir mucizesi idi. İndirilen bu sofrada çeşit çeşit nimetler vardı ve bir çok insan yeyip karnını doyurdu. Hastalar şifa buldu. Fakirler zengin oldu. İsa aleyhisselam ne zaman acıksa veya yemek ihtiyacı duysa, ellerini kaldırıp dua ederdi ve mucize olarak gökten yemek ve meyve gelirdi. Bu, yukarıda zikrolunan maide (sofra) mucizesinden ayrı, başka bir mucizesi idi. İsa aleyhisselam, uzakta bulunan insanların neler konuştuklarını, aralarında gizli gizli neler fısıldaştıklarını, mesafenin uzak olmasına rağmen, mucize olarak duyar ve bilirdi.
Hazreti İsa’nın faziletleri pek çoktur. Daha doğumundan önce onun üstünlükleri, fevkalade hallerine işaret olan hadiseler görülmeye başlamıştır. Hazreti Meryem, Hazreti İsa’ya hamile iken, Zekeriyya aleyhisselamın hanımı Elisa da Yahya aleyhisselama hamile idi. Bu hamilelik günlerinden birinde Elisa, Hazreti Meryem’e; - Ben hamileyim biliyor musun? dedi. O da; - Ben de hamileyim, dedi. Bunun üzerine Elisa; - Benim karnımdakinin (Yahya aleyhisselamın) senin karnındakine (İsa aleyhisselama) hürmet ve tazimde bulunduğunu hissediyorum, dedi. Alimlerimiz: “Elisa; karnındaki oğlunun başını Meryem’in karnı tarafına döndürdüğünü hissederdi” buyurmuşlardır Diğer peygamberler gibi Hazreti İsa da ahir zaman peygamberi olan Muhammed aleyhisselamı haber vermiştir.
Nitekim ayet-i kerimede mealen buyurulmuştur ki: “Bir vakit Meryem oğlu İsa (aleyhisselam) şöyle demişti: “Ey İsrailoğulları! Ben size, Allahü tealanın peygamberiyim. Benden evvel Musa’ya (aleyhisselam) nazil olan Tevrat’ı tasdik edici ve benden sonra gelecek Ahmed (Muhammed aleyhisselam) ismindeki peygamberin müjdecisiyim. (Saf 6) Peygamber efendimiz buyurmustur ki: İsa aleyhisselamı gördügünüz zaman su alametlerle taniyiniz: Uzuna yakın orta boylu, Rengi kırmızı ile beyaza yakın. Üzerinde herd boyası ile boyanmış iki elbise vardir. O derece temiz ki kendisine ıslak dokunmadığı halde başı su damlatır gibidir.
ŞEM’UN ALEYHİSSELAM
İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden olduğu rivayet edilen mübarek zat. Şemsun diye de zikr edilir. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; “Geçmiş zamanda Şem’un (Şemsun aleyhisselam) adlı bir peygamber vardı. Allahü tealanın rızası için bin ay devamlı cihad edip, silahını omuzundan çıkarmadı.” buyurdu. Eshab-ı kiram; “Keşke bizim ömrümüz de uzun olsaydı da, biz de din uğrunda Allah için cihad etseydik.” dediler. Bunun üzerine Kadr suresi nazil olup; “Size verilen Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır (Bu gecenin sevabı, bin ay cihad etmenin sevabından çoktur.)” buyruldu.
İsa aleyhisselamla Muhammed aleyhisselam arasında yaşamış olan Şem’un aleyhisselam, İncil ehlindendi. İsa aleyhisselama indirilen, henüz bozulmamış İncil’i şerife göre amel ederdi. Kavmiyse putlara tapardı. Şem’un aleyhisselam, Allahü tealayı inkar eden ve putlara tapan sapık kavimle cihad (savaş) edip, onları imana çağırdı. Çok güçlü ve cesur bir zat olan Şem’un aleyhisselamı düşmanları türlü hilelerle şehit etmek istediler. Hangi bağla bağladılarsa, o bağı kırıp kurtuldu. Yaşadığı şehrin hükümdarı onu yakalatıp, köşkünün önünde asılmasını emretti. Bunun üzerine Şem’un aleyhisselam, Allahü tealaya yalvarıp; “Ya Rabbi! Dünyada yaşamayı, kafirlerle senin yolunda cihad etmek için isterim. Eğer bu isteğim kalpten ve samimiyse beni kurtar.” diyerek dua etti. O anda bir melek gelip bağı çözdü. Şem’un aleyhisselam kurtulunca, kendisi ne eziyet eden hükümdarı, adamlarını ve kendi hanımını cezalandırdı. İnsanları hak yola davete devam etti. Ona inanmayanlarla tek başına cihad (harp) etti. Çok ganimet elde etti.
Cihad ederken susadığı zaman Allahü teala onun için taştan gayet lezzetli bir su akıtırdı. Bu su o içip kanıncaya kadar akardı. Kendisine büyük bir güç ve kuvvet verilmişti.
CİRCİS ALEYHİSSELAM
İsa aleyhisselamdan sonra yaşayıp, peygamber olduğu rivayet edilen büyük bir zat. Vehb bin Münebbih’ten rivayet edildiğine göre İsa aleyhiselamın havarilerinin talebesidir. İsa aleyhiselamın dininin hükümlerini bildirmiş ve pekçok kimse ona tabi olmuştur. Ticaretle uğraşan, kazancını fakir müminlere sadaka olarak veren Circis aleyhisselamın yaşadığı Musul bölgesinde putperest ve zalim bir kral vardı. Bu kral taptığı Eflun adındaki puta secde etmeyenleri ateşe attırıyordu.
Circis aleyhisselam, onları görüp mücadele etmeye karar verdi ve kralı Allahü tealaya iman etmeye davet etti. Kral, Circis aleyhisselamın davetini kabul etmediği gibi, onun da puta tapmasını, aksi takdirde ağır cezalara çarptıracağını söyledi. Circis aleyhisselam kralın istediğini reddettiği için, bir ağaç direk diktirip, Circis aleyhisselamı direğe bağlattı ve soyup vücudunu demir taraklarla tarattı. Demir taraklar ile tarandıkça etleri lime lime parçalandı. Circis aleyhisselam Allahü tealanın korumasıyla hiç acı duymadı. Etleri iplik iplik olduğu halde ölmedi. Kral keskin sirke ve tuz getirtip, Circis aleyhisselamın yaralarına bastırdı. Allahü tealanın yardımıyla hiç acı duymadı ve ölmedi. Bu işkenceden netice alamayan kral, büyük bir demiri ateşte kızarttırıp Circis aleyhisselamın başı üzerine koydurdu.
Kızarmış demir başını yakıp, beynini kaynattı ve beyni yüzüne aktı. Fakat Allahü teala Circis aleyhisselama yine acı hissettirmedi ve tekrar eski hale çevirip korudu. Aciz kalan kral başka işkence yollarına saptı. Ateşte ısıtılmış ve içinde eritilmiş sıcak bakır bulunan kazana attırıp ağzını kapattırdı. Kazanın ağzını açınca Circis aleyhisselamın ölmediğini görüp, onu zindana hapsettirdi. Zindanda el ve ayaklarını çiviletip, yirmi kişinin zor kaldırdığı mermer taş sütunu onun üzerine yasladılar. Allahü teala bir melek gönderip onu bu halden de kurtardı. Zindandan kurtulan Circis aleyhiselam, tekrar krala giderek onu Allahü tealaya inanmaya davet etti. Onun zindandan kurtulduğunu görüp şaşıran ve hiddetlenen kral, bir ağacı ikiye ayırtıp arasına Circis aleyhisselamı kıstırttı. İyice bağladıktan sonra, vücudunu küçük parçalar halinde kesip insan eti yiyen arslanların arasına attılar. Arslanlar onun etini yemediler.
Allahü tealanın gönderdiği bir melek Circis aleyhisselamın vücudunun parçalarını bir araya topladı. Allahü teala Circis aleyhisselamı yeniden diriltti. Bu durumu görüp iyice şaşıran kral, sihir yaptırmak suretiyle Circis aleyhisselamı şehid ettirmek istediyse de, ülkesinin en büyük sihirbazı, Circis aleyhisselam karşısında aciz kalıp, iman etti. Kral sihirbazın dilini kestirdi. Halktan dört bin kişi de iman etti. Kral bütün müminleri toplatıp, şehid ettirdi. Bundan sonra zalim kral ve avanesi Circis aleyhisselamı da şehid ettiler.
|