HARUN ALEYHİSSELAM
Nesebi ve yetişmesi Hazreti Harun, İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerdendir. Hazreti Musa’nın ana baba bir, büyük kardeşidir. Babasının ismi, İmran bin Yasher’dir. Soy itibarıyla Yakub aleyhisselamın oğullarından Lavi’ye dayanır. Mısır’da doğdu. Musa aleyhisselamdan üç sene önce Tur-i Sina’da vefat etti. Harun aleyhisselam, İsrailoğulları üzerine Firavun’un ve Kıptilerin zulüm ve baskılarının arttığı sırada doğdu. Çocukluğu ve gençliği Mısır’da geçti. Musa aleyhisselama peygamberlik emri bildirildikten sonra, Harun aleyhisselama da peygamberlik emri bildirildi. Musa aleyhisselamla birlikte Firavun’a gitmeleri, onu ve avenesini Allahü tealaya imana davet etmeleri emredildi.
Harun aleyhisselam, Musa aleyhisselamla birlikte Firavun’u ve adamlarını hak dine inanmaya davet ettiler. Kendisinin tanrı olduğunu iddia eden ve insanların kendisine secde etmelerini isteyen Firavun, Musa ve Harun aleyhimesselamın davetini kabul etmedi. İlk önce alay edip hakaret dolu sözler sarf etti. Musa aleyhisselama inananlara ve İsrailoğullarına korkunç zulümler yaptırdı. İsrailoğulları, durumlarını Musa ve Harun aleyhimesselama bildirip, dua istediler. Allahü teala, Firavun ve kavmine ikaz olarak musibetler gönderdi. Musa ve Harun aleyhimesselam, Allahü tealanın emriyle İsrailoğullarını Mısır’dan çıkarıp, Kızıldeniz’den yürüyerek Sina Yarımadası’na geçtiler. Firavun ve ordusu da geçmek için denize yürüyünce, küfür ve azgınlıklarının cezası olarak, boğulup helak oldular.
Musa aleyhisselam, kavmiyle beraber Tih çölünde bulunduğu sırada, Allahü tealadan gelen vahiy ile Tevrat-ı şerifi almak üzere, Tur dağına çağrıldı. Kırk gün süren bu yolculuğa çıkmadan önce, ağabeyi Harun aleyhisselamı yerine vekil bırakarak dedi ki: - Ey nübüvvet sahibi kardeşim! Ben Tur’a gidiyorum. Sen kavmimin içinde benim halifem ol. Onları gözet, onların neleri yapıp, neleri terk ettiklerine dikkat et. İçlerinde düzeltilmesi icap edenleri ıslah eyle. Onların dünya ve ahiret işlerine dair ıslaha muhtaç işlerini hallet.
Onlara yumuşak davran ve ihsan edici ol ve müfsitlerin, bozguncuların yoluna tabi olma. Musa aleyhisselamın; “Bozguncuların yoluna tabi olma!” buyurmasının sebebini, alimlerimiz şöyle bildiriyor: İsrailoğulları, daha önce Allahü tealanın düşmanları olan Firavun ve kavmi üzerine verdiği musibetleri ve Musa aleyhisselamın mucizelerini açık seçik gördükleri halde, Hakka ve hakikate uymayan isteklerde bulunmuşlardı. Firavunun zulmünden kurtulup, denizi geçtikten sonra, putlara tapan bir kavme rastlayınca, Musa aleyhisselamdan kendileri için put yapmasını istemişlerdi.
Musa aleyhisselam, işte bu sebeple kardeşi Harun aleyhisselama, İsrailoğullarından gelebilecek bu şekildeki isteklere karşı tedbirli olmasını tavsiye etti. Musa aleyhisselamın Allahü teala ile konuşmak ve Tevrat’ı almak üzere gitmesinden sonra, İsrailoğulları arasında itibar sahibi olarak bilinen Samiri adında bir münafık; İsrailoğullarının yanlarında bulunan altın ve gümüşten yapılan süs eşyalarının haram olduğunu ve bunların atılması gerektiğini söyleyerek fitne çıkardı. İsrailoğullarının çoğu Hazreti Harun’u dinlemeyerek Samiri’nin teşvikiyle bir çukur kazıp, süs eşyalarını oraya attılar.
Samiri, atılan altın ve gümüşleri bir kuyumcuya erittirdi. Eritilen altınlardan bir buzağı heykeli yaptı. Samiri, yaptığı buzağının, İsrailoğullarının ilahı olduğunu söyleyerek, onları bu buzağıya ibadet etmeye çağırdı. Harun aleyhisselam, kavminin, Samiri’nin hilesine aldanmak suretiyle altından yapılan buzağı heykeline tapıp, ibadet ettiğini gördü. Onların bu cahilce durumlarına çok üzüldü. Bu inanış ve hareketlerinden onları uzaklaştırmaya çalıştı. Bunun için dedi ki: - Ey kavmim! Siz bu buzağıyla imtihan olundunuz. Bu buzağının, şekline ve buzağı böğürmesine benzer ses çıkarmasına bakarak aldandınız.
Bir olan Allahü tealaya imanı ve ibadeti terk edip, şirke düştünüz. Samiri sizi aldattı. Ey kavmim! Şüphe yok ki, sizin Rabbiniz Rahman olan Allahü tealadır. Artık şirkten vazgeçip bana tabi olun! Alemlerin Rabbi olan Allahü tealaya ibadet edin ve benim emrime itaat ediniz! Harun aleyhisselam, böyle söylemekle, onları kötü bir işten sakındırdı. Allahü tealanın “Rahman” olduğunu bildirerek; onları, Allahü tealayı tanımaya ve ibadet etmeye davet etti. Kendisinin, Allahü tealanın peygamberi olduğunu ve peygambere uymanın da gerekli olduğunu anlattı. İsrailoğullarının çoğu, Harun aleyhisselamın bu şekildeki nazik ikazına kulak asmadılar. Davetini de kabul etmediler. Üstelik Harun aleyhisselama cevaben dediler ki:
- Musa aleyhisselam bize dönüp gelinceye kadar, bu buzağıya tapmaktan vazgeçmeyeceğiz. Harun aleyhisselam, kavminin, dünya ve ahirette saadete kavuşmasını istediği için, onları bu kötü işten sakındırmaya devam etti. Fakat, onun nasihat ve uyarılarının bir kısmını kabul ettilerse de, bir kısmını dinlemeyerek dediler ki: - Sen kendine bak, yoksa seni öldürürüz! Sen Musa’yı kıskandığın, bizim üzerimize peygamber olmak ve bize emretmek için onu Tur’a gönderdin. Harun aleyhisselam da buzağı heykeline tapmayan ve kendine inanan on iki bin kişiyle birlikte onların içinden ayrılmak veya onlarla sert bir şekilde mücadele etmek istedi. Fakat Musa aleyhisselamın; “İsrailoğullarını parçaladın ve birbirinden ayırdın” demesini düşünerek, bu işten vazgeçti.
Onlarla uğraşmanın faydasız olacağını düşünüp, Musa aleyhisselamın Tur dağından dönmesini bekledi. Musa aleyhisselam, Tur dağından dönüşünde, kavminin altın buzağı heykeline taptığını görünce, çok üzüldü. Kardeşi Harun’a neler olup bittiğini sordu. Harun aleyhisselam, İsrailoğullarının kendisini dinlemediklerini ve kendisini ölümle tehdit ettiklerini, Samiri adında bir münafığa uyarak bu yola saptıklarını bildirdi. Bu hususta şöyle dedi ki: - Ey şefkatli kardeşim! Ben onları bu çirkin fiilden men etmekte bir kusur etmedim. Onları bu işten el çektirmek için bütün gücümü sarfettim. Fakat onlar benim sözümü dinlemediler. Hatta beni katletmeye, öldürmeye kastettiler.
Hazreti Harun’un vefatı Hazreti Musa, Harun aleyhisselamın anlattıklarını dinledi ve Samiri’nin yaptıklarını öğrendi. Milletinin azgınlık ve sapıklığının bağışlanması için, Allahü tealaya şöyle dua etti: - Ya Rabbi! Bizi ve kavmimi af ve mağfiretine nail eyle ve rahmetine garket. Sen merhamet edicilerin en merhametlisisin. Bundan sonra Musa aleyhisselam, Samiri’ye beddua etti ve İsrailoğullarına tövbe etmelerini bildirdi. İsrailoğulları, Musa aleyhisselamın dediklerini kabul ettiler ve tövbe ettiler. Musa aleyhisselam, kavmine, Tevrat’ın emirlerini ve yasaklarını tebliğ eyledi.
Başlangıçta Tevrat’ı ve Tevrat’ın emirlerini kabul etmeyen İsrailoğulları, Musa aleyhisselamın gösterdiği mucizeler karşısında Tevrat’ı kabul edip, ona göre ibadet etmeye başladılar. Mısır’dan çıkışlarının ikinci yılında, Musa aleyhisselam, İsrailoğullarıyla beraber Tur-i Sina civarında bulundukları sırada, Allahü tealanın emriyle, saf altından bir sandık ile yedi renkli atlastan kubbeli bir çadır ve etrafına bir duvar yaptırdı. Sandığın içine gökten inen şerefli levhaları yerleştirdi. Sandığa Tabut-i Şehadet, etrafını saran kubbeli çadıra da Kubbe-i Zaman ismini verdi. Kubbenin içinde buhur yakmak ve etrafında kurban kesmek için yerler hazırladı. Vahye uygun olarak tamamlandıktan sonra, gökten nur inip kubbeyi kapladı. Nurun parlaklığından, Musa ve Harun aleyhimesselamdan başkası kubbeye giremedi. Günlerce kurbanlar kesildi. Musa aleyhisselam; vekillik, imamlık, kubbede buhur ve kandil yakma, kurbanlarla ilgilenme, mevki ve makam sahiplerine uygun elbise giydirme vazifelerini Harun aleyhisselam ile onun evladına ve zürriyetine verdi.
İsrailoğullarının Hazreti Musa ve Hazreti Harun’u üzmeleri ve söz dinlememeleri sebebiyle, cenab-ı Hak, Hazreti Musa’nın bedduası üzerine, İsrailoğullarına kırk yıl Arz-ı Mev’ud’a girmeyi haram kılmıştır. İsrailoğulları bu kırk sene içinde yersiz, yurtsuz, vatansız bir şekilde Tih sahrasında şaşkın şaşkın dolaşıp durdular. Musa aleyhisselamın bu duası, onları tamamiyle terk etmek olmayıp, sadece Hakka yaklaştırmak ve onların kendilerine gelip pişman olmaları için bir tedbir mahiyetindeydi. Nazab, Ubeyhu, Ayzar ve Eysamar adında dört evladı olan Harun aleyhisselam, İsrailoğullarının, Tih çölünde kalmaya mahkum edildikleri kırk senenin sonlarına doğru, Hazreti Musa’dan birkaç sene evvel vefat etmiştir.
Allahü teala, Hazreti Musa’ya vahyederek buyurdu ki: - Ben kardeşin Harun’un ruhunu kabzedeceğim. Filan dağa gitmenizi istiyorum. Bu ilahi emir üzerine; Hazreti Musa ile Hazreti Harun ve oğulları, bildirilen dağa doğru yürümeye başladılar. Şehirden uzaklaşıp dağa vardıkları zaman, ışık saçan bir mağaraya girdiler. Mağara içinde; süslü, güzel işlemeli bir taht vardı ve etrafında; “Bu eşsiz taht, kimin bedenine uygun gelirse, onundur.” diye yazılı idi. Bunun üzerine Harun aleyhisselam çıkıp yattı ve tam geldi. “Bu bana uygundur.” dedi. Oradan inerken, Azrail aleyhisselam bir genç suretinde gelip dedi ki: - Hazreti Harun’un ruhunu kabzetmek için geldim. Harun aleyhisselam, Hazreti Musa ve kendi oğullarıyla helallaştı. Sonra da Azrail aleyhisselam ruhunu kabzetti. Musa aleyhisselam, Hazreti Harun’un evlatlarıyla birlikte cenaze namazını kılıp, o mağaraya defnettiler.
HIZIR ALEYHİSSELAM
İbrahim aleyhisselamdan sonra yaşamış bir peygamber veya veli. Avrupa ve Asya kıtalarına hakim olan Zülkarneyn aleyhisselamın askerinin kumandanı ve teyzesinin oğludur. İsminin, Belka bin Melkan, künyesinin Ebü’l-Abbas olduğu ve soyunun Nuh aleyhisselamın Sam isimli oğluna dayandığı bildirilmiştir. Bazıları da Hızır aleyhisselamın İsrailoğullarından olduğunu söylemişlerdir. Hızır lakabıyla meşhur olmasının sebebi, kuru bir yere oturup kalktığı zaman, oranın yeşerip yemyeşil olmasından dolayıdır. Sahih-i Buhari’de bildirilen bir hadis-i şerifte Peygamber efendimiz; “Hızır (aleyhisselam), otsuz kuru bir yerde oturduğunda, o yer birdenbire yemyeşil olur, peşi sıra dalgalanırdı.” buyurdu. Musa aleyhisselamla görüşüp yolculuk yaptı. Fakat vefatından sonra ruhu insan şeklinde gözüküp, gariblere yardım etmektedir.
Hızır aleyhisselam, Allahü tealanın sevgili kullarındandı. Doğdu, büyüdü ve vefat etti. Ancak Allahü teala onun ruhuna insan şeklinde görünmek ve kıyamete kadar yardım isteyen Müslümanların imdadına yetişmek, yardım etmek, konuşmak, ilim öğrenmek ve öğretmek özelliklerini verdi. Bazı alimler “nebi” (peygamber), bazı alimler de “veli”dir dediler. Hızır aleyhisselamda, yaşayan insanlarda görülen haller bulunduğu için yaşıyor zannedilmektedir. Hızır aleyhisselam, güzel ahlak sahibi, cömert ve insanlara karşı çok şefkatliydi. Allahü tealanın izni ile keramet ehli olup, kimya ilmini bilirdi. Hak tealanın bildirmesiyle ledünni ilme sahipti.
Hızır aleyhisselamın Musa aleyhisselam ile buluşması, görüşmesi ve yolculuk yapması Kur’an-ı kerim’de Kehf suresi 60 ve 80. ayetlerinde ve hadis-i şeriflerde bildirilmiştir. Peygamber efendimiz Eshab-ı kiram ile Tebük Harbindeyken ikindi namazını kıldıktan sonra iki beyit işittiler. Fakat şiiri söyleyeni göremediler. Resulullah efendimiz; “Bu iki beytin söyleyicisi kardeşim Hızır’dır. Sizi övüyor.” buyurdu. Hızır aleyhisselam birçok zatın tasavvufta yetişmesine rehberlik etmiş, feyz vermiştir. Hızır aleyhisselamın tasavvufta yetiştirdiği en meşhur alim ve velilerden biri Abdülhalık Gocdüvani hazretleridir. İslam tarihinde böyle Hızır aleyhisselamın yardım ettiği vakalar çoktur. Bazıları şöyledir:
Abdülvehhab Mütteki Şöyle anlattı: Küçüktüm, Mendev’de çıkan bazı hadiseler sebebiyle babamla sahraya çıktık. Fakat yolumuzu kaybettik. Yiyecek ve içecek hiçbir şeyimiz yoktu. Çok acıktım. Ağlamaya başladım. Babam beni teskin ediyor ve; “Sabret ileride yiyecek vardır.” diyordu. Ama bu sözler beni rahatlatmıyordu. Bu halde iken akşam oldu. Arslan ve kurt korkusundan bir ağaca çıkıp, geceyi orada geçirdik. Sabahleyin gördük ki, o ağaca yakın bir yerde tatlı su pınarı var. Sular şırıl şırıl akıyor. Yanında nur yüzlü bir ihtiyar oturuyor. Bizi görünce, koltuğunun altından sıcak ekmek çıkarıp babama verdi. Oraya yakın bir köyün yolunu bize gösterdi. Ekmekleri yedik. O sudan kana kana içtik ve köyün yolunu tuttuk. O köye gidip, rahat ettik. Sonra o zatı ve pınarı görmeyi arzuladık. Tekrar ağacın altına geldik.
Orada ne o pınar, ne de o zat vardı. Şaşıp kaldık. Herhalde o ihtiyar Hızır’dı ve bize yardım için görünmüştü. Ahmed bin İdris, Abdülvehhab Tazi hazretlerinin sohbetleri ve tasarrufları ile Magrib’de yetişen alim ve velilerin en büyüklerinden oldu. Çok kerametleri görüldü. Onun en büyük kerameti uyanık halde iken de Resulullah efendimizi görmesi ve O’ndan şifahen salevat-ı şerifeleri öğrenmesiydi. Kendisi şöyle anlatır: Bir defasında Resulullah efendimizi gördüm. Yanında Hızır aleyhisselam da vardı. Peygamber efendimiz Hızır aleyhisselama, bana Şaziliyye yolunun dersini (edebini) öğretmesini emrettiler. O da bana Resulullah’ın huzurunda nasıl olunacağını öğrettiler. Daha sonra Peygamber efendimiz, Hızır aleyhisselama sevabı daha çok olan zikir, salevat ve istigfarları öğretmesini buyurdu. O zaman Hızır aleyhisselam; “Onlar hangileridir ya Resulallah?” diye sual etti. Peygamber efendimiz; “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah fi külli lemhatin ve nefesin adede ma vese’ahü ilmüllah...” diye üç defa, sonra da; “Külillahümme inni es’elüke bi nur-i vechillah-il-azim.” sonra da; “Estagfirullah el-azim elkerim ellezi la ilahe illa hüvel hayyül kayyum Gaffar-üz-zünub. Ya zelcelali vel-ikram.” diye buyurdular. Sonra da Peygamber efendimiz bana; “Ey Ahmed! Yer ve göğün hazinelerini sana verdim.
O da bu zikir, salevat ve istigfardır.” buyurdular. Çok iltifat ve teveccühlere mazhar oldum. Bir gün dilenci kılığında birisi tarafından Ahmed Kuseyri’nin evinin kapısı çalınır. Kim olduğu sorulunca, Ahmed Kuseyri’yi görmek istediğini söyler. Evde olmadığı bildirilince; “Size bir emanetim var.” diyerek bir dağarcık, bir torba ve küçük bir çıkını bırakıp almalarını söyleyerek ayrılıp gider. Giderken de; “Sonra uğrarım.” der. Ahmed Kuseyri hazretleri geç vakit eve gelir. Hanımı da kapıya gelen ziyaretçiden ve bıraktıklarından bahsetmeyi unutur. Gece yarısı mutfaktan sesler işiterek gidip bakarlar.
Bırakılan küçük kaptan kazanlar dolduracak kadar bal taşıyor. Torbadaki bir avuç darı çuvallar dolduracak kadar artıyor. Çıkından ise çil çil altınlar taşıp yerlere dökülüyor. Ahmed Kuseyri; “Nedir bu haller?” diye sorunca hanımı şaşkın ve hayretler içinde; “Bilmiyorum.” der; “Bugün bize gelen oldu mu?” diye sorar. Hanımı hatırlayıp; “Evet bir ihtiyar geldi. Sizi sordu. Sonra uğrarım diyerek bunları bıraktı. Bereketlenip taşan bu şeyler ona aittir.” dedi. Ahmed Kuseyri hazretleri bir an düşünüp; “Bu gelen Hızır aleyhisselam mıydı yoksa?” deyince, bırakılan kaplardaki artmalar ve taşmalar durdu. Böylece Hızır aleyhisselamın bereketine kavuştular. Ali bin Cemal, Hızır aleyhisselam ile görüşürdü. Buyurdu ki: “Hızır aleyhisselam, kendisinde üç haslet bulunan kimse ile görüşür. Eğer bu üç haslet yok ise, meleklerin ibadetini yapsa bile onunla görüşmez. Üç haslet şunlardır: Birincisi; kişinin her haliyle sünnet-i seniyyeye uyması. İkincisi; kalbinde müslümanlara karşı kin, düşmanlık, hased ve diğer kötülükleri beslememesi. Üçüncüsü; dünyaya düşkün olmamasıdır.”
Şemseddin Attar anlatır: Mevlana Celaleddin Rumi hazretleri bir gün camide vaaz ederken, mevzu; Hızır ile Musa aleyhimesselamın kıssasına gelmişti. Bu kıssayı, öyle fesahat ve belagat ile anlatıyordu ki, herkes nefesini kesip, can kulağı ile dinliyordu. Benim yanımda bir şahıs başını önüne eğmiş bir şeyler mırıldanıyordu. Kulak verdim, dediklerini anladım. “Sanki yanımızda idin, sanki üçüncümüz sen idin.” diyordu. Bunun Hızır olduğunu anladım. Yanına sokuldum. “Anladım. Sen Hızır’sın, ne olur, bana ihsan eyle!” dedim. Cevaben; “Burada hazret-i Mevlana varken, benim sana ihsanda bulunmam deniz yanında teyemmüm gibi olur. Senin bütün müşkillerini o halleder.” dedi ve gözümden kayboldu.
Ben bu hali Mevlana hazretlerine anlatmak için yanına gittiğimde, ben daha söze başlamadan; “Ey Attar! Hızır aleyhisselamın sözleri doğrudur.” diyerek benim sözümü kesti. Muhyiddin-i Arabi hazretleri şöyle anlatır: “Bir gün Tunus Limanında idim. Vakit geceydi. Kıyıya yanaşmış gemilerden birisinin güvertesine çıktım. Etrafı seyretmeye başladım. Denizin üzerinde ay doğmuş, fevkalade güzel bir manzara teşkil ediyordu. Bu manzarayı, cenab-ı Hakk’ın her şeyi ne kadar güzel ve yerli yerinde yarattığını tefekkür ederken dalmıştım. Birden ürperdim. Uzaktan, uzun boylu, beyaz sakallı bir kimsenin suyun üzerinde yürüyerek geldiğini gördüm. Nihayet yanıma geldi. Selam verip bazı şeyler söyledi. Bu arada ayaklarına dikkatle baktım, ıslak değildi. Konuşmamız bittikten sonra, uzakta bir tepe üzerindeki Menare şehrine doğru yürüdü. Her adımında uzun bir mesafe katediyordu. Hem yürüyor, hem de Allahü tealanın ismini zikrediyordu.
O kadar güzel, kalbe işleyen bir zikri vardı ki, kendimden geçmiştim. Ertesi gün şehirde bir kimse yanıma yaklaşarak selam verdi ve; “Gece gemide Hızır aleyhisselam ile neler konuştunuz? O neler sordu, sen ne cevap verdin?” dedi. Böylece gece gemiye gelenin Hızır aleyhisselam olduğunu anladım. Daha sonra Hızır aleyhisselam ile zaman zaman görüşüp sohbet ettik, ondan edeb öğrendim. “Bir defasında deniz yolu ile uzak memleketlere seyahate çıkmıştım. Gemimiz bir şehirde mola verdi. Vakit öğle üzeriydi. Namaz kılmak için harab olmuş bir mescide gittim. Oraya gayr-i müslim bir kimse de gelmiş etrafı seyrediyordu. Onunla biraz konuştuk. Peygamberlerden meydana gelen mucizelerle, evliyadan hasıl olan kerametlere inanmıyordu. Biz konuşurken, mescide birkaç seyyah geldi. Namaza durdular. içlerinden biri, yerdeki seccadeyi alıp, havaya doğru kaldırıp yere paralel durdurdu. Sonra üzerine çıkıp namazını kıldı.
Dikkatlice baktığımda, onun Hızır aleyhisselam olduğunu anladım. Namazdan sonra bana dönerek; “Bunu, şu münkir kimse için yaptım” dedi. Mucize ve keramete inanmıyan o gayr-i müslim, bu sözleri işitince insaf edip müslüman oldu.” Hızır aleyhisselam, İlyas aleyhisselamla birlikte Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatında hane-i saadetlerine gelip Ehl-i beyt için sabır tavsiyesinde bulundu. Onların geldiklerini ve sabır tavsiye ettiklerini hazret-i Ebu Bekr, Ehl-i beyte bildirdi.
YUŞA ALEYHİSSELAM
Yuşa aleyhisselam, İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerdendir. Musa aleyhisselamın yeğeni ve vekiliydi. Hıristiyanlar Yeşu diyorlar. Yusuf aleyhisselamın neslinden gelen Nun’un oğludur. Annesi Musa aleyhisselamın kız kardeşidir. Tam nesebi şöyledir: Yuşa bin Nun bin Efrahim bin Yusuf bin Ya’kub’dur.
Mısır’da doğan Yuşa aleyhisselam, Musa aleyhisselamın en yakın dostlarındandı. Musa aleyhisselam, Firavun’un zulmü üzerine, Allahü tealanın emriyle, kendine inanan ve tabi olanlarla birlikte Mısır’dan Tih sahrasına hicret ederken, Yuşa aleyhisselam da onunla beraber bulundu. Musa aleyhisselamın Hızır aleyhisselamla görüşmek üzere çıktığı yolculukta onunla İstanbul Beykoz tepelerinde ziyaret edilen Yuşa aleyhisselamın makamı.
beraberdi. Musa aleyhisselam Hızır aleyhisselamla karşılaşınca, Yuşa aleyhisselam geriye döndü. Allahü teala, Musa aleyhisselamın kavmine Arz-ı Mev’ud’u (Filistin ve Şam bölgesini) ihsan edeceğini bildirdi. Fakat İsrailoğulları o beldelerde zalim ve zorba bir kavim olan Amalikalıların bulunduğunu ileri sürerek gitmek istemediler. Allahü teala, Musa aleyhisselama vahyedip buyurdu ki: - Ey Musa! Ben burayı sizin için memleket ve yerleşme yeri olarak yazdım; takdir ettim. Oraya git ve düşmanlardan kim varsa onlarla harp et! Zira onlara karşı sizin yardımcınız benim! Kavminden her koldan bir temsilci seç! Onlar vefakar ve itaatkar olsunlar! Bunun üzerine Musa aleyhisselam, her bir koldan iyi haber toplayan, sözünde sadık ve vefakar birer temsilci seçti. Bunları Eriha şehri ve ahalisi hakkında bilgi toplamak için gönderdi. Aralarında Yuşa bin Nun da bulunuyordu. Haber toplamakla vazifeli kimseler Eriha’ya gittiler.
O belde ahalisinin iri cüsseli, çok kuvvetli ve kalabalık olduğunu görünce, Hazreti Yuşa ve Kalib bin Yukna hariç diğerleri korktular. Geriye dönüp, kavimlerine gördüklerini anlatarak, onların harbe gitmelerine mani oldular. Musa aleyhisselamın kavmi, diğer temsilcilerin anlattıklarını dinleyip, harp etmekten vazgeçtiler. İçlerine korku düşüp, feryada başladılar. “Keşke Mısır’da ölseydik. Yahut burada ölsek de, Allah bizi o zalimlerin memleketine sokmasa. Yoksa hanımlarımız, çocuklarımız ve mallarımız ganimet olarak kalacak.” dediler. Yuşa bin Nun ile Kalib bin Yukna ise kavimlerine gelip, Eriha beldesi ahalisinin kötü hallerinden bahsetmediler. Diğer kabilelerden, o belde ahalisi hakkındaki haberleri duyanlara ise, korkulacak birşey olmadığını, Allahü tealanın yardım ve inayetiyle Eriha’nın fethedileceğini bildirip, Musa aleyhisselama yardımcı olmaya çalıştılar. Onlara dediler ki: - Ey İsrailoğulları! Amalikalıların şehrinin kapısından hemen girin! Onların vücutlarının büyüklüğünden korkmayın! Biz onları gidip gördük ve öğrendik.
Onların bedenleri büyük ve kuvvetli, fakat kalbleri zayıftır. Sizinle harp etmeye ruhi metanetleri yoktur. Bir defa kapıdan girdiniz mi, Allahü tealanın vaat ettiği yardımın size gelmesiyle, elbette siz galiplerden olursunuz. Siz, gerçekten inanan, Allahü tealanın vaadini tasdik eden kimseler iseniz ve Musa aleyhisselamın peygamber olduğuna inanıyorsanız, düşmanların boy ve cüsselerine bakarak aldanmayınız! Onlardan korkmayınız! Size ilahi yardımın geleceği hususunda ve her halinizde Allahü tealaya tevekkül ediniz! İsrailoğulları, Yuşa aleyhisselam ile Kalib bin Yukna’nın söylediklerine inanmadılar ve Musa aleyhisselamın nasihatlerine uymadılar. Yuşa bin Nun ve Kalib bin Yukna aleyhimesselamı taş ve sopalarla öldürmek istediler.
İsrailoğulları Yuşa bin Nun ve Kalib bin Yukna’yı taşlayıp, Musa aleyhisselama karşı gelerek Allahü tealaya isyan edince, Musa aleyhisselam üzüldü. Allahü teala, İsrailoğullarını kırk sene müddetle Arz-ı Mev’ud denilen bölgeye girmelerini haram kıldığını ve onların Tih sahrasından çıkamayacaklarını bildirdi. “Biz harbe gitmeyiz!” diyerek isyan eden kimseler, kırk sene müddetle Tih sahrasında şaşkın bir halde dolaştılar. Kırk senenin sonuna doğru, Harun aleyhisselam ve ondan üç sene sonra da kardeşi Musa aleyhisselam vefat etti.
Hazreti Musa’nın halifesi Musa aleyhisselam vefat ederken, yerine Yuşa aleyhisselamı halife bıraktı. Allahü teala, Yuşa aleyhisselamı da İsrailoğullarına peygamber olarak vazifelendirdi. Bu sırada Musa aleyhisselama karşı çıkıp; “Biz harbe gitmeyiz!” diyen kimseler ölmüş, onların yerlerinde oğulları ve torunları çoğalmıştı. Allahü teala, Yuşa aleyhisselama, İsrailoğullarını toplayıp Tih sahrasından çıkarmasını ve Arz-ı Mev’ud denilen bölgeye gidip, cebbarlarla (zalimlerle) harp etmesini emretti.
Yuşa aleyhisselam, İsrailoğullarını toplayarak Eriha şehrini kuşattı. Kuşatma altı ay sürdü. Nihayet bir cuma günü akşam üzeri, mucizeler göstererek şehri fethetti. Yuşa aleyhisselam ve ona inananlar Eriha’yı fethettikten sonra, Ilya şehrini de aldılar. Bu şehrin Yuşa aleyhisselam tarafından fethedildiğini duyan çevre şehirlerin hükümdarlarından beşi, bir araya gelip, İsrailoğullarıyla topluca savaşa girdiler. Sonunda hepsi de yenilerek hezimete uğradılar.
Bel’am bin Baura Yuşa aleyhisselam, Eriha, İlya şehirlerini ve civarını fethettikten sonra, Belka şehri üzerine yürüdü. Belka şehrinin Belak ismindeki zalim hükümdarı, Yuşa aleyhisselama karşı aciz kalıp, İsm-i azam duasını bilen, her duası kabul olan, ilim ve ibadette yüksek, sözlerini yazıp istifade etmek için elinde hokka ve kalem ile yanında 2000 kişi bulunan ve ibrahim aleyhisselamın dinine inanan Bel’am bin Baura isimli kimseden yardım istedi. Yuşa aleyhisselama ve ordusuna karşı beddua etmesini talep ettiler. Belka şehri ahalisi de gelip, beddua etmesi için Bel’am bin Baura’ya yalvardılar.
Bel’am, Allahü tealanın peygamberine karşı beddua edemeyeceğini bildirdiyse de, azgın ve imansız Belka şehri ahalisi, bedduada bulunması için daha çok ısrar ettiler. Bel’am bin Baura’ya hediyeler getirip, birçok dünyalık vaat ettiler. Zalim hükümdar da, beddua etmediği takdirde, onu idam edeceğini söyleyerek idam sehpası kurdurdu. Bütün bunlar karşısında, Bel’am bin Baura’nın gönlünde dünya malına ve servetine karşı meyil belirdi. Dua etmeye razı olarak, şehrin dışındaki Husban dağına gitti. Ellerini dua için kaldırdığı zaman, dilinden, Belka şehri ahalisi aleyhine, Yuşa aleyhisselam ve İsrailoğulları lehine kelimeler dökülmeye başladı. Bu sözleri işiten Belka şehri ahalisi dediler ki: - Ey Bel’am! Ne yapıyorsun? Onlara dua, bize beddua ediyorsun! Bel’am onlara şöyle cevap verdi: - Bu sözleri isteyerek söylemiyorum.
Allah tarafından böyle konuşturuluyorum! Dua etmeye çalıştığı sırada, Allahü tealanın hikmetiyle, Bel’am’ın dili ağzından çıkıp göğsü üzerine sarktı. Allahü tealanın kendisine ihsan ettiği nimetlerin kıymetini bilmeyen, irade-i cüz’iyesini şeytanın ve kötü insanların istekleri doğrultusunda kullanan Bel’am bin Baura, nefsin ve şeytanın saptırmasıyla, dünya malına ve kadına meylederek yeni hileler peşine düştü ve imansız öldü. Kur’an-ı kerimde A’raf suresinin 175. ve 176. ayet-i kerimelerinde soluyan köpeğe benzetildi. “Onun gibiler köpek gibidir.” sözü, dillerde darbımesel olarak kaldı. Uzun bir kuşatmadan sonra Belka şehrini fetheden İsrailoğulları, Belak’ı ve Bel’am bin Baura’yı öldürdüler. Böylece Belka şehri, İsrailoğullarına geçmiş oldu.
İsrailoğullarının serkeşliği Yuşa aleyhisselamın kumandası altında, Eriha, İlya ve Belka şehirlerinin fethedilmesinden sonra, Arz-ı Mev’ud diye bilinen Filistin ve Şam diyarı, peyderpey İsrailoğullarının eline geçti. Yaptıkları azgınlık ve isyanların cezası olarak, kırk sene müddetle Tih sahrasında kıtlık ve yokluk içinde kalan İsrailoğulları, Arz-ı Mev’ud’a gelip, türlü türlü nimetlerden istifade etmeye başladılar. Beyt-i Mukaddes’in bulunduğu Kudüs’e girdikleri sırada, Tih sahrasından kurtuldukları ve Arz-ı Mev’ud’daki türlü nimetlere kavuştukları için, cenab-ı Hakka şükür secdesi yapmaları ve geçmiş günahlarına tövbe ve istiğfar etmeleri emredildi. “Hıtta”, yani “Ya Rabbi! Bizim dileğimiz günahlarımızın affolmasıdır.
Ya Rabbi! Bizim günahlarımızı affedip, amel defterimizden silmeni niyaz ederiz!” demeleri bildirildi. Fakat İsrailoğulları, Allahü tealanın bu emrini hafife alıp; “Hıtta” kelimesi yerine, buğday manasına gelen “Hınta” dediler. Allahü teala, emrini hafife alıp alay ettikleri için, onlara azabını gön derdi. Asi olanların hepsi, bir saat içinde, ölüp helak oldular. Nitekim hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İsrailoğullarına, “Beyt-i Makdis’e, kapısından, secde eder olduğunuz halde, mütevazı bir şekilde giriniz ve ya Rabbi, hıtta [Yaptığımız hata ve günahlarımızı bağışlamanı senden niyaz ederiz.] deyiniz!” diye emrolundu. Onlardan zalim olanlar, hafife alıp alay etmek için bu emirleri değiştirdiler ve ellerini kalçalarına dayayıp, ayaklarını sürüyerek kibir ve gurur ile girdiler.) Yuşa aleyhisselam, Eriha ve Kudüs şehirlerini fethedince, o beldelerin ahalisinden birçoğu, eman dileyip, imana geldi. Bu bölgedeki diğer şehirleri de fetheden Yuşa aleyhisselam, batıda beş şehire gidip orayı da düşmanlardan aldı.
Daha sonra Şam diyarına giderek, orada yerleşmiş otuz bir hükümdarlığın beldelerini zapt etti. Putperest ve Allahü tealaya isyan eden hükümdarları öldürtüp, memleketlerini İsrailoğulları arasında taksim eyledi. Arz-ı Mev’ud denilen beldeleri yedi yılda fethedip, İsrailoğullarını oraya yerleştiren Yuşa aleyhisselam, yirmi yıl daha İsrailoğullarına, Musa aleyhisselama nazil olan Tevrat’ı okudu ve hükümlerini açıkladı. Onların Allahü tealaya iman ve ibadet üzere kalmalarına çalıştı.
Hazreti Yuşa’nın vefatı Yuşa aleyhisselam, ömrünün sonuna doğru hastalandı. Bunu duyan Selem hükümdarı Barık, bütün halkıyla mürted olup, dinden çıktı. Yuşa aleyhisselam, hastalığı sebebiyle ona karşı harbe gidemedi. Yerine Kalib bin Yukna’yı halife tayin etti.
Mürtedlere de bedduada bulundu. Musa aleyhisselamın vefatından sonra, yirmi yedi yıl, insanlara, Allahü tealanın emirlerini bildirdi ve 127 yaşında vefat etti. Kabrinin, Nablus veya Halep yakınındaki Mearre şehrinde olduğu rivayet edilir. Yuşa aleyhisselam; İstanbul’a hiç gelmedi. Beykoz tepelerinde ziyaret edilmekte olan kabrin, Yuşa peygambere ait olup olmadığını kesin olarak söylemek uygun değildir. Bir veli veya havarilerden birinin kabri olabilir. Böyle ise, yine kıymetlidir. Yuşa aleyhisselamın vefatından sonra, Kalib bin Yukna, Allahü tealaya iman edenlerle birlikte, daha önce mürted olup dinden çıkan Barık üzerine yürüdü. Selem diyarını fethedip, bunlardan on bin kadarını öldürdü. Barık ve ileri gelenlerini yakalayıp esir etti. Ölümden kurtulup dağlara kaçanlar da, Yuşa aleyhisselam daha önce beddua ettiği için, zillet ve sıkıntı içinde yaşayıp telef oldular.
Hazreti Yuşa’nın fazileti Yuşa aleyhisselam kara yağız, orta boylu, güzel yüzlü, iri gözlü, yassı göğüslü bir görünüşe sahip idi. Yüzünün güzelliği Yusuf aleyhisselama çok benzerdi. Görenler hayran kalırdı. Güzelliğini görmek için gelirler; “Ey salih kul, sana selam vermeye geldik!” derlerdi. O ise cevap vermeye haya ederdi. Cesur, kahraman, yiğit, harp taktik ve tekniğinde maharet sahibi idi. Zamanında yaşayan insanların; gerek dış görünüş, gerekse ahlak ve huy yönünden en üstünlerindendi. Musa aleyhisselama gönderilen Tevrat’ın hükümleri üzerine amel edip, insanlara tebliğ etmekle vazifelendirilmişti.
Hazreti Yuşa’nın mucizeleri Yuşa aleyhisselam, yapmış olduğu birçok muharebe ve fetihler esnasında, insanlara Hakkı tebliğ ederken, bazı mucizeler de göstermiştir. Mucizelerinden bir kısmı şöyledir: 1- Yuşa aleyhisselam, Eriha’yı fethetmek üzere İsrailoğullarını topladı ve giderken Şeria (Ürdün) nehrinin suları çok olduğu için geçemediler. Nehrin üstünde köprü de yoktu. Yuşa aleyhisselam dua edince, Şeria nehrinden bir yol açıldı. İsrailoğulları o yoldan geçtikten sonra, sular tekrar eskisi gibi akmaya devam etti. 2- Kale surlarının yıkılması: Bir şehrin fethi esnasında, muhasara (kuşatma) uzun sürmüştü. Surlarda gedik açılamamıştı. Yuşa aleyhisselam dua etti. Allahü tealanın kudretiyle yer sarsılıp kalenin surları yıkıldı.
Yuşa aleyhisselam ve ona inananlar oradan girip, şehri fethettiler. 3- Güneşin batmasının geciktirilmesi: Yuşa aleyhisselam, Kudüs şehrini cuma günü fethetmişti. Ancak, cuma günü muhasara devam ederken, güneş batmak üzereydi. Cumartesi gününe kalırsa, Musa aleyhisselamın dininde o gün mukaddes sayıldığı için harp edemeyecekti. Yuşa aleyhisselam, güneşin bir müddet daha batmaması için Allahü tealaya yalvarıp; “Ey Allahım! Güneşi geri al!” diye dua etti. Veya güneşe; “Sen Allahın emrindesin, ben de Onun emrindeyim. Bu sebeple, yerinde durmanı, Allahü tealanın düşmanlarından, akşamdan önce intikam almayı istiyorum” dedi. Allahü tealanın emri ve takdiriyle, batmak üzere olan güneş yükseldi. Bir müddet daha gündüz devam edip, Kudüs fethedildikten sonra battı.
|