YUNUS ALEYHİSSELAM
Yunus aleyhisselam, Musul yakınlarındaki Ninova ahalisine gönderilen peygamberdir. Babası Meta adında bir zat olup, salih kimselerdendi. Yunus aleyhisselam, kendisini balık yuttuğu için Zinnun ve Sahib-i Hut adlarıyla da anılmıştır. Yunus aleyhisselam, Asur Devletinin başşehri ve önemli bir ticaret merkezi olan Ninova şehrinde doğdu. Babası Meta ve annesi, Allahü tealaya dua edip, kendilerine bir erkek evlat ihsan etmesini dilediler.
Cenab-ı Hak, onlara Yunus’u ihsan etti. Ancak Yunus aleyhisselam, ana rahmindeyken babası vefat etti. Annesi, onun doğum ve çocukluğu sırasında birçok harikulade haller gördü. Yunus aleyhisselam Ninova’da büyüdü. Kavmi içinde emin, yalan söylemeyen, yardımsever bir kişi olarak meşhur oldu.
Otuz yaşına gelince, Ninova ahalisine peygamber olarak gönderildi. Putlara tapan Ninova halkını, senelerce Allahü tealaya iman ve ibadet etmeye davet etti. Kavmi, ona iman etmedikleri gibi, birçok eza ve cefada bulundular. Onunla alay ettiler. Fakat Yunus aleyhisselam, yılmadan ve ümitsizliğe kapılmadan, onları hak dine davet etti. Allahü tealanın azabı ile onları korkuttu.
Fakat Ninova halkı, alay ederek, Yunus aleyhisselama dediler ki: - Tek bir kişinin hatırı için azap inip, herkesi yok edecekse, müsaade et de bu azap gelsin! Yunus aleyhisselam, kavminin küfürde ısrar etmesine üzülüp, onların arasından ayrıldı. Allahü teala ona vahyedip buyurdu ki: - Kullarımın arasından ayrılmakta acele etme! Geri dön, kırk gün daha onları imana çağır!
Yunus aleyhisselam bu ilahi emir üzerine, kavmine döndü ve onları hak dine davete devam etti. Otuz yedi gün aralarında kaldı. Kavmi yine inanmadı. Bunun üzerine Yunus aleyhisselam buyurdu ki: - O halde üç güne kadar başınıza gelecek azabı bekleyin! Bunun alameti önce benizleriniz sararacaktır! Sonra, ilahi bir emir gelmeden, üzüntüyle aralarından ayrıldı. Yunus aleyhisselamın haber verdiği gün gelince, Ninovalıların benizleri sarardı. Gökyüzü karardı. Şehri simsiyah bir duman kapladı.
Herkesi korku ve telaş sardı. Feryat ve figana başladılar. “Yunus aleyhisselam aramızda ise korkmayın, eğer gitmişse azap bizi helak edecektir!” diye söyleştiler. O zaman Allahü teala kalblerine pişmanlık hissini verdi. Onlar tövbe etmek arzusu ile yaşlı salih bir zata geldiler ve ne yapmaları gerektiğini sordular. O zat da, henüz azabın gelmesine iki gün olduğunu, tövbe etmelerini ve azabı kaldırması için dua etmelerini tavsiye etti. Bunun üzerine Ninova halkı, Allahü tealaya ve Onun peygamberi Yunus aleyhisselama iman ettiler. Allahü tealaya dua edip azabı kaldırmasını niyaz ettiler. O zamana kadar yaptıkları her türlü kötülük ve haksızlığa da tövbe ettiler. Hatta öyle oldu ki, evlerindeki başkasına ait olan taşları söküp sahiplerine iade ettiler. Bunun üzerine Allahü teala, tövbelerini kabul edip, azabı üzerlerinden kaldırdı.
Duanın yapıldığı gün Cuma olup, Aşure Günü idi. Azabın kalkması ile sevinç içinde şehre dönen Ninova halkı, şehirde Yunus aleyhisselamı aramaya başladılar. Yunus aleyhisselam, kavminden ayrıldıktan sonra, Dicle nehri kenarındayken, yolcularla dolu olan bir gemiye bindi. Gemi hareket edip kıyıdan uzaklaştı. Gemi bir müddet gittikten sonra durdu ve kımıldamaz oldu. Gemidekiler şaşırıp kaldılar. Ne kadar çalıştılarsa da gemiyi bir türlü yürütemediler. Sonra da; “Aramızda bulunan bir kimse yüzünden gemi yürümüyor.” diye aralarında söylendiler. Geminin batacağından endişe edip, paniğe kapıldılar. Durumu uğursuzluk kabul edip, aralarında şöyle bir karara vardılar: - Burada efendisinden kaçan bir kul vardır. Kur’a atalım, o meydana çıkar! O zamana kadar adetleri, kur’a kime isabet ederse, ceza olarak o kimseyi denize atmaktı. Adetleri gereği kur’a çektiler. Kur’a Yunus aleyhisselama çıktı. O zaman Yunus aleyhisselam, bunun, kendisi hakkında ilahi bir imtihan olduğunu kabul edip, tevekkülle dedi ki:
- O kimse benim! Gemidekiler, Yunus aleyhisselama bakıp, salih bir kimse olduğunu anlayıp dediler ki: - Bu zat köleye benzemiyor! Yeniden kur’a çektiler. Kur’a yine Yunus aleyhisselama isabet etti. Bir kere daha tekrar ettiler. Nihayet üçüncü defa çekilen kur’a da Yunus aleyhisselama isabet etti. Bunun üzerine bazıları dediler ki: - Şüphesiz bu kişinin bir hatası olmalı! Yunus aleyhisselam, yolcuları Allahü tealaya iman etmeye davet etti. Fakat gemidekiler, Yunus aleyhisselamı denize attılar. O an gece vaktiydi. Yunus aleyhisselamı bir balık yuttu. O zaman cenab-ı Hak balığa emredip, onu yaralamamasını, kemiklerini kırmamasını bildirdi. Balık, bu hal üzere Yunus aleyhisselamı alıp, denizin derinliklerinde kayboldu.
Yunus aleyhisselam, balığın karnında sağ, aklı başında ve şuuru yerindeydi. Balığın karanlık vücudunda çok üzgün bir halde şöyle niyazda bulundu: - Ya Rabbi! Ninova’ya dönmeye ve kavmimi imanlı bir şekilde görmeye ümidim sonsuzdur. Bütün bunlara rağmen, senin takdirin ne ise ona razıyım. O sırada bazı sesler işitti. “Bu nedir acaba?” diye söylendi. Allahü teala, ona, balık karnında olduğunu vahyederek buyurdu ki: - Ey Yunus! Bu sesler, beni denizde zikreden canlıların sesleridir! Yunus aleyhisselam, balığın karnında dahi her zaman zikre devam ediyordu. Melekler onun sesini işitip, Allahü tealaya arz ettiler. Allahü teala buyurdu ki: - Bu kulum Yunus’un sesidir. Bir hali sebebiyle o denizde bir balığın karnındadır.
Yunus aleyhisselam “La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin.” duasına devam etti. Bu duası ve tesbihi, onun kurtuluşuna sebep oldu. Balığın karnında üç, yedi veya kırk gün kaldıktan sonra kurtuluşa erdi. Yunus aleyhisselam, balığın karnından Muharrem ayının onuncu (Aşure) günü çıktı. Balık onu çıkarıp, sahile bıraktığında; Yunus aleyhisselam zayıflamış, bitkin, hasta bir durumdaydı ve himayeye muhtaçtı. Cenab-ı Hak ihsan ederek, Hazreti Yunus’u, güneşin yakıcı sıcağından gölgelendirmek için, orada, geniş yapraklı, çabuk büyüyüp yükselen bir ağaç veya bitki bitirdi. Bu ağaç, sinek ve haşaratın zararını da önlemekteydi.
Cenab-ı Hak, bir dağ keçisini de emrine verdi. İyice kuvvetleninceye kadar, o dağ keçisi sabah akşam gelip, Hazreti Yunus’u emzirdi. Yunus aleyhisselam kendine gelince, Allahü tealaya şükredip ibadete başladı. Birgün kendisine gölge veren ağacın kuruduğunu görüp üzüldü. Allahü teala ona vahyedip, kavmine dönmesini emir buyurdu ve kavmine, tövbelerini kabul ettiğini bildirmesini emretti. Yunus aleyhisselam kavmine gitmek üzere yola çıkıp, Ninova şehri yakınlarına gelince, gördüğü bir çobana, kavminin durumunu sordu. Çoban da dedi ki: - Peygamberleri olan Yunus aleyhisselam onlara darılıp gittiğinden, kendi başlarına kaldılar. Cenab-ı Hak onlara azap gönderdi. Azap bulutları başları üzerinde üç gün üç gece durdu.
Fakat onlar bin bir pişmanlıkla ağlaştılar. Yunus aleyhisselamı aramalarına rağmen bir yerde bulamadılar. Neticede Allahü teala onları bağışladı. Üzerlerinden azabı kaldırdı. Şimdi yolları gözetip, kendilerine emir ve yasakları öğretecek Yunus aleyhisselamın gelmesini bekliyorlar. Yunus aleyhisselam, kendisinin, bekledikleri kimse olduğunu ve gidip onlara haber vermesini istedi. Çoban, Ninova’ya gidip Yunus aleyhisselamın geldiğini haber verdi. İlk anda Yunus aleyhisselamın geldiğine inanmayan Ninova halkı, ağacın ve koyunun dile gelip konuşması neticesinde inandılar. Yunus aleyhisselamın bulunduğu tarafa gittiler. Yunus aleyhisselamı namaz kılarken buldular. Namazdan sonra onu hasretle kucaklayıp, özür dilediler. Beraberce şehre döndüler. Bundan sonra Yunus aleyhisselam, onlara, Allahü tealanın emir ve yasaklarını anlattı. Kavmi mes’ut ve iyilik üzere oldular. Yunus aleyhisselam seksen üç yaşında, ibadet halindeyken Ninova’da vefat etti.
Hazreti Yunus’un mucizeleri Her peygamber gibi Yunus aleyhisselamın da mucizeleri olmuştur. Bunlardan bazıları şunlardır: Balığın karnında yaşamak. Yunus aleyhisselam, Kur’an-ı kerimde bildirildiği üzere, balığın karnında üç, yedi veya kırk gün yaşamıştır. Bulutlardan ateş çıkması. Yunus aleyhisselamın duası bereketiyle bulutlardan ateş çıkardı. Birgün Ninovalılar kendisinden buluttan ateş çıkarmasını istediler. Yunus aleyhisselam da dua etti ve bulutlardan ateş çıkarak yere düştü ve birtakım ağaçları yaktı.
Dağdaki kayadan su çıkması. Kelerin şehadeti. Ninovalılar kendisinden mucize isteyince, eliyle dağa işaret etmesi vahyolundu. Dağa işaret edince dağdan bir keler çıkarak dile geldi ve “Ey insanlar, biliniz ki Yunus aleyhisselam hak peygamberdir. Sizi cennete, Rabbinizin magfiretine davet ediyor” dedi. Kapı halkasının altın olması. Ninova hükümdarını imana davet edince şu kapımdaki halka altın olursa iman ederim dedi. Yunus aleyhisselam da eliyle tutunca halka altın oluverdi. Su üzerinde odunsuz ateş yakmak. Vahşi hayvanların onun güzel sesini dinlemek için etrafında toplanması.
Hazreti Yunus’un duası Alimlerimiz buyurdu ki: Balığın karnındayken Hazreti Yunus’un yaptığı dua; “La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin” idi. Müslüman bir kişi bu duayı her ne şey için okursa, Allahü teala elbette onu kabul eder.
DAVUD ALEYHİSSELAM
Nesebi ve yetişmesi İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerdendir. Hem peygamber hem de sultan idi. Nesebi, Davud bin Eyşa bin Uveyd bin Selmun bin Ba’ir bin Yahşun idi. Yakub aleyhisselamın oğullarından Yehuda’nın soyundan idi. Kısa boylu, ak tenli, mavi gözlü, düz saçlı idi. On iki kardeşi daha vardı. Önceleri koyun güderdi. Çobanlık yaptığı zamanlarda vahşi hayvanlar bile onun isteklerini yerine getirirdi. Bir defasında bir aslanın üzerine bindiği rivayet olunur. Çobanlık yaparken ibadetini de aksatmazdı. Bir defasında babasına demiştir ki “Ben dağlar arasında yol alırken tesbih okuyordum. Dağlar ve taşlar da benimle birlikte tesbih ediyordu.” Bunu işiten babası; “Müjdeler olsun sana. Bu Allahü tealanın sana verdiği bir hayır işaretidir.”
Dedi. İsrailoğullarının durumu Allahü teala, Musa aleyhisselamdan sonra İsrailoğullarına birçok nebiler gönderdi. Onların vazifeleri; insanları Tevrat’ın hükümleriyle amel etmeye davet etmekti. Zaman uzadıkça, İsrailoğulları; Tevrat’ın hükümlerini değiştirmeye ve kendi nefslerine uymaya başladılar. Aralarında isyan, fısk ve fücur çoğaldı. Azgın kimseler, nebilerin sözlerini dinlemez oldular. Ahlakları tamamen bozuldu. O zaman, Mısır’la Şam arasındaki Amalika kavminin hükümdarı Calut’u, Allahü teala, İsrailoğulları üzerine musallat kıldı. Calut, İsrailoğullarına hücum edip, onları bozguna uğrattı ve vatanlarından sürüp, çocuklarını esir aldı. Cemaatlerini dağıttı. İsrailoğulları perişan oldular. Musa aleyhisselam zamanından beri, İsrailoğullarında, elden ele geçen ve içinde mukaddes emanetlerin bulunduğu sandık da Calut’un eline geçti.
Calut, bu sandığı alarak, hakaret olsun diye pis bir yere bıraktı. Kur’an-ı kerimde, bu sandığa Tabut ismi verilmektedir. Ev, mal ve yurtlarından ayrı düşen İsrailoğulları, bütün rahatlarının kaçmasını ve huzursuzluklarını, Tabut’un ellerinden çıkmasında bildiler. Başlıca emelleri, Tabut’u ele geçirmek oldu. Böylece çare aramaya başladılar. Kavmin ileri gelenleri, kendilerine; kuvvetli, kudretli ve dirayetli bir kumandan bulmak için, Hazreti İşmoil’e gittiler. Ondan, İsrailoğullarını düşmandan kurtaracak bir hükümdar tayin etmesini istediler. İşmoil aleyhisselam da, “Korkarım ki, üzerinize cihad farz kılınırsa, muharebe etmezsiniz!” dedi. İsrailoğulları dediler ki: - Niçin Allah yolunda savaşmayalım ki? Biz yurtlarımızdan çıkarıldık, hem de evlatlarımızdan mahrum edildik. Ne zaman ki onlara cihad farz kılındı; içlerinden çok azı hariç, cihaddan yüz çevirdiler.
Hazreti İşmoil onlara dedi ki: - Allahü teala sizin için Talut’u hükümdar olarak gönderdi. İsrailoğulları Talut’u hükümdarlığa münasip görmediler. Kendilerinin daha ehil olduklarını iddia ederek dediler ki: - Biz, hükümdarlığa ondan daha layık iken ve ona mal bakımından da bir bolluk verilmemişken, nasıl olur da bizim başımızda hükümdarlık onun olabilir? Onların bu itirazı karşısında İşmoil aleyhisselam şöyle cevap verdi: - Şüphesiz Allah, üzerinize onu beğenip seçmiştir. Ona, ilim ve vücut bakımından, sizden ziyade bir üstünlük vermiştir. Allahü teala mülkünü dilediği kimseye verir.
İsrailoğulları her zamanki itirazcılıklarını yine gösterdiler. Peygamberlerinden, Talut’un hükümdar olduğuna dair alamet istediler. Bunun üzerine, Hazreti İşmoil buyurdu ki: - Talut’un hükümdar olmasına alamet, kaybetmiş olduğunuz Tabut’un getirilmiş olmasıdır. Cenab-ı Hak; İsrailoğullarının, Talut’un hükümdarlığına kanaatleri olsun diye, Tabut’u melekler vasıtasıyla Talut’un evine koydurdu. İsrailoğulları, Tabut’u, Talut’un evinde bulunca, onun, kendilerine Allahü teala tarafından hükümdar yapıldığına inandılar. Tabut’un gelmesinden dolayı gönüllerine sükunet ve rahatlık geldi. Böylece Talut, İsrailoğullarına hükümdar oldu.
Calut’u öldürmesi Talut hükümdar olunca, memleket işlerini ve orduyu düzene koydu. Allah yolunda cihad için, Kudüs’ten hareket ederek, askeriyle kral Calut’un üzerine yürüdü. Mevsimin çok sıcak olması yüzünden, askerin suya ihtiyacı pek fazla idi. Talut, itaat eden asker ile etmeyenleri birbirlerinden ayırmak için dedi ki: - Allahü teala, sizi, bir nehirle imtihan edecektir. Kim o nehirden doyuncaya kadar su içerse, askerimden değildir ve eğer bir kimse o nehirden içmez yahut bir avuç su içerse, zararı yoktur ve askerimdendir.
Talut, bu talimatı, kendisinin hükümdar olacağını haber veren İşmoil aleyhisselama gelen vahy-i ilahiden almıştı. Talut ve askeri nehre geldiler. Ordu, seksen bin kişi idi. Askerin çoğu, Talut’un talimatı haricine çıkarak, istedikleri kadar sudan içtiler. Az bir kısmı söz dinledi. Bunların da çoğu firar edince, geride çok az asker kaldı. Talut’un ordusunda itaat edenlerin sayısı, Eshab-ı Bedir sayısına denk idi. Resulullah efendimiz Bedir günü eshabına buyurdu ki: - Bugün siz, Talut’un söz dinleyen eshabı adedincesiniz. Onlar mümin idiler. Talut’un emrini dinlemeyip nehirden içenlerin; içtikçe dudakları karardı, susuzlukları arttı, kendilerini korku kapladı, hareket etmeye kuvvetleri kalmayıp, nehir kenarında halsiz kaldılar. Emri dinleyenlerin imanları kuvvetlendi. Bu halden dolayı Allahü teala onlara güç verdi. Nihayet iki ordu karşı karşıya geldi.
Talut’un ordusunda, er olarak savaşa katılan on sekiz yaşında genç bir yiğit vardı. İsmi Davud idi. Davud aleyhisselam, pederi Eyşa ve on iki biraderi ile Talut’un askeri arasında bulunuyordu. Bunların en küçüğü Hazreti Davud idi. Rivayete göre Davud aleyhisselam vücud bakımından zayıf olduğu için babası onu yine sürülerin başında bırakmıştı. Davarlarını yayarken kendisine bir ses geldi: “Ey Davud! Sen Calut’u öldüreceksin. Burada durup ne yapacaksın. Haydi sürülerini Allaha emanet et ve kardeşlerine katıl. Talut, Calut’u öldürecek olana malının yarısını ve kızını onunla evlendirmeyi vaat etti” diyordu. Hemen davarlarını Allaha tevekkülle orada bırakıp babasının yanına geldi. Babası; -Davarları ne yaptın? Deyince: -Onlara en koruyucu birini vekil ettim, dedi. Babası onun bu sözünden çoban arkadaşlarından birini vekil ettiğini zannetmişti. Hemen oğulları için azık hazırlayarak Davud aleyhisselama verdi ve:
-Oğlum, hemen kardeşlerinin yanına git! Düşmanalara karşı güç kazanmaları için bunları onlara ver. Durumlarını gör, benim yanıma ve ve işinin yanına hemen dön, dedi. Böylece Davud aleyhisselam Talut’un ordusuna katıldı. Hazreti Davud’un sesi çok güzeldi. Bugün dahi, “Davudi ses” tabiri kullanılmaktadır. Sesi çok güzel olduğu için, devlet reisi Talut’un huzuruna çıkarıldı. Talut onu, kendisine nedim yaptı. Davud aleyhisselam, gün geçtikçe şöhret kazandı. Sonra da, Talut’un Amalika kavmine karşı hazırladığı orduya katıldı. Harp başlamadan önce, Talut ferman edip; Calut’u öldürene kızını vereceğini ve memleketin her tarafında onun mührünü geçerli kılacağını ilan etti. Sonra yardım için Allahü tealaya dua ve niyazda bulundular.
Kızını Davud’a verdi Yapılan savaşta Hazreti Davud, Allahü tealanın ihsanı ile Calut’u öldürdü. Bunun üzerine Talut’un ordusu, coşarak, düşmana yaptığı hücumla onları bozup, mağlup ettiler. Calut’un askeri dağıldı. Böylece Allahü teala, Talut ve ordusunun duasını kabul etti. Onlara sabır ve tahammül verdi. Kafirlere karşı onlara yardım etti. Talut zafere kavuşunca, ganimet olarak ele geçen şeylerin hepsini yaktırdı. Çünkü Musa aleyhisselamın dininde, ganimetler yakılırdı. Sonra ordusu ile Kudüs’e döndü. İşmoil aleyhisselama varıp, durumu olduğu gibi anlattı. İşmoil aleyhisselam, Talut’a; “Sen de verdiğin sözü yerine getir!” buyurdu. Talut da kızını Davud aleyhisselama verdi. Hakimiyeti altındaki topraklarda, Davud aleyhisselamın mührünü de geçerli kıldı. insanlar, Davud aleyhisselamın güzel ahlak ve adaletine yönelip onu sevdiler. Talut’un hükümdarlık müddeti, vefatına kadar kırk yıl sürdü.
Hazreti Davud’un hükümdarlığı Talut’un ölümünden sonra, Davud aleyhisselam, İsrailoğullarının hükümdarı oldu. İsrailoğullarının tamamı Davud aleyhisselamın hükümdarlığını kabul ettiler. Bir müddet sonra, cenab-ı Hak kendisine peygamberlik vazifesini de bildirdi. Böylece saltanat ile birlikte nübüvvet yükünü de taşıyan ilk peygamber oldu. Davud aleyhisselam, peygamber ve hükümdar olarak, İsrailoğullarını, Allahü tealayı tanımaya ve Ona kulluk yapmaya çağırdı. Ömrü boyunca insanlar arasında adaletle hükmetti. Zaman zaman kılık değiştirip halkın arasında dolaşırdı. Halkın kendisi hakkındaki düşüncelerini böylece öğrenirdi.
Davud aleyhisselam, kendisine gelen vahiy icabı, halk arasındaki hükmünde şahit ve yemin ile hükmeyledi. Hakimiyeti, halkı öyle kapladı ki, yalnız kalınca bile, dine ve akla uymayan herhangi bir şeyi konuşmaktan korkarlardı. Allahü teala, Davud aleyhisselamın hakimiyetini kuvvetlendirince, bütün halk onun emrine itaat etti. Alimlerin bildirdiğine göre, hakimiyetinin kuvvetlenmesi şöyle oldu: Birgün, kendisine bir kişi geldi. Başka bir şahsın, öküzünü zorla elinden alıp gasbettiğini söyledi. Onu dava etti. Davud aleyhisselam, davalıyı huzuruna çağırttı. Davalı dedi ki: - Böyle bir işin aslı yoktur. Ben kimsenin öküzünü gasbetmedim. Davacı olan kişinin de hiçbir şahidi yoktu. Davud aleyhisselam olayı araştırdı. Hiçbir delil bulamadı. Gece olunca bir rüya gördü. Rüyasında, Allahü teala tarafından davalının öldürülmesi emredildi. Bu emir üç defa tekrarlandı.
Hazreti Davud, ertesi sabah davalıyı huzuruna çağırttı. Allahü tealanın emrini ona bildirdi. Adam şaşırdı ve karara itiraz etti. Delilsiz ve şahitsiz bir insanın öldürülemeyeceğini söyledi. Davud aleyhisselam ise, kararın kesin olduğunu, çünkü Allahü tealadan vahiy aldığını açıkladı. Zira peygamberlerin rüyası vahiy idi. Kendisi için bir kurtuluş ümidi kalmadığını anlayan davalı, başka bir suçunu itiraf ederek dedi ki: - Ey Allahın peygamberi! Daha önce şu iddia sahibinin babasını öldürmüştüm. Ortada hiçbir şahit de yoktu. Benim öldürülmemi Allahü teala bunun için emretmiştir. Bu itiraf üzerine, o kişiye kısas tatbik edildi. Bu hadise, bütün İsrailoğulları üzerinde büyük bir tesir meydana getirdi. Bundan sonra hiç kimse Allahü tealanın emirlerinin dışına çıkmaya cesaret edemedi.
Çünkü onlar, ıssız yerlerde bile suç işleseler, Allahü tealanın bildirmesi ile Davud aleyhisselamın kendilerini yakalayacağı inancında idiler. Böylece, Davud aleyhisselamın hükumeti kuvvetlendi. Zamanın en kuvvetli devleti, Davud aleyhisselamın devleti oldu.
Hazreti Davud’un imtihanı Davud aleyhisselam, bir gün ibadet eder, bir gün kavminin hukuki meselelerini karara bağlar, bir gün halka nasihatte bulunur, bir gün de kendi şahsi işlerini yapardı. Böylece vaktini dörde ayırmıştı. İbadet gününde, kimsenin, yanına bırakılmamasını emrederdi. Fakat, Davud aleyhisselam ibadetle meşgul olduğu günlerden birgün, iki adam gelerek ansızın Davud aleyhisselamın önünde peyda oluverdiler. Davud aleyhisselam onlara dedi ki: - Benden ne istiyorsunuz? Yoksa sizler bugün benim ibadet günüm olduğunu, icra ve karar günüm olmadığını bilmiyor musunuz? - Tabii biliyoruz. Ancak adaletin tatili olmaz. Bizim aramızda bir sürtüşmemiz var. Senin, ikimizin arasını bulacak bir hüküm vermen için buralara geldik! Davalıların ısrarları üzerine, Davud aleyhisselam; “Pekala, buyurun bakalım!” dedi. Onlardan birisi söze başladı: - Meselemiz şundan ibarettir.
Kardeşimin doksan dokuz koyunu var. Benim ise bir tane. Böyle olduğu halde, kardeşim, benden bu bir koyunu da almak istiyor. İşi çabuk bitirmek isteyen Davud aleyhisselam dedi ki: - Kardeşin senden o bir koyunu da almak istediği için sana haksızlık yapmaktadır. Allahü tealaya imanı olmayan insanlardan bazıları zulüm yapmaktadırlar. İyi insan da pek az bulunmaktadır. Davud aleyhisselamın bu kararı üzerine, onlar güldüler ve hemen oradan ayrıldılar. Bir müddet sonra, Davud aleyhisselam, çok kısa bir sürede karar vermiş olduğunu fark etti. Halbuki öbür kişiye de bunun sebebini sorması gerekirdi. Çünkü, ikinci kişi de haklı olabilirdi. Bu tavrın, kadılık (hakimlik) kanunlarına uygun olmadığını ve Rabbinin, adaleti icra ederken, kendisini imtihan etmiş olabileceğini düşündü. Bunun üzerine, Davud aleyhisselam, Allahü tealadan af dileyerek, kendi kendine; bundan sonra hüküm verirken acele etmeyeceğine, karar verirken, delilleri ortaya koyacağına dair söz verdi. Bu hadiseden sonra kırk gün kırk gece ağladı. Başını secdeden kaldırmadı. Gözlerinin yaşı secde yerini ıslattı. Sonra Allahü tealadan hitap gelip; “Affeyledim!” buyuruldu.
Eshab-ı sept Mısır ile Medine-i münevvere arasında, Kızıldeniz kenarında, İyle yahut Medyen yahut Teberiyye şehrinin halkı, yetmiş bin kişi olup, İsrailoğullarından idiler. Onlar, balık avlamak ve satmakla geçinirlerdi. Cumartesi günü, Musa aleyhisselamın dininde, ibadetten başka her iş haram olduğundan, balık avlamaya kimse cesaret edemezdi. Cenab-ı Hak, cumartesi günü balık avından onları men etti. Onlar da cumartesi günü avlanmamak üzere, nebileri Davud aleyhisselama söz verdiler. İsrailoğulları, verdikleri söze riayet edip, o gün balık avlamıyorlardı. Fakat şeytan, onlara; “Siz, balığın avından nehyolunmadınız, yemesinden nehyolundunuz!” diyerek kalblerine vesvese verdi. Böylece, bir kısmı cumartesi gününe gösterdikleri tazimi ihlal ederek, balık avlamakla ilgili ilahi yasağa muhalefet ettiler.
Cumartesi günü, Allahü tealanın hikmeti ile su yüzü balıkla dolar; diğer günler ise görünmezlerdi. Bu durum onlar için bir imtihan idi. Binaenaleyh, ilahi emre uyarak imtihanı kazanmak mümkün iken, aksini yapmakla azaba koştular. Eshab-ı septin bir kısmı bu yasağı ihlal ederken, bir kısmı da onlara nasihat ediyordu. Böyle yapmalarının neticesinde, kendilerine ilahi azabın geleceğini hatırlatıyorlardı. Bu yasağın, kendilerine, ilahi bir imtihan olduğunu belirtiyorlardı. Diğer bir kısmı da, yasağa uydukları halde, yasağı ihlal edenlere bir şey söylemiyor, nasihat edenlere diyorlardı ki: - Helak olacak veyahut azap görecek bir kavme nasihat ederek kendinizi niçin yorarsınız? Emeğinize yazıktır. Nasihat etmekten geri durmayanlar da, onlara şöyle cevap veriyorlardı: - Cenab-ı Hakkın huzurunda mazur olmak için, iyiliği emreder, haram ve günahlardan nehyederiz. Nasihat edip, emr-i bil maruf ve nehy-i anil münkerde bulunanlar; isyan içinde olanların herhangi bir azaba uğrayacaklarını düşünerek, asi ve bozguncularla kendileri arasına bir duvar çektiler.
Yerlerini ayırıp, başka bir kapıdan işlediler ve onlara karışmadılar. Birgün, asilerin dışarı çıkmadıklarını görünce, merak ederek gidip baktılar. Bir gecede, cenab-ı Hakkın gadabı ile hepsinin maymun; yahut gençlerinin maymun, yaşlılarının hınzır suretinde olduğunu gördüler. Bunlar, kafir olup maymun suretine çevrilen akrabalarını tanıyamadılar. Lakin maymunlar, akrabalarını tanıyıp, yanlarına gelerek, elbiselerini kokladılar ve ağlaştılar. Müminlerin; “Biz size, ‘Allahü tealanın emrini gözetin, haram ve günah işlerden vazgeçin!’ demedik mi?” sözlerine de, yalnız başlarıyla cevap verip, tasdik ettiler ve üç gün sonra öldüler. Müminler ise, helak olmaktan kurtuldular. Hak teala rüzgarla yağmur gönderip, leşlerini deryaya bıraktı.
Mescid-i Aksa ve Hazreti Davud’un vefatı Davud aleyhisselamın hükümdarlığı zamanında, ortalığı kasıp kavuran bir taun [veba hastalığı] salgını görüldü. O da halkını alıp, Beyt-ül Makdis’in bulunduğu yere geldi. Melekler, buradan göğe yükselirlerdi. Davud aleyhisselam, bu hali gördüğü için, oraya dua etmek üzere gelmişti. Kayanın bulunduğu yere gelince, hastalığın kaldırılması için Allahü tealaya yalvardı. Daha sonra burada, Mescid-i Aksa adı ile Kur’an-ı kerimde bildirilen büyük bir mescidin inşasını başlattı.
İsrailoğullarına dedi ki: -Allahın size merhamet ettiği şu kayanın üzerini Mescid edinmenizi emrediyorum. Çünkü orası mescid edinmeye layık bir yerdir. Onun içinde siz ve sizden sonrakiler Allahü tealayı zikirden uzak kalmayacaklardır. Bunun üzerine İsrailoğulları mescid yapmak istedikleri zaman fakir biri gelip: -Burası benim yerim. Buraya ihtiyacım var. Benim hakkımı gasp etmeniz size helal olmaz, dedi. İsrailoğulları ise:
-Burada senin hakkın gibi hakkı olmayan kimse yoktur. Sen insanların en cimrisi olma ve bizi sıkıntıya sokma, dediler. Fakir: -Ben hakkımı biliyorum siz ise hakkınızı bilmiyorsunuz, dedi. Bunun üzerine İsrailoğulları: -Rızan ile, gönlünden koparak vermezsen, biz onu senden zorla alırız, dediler. Adam, -Siz, buna Allahın hükmünde, Davud aleyhisselamın hükmünde bir dayanak buldunuz mu? dedi. Bunun üzerine durum Davud aleyhisselama bildirildi. Davud aleyhisselam: -Onu razı ediniz, dedi. İsrailoğulları; -Ey Allahü tealanın peygamberi! Orayı ondan kaça satın alalım? diye sordular. Davud aleyhisselam: -Yüz koyuna alın, buyurdu.
Fakir adam Davud aleyhisselama gelerek: -Biraz artır, dedi. -Yüz sığır -Biraz daha artır -Yüz deve -Biraz daha artır. Sen bunu Allah için satın alıyorsun. Allahü teala ise kerimdir. Adamın bu sözü üzerine Davud aleyhisselam: -Öyleyse sen de bir fiyat söyle, dedi. Bunun üzerine adam: -Hakkımı bir zeytin, bir hurma ve bir üzüm bahçesi karşılığında satarım, dedi. Davud aleyhisselam, -Olur, deyince adam, tekrar: -Sen onu Allah için alıyorsun. Biraz daha artır. -Sen dilediğini iste. -Sen Allah katında benden şereflisin. Arsanın karşısında oğluma bir yüksek duvar yaptır ve onu altın ve gümüşle doldur.
Davud aleyhisselam adamın bu teklifini de kabul buyurdu. Bunun üzerine adam: - Ey Allahın peygamberi! Allahü tealanın benim bir tek günahımı bağışlaması bana bağışlanacak her şeyden daha sevgilidir, dedi. Böylece Mescidin arsası alındı. Mescidin inşasına, hükümdarlığının on birinci yılında başlamıştı. Bizzat Davud aleyhisselam ve bütün alim ve önde gelenler, şevk ve iftiharla sırtlarında taş getirip, elleriyle bina etmeye gayret ve itina ederlerdi. Bina bir adam boyu olunca; “Bu işin tamamlanması, oğlun Süleyman’a müyesser olur!” diye ilahi vahiy geldi. Bunun üzerine, bina için hazırladığı altın ve gümüşleri Hazreti Süleyman’a verdi. Mescidin yapılıp bitirilmesi işini de vasiyet etti.
Davud aleyhisselamın inşasına başladığı Mescid-i Aksa’nın 1890 yılında çekilmiş fotoğrafı Davud aleyhisselam, gayretli idi. Her gece, kapılar kapandıktan sonra ibadet etmeye koyulurdu. Bir yere gidince, evinin kapısını mutlaka kilitlerdi. Birgün, adeti üzere evine gelince, kapıyı açıp içeri girdi. İçeride bir yabancı görünce, ona sordu: - Sen kimsin? - Yeryüzü sultanlarından korkmayan ve girmek istediği yerden, onu hiçbir şeyin men edemediği kimseyim. - Vallahi sen, ancak, ölüm meleğisin. - Evet. Bunun üzerine Davud aleyhisselam, ona yine sordu: - Bana, ölüme hazırlanmam için, niçin haberci göndermedin? - Sana pek çok haberci geldi. Baban, kardeşin, komşun ve tanıdıkların nerededir? - Vefat ettiler.
- Bütün bunlar, benim sana gönderdiğim habercilerdi. Çünkü sen de onlar gibi öleceksin. Daha sonra ölüm meleği, Davud aleyhisselamın da müsaadesini alarak ruhunu kabzetti. Davud aleyhisselam vefat edince, Allahü teala, onun mülkünü, ilmini ve peygamberliğini oğlu Süleyman’a miras bıraktı. Davud aleyhisselam, vefat ettiğinde yüz yaşında idi. Hayatında kırk sene saltanat sürmüştür. Kur’an-ı kerimde, Hazreti Davud’un daima Allahtan çok korktuğu, kendisine ilim ve hakkı batıldan ayıran kuvvet verildiği bildirilmiştir. (Bugün elde bulunan muharref Kitab-ı Mukaddes’te, Hazreti Davud’un, maiyetinde bulunan Urya adlı bir subayın Batşeba [Teşamu] adlı karısı ile macerası diyerek yazılı olan çirkin hikaye doğru değildir. Hazret-i Ali, bu yanlış ve çirkin hikayeyi anlatanlara yüz altmış değnek vuracağını bildirmiştir.)
Hazreti Davud’un mucizeleri Cenab-ı Hak, Davud aleyhisselama büyük teveccüh gösterip, pek çok mucize ve hususiyetler vermiştir. Bunlardan bazıları şunlardır: 1- Allahü teala, Davud aleyhisselam hakkında; “Kulumuz Davud” buyurdu. Bu ilahi hitap, onun şerefinin, derecesinin üstünlüğünü göstermektedir. 2- Davud aleyhisselam, bütün işlerinde, sadece Allahü tealanın rızasını gözetir, Ona yönelirdi. 3- Cenab-ı Hak; dağları, taşları, kuşları onun emrine verdi. Zebur’u okumaya başladığı zaman; kuşlar, havadan ağaçlara inerler; hep birlikte, okunan Zebur’u tekrar ederlerdi.
4- Kuşların dilini bilirdi. 5- Allahü teala, Davud aleyhisselama demiri hamur yapacak bir kudret verdi. Ateşe sokmadan ve dövmeden demire, mum gibi, istediği biçimi verirdi. Bu hal ona verilen bir mucize idi. Kur’an-ı kerimde bu husus şöyle bildirilmektedir: (... Biz ona demiri [bal mumu gibi] yumuşattık.) [Sebe 10] 6- Demirden zırh yapıp satar, elinin emeğiyle geçinir, devlet hazinesinden bir şey almazdı. Cenab-ı Hak, Davud aleyhisselama zırh yapma sanatını öğrettiğini, Kur’an-ı kerimde haber vermektedir: Davud aleyhisselam, çoğu zaman kıyafet değiştirip şehirde dolaşır; halkın, idareden memnun olup olmadığını araştırırdı. Birgün kıyafet değiştirerek çıkmış; kendisi hakkında halkın kanaatini soracak birisini aramıştı.
Cebrail aleyhisselam, insan şeklinde karşısına çıktı. Davud aleyhisselam onu tanıyamadı. Ona sordu: - Davud’un memleketindeki durumunu nasıl buluyorsun? - O, ne iyi kişidir. Yalnız kendisinde bir haslet daha olsa. - O haslet nedir? - İşittim ki, o, hazineden geçiniyormuş. Halbuki, kişinin kendi kazancını yemesinden daha üstün bir şey yoktur. Bunun üzerine Davud aleyhisselam geri döndü. Cenab-ı Haktan, kendi elinin emeğiyle bir geçim ihsan etmesini niyaz etti. Allahü teala da ona demircilik sanatını öğretti. Artık o, zırh yapıp satıyor ve bununla geçiniyordu. Zırh yapma sayesinde maişeti bollaştı.
Hazreti Davud fakir ve düşkünlere sadaka verir, malının üçte birini müminlerin işleri için sarf ederdi. Resulullah efendimiz buyuruyor ki: (İnsanın yediklerinin en hayırlısı, iyisi, bileği ile kazanıp yediğidir. Allahü tealanın peygamberi Davud [aleyhisselam] elinin emeği ile kazanıp yerdi.) Davud aleyhisselamın diğer mucizeleri şunlardır: 7- Saltanatı heybetli olup, devleti, zamanının en kuvvetli devleti idi. 8- Davud aleyhisselama, o vakte kadar diğer peygamberlere verilenlerden ayrı ve fazla olarak “fadl” verilmiştir. 9- Allahü teala, Davud aleyhisselama Zebur’u verdi. Cenab-ı Hak, faziletin; din ve ilimle olup, malla olmadığına işaret ederek, mealen; (Biz Davud’a [aleyhisselam] Zebur’u verdik.) [İsra 55] buyurdu ve onun faziletini bildirdi. Hazreti Davud’a verilen Zebur; manzum olup, İbrani dili üzere idi. Meşhur dört kitaptan biridir.
Vaaz ve nasihat şeklinde olup, Tevrat’ı kuvvetlendirir, açıklar. İçinde, helal ve harama dair hükümler yoktur. Tevrat’la amel etmeye çağırdığından, Tevrat’ı nesh etmedi, yani hükümlerini yürürlükten kaldırmadı. İçinde helal ve harama dair hükümler yoktur. Zaten Davud aleyhisselam da ayrı bir resul olmayıp, İsrailoğullarının peygamberlerinden biri idi. Zebur, Davud aleyhisselama Ramazan ayında nazil oldu. Davud aleyhisselamın çok güzel, pek yanık ve tatlı sesle okuduğu Zebur’u, dinleyenler hayran kalıp, kendinden geçerdi.
Zebur okunacağı zaman, insanlar, cinler, ehil ve yırtıcı hayvanlar durur, kuşlar üzerlerine kanat gerer, rüzgar dinerdi. Hadis-i şerifte bildirildiği üzere Peygamber efendimiz bir gün Ebu Musel Eş’ari’yi (radıyallahü anh) Kur’an-ı kerim okurken dinledi ve; “Gerçekten sana Davud’un (aleyhisselam) mizmarlarından (güzel ses ve ahenginden) biri verilmiştir.” buyurdu. Resulullah efendimiz onun sesini Davud aleyhisselamın sesine benzetmiştir. Kur’an-ı kerimden önce inzal edilen (indirilen) bu Zebur ve diğer ilahi kitapların elde asılları olmayıp, hepsi zamanla tahrif veya yok edilmişlerdir. 10- Yırtıcı hayvanlar, Davud aleyhisselamın huzuruna gelip, tam bir bağlılıkla ona hizmet ederlerdi. 11- Davud aleyhisselamın hususiyetlerinden biri de, kendisine ihsan edilen nimetlere şükredip, ihsan sahibinin hakkına riayet edici olmasıdır. Davud aleyhisselam bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Onun bu davranışı Muhammed aleyhisselamın ümmeti için de bir ölçü olmuştur. Nitekim hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü tealaya en sevimli oruç, Davud’un orucudur.
O bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Allahü tealaya en sevimli namaz da Davud’un namazı idi. O, gecenin yarısında uyur, üçte birinde namaz kılar, altıda birinde yine uyurdu.) Davud aleyhisselam, Allahü tealanın azabını hatırladığı zaman mafsalları gevşer, tamamen kendisini salıverir; Allahü tealanın rahmetini hatırlayınca da eski haline dönerdi. Davud aleyhisselam, gece ve gündüz bütün günü ailesi arasında bölüştürmüştü. Hiçbir saat yoktu ki, çoluk çocuğundan, o sırada ibadet eden birisi bulunmasın. Böylece onun ailesi, günün yirmi dört saatini ibadetle geçirirdi. Nitekim ayet-i kerimede, (Ey Davud ailesi!
Şükredin! Kullarım içinde gereği gibi Allaha şükreden azdır.) [Sebe 13] buyurulmaktadır. Davud aleyhisselam, bir münacatında dedi ki: “İlahi! Seni hatırlayıp zikredenlerin meclisinden geçip, gafillerin meclisine gitmek istediğim vakit, oraya gitmeden ayaklarımı kır; zira senin böyle yapman, benim için büyük bir lütuftur.” Resulullah (aleyhissalatu vesselam) buyurdular ki: -Hazreti Davud (aleyhisselam)’un duaları arasında şu da vardır: “Allahım! Senden sevgini ve seni sevenlerin sevgisini ve senin sevgine beni ulaştıracak ameli taleb ediyorum. Allah’ım! Senin sevgini nefsimden, ailemden, malımdan, soğuk sudan daha sevgili kıl.” Davud aleyhisselam; “Ya Rabbi! Seni nerede arayayım!” deyince, cevap olarak; “Ben, benim için kalpleri kırılmış, benim için kalpleri harab olmuşların (evliyanın) yanındayım.” buyruldu.
Davud aleyhisselam Allahü tealanın azabını hatırladığı zaman, mafsalları gevşer, tamamen kendisini salıverir, Allahü tealanın rahmetini hatırlayınca, eski haline dönerdi. Allahü teala Davud aleyhisselama şöyle vahyetti: -Ey Davud! Biliyor musun, kullarımdan kimin günahını bağışlamayı severim? Davud aleyhisselam; -Onlar kimdir, ya Rabbi? dedi. Allahü teala; -Günahlarını hatırladığı zaman, içi titreyenlerdir, buyurdu. Allahü teala, Davud aleyhisselama, (Bir kimse, herşeyden ümit kesip, yalnız bana güvenirse, yerde ve göklerde bulunanların hepsi, ona zarar yapmaya, aldatmaya uğraşsalar, onu elbette kurtarırım) diye vahy gönderdi. Allahü teala, Davud aleyhisselama vahy gönderdi ve “Ey Davud! Zikrim zikr edenlerin, Cennet’im ibadet edenlerin, kafi olmaklığım tevekkül edenlerin, nimetimin çoğalması şükredenlerin, rahmetim iyi işler yapanların, ünsiyetim beni ziyadesiyle arzu edenlerindir ve ben, muhiblerime mahsusum” buyurdu.
Davud aleyhisselam; “Ya Rabbi! Sana ibadet etmek isterim. Bunun için hangi vakit daha makbuldür” diye arz etti. Allahü teala: “Ey Davud! Gecenin ilk vaktinde kalkan sonunda kalkamaz, sonunda kalkan ilk vakitte kalkamaz. Bunun için gece yarısında kalk, bana ibadette bulun! Ben de bütün dileklerini kabul edeyim buyurdu. Bir defasında, Resul-i ekreme; “Gecenin hangi vakti daha makbuldür?” diye sorduklarında Resul-i Ekrem efendimiz; “Yarı geceden sonraki vakittir” buyurdular. Davud aleyhisselam, münacatında dedi ki; “İlahi! Seni hatırlayıp zikredenlerin meclisinden geçip, gafillerin meclisine gitmek istediğim vakit, oraya gitmeden ayaklarımı kır, zira senin böyle yapman, benim için büyük bir lütuftur.” Allahü tealanın Davud aleyhisselamın kavminden, dualarını kabul ettiği abid, salih kimseler vardı. Yahya Gassani anlatır: “Davud aleyhisselam zamanında kuraklık oldu. Halk, dua etmek için aralarından üç alim seçti.
Onlar dua için sahraya çıktıklarında, içlerinden biri; “Ya Rabbi! Kitabında, bize, zulm edenleri affetmemizi bildirdin. İşte nefislerine zulm eden bizler, huzuruna geldik. Senden af dileriz. Bizi affeyle” dedi. Diğeri; “Ya Rabbi! Kitabında, köleleri azad etmemizi bizlere tavsiye ettin, işte kul olarak huzuruna geldik, bizleri azad eyle”, Üçüncüsü de; “Ya Rabbi! Sen, kitabında; “Kapıya gelen saili (bir şey istiyeni, fakiri) reddetmeyin, ondan yüz çevirmeyin” buyuruyorsun. İşte biz sail (isteyici) olarak huzuruna geldik. Senden rahmet diliyoruz, boş çevirme” diye dua edince, Allahu teala hepsinin dualarını kabul ederek rahmetini gönderdi. Allahü teala, Hazreti Davud’a vahyetti ki: “Ey Davud! Kullarımdan herhangi biri, yaratmış olduklarımı bir yana atıp bana sığınırsa, bu halinden dolayı, yedi kat sema ve içindekiler, yedi kat yer ile içindekiler o kimseye düşman olsalar, yine onun için bir kurtuluş yolu açarım. İzzetime ve celalime yemin ederim ki, bu böyledir. Yine izzetime, celalime ve azametime yemin ederim ki, bir kimse beni bırakıp da, mahlukatımdan herhangi birine gönül bağlarsa, bütün sebep yollarını keserim. Kalbini, hırs ve içinden çıkılmaz meşguliyetlerle doldururum.
Ömrü, dünyanın ömrü kadar da olsa, bitirip tüketemeyeceği ümitlerle doldururum. Ey Davud! Kim bana dua eder de duasını kabul etmem? Kapımın, çalana açılmadığını kim gördü? Mahlukatımın arzu ettiklerini ben veririm. Onların her istediği, bende mevcuttur. Bütün ümitlerin yeri benim. Bana aşık olanların kalblerini, yeryüzünde nazargahım kıldım. O kalbleri, bana daha da yanaşsın ve fazla iştiyak (arzu) duysunlar diye, her an nimetlerimi saçıyorum. Bana şükrettikleri ve beni unutup başkalarına meyletmedikleri için böyle yapıyorum. Bir an bile beni unutmasınlar diye onlara hadsiz, hudutsuz bana kavuşma arzusu veriyorum. Onlara ünsiyet (yakınlık) kapılarımı açtım. Bana dua etmeden isteklerini yerine getirdim. İzzetime, celalime yemin ederim ki, onları Firdevs Cenneti’ne koyup cemalimi göstereceğim. Ben onlardan, onlar da benden razı oluncaya kadar iyiliklerimi yağdıracağım. Yeryüzünde olanlara haber gönder. Beni sevenlerin sevgilisiyim. Benimle olmak isteyenlerle beraberim. Bana yakın olmak isteyenlerin can yoldaşıyım.
Emirlerime itaat edenlere, muti sıfatımla tecelli ederim. Ben, başkalarına tercih edenleri seçerim. Ya Davud! Sevdiğinden bir şey saklayan sevgili hiç görülmüş müdür? İyi kimselerin, bana muhabbeti artar. Benim de onlara her an artmaktadır. Beni arayan bulur. Başkasını arayan, beni kaybeder. Kulumun en büyük işi, benim muhabbetim olursa, onu kendi zikrimle rahatlatırım. Onu sever, aramızdaki mesafeyi kaldırır ve perdeyi aralarım. Herkes gaflet içinde beni unutmuş iken, o ayık olur. İşte bunlar, hakikat ehlidirler. Sevgimi, kalbi ve dili ile beni zikredene verdim. Kalbine muhabbetimi yerleştirdim. Benden razı olursan ben de senden razı olurum. Verdiklerime şükredersen, iki cihanda aziz ederim. Gönderdiğim belalara sabretmeyenler, bizden bir talepte bulunmasınlar. Ben bir kulumu sevince, onun kalbini korkumla doldururum. Bana kavuşmak için onu pervane gibi yaparım. Bundan sonra o kul, taatıma can-u gönülden koşar.
Dostlarımı, kubbelerimin altında gizlerim. Onları, ancak sevdiklerime tanıtırım. Onlara müjdeler, saadetler olsun. Beni unutanı bile unutmam, daima beni zikredeni hiç unutur muyum? Ben, cimrilere bile ihsanlarımı bolca yağdırırken, nasıl olur da cömertlere cimrilik ederim. Dileği olan kullarıma müjdele! Ben merhametliyim, kullarıma acırım. Bana severek kulluk yapanı, Cennet’ime koyarım. Bana kulluk etmeyeni de hiç acımadan Cehennem’e atarım. İzzetime, celalime yemin ederim ki, ancak beni arzu edenler bana yakın olurlar. Beni seveni (imtihan için veya derecelerini yükseltmek için) belalara salarım. Benden kaçmak isteyeni de yakarım. Günahkar olanlara benim gafur (magfiret edici, bağışlayıcı) olduğumu bildir. Korkarak bana gelenlere azab etmem. Beni severek geleni, ayrılık ateşine atmam. Utanarak bana yöneleni, kıyamet günü utandırmam. Cennet’im, rahmetimden ümidini kesmeyenleredir. Yaptığı hatayı, benim affımdan daha büyük bilenlere gazap ederim. Bir kimsenin cezasını hemen vermek istesem, önce rahmetimden ümidini kesenleri cezalandırırım. Fakat, acele etmek benim şanımdan değildir. Geceleri sevdiklerimin kalbine tecelli ederim. Onlar, benimle huzur içinde kelam ederler. Benim sevdiğim, hayra ehli olan kullara saadetler olsun.
Onların yeri ne kadar güzeldir.” Allahü teala Davud aleyhisselama; “Benim ahlakımla ahlaklan, ahlakımdan birisi de mutlak suretle sabırlı olmamdır” diye bildirdi. Davud aleyhisselam; “Ya Rabbi! Senin rızan uğrunda musibetlere sabreden kederli bir kimsenin mükafatı nedir?” diye sorunca, Allahü teala; “ Ondan hiç çıkarmayacağım iman kisvesini ona giydirmemdir” buyurdu. Allahü teala, Davud aleyhisselama; “Sabredenlerin yeri Darüsselam Cenneti’dir. Oraya girdikleri vakit, onlara şükretmeleri ilham edilir. Şükür, sözlerin en güzelidir. Onlar şükrettikçe, nimetlerimi artırır ve daha ziyadesini gösteririm” Buyurdu. Allahu teala, Davud aleyhisselama; “Ey Davud! Beni sev, beni seveni sev ve beni kullarıma sevdir. Kullarım beni sevsinler” buyurdu. Davud Aleyhisselam; “Bunu nasıl yapayım?” deyince, Allahü teala; “Sen, beni güzel bir şekilde an. Benim nimet ve ihsanlarımı onlara hatırlat, onlar benden ancak iyilik bilsinler” buyurdu. “Ey Davud! Yırtıcı hayvanlardan korktuğun gibi, benden de kork.” “Kim diğer yaratıklara bakmaz ve bana dayanırsa; yer, gök ona hileye kalksa da, ben ona çıkacak yol bulurum.” “Ey Davud! Beni sevdiğini iddia eden kimse, bütün gece yatar uyursa, yalan söylemiş olur. Herkes sevgilisini tenhada arayıp bulmak istemez mi? İşte ben, gece vakti beni arayanlar için hazırım.” “İştiyakın bana olsun.
Benimle ünsiyet et ve başkalarından uzaklaş.” “Benim dostlarıma ne oluyor ki, onlar dünyalığı düşünüyorlar? Halbuki, dünya düşüncesi, benim münacatımın zevkini giderir. Ey Davud! Dostlarımdan istediğim, ahireti isteyip dünyalık için gazap etmemeleridir.” “Ey Davud! Bir hususta, sen bir şeyi murad edersin, ben de o hususta irade ederim. Netice, ancak benim dediğim olur.” “Ey Davud! Eğer benden yüz çevirenler, benim onları nasıl beklediğimi, onlara nasıl acıdığımı ve onların günahı terk etmelerini nasıl istediğimi bilseler, bana olan heveslerinden hemen ölür ve benim sevgimden birbirlerinden ayrılırlardı. Ey Davud! İşte benden yüz çevirenlere karşı iradem budur. Bundan, bana yönelenlere karşı irademin ne olacağını sen düşün. Ey Davud! Kulumun bana en çok muhtaç olduğu zaman, benden müstağni olduğu andır. Benim de kuluma en çok merhamet edeceğim zaman, kulumun bana arka çevirdiği andır. Benim katımda en yüksek mevki de, bana yöneldiği andır.” “Ey Davud! Uyanık ol, kendine dost ara. Beni sevmekte, sana uymayanlarla da arkadaşlık yapma.
Çünkü bu gibiler senin düşmanındır, kalbini karartır ve seni benden uzaklaştırırlar.” “Ey Davud! Beni taleb eden birini gördüğün zaman, ona hizmetçi ol!” Davud aleyhisselam; “İlahi! Senin güneşinin hararetine dayanamazken yarın Cehennem ateşinin hararetine nasıl dayanacağım? Ya Rabbi! Senin rahmet için olan davetine dayanamazken, azab için olana nasıl tahammül edeceğim” der, gözyaşı dökerdi. “Ey Davud! Arzularını sevgim üzerine tercih eden alime vereceğim cezanın en küçüğü, bana yalvarmasının tadını ona haram etmektir. Ey Davud! Dünya sevgisi kendisini kaplayan alimi benden sorma, bu gibiler, bana muhabbetten insanlara mani olurlar; kullarımın bana gelen yollarını keserler. Ey Davud! Bir kaçağı bana iade eden zatı, basiretli ve anlayışlı yazarım. Kimi anlayışlı yazarsam, ona asla azab etmem.” Davud aleyhisselamın yanına iki kişi gelip, birbirinden şikayet etti.
Dinleyip karar verip giderken, Azrail aleyhisselam gelip; “Bu iki kişiden birincisinin eceline bir hafta kaldı. ikincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti. Fakat ölmedi” dedi. Davud aleyhisselam şaşıp, sebebini sorunca; “ikincisinin bir akrabası vardı. Buna dargın idi. Bu gidip, onun gönlünü aldı. Bundan dolayı, Allahu teala, buna yirmi yıl ömür takdir buyurdu” dedi. Nitekim hadisi-i şerifte, “Sıla-i rahm yani akrabayı ziyaret ömrü uzatır” buyuruldu.
Allahu teala Davud aleyhisselama; “Yeryüzündeki bütün halka ilan et ve de ki: “Ben, beni sevenin sevgilisi, benimle oturanın arkadaşıyım. Beni zikr ile ünsiyet edenin dostu, bana arkadaşlık edenin refikiyim. Beni tercih edeni tercih ederim. Beni gerçek olarak seveni, kendim için kabul eder ve onu herkesten üstün tutarım. Gerçek olarak beni arayan bulur, fakat başkasını arayan beni bulamaz. Ey yeryüzünün halkı! İçine düştüğünüz şaşkınlık ve aldanmadan vazgeçin. Benim keremime, arkadaşlığıma ve benimle ünsiyete yönelin ki, ben de sizinle ünsiyet edeyim ve süratle sizi seveyim. Zira ben dostlarımın tıynetini, Halilim İbrahim, sırdaşım Musa ve halis dostum Muhammed’in (aleyhimüsselam) tıynetinde yarattım. Bana iştiyak duyanların kalbini, benim nurumdan yarattım” buyurmuştur.
Davud aleyhisselam; “Ya Rabbi! Seni sevenleri bana göster” dedi. Allahü teala; “Lübnan dağına çık, orada genç, orta yaşlı ve ihtiyar olarak on dört kişi vardır. Yanlarına gittiğin vakit selamımı söyle ve de ki: “Rabbiniz size selam eder ve buyurur ki: “Bir istediğiniz var mı? Zira siz benim dostlarım, sevgililerim ve velilerimsiniz. Sizin sevinmenizle ben ferahlanır ve sizin ferahlanmanıza yardım ederim” buyurdu. Davud aleyhisselam, Lübnan dağına çıkarak, onları bir pınar başında buldu. Orada, Allahü tealanın kudreti üzerinde düşünüyorlardı.
Davud aleyhisselamı görünce, uzaklaşmak istediler, fakat Davud aleyhisselam; “Durun! Ben Allah’ın elçisiyim, size Rabbinizin haberini getirdim” deyince, hemen Davud aleyhisselama yöneldiler ve önlerine bakarak kulaklarını ona verdiler. Davud aleyhisselam; “Ben, Allahü tealanın size bir elçisiyim. Allahü tealanın size selamı var. Allahü teala; “Niçin benden bir şey istemiyorsunuz? Niçin bana seslenmiyorsunuz ki, ben sesinizi ve sözünüzü duymuş olayım. Siz benim sevgililerim ve velilerimsiniz. Sizin sevinmenizle ben de sevinirim ve sizin sevginize süratle gelirim. Her an şefkatli bir anne gibi, size bakarım” buyurdu” dedi. Onlar bunu dinleyince gözlerinden yaşlar döküldü ve en yaşlıları; “Ya Rabbi! Seni tesbih eder ve noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Allah’ım! Biz, senin kulların ve kullarının çocuklarıyız.
Ömrümüzde bir an seni hatırımızdan çıkarmışsak, bu husustaki kusurumuzu bağışla” dedi. Diğeri; “Allah’ım! Seni tesbih ve takdis ederiz. Biz senin kulların ve kullarının çocuklarıyız. Bize hüsn-i nazar etmekle ikramda bulun” dedi. Bir başkası da; “Allah’ım! Biz senin kulların ve kullarının çocuklarıyız. Hangi cür’etle sana dua edelim? Halbuki, bizim rahmetinden başka hiçbir şeye ihtiyacımız olmadığını sen bilirsin. Sana gelen yolda bizi devam ettir ve bu suretle nimetini bize tamamla” dedi. Diğeri de; “Biz senin rızanı aramakta kusurluyuz, bu hususta kendi lütfunla bize yardımcı ol Ya Rabbi!” dedi. Bir başkası da; “Ya Rabbi! Bizi nutfeden yarattın, bize kendi lütfunla, azametini, düşünme imkanlarını bahşettin. Senin azametinle meşgul olup, celal ve kibriyalığını düşünen ve nuruna yaklaşmak isteyen kimse hiç söz söylemeğe cür’et edebilir mi?” dedi. Diğeri; “Ya Rabbi! Senin şanının azametinden, evliyalarına yakınlığından ve sevgililerine fazla minnetinden, dilimiz tutuldu ve sana dua edemedik” dedi. Bir diğeri de; “Ya Rabbi! Seni zikretmeğe bizi hidayet eden, seninle meşgul olmakla bizi başkalarından alıkoyan sensin. Sana karşı şükrümüzdeki kusurumuzu bize bağışla” dedi.
Diğer biri de; “Ya Rabbi! Bizim ihtiyacımızın, yalnız senin cemaline bakmak olduğunu bilirsin” dedi. Ötekisi de; “Ya Rabbi! Sen kendi cömertliğinden bize dua ile emretmesen, bir kul efendisine karşı nasıl cür’et edebilirdi? Karanlıkta, hidayete ulaşacağımız nuru bize ver” dedi. Onlardan birisi de; “Ya Rabbi! Bizim senden istediğimiz, devamlı olarak bize yönelmendir” dedi. Bir diğeri de; “Ya Rabbi! Fazlu kereminle bize bahşettiğin nimetinin tamamlanmasını isteriz” dedi. Diğeri de şöyle dedi: “Ya Rabbi! Yarattıklarının hiç birine ihtiyacımız yok, yalnız cemalini isteriz, bize lütfet cemalini göster.” Diğeri de; “Allah’ım! Şanının ali ve kadrinin yüce olduğunu bilirim. Sen dostlarını seversin. Lütfet de kalbimi senden başka herhangi bir şey ile meşgul olmaktan alıkoy” diye dua etti. Allahü teala Davud aleyhisselama şöyle vahyetti: “Onlara de ki. “Sevdiklerime celbettim. Dualarını kabul ettim.”
|