YAHYA ALEYHİSSELAM
Hazreti Yahya İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerdendir. Zekeriyya aleyhisselamın oğludur. Annesinin ismi Elisa olup, İmran’ın kızıydı. Hıristiyanlar Elizabeth diyorlar. Davud aleyhisselamın neslinden olup, Hazreti Meryem’in teyzesinin oğluydu. Allahü teala, onu, babası Zekeriyya aleyhisselamın duası üzerine, yaşlı oldukları halde ihsan etti. Yahya aleyhisselamın doğumu ile İsa aleyhisselamın doğumu aynı seneye rastlamaktadır. Doğumundan itibaren fevkaladelikler içinde olan Yahya aleyhisselam, babası Zekeriyya aleyhisselamın nezaretinde yetişti. Küçük yaşta Tevrat’ı okumaya ve hükümlerini anlamaya başladı.
Zaten Allahü teala tarafından, ona, küçük yaşından itibaren hikmet ihsan edildiği, Tevrat’ı okuyup hükümlerini anlama kabiliyeti verildiği bildirilmiştir. Tevrat’ı ve hükümlerini küçük yaşta öğrenmiş olan Yahya aleyhisselam, bazen Beyt-ül-Makdis’te, bazen de tenha ve ıssız yerlerde Allahü tealaya ibadet ve taatla meşgul olurdu. Dünyaya gönül vermezdi Öğrendiklerini İsrailoğullarına anlatır, onları Allahü tealanın emirlerini yapmaya, yasaklarından kaçınmaya davet ederdi. Gayet mütevazı ve sade bir hayat yaşar, kıldan elbise giyer, arpa ekmeği yerdi. Dünyaya gönül vermezdi.
Yahya aleyhisselam rüşt, olgunluk çağına ulaştığı zaman, kendisine, Allahü teala tarafından peygamberlik emri bildirildi. İlk önce Musa aleyhisselamın bildirdiği dinin esaslarına uyması ve Tevrat’ın hükümlerini insanlara tebliğ etmesi emredildi. İsa aleyhisselama İncil nazil olup, Tevrat’ın hükmü kaldırılınca, İsrailoğullarını İncil’in emir ve yasaklarına uymaya çağırdı. Daha sonra Şam’a giderek insanları hak dine davet etti.
Hazreti Yahya’nın şehadeti Yahya aleyhisselamın davetini kabul edenler olduğu gibi, türlü bahanelerle ona karşı çıkanlar da oldu. Peygamberlerin mucizelerini gördükleri halde, onlara inanmayıp, karşı çıkan ve birçok peygamberi şehit eden İsrailoğulları, İsa aleyhisselama karşı çıkıp, onu şehit etmek istediler. Allahü teala İsa aleyhisselamı göğe kaldırdıktan sonra, Yahya aleyhisselam, İncil’in hükümlerini insanlara anlatmaya devam etti. Yahudi hükümdarı Birinci Herod, Hazreti Yahya’ya iyi muamelede bulunurdu. Kendi kardeşinin kızı veya hanımının önceki kocasından bir kızı vardı.
Yahudi hükümdarı Birinci Herod bu kızla evlenmeyi ve nikahlarını Yahya aleyhisselamın yapmasını istedi. Yahya aleyhisselam böyle bir evliliğin Hazreti İsa’nın tebliğ ettiği İncil kitabında yasaklandığını ve böyle bir nikahın imkansız olduğunu bildirdi. Bu duruma içerleyen kızın annesi, Yahya aleyhisselamın öldürülmesini istedi. Herod’un adamları, Yahya aleyhisselamı yakalayıp, başını kesmek suretiyle şehit ettiler. Kesilmiş olmasına rağmen, Yahya aleyhisselamın başı, mucize olarak; “Bu kızı almak sana helal değildir!” diye defalarca söyledi. Yahya aleyhisselamın mübarek bedeninin parçaları, başka başka şehirlerdedir. Başı ise Şam’daki Ümeyye Camii’ndeki türbededir.
İSA ALEYHİSSELAM
Hazreti isa, İsrailoğullarına gönderilen ve Kur’an-ı kerimde ismi bildirilen peygamberlerdendir. Peygamberler arasında en yüksekleri olan ve kendilerine Ülül’azm denilen altı peygamberin beşincisidir. Annesi Hazreti Meryem’dir. Hazreti Meryem’in babası, Davud aleyhisselamın soyundan ve Beni İsrail’in büyüklerinden İmran adında bir zattır.
Hazreti Meryem Bu zatın hanımı Hunne, çocuğu olmadığı için; “Allahü teala bana bir çocuk ihsan ederse, onu Beyt-ülMukaddes’e hizmetçi yapacağım.” diye adakta bulunmuştu. O zaman erkek çocukları, Beyt-ül-Mukaddes’e (Mescid-i Aksa) hizmetçi olarak adamak adetti. Hunne hamileyken kocası İmran vefat etti. Bir müddet sonra bir kız çocuğu doğurdu ve adını, Allahın kulu manasına gelen “Meryem” koydu. “Ya Rabbi! Ne yapayım kız oldu, sen onu kabul buyur!” diyerek, Allahü tealaya yalvardı ve çocuğunu alıp, Beyt-ül-Mukaddes’e götürdü. “Alınız, bu çocuk buraya adaktır!” diyerek Meryem’i oradaki hizmetçilere bıraktı. Hazreti Meryem, büyük bir zat olan İmran’ın kızı olduğundan, birçok kimse, onu büyütüp yetiştirmek istemişti.
Fakat teyzesi Elisa’nın kocası ve peygamber olan Zekeriyya aleyhisselam, Meryem’i alıp evine götürdü. Hazreti Meryem, teyzesinin yanında büyüdü. Daha sonra Zekeriyya aleyhisselam ona, Beyt-ül Mukaddesde hususi bir oda yaptırdı. Hazreti Meryem odasına çekildi ve ibadetle meşgul oldu. Yanına Zekeriyya aleyhisselamdan başka kimse giremezdi. Zekeriyya aleyhisselam Hazreti Meryem’in yanına her gidişinde orada yiyecek birşey olduğunu görürdü. Bu hususta Kur’an-ı kerimde mealen şöyle buyrulmaktadır: “Rabbi Meryem’i güzel bir kabul ile kabul buyurdu, onu iyi bir şekilde yetiştirdi ve Zekeriyya peygamberi de ona kefil, himayesine memur kıldı. Zekeriyya ne zaman Meryem’in bulunduğu mihraba girdiyse, onun yanında bir yiyecek buldu: “Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?” dedi. O da: “Bu, Allah tarafından; şüphe yok ki, Allah dilediğini hesabsız olarak rızıklandırır.” dedi. (Al-i imran 37)
Hazreti Meryem, Beytül Makdis’de gece-gündüz hep ibadetle meşgul olurdu. O kadar çok ibadet ederdi ki, ibadeti İsrailoğulları arasında darb-ı mesel haline gelmişti.
Hazreti Meryem’in faziletleri Meryem (r.anha) gecegündüz hep ibadetle meşgul olurdu. O kadar çok ibadet ederdi ki, ibadeti Beni İsrail arasında darb-ı mesel haline geldi. Hali ve hareketi, yaşayışı pek güzel idi. Allahü teala ona bir çok kerametler, güzel haller ihsan etmiş idi. Kerim hallerden, şerefli muamelelerden yani keramet cinsinden onda görünen şeyler, harikulade haller meşhur olup yayıldı. Ayet-i kerimelerde mealen buyruldu ki: “Habibim! Meryem’i de) yad eyle ki, o, ırzını (bir kal’a gibi) haramdan korumuştu...” (Enbiya suresi: 91) “(Allahü teala, iman edenlere Fir’avn’ın hanımı Asiye binti Müzahim’i bir misal yaptığı gibi) İmran’ın kızı Meryem’i de bir misal yaptı ki, o ırzını, bir kal’a gibi korumuş, pek sağlam bir şekilde muhafaza etmişti.” (Tahrim suresi: 12) “Yad eyle şu vakti ki; melekler (yani Cebrail aleyhisselam, Hazreti Meryem’e şifahen) şöyle demişti: “Ey Meryem! Muhakkak ki Allahü teala(çok ibadet etmenle ve tertemiz olmanla) seni seçti ve seni (kötü hasletlerden ve kabih, çirkin adetlerden) pak etti.
Ve seni alemdeki (zamanındaki) bütün kadınlara mümtaz kıldı, (Hazreti Meryem, Allahü tealanın pek çok lütuf ve ihsanına kavuştu. Allahü teala bunu beyan buyurduktan sonra, bu nimetlere şükür olarak ibadet ve taatını arttırmasını ona vacib kıldı ve buyurdu ki
Ey Meryem! (Şükür için) Rabbin teala hazretlerine taate devam eyle! (Veya O’na şükür için namazında kıyamını uzun eyle!) Rabbine secde eyle! Rüku edenlerle beraber rüku eyle (namaz kılanlarla namaz kıl).” (Al-i imran suresi: 42-43) Bu emirden sonra Hazreti Meryem’in ibadet ve taate devamı daha çok arttı. İmam-ı Evza’i (r.aleyh) buyurdu ki: “Vakta ki Meryem (r.anha) bununla emrolundu, namazda çok durmaktan, çok namaz kılmaktan ayakları şişti...” Hazreti Meryem, o zamanda bulunan bütün kadınların en faziletlisi idi. Nitekim Buharide Hazreti Ali’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifde, Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ; “İmran kızı Meryem, zamanında dünyada bulunan bütün kadınların hayırlısıdır. Bu Ümmetin kadınlarının en hayırlısı da Hadice’dir (r.anhüma)” buyurmuşlardır.
Hazreti Meryem’in Hazreti İsa’ya müjdelenmesi Hazreti Meryem, on beş yaşındayken Yusuf-i Neccar adında biriyle nişanlanmıştı, fakat onunla evlenmedi. Allahü teala kendisine babasız olarak bir çocuk vereceğini müjdeledi. Bu hususta Kur’an-ı kerimde mealen şöyle buyrulmaktadır: “Melekler: “Ey Meryem! Allah kendinden bir kelimeyle (bir emirle yaratılacak çocuğu) sana müjdeliyor, ismi Meryem’in oğlu Mesih-İsa’dır. Dünyada da, ahirette de şanı yücedir, hem de Allaha yakın olanlardan...” demişlerdi. Meryem: “Ey Rabbim! Bana bir insan dokunmamışken nasıl benim bir çocuğum olabilir?” dedi. Allahü teala şöyle buyurdu: “Doğrudur, sana bir kimse dokunmamıştır, fakat Allahü teala dilediğini yaratır ve O, bir şeyi murad edince ona sadece “ol” der, o hemen oluverir.” (Al-i İmran: 45-47) Hazreti Meryem, Allahü tealanın dilemesiyle hamile kaldı. Bundan bir müddet sonra normal hamilelik halleri görülmeye başladı.
Yahudi kavmi hamile olduğunu anlayınca, ona iftira etmeye başladılar. Yusuf-i Neccar onun hamile olduğunu görünce, adeta ne olduğunu şaşırdı. Bunu nasıl yorumlayacağını bilemedi. Onun iffet, haya ve edebinin ne derece kemalde olduğunu biliyor, yanlış bir iş yapmasına asla ihtimal vermiyordu. Fakat Hazreti Meryem hamile idi ve bunun, zahirde bir tek izahı vardı, o da, bir erkeğe yakın olması... Bu durum karşısında ne yapacağını, nasıl tavır alacağını bilemiyor, fakat mes’eleyi çözemediği için de adeta aklını kaçıracak gibi oluyordu. Nihayet bir yolunu bulup, Hz. Meryem’e dedi ki: -Ben sende çok garib bir hal görüyorum. Bu mes’eleyi saklayıp, kendimle mezara götürmeyi yani ölünceye kadar hiç kimseye bahsetmemeyi istediysem de muvaffak olamadım. Hazreti Meryem ona; -Söylemek istediğini söyle, dedi. -Bana söyler misin? Hiç tohum ekmeden ekin biter mi? -Evet biter. -Peki yağmur yağmadan ağaç yetiştiği olur mu?
-Evet olur. -Erkek olmadan çocuk meydana gelir mi? Babasız olarak çocuk doğar mı? Bunun üzerine Hazreti Meryem, şöyle dedi: -Evet doğar. Allahü teala tohumu ilk yarattığında, tohumdan mı yarattı? Elbette tohumsuz yarattı. Bunu biliyor musun? Allahü teala, ağacı ilk yarattığında yağmur ile mi yarattı? Elbette yağmursuz yarattı. O, yağmuru da, suyu da, ağacı da, tohumu da kendi ilahi kudretiyle ve sadece “Ol” emri ile yarattı. (Yine ezeli takdiri ile bu alemde her şeyin sebepler ile meydana gelmesini dilediğinden, mesela yağmuru, ağacın yetişmesi için bir sebep kıldı. Böyle sebepler olmadan da elbette yaratır. Fakat yine O, hadiselerin sebepler ile vuku bulmasını dilediği için, hadiseler, sebepler ile cereyan etmektedir. Mesela; ateşi yakmaya, bıçağı kesmeye sebep kılmıştır. Fakat dilerse bunlarda te’sir halketmez.
Mesela; ateşin, İbrahim aleyhisselamı yakmaması, bıçağın, Hazreti İsmail’i kesmemesi böyledir.) Yoksa sen, tohum ile yağmur sebepleri olmazsa, Allahü teala ekin ile ağaç yetiştiremeyeceğini mi zannediyorsun? Hazreti Meryem’in bu sözlerine karşı Yusuf-i Neccar; -Hayır öyle bir şey demiyorum. Bilakis Allahü teala dilediği her şeyi yapmaya kadirdir. Mutlak kudret sahibi yalnız O’dur. Bir şeyin olmasını dileyince yalnız “Ol” emrini verir. O şey de hemen oluverir diyorum, dedi. Hazreti Meryem; -Peki sen Allahü tealanın Hazreti Adem’i ve Hazreti Havva’yı da anasız ve babasız olarak yarattığını bilmiyor musun? deyince, o; - Evet biliyorum, dedi.
Bu konuşmalardan, Hazreti Meryem’in-haşayanlış bir iş işlemediğini, bu hamileliğin, Hak tealanın takdiri ve kudretiyle, bir erkekle temas olmadan meydana geldiğini iyice anlayan Yusuf-i Neccar, artık bu hususta daha fazla soru sormanın, fikir yürütmenin ve çeşitli zanlarda bulunmanın yersiz olduğunu düşündü ve yanlış karar vermekten kaçındı. İsrailoğulları arasında yapılan dedikodulardan çok üzülen Hazreti Meryem, doğumu yaklaşınca, insanlardan uzak olan, Kudüs’ün 10 km güneyindeki Beyt-i Lahm adı verilen kasabaya çekildi.
Hazreti İsa’nın beşikte konuşması Hazreti Meryem, doğumun ilk alametleri belirdiği sırada bulunduğu yerin bahçesinde yürürken, kurumuş bir hurma ağacının altına geldi. Doğum sancıları şiddetlendiğinden bu ağaca yaslandı. Yaslandığı kuru hurma ağacı yeşillendi. Mevsim kış olduğu halde meyve verdi. Ayağının altında küçük bir su kanalı akmaya başladı. Bu hal, Hazreti Meryem’i teselli etti. Nihayet, yaslandığı kuru hurma ağacının altında Hazreti İsa dünyaya geldi. İsa aleyhisselam doğduğu zaman, doğudaki ve batıdaki bütün putlar yıkılıp, yere döküldü. Şeytanlar bu duruma şaştılar. Nihayet büyükleri olan İblis, onlara İsa aleyhisselamın dünyaya geldiğini haber verdi. O doğunca gökte büyük bir yıldız göründü.
Hazreti Meryem, insanların kendisine ağır ithamlarda bulunarak iftira yapacaklarından iyice endişelenmeye başlamıştı. Bu sırada kendisine ilham edildiği Kur’an-ı kerimde mealen şu şekilde bildirilmektedir: “(Cebrail, yüksek bir yerde bulunan) Meryem’e aşağı tarafından şöyle çağırdı: “Sakın üzülme, Rabbin senin alt yanında bir su arkı yarattı. Hurmanın da dalını kendine doğru silkele, üzerine devşirilmiş taze hurmalar dökülsün. Artık ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer insanlardan birini görürsen Ben Rahmana, Allaha bir oruç (susmak) adadım. Onun için bugün hiç kimseye asla söz söylemeyeceğim.” de. (Meryem: 24-26). Hazreti Meryem’in Beyt-i Lahm’de olduğunu ve çocuk doğurduğunu öğrenen Yahudiler, toplanıp Beyt-i Lahm’e gittiler. Hazreti Meryem, onların geldiğini öğrenince, kucağında çocuğuyla beraber onların yanına gitti. Onu kucağında bir çocukla gören İsrailoğulları, hakaret etmeye başladılar. - Ey Meryem! Sen çok çirkin bir iş yaptın. Halbuki sen çok temiz bir aileye mensupsun, dediklerinde; Hazreti Meryem onların kaba sözlerine karşı hiç ses çıkarmadan parmağıyla “Buna sorun” manasında yeni doğan çocuğa işaret etti.
Onun bu hareketini görenler çıkışarak; - Biz beşikteki çocukla nasıl konuşuruz. O çocuk bize cevap veremez, dediler. Bu sırada kundaktaki çocuk (İsa aleyhisselam) annesinin işaretiyle dile geldi ve harikulade olarak konuşmaya başladı. - Ey cahiller! Benim yüksek şanıma taarruz etmeyiniz ve annemi ayıplamayınız. Muhakkak ki ben, Allahü tealanın kuluyum. O, bana kitap verip, beni peygamber kılacaktır. Her nerede olsam beni mübarek kıldı ve hayatta olduğum müddetçe namaz kılmamı ve zekat vermemi emretti. Beni anneme hürmetkar kıldı. Doğduğum günde, öleceğim günde ve diri olarak kabrimden kaldırılacağım günde selam benim üzerimedir, dedi İsrailoğulları beşikteki çocuğun şehadeti üzerine şaşırıp kaldılar, fakat dedikodu yapmaktan ve iftiralardan da vazgeçmediler. Hazreti İsa’nın doğduğu sırada Filistin’deki Yahudi Kralı, çocukları öldürtüyordu. Hazreti Meryem, oğlu İsa aleyhisselamı alıp, Mısır’a gitti. Hazreti İsa, on iki yaşına ulaşıncaya kadar orada ikamet ettiler. Bu küçük yaşta, kendisinden fevkalade haller zahir oldu.
Bunlardan biri şu idi: Evinde kaldıkları ağanın bir şeyi kaybolmuştu. Bu evde, fakirler, zayıflar, düşkünler muhtaçlar kalırdı. Ağa, kaybolan bu malı, parayı kimin aldığını anlayamadı. Hazreti Meryem’e bu hadise çok ağır geldi. Orada kalan diğer insanlar da çok üzüldü. Ev sahibinin canı çok sıkılmıştı. Bu işi siz yaptınız diyerek oradakileri azarladı. İsa aleyhisselam bu hali görünce, duruma müdahale etti. O sırada orada biri kör, biri kötürüm iki kişi vardı. Hazreti İsa, kör adama seslenip; - Hadi, şu kötürümü al ve ayağa kalk, dedi. -Ben bunu yapamam, diye cevap verince; -Hadi, hadi. Evin şurasındaki delikten, ikiniz parayı alırken yaptığın gibi yap, buyurdu. O böyle deyince, körle kötürüm onu tasdik ettiler ve aldıkları parayı getirdiler. İsa aleyhisselam, insanların gözünde büyüdü. Halbuki yaşı daha pek küçük idi. Hazreti Meryem, oğlu Hazreti İsa ile birlikte Kudüs’e gelip, Nasıra kasabasına yerleştiler.
Hazreti İsa’nın peygamberliği İsa aleyhisselam ve annesi, Nasıra köyüne yerleştikten sonra uzun müddet burada kaldılar. Hazreti İsa otuz yaşına girince, burada, Hak teala tarafından peygamber olduğu bildirildi. Bulunduğu Nasıra şehrine nisbetle, Hazreti İsa’ya tabi olanlara Nasrani denilmiştir. Peygamber olduğu kendisine bildirilince hemen tebliğe başladı. İnsanların imana gelmelerini, Allahü tealanın emir ve yasaklarını öğreterek, ona göre amel etmelerini ve isyanda bulunmamalarını istedi. İsa aleyhisselam tebliğ vazifesine devam ederken bir çok kimse küfürde direterek söylenilenleri kabul etmiyordu. İsa aleyhisselamın daveti üç safhada olmuştur. O ilk önce kendisinin Allahü teala tarafından İsrailoğullarına peygamber gönderildiğini ve Rabbinden bir hikmet ile geldiğini bildirdi. Kendisine iman etmelerini söyledi. İnsanlara Allahü tealadan korkmalarını, peygamber olduğu için kendine tabi olmalarını ve itaat etmelerini emretti.
Bütün peygamberlere yaptıkları gibi insanlar ondan da, peygamberliğine delil olarak mucizeler istediler. Umumiyetle, kabul etmeye yanaşmayan insanlar, inadlarına bir sebep bulmak isterlerdi. Bu yüzden mucize göster derlerdi. Güya peygamber olduğunu söyleyen zat, mucize olacak fevkalade bir şey gösteremeyecek, onlar da inanmamalarının bahanesini bulmuş olacaklardı. Bazıları da, hakikaten samimi kalb ile, o zatın peygamber olduğunu anlamak için mucize ister ve mucizeyi görünce de derhal kabul ve tasdik ederdi. İşte, bütün peygamberler gibi, İsa aleyhisselam da bütün bu istekler karşısında pek çok mucizeler gösterdi. Böylece şüphe ve tereddüde mahal bırakmadı.
Hazret-i İsa, davetinin ikinci safhasında, kendinden önce, Beni israil peygamberlerinin ilki olan Musa aleyhisselama gönderilen Tevrat’ın ve hükümlerinin bozulmamış aslı şeklini tasdik edici olduğunu bildirdi. Bununla beraber, Hak tealanın, kendisine yeni bir din verdiğini ve İncil kitabını indirdiğini söyledi. Böylece Tevrat’ta bulunan bazı hükümlerin değiştirildiğini açıkladı. Bilindiği gibi, Tevrat’ı tasdik demek, onun ilahi kitaplardan olduğunu kabul etmek demektir. İsa aleyhisselama hatta bizim peygamberimiz Muhammed aleyhisselama bildirilen dinlerde, ibadetlere ve muamelata aid bazı hükümlerde değişiklikler bulunması onun ilahi bir kitab olduğunu tasdike mani değildir. Nitekim şimdi bütün mü’minler, Tevrat ve diğer ilahi kitapların hak olduklarına inanmakta, fakat bugün Kur’an-ı kerim hariç diğerlerinin tahrif edilip, değiştirilmiş olduğunu bilmektedirler. Yine bütün ilahi kitaplarda, Allahü teala tarafından peygamberler vasıtası ile bildirilen iman, itikad hususları hep aynı olup, hiç değişmemiştir. Bütün peygamberler ümmetlerine aynı imanı bildirmişler, hep aynı şeylere inanmayı emretmişlerdir.
Çeşitli zamanlarda gönderilen ilahi dinlerde olan değişiklikler, hep ibadetlerde, kalb ve beden ile yapılması ve sakınılması icabeden hususlarda olmuştur. İmana aid hususlar değişmemiştir. İsa aleyhisselam da kavmine, kendinden önce gönderilmiş olan Tevrat’ı tasdik ettiğini bildiriyor ve şöyle diyordu: - Size hem benden önce nazil olan Tevrat’ı tasdik edici olarak, hem de üzerinize haram kılınmış olan şeylerin bazısını Hak tealanın sizlere mübah ettiğini bildirmek için geldim ve sizlere Rabbinizden, peygamberliğimi tasdik edici İncil’i getirdim. O halde artık Allahü tealadan korkun ve sizi O’na davet ettiğim şeyde bana itaat edin. İsa aleyhisselam aynı zamanda kavmine ahir zaman peygamberi olan Muhammed aleyhisselamı da haber veriyor ve şöyle diyordu: - Ey İsrailoğulları! Ben size Allahü tealanın peygamberiyim. Benden evvel Musa’ya nazil olan Tevrat’ı tasdik edici ve benden sonra gelecek Ahmed (Muhammed aleyhisselam) ismindeki peygamberin müjdecisiyim. İsa aleyhisselam davetinin üçüncü safhasında, kendilerine peygamber olarak geldiği İsrailoğullarını tevhide, ancak ve sadece Allahü tealaya inanmaya, sırf O’na iman etmeye davet etti ve İsrailoğullarına şöyle dedi: - Şüphe yok ki, Allahü teala benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir.
Öyle ise O’na ibadet edin. İşte dosdoğru yol budur. Ey İsrailoğulları! Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allahü tealaya ibadet ediniz. Benim ilah olduğum şekilde bir itikadda bulunmayın. Zira ilah olmakla benim münasebetim yoktur. Çünkü ben de sizin gibi bir beşerim. Her kim Allahü tealaya şirk, ortak koşarsa, muhakkak ki, Allahü teala ona Cenneti haram etmiştir. Onun meskeni, varıp kalacağı yer Cehennem’dir. Şirkle kendi nefislerine zulmedenlere, kendilerini Cehennem’den kurtarma hususunda yardım edecek hiç kimse yoktur. İsa aleyhisselam böyle söylemekle onlara, hem hak olan doğru itikadı bildirip tarif etti, hem de şirk ve başka sebeplerle kendilerine zulmedenlere asla yardımcı bulunmayacağını bildirdi. İsa aleyhisselam, İsrailoğullarının imana gelmeleri ve hidayete kavuşmaları için ne kadar davet ve tebliğde bulundu ise de, pek az kişi inandı. Üstelik onun, davette ısrarı çoğalıp devam ettikçe, İsrailoğullarının bunu kabul etmemek hususundaki inad ve ısrarları da artıyordu. Gün geçtikce biraz daha hırçınlaşıyorlar, bu daveti kabul etmemelerinin yanında, onun, tebliğe devam etmesine de dayanamıyorlardı. Bir de, onu, bu vazifeden alıkoymaya çalışmak için fevkalade gayret sarfediyorlardı. Nihayet Beni İsrail işi daha da ileri götürüp Hazreti İsa’yı öldürmeye teşebbüs ettiler. Bunun üzerine Hazreti İsa, kendisine iman edenler arasından seçtiği on iki mü’mine, (havarilere); - Allahü tealanın dinine hizmette ve onu muhafaza edip korumada kim bana yardımcı olacak? buyurdu. Havarilerin hepsi birden dediler ki: - Bizler, Allahü tealanın dinine yardımcılarız.
Bizler, Hak teala hazretlerine inanıp, iman ettik. Bütün varlığımızla, her şeyimizle Allahü tealanın dinine yardım edeceğiz, bu yola destek olacağız. Allahü tealanın dininin yardımcıları olmamız elbette lazımdır. Çünkü biz, Allahü tealaya iman ettik. O’na iman ise; O’nun dinine yardımcı olmayı, O’nun sevdiklerini himaye ve müdafaa etmeyi, Allahü tealanın dininin düşmanları ile de muharebe etmeyi icabettirir. Sen şahid ol ki bizler sana tam bağlı gerçek iman edenlerdeniz. Yani biz, sana yardım hususunda bizden istediğine boyun eğici, seni himaye ve müdafaa edicileriz. Bu hususta Allahü tealanın emrine teslim olucularız. Peygamberlerin kavimlerinin lehinde ve aleyhinde şahidlik edecekleri o kıyamet gününde, bizim mümin olduğumuza şahidlik eyle.
Havarilerin bu sözleri, dinlerinin hak olduğunu ve her peygamberin bildirdiği aynı iman esasları olduğunu ikrar ettiklerini ifade etmektedir. Bundan sonra da Havariler, Hak tealaya yönelerek; - Ey Rabbimiz! Tarafından, katından bize ne inzal etmiş, göndermiş isen, biz onların hepsine iman ettik. Artık bizi, birliğini ve peygamberlerinin hak olduğunu tasdik eden, emrine uyup, nehyettiklerinden sakınanlarla ismimizi onların isimleri ile beraber yaz. İkram ettiğin şeylerde bizi de onların arasına kat, diye yalvarıp ilticada bulundular. Böyle söyleyen bu müminlere “Allahü tealanın dininin yardımcıları” manasına “Ensarullah” demiştir. Bu halis mü’minler “Havariler” adı ile de anılmışlar ve daha çok bu isimle tanınmışlar, ayet-i kerimelerde de bu isimle zikrolunmuşlardır.
Havariler Havariler: İsa aleyhisselamın kendisinden sonra İseviliği dünyaya yaymak için, eshabı arasından seçtiği on iki mü’min zattır. Bunların isimleri şöyledir. 1- Petrus veya Pierre: Asıl isminin, Şem’un, Simon veya Sim’an olduğu da bildirilmiştir. 2- Anderas: Petrus’un kardeşidir. Buna Andre de denir. 3- Yuhanna: Yahya demektir. Buna, Johannes, Jean ve Jani de denir. Ortodokslar Juvan, İngilizler John, Ermeniler de Ohannes demektedirler. 4- Büyük Ya’kub: İngilizler buna James, Fransızlar ise Jacque derler. Yuhanna’nın kardeşidir. 5- Filip. 6- Toma yahut Thomas. 7- Bartelemi veya Bartolome. 8- Matthias veya Mathias: Bilindiği gibi, Yudas İshar Yot (Yehuda) mü’min iken mürted olmuş yani imandan ayrılmış ve İsa aleyhisselamın bulunduğu yeri Yahudilere haber vermişti. Neticede Yahudilerin gözüne, İsa aleyhisselam şeklinde gösterilmiş, dolayısıyla onlar, Hazreti İsa zannıyla bunu çarmıha germişlerdi.
Hazreti İsa da semaya kaldırılmıştı. İşte, dinden çıkarak, mürted olup çarmıha gerilen Yudas’ın yerine, havariler, Mathias’ı havari seçtiler. İsa aleyhisselamdan sekiz sene sonra ondan işittiklerini yazan Metta (Matthaus, Mattieu) başka olup havarilerden değildir. 9- Küçük Ya’kub veya Jacque. 10- Simon veya Şem’un. 11- Yehuda veya Yudas: Küçük Ya’kub’un kardeşidir. 12- Taddeus (Thaddaus): Luka’nın İncil’inde, havari olarak bunun yerine Judas Yakobi’nin ismi yazılıdır. Metta’nın İncil’inde ise Lebbaus denildiği bildirilmiştir. İsa aleyhisselamdan gördüklerini ve işittiklerini doğru olarak yazmış olan Barnabas, kendisinin on iki havariden biri olduğunu bildiriyor. Hıristiyan kitablarında bunun yerinde Thomas yazılıdır. Havarilerin nasıl iman ettikleri şöyle anlatılmaktadır: Hazreti İsa bir yolculukta bunlara uğradığında balık avlarlarken gördü ve; - Siz şimdi balıkçılarsınız. Bana tabi olursanız, halkı ebedi hayatta ve sonsuz saadette tutarsınız, dedi. “Sen kimsin?” diye sorduklarında; - Ben Allahın kulu ve resulü olan Meryem oğlu İsa’yım, buyurdu. Mucize istediler. Reisleri olan Şem’un balık ağını gece suya atmış ve boş çıkmıştı. İsa aleyhisselam “Tekrar sal” buyurdu. Ağı tekrar saldığında o kadar balık avlandı ki, iki sandalın adamları toplanıp balıkları güçlükle çıkardılar. Sandalları balıkla doldurdular. Sonra hepsi iman ettiler.
Gökten sofra inmesi Havariler, gökten bir sofra inmesi için, Hazreti İsa’dan dua etmesini istediler. İsa aleyhisselam onlara; hakiki iman sahibi iseler, Allahü tealadan korkmalarını ve böyle şeyler istememelerini bildirdi. - Siz Allahü tealanın kudretinden şüphe mi ediyorsunuz? O’nun gökten bir sofra indirmeye kadir olduğu hususunda tereddüdünüz olduğundan mı böyle bir şey istemeye cesaret ediyorsunuz? diyerek, bu isteklerinin münasib olmadığını anlattı. Daha evvel kendilerine mucize gösterdiğini, artık Allahdan korkmalarını, fazla ileri gidip haddi aşmamalarını emretti.
Havariler; - Biz o sofradan yemeyi, kalbimizin mutmain olmasını, senin bize söylediklerinin doğru olduğunu yakinen bilmek istiyoruz. Maksadımız, Allahü tealanın lütfuna nail olmak, buna kavuşmakla imanımızın kuvvet bulmasını te’min etmektir. Yoksa bozuk bir maksadımız yoktur, dediler. Böylece havariler, bunu istemekteki maksadlarının, Hak tealanın kudretinde tereddüd ve daha önce gördükleri mucizelere kanaatsizlik olmadığını bildirdiler. Gerçekten maksadları; açlıklarını gidermek, sofranın indiğini bizzat görerek kalben mutmain olup imanlarını kuvvetlendirmek; bir de bizzat gözleriyle gördüklerini orada bulunmayanlara anlatmaktır.
Böylece istek ve niyetlerinde samimi oldukları anlaşılınca, İsa aleyhisselam gusl edip iki rekat namaz kıldı. Üzerinde eski bir elbise vardı. Ayakta durdu ve ellerini bağlayarak, başını önüne eğdi. Çok ağlıyordu. Allahü tealanın lütfuna güvenerek dua edip yalvardı. Hak tealadan, kendilerine bir sofra indirmesini, sofranın kendisinin peygamberliğine bir ayet, mucize olmasını, o günün, kendileri ve daha sonra gelenler için bayram, neş’e ve sevinç günü olmasını niyaz etti. Niyazında Hak tealanın, rızık verenlerin en hayırlısı olduğunu beyan etti. Hazreti İsa’nın bu münacatı üzerine Allahü teala buyurdu ki: - Ya İsa! Ben istenilen sofrayı istenilen şekilde gökten indirmeye mutlak kadirim, elbette indiririm.
Lakin sofra geldikten sonra nimete nankörlük ve küfreden olursa, böylelerine alemde hiç bir kimsenin görmediği azabı ederim. Bundan sonra, insanların gözleri önünde, duman gibi hafif iki bulut arasından kırmızı bir sofra indi. İsa aleyhisselam ağlıyor, bir taraftan da; “Ey Allahım! Beni şükredenlerden eyle. Ya Rabbi! Onu rahmet kıl! Ceza ve azab kılma” diye yalvarıyordu. Sofra indiğinde orada bulunan herkes sanki hayretten donakalmıştı. Bereketli sofranın güzel kokusu hazır olanların üzerine misk ve amber gibi yayılıverdi. Sonra İsa aleyhisselam abdestini tazeleyip namaz kıldı. Ümmeti hakkında, bu nimetlere şükretmemeleri halinde çok büyük cezaya uğrayacaklarını düşünerek endişeleniyor ve bu sebeple ağlayıp sızlıyordu. Daha sonra; “Bismillahi hayr-ur-razıkin” yani rızık verenlerin en hayırlısı olan Allahü tealanın ismi ile diyerek sofranın üstünde bulunan örtüyü kaldırdı. Örtü kaldırılınca, sofranın üzerinde, kendi yağıyla kızarmış ve kebap olmuş bir balık gördüler. Balığın üstünde pul, içinde kılçık yoktu.
Baş tarafında tuz ve kuyruk kısmında ise bir kase içinde sirke ve etrafında çeşit çeşit sebze bulunuyordu. Ayrıca sofrada ayrı ayrı konmuş beş adet ekmek vardı. Ekmeklerden birinin üzerinde zeytin, ikincisinde bal, üçüncüsünde yağ, dördüncüsünde peynir ve beşincisinin üzerinde de kurumuş et vardı. Havarilerin reisi Şem’un, Hazreti İsa’ya: - Bu yemek dünya mı yoksa ahiret yiyeceklerinden midir? diye sua etti. Bunun üzerine İsa aleyhisselam; - Hiç birinden değil. Allahü tealanın, kudretiyle şimdi yarattığı yemektir.
Yiyin ve Allahü tealanın nimetlerine şükredin, buyurdu. Havariler; - Ey Allahın peygamberi! Bu mucize içinde bir mucize daha gösterir misiniz? deyince; Hazreti İsa; - Ey balık! Kainatın Rabbinin izni ile diril! buyurdu. Sofradaki balık o anda canlandı. Üzerinde pullar oluştu ve hareket etti. Havariler endişeye kapıldılar. İsa aleyhisselam onların, mucize üzerine mucize istemelerini hoş karşılamadı. Sonra; - Korkarım ki, azab olunursunuz, dedi. Ardında da; - Ey balık! Hak tealanın izni ile eski haline dön, buyurdu. Balık hemen eski kızarmış halini aldı.
Orada bulunanlar, Hazreti İsa’ya; “Önce siz yeyin” dediler. O ise; “Hayır kim istediyse onlar yesin” buyurdu. Havarilerde bir korku meydana geldi. İsa aleyhisselam fakir, hasta, cüzzamlı, abraş ve sakatları çağırıp; - Allahü tealanın ihsan ettiği bu rızıktan yiyin! Sizin için afiyet, başkaları için beladır, buyurdu. Bunlardan erkek ve kadın bin üç yüz kişi yedi. Hepsi doydu. Bereketinden, herkes yiyip doyduğu halde balık olduğu gibi kalmış, sofrada bir eksilme olmamıştı. İnsanların gözleri önünde bu bereket sofrası tekrar göğe çekildi. Sofranın bereketiyle hastalar şifa bulup, fakirler zengin oldu. Üstelik bunlar ömürleri boyunca hastalık ve yoksulluk da görmediler. Sofradan yemeyenler bu hali görünce üzülüp, pişman oldular.
İsa aleyhisselamın elçileri İsa aleyhisselam Nusaybin’de bulunan kibri ve zulmü ile meşhur bir hükümdarı imana davete me’mur edilince, harekete geçti. Havarilere; - Hanginiz bu şehre varıp; “Allahü tealanın kulu ve resulü ve kelimesi olan İsa aleyhisselam, size doğru geliyor” diye seslenir, buyurdu. İçlerinden Ya’kub; - Ben gideyim, dedi. İsa aleyhisselam ona; - Peki git, ama oradan en önce uzaklaşan sen olacaksın, buyurdu. Havari Ya’kub’dan sonra içlerinden Tevman, izin alıp beraber gittiler. Hazreti İsa, Tevman’a;
- Ey Tevman! Takdir böyledir ki, yakın zamanda senin başına bela gelecek, buyurdu. Şem’un da; - Ya Ruhallah! İzin verirseniz ben de gideyim, ama bir şartım vardır. Eğer dara düşersem ve sizi çağırırsam, nazarınızı, himmet ve yardımınızı eksik etmeyesiniz, deyip, izin aldı. Üçü beraber o şehre doğru gittiler. Şem’un, şehrin dışında durup, yoldaşlarına, - Siz girin seslenin, zarara uğrarsanız, ben sizi kurtarmaya çalışırım, dedi. Ya’kub’la Tevman şehri girdi. Ya’kub bildirilen şekilde seslendi. Sesi duyunca insanlar onların başlarına toplandı. Allahın birliğine davet ettiler, ancak onlar inanmadılar. Oranın halkı, daha önce İsa aleyhisselam ile Meryem’i gerçek dışı şekilde işitip, su-i zan ettiklerinden, -haşa- dil uzatıp, lanet ettiler.
Elçileri şehrin hakimine götürdüler. Şah, Tevman’a işkence ettirip, zindana attırdı. Şem’un bu hali haber alıp şehre girdi. Halini gizledi. Güzel tedbir ve bazı çarelerle hakime yaklaştı. Hususi adamlarından ve nedimlerinden, sohbet arkadaşlarından oldu. Bir gün şehrin hakimine; - Müsamahanıza sığınarak Tevman’dan birkaç şey sormama izin vermenizi isterim, dedi. Şah; “Peki” dedi. Şem’un; Tevman’ı yanına getirtti. Birbirlerini hiç tanımıyor gibi davrandılar. Şem’un; - Ey kişi, senin sözün nedir? dedi. Tevman; - İsa aleyhisselam Allahın kulu ve resulüdür derim, dedi. - Sözünün doğruluğuna delilin nedir, deyince; - Her hastalığa ilac olmaktır, dedi. - Tabibler de bunu yapabilir, başka delil var mı? - Evlerinde ne yeyip ne sakladıklarını bildirmektir.
- Kahinler de bunu yapabilir, başka alamet var mı? - Çamurdan kuş sureti yapıp üfleyince, kuşun canlanıp uçması.. - Sihirbazlar da bunu yapabilir, başka alamet var mı? - Hak tealanın izni ile ölüleri diriltir. Tevman’ın bu sözü üzerine Şem’un Hakime bakıp; - Bu büyük iddiadadır. Ölüleri diriltmek, Allahü tealaya ve mucize olarak peygamberlere mahsusdur, sihirbaz ve yalancıların işi değildir. Eğer doğru ise, İsa’yı çağırtıp soralım. O bunu inkar ederse, bu adama her çeşit azabı yapalım; yok ölüyü diriltirse ki bu çok zor bir ihtimaldir, o zaman ona iman getirelim, dedi. Hakim, Şem’un’un bu sözlerini hoş karşıladı.
Haber gönderdiler. Hazreti İsa geldi. Şem’un yine tanımıyor gibi davranıyordu. Uzun uzun sualler sorup, İsa aleyhisselam ikrar ve kabul edince, Şem’un; - Eğer doğru isen, hastaya şifayı bu sakat adamında deneyelim, dedi. İsa aleyhisselam, çeşitli mucizeler gösterdi. Ölüleri diriltti ve hastaları iyileştirdi. Neticede Hakim ve askerleri, kumandanları bu mucizeleri görüp, Hazreti İsa’nın Allah tarafından peygamber olarak gönderildiğine gönülden inanıp iman getirdiler.
Habib-ün Neccar İsa aleyhisselam havarilerinden iki kişiyi, Allahü tealanın emri ile Antakya’ya göndererek, orada yaşayan ve putlara tapan insanları, imana davet etmeleri için vazife vermişti. Bu emir üzerine Antakya’ya giden elçiler, halkı Allahü tealaya imana, tevhide, davet ettiler. Onların bu davetleri, Antakya’yı idaresi altında bulunduran kral tarafından da duyuldu. Elçileri yanına çağırtıp görmek istedi. Elçiler kralın yanına geldiklerinde onlara; - Siz kimsiniz? dedi. Elçiler; - Biz İsa aleyhisselamın elçileriyiz, dediler. - Bu şehre niçin geldiniz, maksadınız nedir? - Sizi, işitmeyen, görmeyen ve hiç bir şeye kadir olmayan aciz putlara tapmaktan vazgeçip, herşeye kadir olan ve her şeyi yaratan Allahü tealaya iman ve ibadet etmeye davet için geldik. - Putlarımızdan başka bir ilah mı vardır? - Evet vardır. Seni ve ilah diye taptığın putları ve her şeyi yaratan Allahü tealadır. Elçilerin bu sözüyle kendilerini imana davet eden elçileri hapsettirdi.
Bu hapsedilme hadisesinden sonra, İsa aleyhisselam, havarilerinin reisi olan Şem’un’u da, Antakya’ya gönderdi. Şem’un oraya varıp, kendini tanıtmadan ve dikkat çekmeden, kralın yakınlarıyla yavaş yavaş temas kurdu. Onlarla samimi bir hava içinde görüşüp konuşmaya başladı. Onlar da Şem’un’un kral ile temas kurmasını sağladılar. Nihayet Şem’un, kralın muhabbetini kazandı. Bundan sonra hapsedilmiş olan elçileri kurtarmak, kralı ve halkı, Allahü tealaya imana davet etmek için faaliyete geçti. Şem’un, krala çok tesir ettiğine iyice kanaat getirdikten sonra, maksadını krala açıkladı. Bunun üzerine kral ve krala bağlı olanlardan bir cemaat iman ettiler. Halka da tebliğde bulundular. - Gerçekten biz, size imana davet etmek için gönderilmiş elçileriz. Allahü tealaya iman ediniz, dediler. Fakat halk onları yalanlayıp, iman etmediler. Onlarla mücadele ettiler. - Siz de bizim gibi insansınız, bizden üstün bir meziyetiniz yoktur. Hem Allahü teala aleme ne vahiy, ne risalet, kısaca hiç bir şey göndermemiştir. Siz yalan söyleyenlerdensiniz, dediler.
Elçiler dediler ki: - Rabbimiz biliyor ki biz, Rabbimizin emriyle, İsa aleyhisselamın sizi imana davet etmek için gönderdiği elçileriz. Bizim üzerimize düşen vazife apaçık bir tebliğdir. İsa aleyhisselamın gönderdiği elçiler: “Bizim üzerimize düşen, apaçık bir tebliğdir” demekte, hem kendilerini teselli ediyorlardı. Yani; “Biz size tebliğde bulunmak suretiyle vazifemizi yaptık. Artık biz bunun mes’uliyetinden, boynumuzdaki bu borçtan kurtulduk” dediler. Hem de Antakya halkını, davetleri üzerinde düşünmeye teşvik ettiler.
Çünkü; “Bizim üzerimize düşen, apaçık bir tebliğdir” demek, onların bu tebliğ hakkında ve kendi durumları hakkında düşünmelerini icabettiriyordu. Çünkü bu elçiler, tebliğlerine karşılık olarak onlardan ne bir ücret, ne de bir başkanlık, makam, mevki istiyorlardı. Onların işleri sadece insanları imana davet ve bunu insanlara anlatmak idi. Bütün bunlar ise akıl sahiplerini, tefekküre, iyi düşünmeye sevkeden sebeplerden idi. İsa aleyhisselamın elçilerinin davetten vazgeçmemeleri üzerine Antakya ahalisi: - Doğrusu biz, sizin yüzünüzden uğursuzluğa düştük, yağmursuz kaldık. Eğer bu sözünüzden vazgeçmezseniz muhakkak sizi taşla öldürürüz. Bizden size acıklı bir işkence de dokunur, dediler. Cahillerin adeti şöyledir ki, hep nefislerinin arzu ettiği şeyleri ararlar. Heva ve heveslerine uygun görmedikleri şeyi red ve inkar ederler.
Hatta bütün hayırları ve saadetleri içinde toplayan bir şeyi nefslerinin hevasına ve bozuk isteklerine uymadığı için kabul etmezler. İşte bu sebeple, Antakya ahalisi, elçilere; “Biz sizi sevmiyoruz. Zira siz, bizim arzumuzun tersine bir takım şeyler teklif ediyorsunuz. Bize böyle “iman ediniz” demekten vaz geçin. Eğer bu teklifiniz vazgeçmezseniz, sizi taşa tutarak öldürürüz” dediler. Nefslerinin hevasına ve taşkın isteklerine uyan azgın insanların adeti şöyledir ki; maksadlarına kavuşmak için önce çeşitli hile ve desiselere başvururlar. Böylece, içlerinde bulundurdukları azgınlığı ve kötülükleri gizlemek isterler. Eğer böylece maksadlarına ulaşamazlarsa, zora ve tehdide başvururlar. Nitekim putperest Antak yalılar, İsa aleyhisselamın gönderdiği elçilere karşı bu yola başvurmuşlardır. “Size bizden acıklı bir işkence dokunur” diyerek, öldürünceye kadar taşlayacaklarını söylemeleri bu sebepledir. Onların bu tehdidine karşı elçiler bir adım bile gerilemediler ve: - Uğursuzluğunuz beraberinizdedir yani batıl inancınızda ve bozuk amelinizdedir.