Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Peygamberler tarihi Adem a.s
Tekil Mesaj gösterimi
  #12  
Alt 13.02.24, 19:47
Cazgircinx Cazgircinx isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Gayretli üye
 
Üyelik tarihi: 27.02.23
Bulunduğu yer: .
Mesajlar: 2,304
Etiketlendiği Mesaj: 110 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

YUSUF ALEYHİSSELAM


Yusuf aleyhisselam Yakub aleyhisselamın oğludur. Kur’anı kerimde Hazreti Yusuf’un kıssası, başına gelen hadiseler geniş olarak bildirilmiş; Yusuf suresi ile En’am ve Mümin surelerinde ondan bahsedilmiştir. Yusuf aleyhisselamın kıssası, birçok ibretleri, hikmetleri, incelikleri; alimlerin, devlet adamlarının ve onların emirlerinde olanların hallerini; düşmanın eziyetine sabretmeyi, gücü yettiği halde düşmanından intikam almamayı; iffet, tevhid, rüya tabiri, idarecilik, iktisadi tedbirlerle alakalı dünya ve ahirete dair pek çok faydaları; hasedin noksanlık ve Allahü tealanın yardımından mahrum kalmaya; sabrın ise, sıkıntı ve gamlardan kurtulmaya sebep olduğunu; Hazreti Yakub’un sabrettiği için maksuduna kavuştuğunu; Yusuf aleyhisselamın da sabredenlerden olduğunu ihtiva etmektedir.

Kıssaların en güzeli Yusuf aleyhisselamın kıssasına, tarih kitaplarında ve başka eserlerde de yer verilmiştir. Ancak, Kur’an-ı kerimde, eşsiz bir ifade; benzeri olmayan bir fesahat ve belagatla anlatılmıştır. Böylece başka kitapların anlatışları, Kur’an-ı kerimin yüksek fesahat ve belagatı yanında pek sönük kalmıştır. Bu yüzden Yusuf aleyhisselamın kıssasının anlatıldığı Yusuf suresi için, bizzat Allahü teala mealen buyurmuştur ki: (Bu sure-i celileyi sana vahyetmemizle ahsen-ülkasası [kıssaların en güzelini] anlatacağız.

Halbuki, sen daha önce bundan [Yusuf aleyhisselamın kıssasından] asla haberdar değildin.) [Yusuf 3] Mekkeli müşrikler, Resulullah efendimize sual sorarak sıkıntı vermek, Onu zor durumda bırakmak için, Medine Yahudilerine adam gönderip, çeşitli sualler öğrendiler. Bu suallerden biri de; “Yakub aleyhisselamın evladı ve ailesi neden Mısır’a göç etmiştir? Hazreti Yusuf’un kıssası nedir?” şeklindeki suallerdi. Mekkelilerin bu soruları üzerine Allahü teala, Yusuf suresini gönderdi. Böylelikle, Yusuf aleyhisselam hakkında en doğru ve en güzel bilgileri Müslümanlar öğrenmiş oldular. Yakub aleyhisselamın 12 oğlu olmuştur. Bunlardan Hazreti Yusuf ile kardeşi Bünyamin, Hazreti Yakub’un en küçük oğulları idi. Yakub aleyhisselam, Hazreti Yusuf doğunca, alnındaki nübüvvet nurunu görmüş, bu yüzden ona diğer oğullarından daha fazla ihtimam gösterir olmuştu.

Bilhassa annesinin, Bünyamin’in doğumundan sonra vefatı ve Yusuf ile kardeşinin öksüz kalması, babalarının onlara karşı olan ilgisini daha da artırdı. Diğer kardeşleri, onları kıskanmaya başladı. Babası, Hazreti Yusuf’u küçük olduğu için, halasının yanına bıraktı. Hazreti Yusuf halası ölünceye kadar onun yanında kaldı. Yakub aleyhisselam, kız kardeşinin vefatından sonra kendi yanına alıp, bir an bile ayrı kalamaz oldu. Bu durum kardeşlerinin kıskançlıklarının iyice artmasına sebep oldu. Yusuf aleyhisselam büyüdükçe, Allahü tealanın lütfuyla gittikçe güzelleşiyor, ahlak ve yüz güzelliği ile insanların sevgisini cezbediyordu. Çünkü onda Allahü tealanın verdiği ayrı bir güzellik vardı ve gerçekten çok güzeldi.

Nitekim Resulullah efendimiz, Mirac gecesi semaya götürüldüğünde Hazreti Yusuf’u gördü. Cebrail aleyhisselama; “Bu kimdir?” diye sordu. Cebrail aleyhisselam da; “Yusuf aleyhisselamdır.” dedi. Eshab-ı kiram da; “Onu nasıl gördün?” diye sual ettiler. Resulullah efendimiz de; “Ondördüncü gecedeki ay gibi.” buyurdular. Yusuf aleyhisselam, bir cuma gecesi, babasının yanında yatıyordu. Ansızın, heyecanla uyandı. Babası Yakub aleyhisselam, “Ne oldu, bir şey mi var?” diye sorunca, şöyle anlattı: - Rüyamda, yüksek bir dağın tepesinde imişim. Etrafta ırmaklar, yeşil ağaçlar vardı. Bu sırada gökten, on bir yıldız, Güneş ve Ay gelip bana secde ettiler.

Hazreti Yusuf’un anlattıklarını dinleyen Yakub aleyhisselam, on bir yıldızın Hazreti Yusuf’un kardeşleri, Güneş’in kendisi ve Ay’ın da zevcesi olduğu şeklinde tabir etti. Yakub aleyhisselam, ilerde diğer oğullarının Hazreti Yusuf’a itaat edeceklerini, hatta Hazreti Yusuf’un, kendisini bile geçeceğini anladı. Rüya tabirinde mahir olan evlatlarının, Yusuf aleyhisselamın rüyasını duydukları takdirde onu kıskanacaklarını, hatta şeytanın vesvesesi ile ona bir kötülük bile yapmaya kalkışacaklarını düşündü.

Hazreti Yusuf’a tembih edip dedi ki: - Ey oğulcuğum! Sakın rüyanı kardeşlerine anlatma! Sonra şeytanın vesvesesi ile helakın için sana kötülük yapıp, tuzak kurarlar. Muhakkak ki şeytan, insanın apaçık düşmanıdır. Rabbin bu rüya ile dereceni yükselttiği gibi seni seçecek, peygamberlik verip, sana rüya tabiri ilmini öğretecek. Allahü teala seni aziz eyleyip, sana devlet ve ululuk verecek, kardeşlerin sana muhtaç olacaklardır. Daha önce ataların İbrahim ve İshak’a nimetlerini peygamberlik ile tamamladığı gibi sana ve Yakub’un soyuna da nimetlerini tamamlayacaktır. Şüphesiz ki, Rabbin bu nimetlere müstahak olanları bilir. Lazım olan işlerde hikmetini icra eder. Yakub aleyhisselam, oğluna ihtiyatlı davranmayı bu şekilde tavsiye etmişti. Çünkü, Yusuf aleyhisselamın kardeşleri rüya tabirini iyi bilirlerdi.

Bu sebeple Yakub aleyhisselam, onların Yusuf’a haset etmelerinden korktuğu için, haset ederler, dedi. Bir baba evladının hayırlı olmasını ister, fakat kardeş kardeşin kendinden hayırlı ve daha iyi olmasını istemez. Yusuf aleyhisselam gördüğü rüyayı kardeşlerine anlatsaydı, bu onların hoşuna gitmeyecekti. Çünkü rüyanın insan üzerinde tesiri vardır. Nitekim bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Salih, iyi rüyadan kalb sevinir. Bu rüya Allahü tealadandır. Kötü rüya hulmdür [korkulu rüyadır], kalb onu istemez. Böyle rüya şeytandandır. Biriniz, hoşuna giden bir rüya görürse, onu sevdiği kimseye anlatsın. Hoşuna gitmeyen bir rüya görürse, onu kimseye anlatmasın.) Yakub aleyhisselam Yusuf aleyhisselamın rüyasını üç şeyle tabir etti: 1 Yusuf aleyhisselama peygamberlik verileceği, 2 Rüya tabiri ilminin öğretileceği, 3- Allahü tealanın, onun üzerindeki nimetlerini tamamlayacağı... Bu rüya hadisesinden sonra, Hazreti Yakub’un Hazreti Yusuf’a karşı olan muhabbeti daha da arttı. Elinde olmadan ona ve dolayısıyla Hazreti Yusuf’la anneleri aynı olan kardeşi Bünyamin’e daha çok ilgi göstermeye başladı. Hazreti Yakub’un diğer oğulları, babalarının Yusuf aleyhisselam ve kardeşine olan bu sevgisini görüp, kıskanıyorlardı.

Diyorlardı ki: - Onlar daha küçükler, bir faydaları, iş yapabilecek durumları yok. Halbuki biz, güçlü kuvvetli kimseleriz. Geçim işlerini biz görüyoruz. Babamıza daha faydalıyız. Buna rağmen babamız, onu bizden fazla seviyor. Bu sebeple, Yakub aleyhisselamın Hazreti Yusuf’a olan sevgisini kendileri açısından hatalı buluyorlardı. Fakat Yakub aleyhisselam, Yusuf aleyhisselamı, elinde olmayarak ister istemez kalben seviyordu. Ayrıca Yusuf ve kardeşi Bünyamin’in anneleri, daha onlar çocuk iken öldüğü için onlara daha fazla sevgi ve şefkat göstermişti. Bir de Yakub aleyhisselam, Hazreti Yusuf’ta, diğer oğullarında görmediği rüşd ve asaleti görmüştü. Sevgisinin bir sebebi de bu idi. Buna ilaveten Yusuf aleyhisselam da, babasının rızasını celbedici güzel hizmetler yapıyordu. Yakub aleyhisselamın diğer oğulları, şeytanın da vesvesesiyle Hazreti Yusuf’u iyice kıskandılar. Zaten öteden beri babalarının ona gösterdiği sevgi ve verdiği kıymet, onları yakıp bitiriyor, babalarının sevgisini, Yusuf’un üzerinden alıp, kendilerine çekmeye çalışıyorlardı.

Bunda başarılı olamıyorlardı. Bir de buna rüya hadisesinden sonra Yakub aleyhisselamın Hazreti Yusuf’a alakasının biraz daha artması üzerine, haset ve kıskançlıkları had safhaya ulaştı. Bunun üzerine toplanıp aralarında konuştular. Yusuf’u babalarından uzaklaştırmaya karar verdiler. Bunun için de; “Ya öldürürüz veya onu babamıza ulaşamayacağı çok uzak bir yere bırakırız. Burada onu yırtıcı hayvanlar yer veya ölür.” dediler. Hazreti Yusuf’u bu şekilde uzaklaştırmakla, babalarının sevgisini kendilerine çekeceklerini zannediyorlardı. Ancak yaptıkları işin büyük günah olduğunu bilmiyor da değillerdi. Ancak Yusuf aleyhisselamı uzaklaştırınca, babalarına güzel hizmetlerde bulunup, babalarının sevgisini kendi üzerlerine çekeceklerini umuyorlardı.

Neticede hepsi, Yusuf aleyhisselamı kuyuya atmakta ittifak ettiler. Atmaya kararlaştırdıkları kuyu, bilinen bir kuyu idi. Ona gidip-gelen çok olurdu. Kuyuya attıklarında hemen ölmeyeceğini, oradan geçen yolcuların onu çıkarıp götüreceklerini, dolayısıyla oradan kurtulacağını kuvvetle umuyorlardı. Yakub aleyhisselamın oğulları, Hazreti Yusuf’u kuyuya atma kararını verdikten sonra, kardeşlerini babasından istemek işini Yehuda’ya havale ettiler. Çünkü Yakub aleyhisselam, diğer oğulları içinde en çok Yehuda’nın sözüne itibar ederdi. Ayrıca Yehuda, Yusuf’un öldürülmesine razı değildi. Kardeşlerinin ona bir kötülük yapmalarından korktu. Onlardan, öldürmeyip kuyuya atacaklarına dair kesin söz aldı.

Hep birlikte Yakub aleyhisselamın huzuruna vardılar. Yehuda, kardeşleri adına babasından, Hazreti Yusuf’la beraber kırlara gitmek için izin istedi. Diğer kardeşler de babalarına diller döktü. Her zaman yaptıkları gibi, ertesi gün de koyunlarını otlatmak için kıra giderek, çayır ve çimenler üzerinde istirahat edip, koşu ve ok atma yarışı yapacaklarını ve yanlarında Yusuf’u da götürmek istediklerini söylediler ve dediler ki: - Ey babamız! Kardeşimiz Yusuf’u da yarın bizimle kıra gönder, yesin, içsin, ok atmak ve koşmak suretiyle oynasın. Biz onu elbette muhafaza ederiz. Yakub aleyhisselam, rüyasında on tane kurdun Hazreti Yusuf’a hücum edip, öldürmeye çalıştıklarını görmüştü. O kurtlardan biri onu himaye etmiş, bu sırada yer yarılarak Yusuf aleyhisselam oraya girmiş, üç gün sonra tekrar ortaya çıkmıştı. Yakub aleyhisselam, bu rüyadan sonra kardeşlerinin Yusuf’a bir şey yapmalarından korkar olmuştu. Bunun için Hazreti Yusuf’u kardeşleriyle göndermek istemiyordu. Onlara dedi ki: - Onu götürmeniz beni mahzun eder. Siz ondan habersiz iken kurt gelip, onu yemesinden korkarım. - Biz kuvvetli bir cemaat iken onu kurt yerse, aciz ve güçsüz kimseler olmuş oluruz. Yakub aleyhisselam, oğullarının teminat verip ısrar etmeleri ve Hazreti Yusuf’un da onlarla beraber gitmek için meyletmesi üzerine, kazaya razı olup, izin verdi.

Bu arada Yakub aleyhisselam; “Onu kurt yemesinden korkarım” sözü ile oğullarına ipucu verdi. Hazreti Yusuf’un başına getirecekleri işten sonra, dönüşlerinde, babalarına verecekleri cevabı onun ağzından aldılar. Çünkü onlar, o zamana kadar, kurdun insanı yiyebileceğini bilmiyorlardı. Alimlerimiz buradan, kişinin hasmına ipucu telkin etmesinin uygun olmadığını anlamışlardır. Nitekim hadisi şerifte; “Bela, ağızdan çıkan söze bağlıdır.” buyuruldu. Yakub aleyhisselam sabah olunca, Hazreti Yusuf’a; “Gel şimdi seni bir kere öpeyim ve güzel kokunu koklayayım. Belki bir daha seni göremem. Zira dünya ayrılık evidir.” dedi. Elbisesini giydirdi, güzel kokular sürdü. Bağrına basıp öptükten sonra kardeşlerine ısmarlayıp, “Yusuf’u iyi gözetin!” diye tembih etti. Onlar da gözetip koruyacaklarına dair söz verdiler.

Hazreti Yusuf’un kuyuya atılması Kardeşleri, Yusuf aleyhisselamı alıp, gayet izzet ve ikram ile kıra doğru götürdüler. Yolculuk gerçekten güle oynaya başlamıştı. Yusuf aleyhisselam, “Ne iyi ettim de kardeşlerimle beraber çıktım.” diye düşünmeye başlamıştı. Ancak bu neşeli durum uzun sürmedi. Şehirden iyice uzaklaşıp, bağırmakla duyulamayacak kadar bir mesafeye gelince, kardeşleri Yusuf aleyhisselama eziyet etmeye başladılar. Ağabeyleri, Hazreti Yusuf’a yaptıkları eziyetleri o kadar artırdılar ki, Yehuda, onu öldüreceklerinden korktu. Onlara dedi ki: - Bana, onu öldürmeyeceğinize dair söz vermiştiniz! Bunun üzerine eziyeti bıraktılar. Az sonra atmayı kararlaştırdıkları kuyunun yanına vardılar. Bu kuyunun üst tarafı dar, altı ise genişti. Kardeşleri, Yusuf aleyhisselamı kuyunun başına getirdiler.

Gömleğini çıkarıp aldılar. Yusuf aleyhisselam kardeşlerine bakıyordu. Kardeşlerden biri dedi ki: - Ey Yusuf! Şunu iyi bilesin ki bugünden sonra bizleri de, babanı da bir daha göremeyeceksin. Çünkü... Bir başka kardeşi de bu sözü tamamladı: - Çünkü seni şimdi şu kuyuya bırakacağız. Bu sözler şaka ile söylenmiş sözler değildi. Böylece kararları Hazreti Yusuf’a tebliğ edilmişti. Derhal kollarından tutarak kuyuya sarkıttılar. Yusuf aleyhisselam kardeşlerine, yaptıkları hareketin, babalarının sevgisini kazandırmayacağını belirtmesine rağmen dinlemediler ve dediler ki: - Haydi Yusuf yolun açık olsun, güle güle... Bir daha bizimle babamızın arasına gireyim deme sakın! Ayrıca öldürmediğimiz için bize teşekkür borçlu olduğunu da hiç unutma sevgili kardeşimiz...

Bu sözlerle kuyuya bıraktılar. Kuyuda su vardı. Yusuf aleyhisselam suyun içine düştü. Bu sırada Yusuf aleyhisselam şu duayı okudu: “Ya şahiden gayre gaibin ve ya kariben gayre baidin ve ya galiben gayre mağlubin. İc’al li min emri ferecen ve mahreca. = Ey gaib olmayan Şahid! Ey uzak olmayan Karib! Ey mağlup olmayan Galip! Beni bu musibetten kurtar! Bunun için bana bir çıkış yolu nasip et!” Bu esnada Allahü tealadan Cebrail aleyhisselama; “Kuluma yetiş ey Cebrail!” hitabı geldi. Cebrail aleyhisselam derhal yetişerek onu boğulmaktan kurtardı ve onu, suyun içindeki bir kayanın üstüne oturttu.

Sonra Yusuf aleyhisselama Allahü tealanın selamını tebliğ etti ve “Sen kardeşlerine birgün bu yaptıklarını haber vereceksin!” dedi. Ayrıca dua etmesini, Allahü tealaya yalvarmasını, Allahü tealanın yapılan duaları kabul edeceğini söyledi. Şöyle dua etmesini bildirdi: “Allahümme ya kaşife külli kürbetin ve ya mucibe külli da’vetin ve ya cabire külli kesirin ve ya müyessire külli asirin ve ya sahibe külli garibin ve ya munise külli vahidin ve ya la ilahe illa ente es’elüke en’tec’ale li ferecen, mahrecen ve en takzife hubbeke fi kalbi hatta la yekune li hemmün ve la zikru gayrike ve en tehfezani ve terhameni ya Erhamerrahimin = Ey her belayı kaldıran, her duayı kabul eden, kırık kalbleri saran, iyileştiren, her güçlüğü kolaylaştıran, her garibin sahibi ve yalnızların teselli edicisi, ey kendisinden başka ilah olmayan! Beni içinde bulunduğum sıkıntıdan kurtarmanı, onun için bana bir çıkış yolu nasip etmeni, muhabbetini kalbime koymanı, böylece benim için senden başka bir düşünce ve zikir olmamasını, her türlü musibetten muhafaza buyurmanı, bana merhametinle muamele etmeni isterim.

Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allahım!” Yusuf aleyhisselam kuyuda Cebrail aleyhisselamın öğrettiği duayı edip, Allahü tealayı zikretmeye başladı. Allahü tealanın isimlerini (Esma-i hüsnayı) söyledi. Melekler Yusuf aleyhisselamın zikrini duyup, çevresine toplandılar. Yusuf aleyhisselamla yakınlık peyda ettiler. Bu sebeple Yusuf aleyhisselam kuyuda yalnızlık çekmedi. Kardeşleri, Yusuf aleyhisselamın sırtından çıkardıkları gömleği, kana buladılar ve Yakub aleyhisselama götürdüler. “Yusuf’u kurt yedi. İşte onun kanlı gömleği!” diye göstereceklerdi. Babalarının yanına akşam vakti geldiler. Çünkü onlar için bu zaman, mazeret için en müsait vakitti. Eve yaklaşırken, her biri yalancıktan ağlamaya, bağrışıp çığrışmaya başladı. Yakub aleyhisselam onların ağlamalarını işitip dışarı çıktı, hepsini üzüntülü bir halde gördü. Onlara; “Sürülerinize mi bir şey oldu? Ne var?” dedi. Onlardan; “Hayır!” cevabını alınca, Hazreti Yusuf’un nerede olduğunu sordu. Onlar da getirdikleri kanlı gömleği göstererek dediler ki: - Ey babamız! Biz yarış yapmak üzere gitmiş, Yusuf’u da eşyalarımızın ve elbiselerimizin yanına bırakmıştık.

Geri döndüğümüzde bir de ne görelim, onu kurt yemiş. Biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın. - Hayır, nefsleriniz sizi aldatıp böyle büyük bir işe sürüklemiş. Artık bana düşen sabr-ı cemildir. Sizin bu yaptıklarınız üzerine sabrımla Allahü tealadan yardım isterim. Yakub aleyhisselam, oğlu Yusuf’un kana bulanmış gömleğini yüzüne gözüne sürdü, gömleğe baktı. Kanlı gömleğin hiç yırtılmamış olduğunu görünce; “O kurdun Yusuf’uma karşı şefkati sizden fazla imiş. Vallahi bugüne kadar bu kurt gibi yumuşak huylusunu görmedim. Oğlumu yemiş de sırtındaki gömleğini bile yırtmamış.” dedi ve takdire razı olup, sabr-ı cemilin kendisi için en güzel yol olduğunu söyledi. Bu sözü ile aslında onların yaptıkları hilenin farkına vardığını oğullarına hissettirmişti. Ayrıca ufak bir araştırma ile meselenin aslını da öğrenebilirdi. Ancak ilahi takdirin böyle olduğunu anladığı için, Allahü tealadan sabr-ı cemil diledi. Bu hadise ayrıca göstermiştir ki; hile yapanlar mutlaka bir yerde açık vermekte ve hileleri ortaya çıkmaktadır. Yakub aleyhisselam, oğullarının verdiği habere karşı tahammül gösterebilmek için, Allahü tealadan yardım istedi.

Çünkü, sabredebilmek, musibete tahammül göstermek, ancak Allahü tealanın yardımı ile mümkündür. İnsanda nefsani ve ruhi sebepler vardır. Nefsani sebepler, insanı bela ve musibete karşı feryada yöneltir. Ruhi sebepler ise, sabretmeye ve kadere rıza göstermeye sevkeder. Bela ve musibete duçar olduğu zaman, insanın içinde, bu iki sınıf arasında mücadele başlar. Allahü tealanın yardımı olmazsa, nefsani sebeplere galip gelinemez. Çünkü insanın nefsi devamlı feryat eder, hiçbir zaman sabır ve rıza göstermez. Aslında Yakub aleyhisselam, oğullarının Hazreti Yusuf’a haset ettiklerini ve onun hayatta olduğunu biliyordu. Çünkü daha önce gördüğü rüyayı Yusuf’a; “Rabbin seni seçecek!” şeklinde tabir etmişti.

Hazreti Yusuf’un Mısır’da satılması Yusuf aleyhisselam kuyuya atıldıktan bir müddet sonra, Medyen’den gelip Mısır’a gitmekte olan bir kervan, kuyunun yakınında konakladı. Su getirmesi için sakalarını kuyuya gönderdiler. Saka, kuyunun başına varıp, kovasını sarkıttı. Kova, kuyunun dibine inince, Yusuf aleyhisselam da kovayla beraber dışarıya çıktı. Saka, su beklerken, gözün görmediği derecede güzel bir çocuk çıkmıştı. Heyecanla arkadaşlarına, “Müjde, işte bir civan!” diye seslendi. Yusuf aleyhisselam sükut etti. Hiç konuşmadı. “Ben Yakub aleyhisselamın oğluyum!” demedi. Zira kervancılar kendisini bıraksa bile, kardeşlerinin kendisini rahat bırakmayacaklarını biliyordu. Ayrıca kervancılar da onu köle olarak satıp üç beş kuruş menfaatlenmeyi umuyorlardı. Böyle bir durumda onu serbest bırakmazlardı. Bu hadiseden sonra, kardeşleri kuyuya gelip bakmışlar, Yusuf aleyhisselamı bulamayınca, öldü diye kesin hüküm vermişlerdi.

Hazreti Züleyha Yusuf aleyhisselamı kuyudan çıkaran kervancılar, onu Mısır’a götürüp pazara çıkardılar. Birçok kimse ona müşteri oldu. Fiyatı çok yükseldi. Yüzünde parlayan nur, herkesi celbediyor, görenleri hayran bırakıyordu. Herkes onu satın almak istiyordu. Hatta bir kocakarı bile iki yumak iplikle onu satın almak istedi. O sırada Mısır Firavunu, Reyyan bin Velid Amaliki idi. Onun, yetkilerini havale ettiği bir maliye vekili vardı. Ona “Aziz” denirdi. Aziz, Hazreti Yusuf’u kervancılardan çok yüksek bir fiyata satın aldı. Ancak satın almak için verdiği para, Yusuf aleyhisselam için çok az bir para idi. Allahü teala Azizin kalbine, Yusuf aleyhisselamın muhabbetini yerleştirdi. Eve varınca, hanımı Zeliha’ya dedi ki: - Bu çocuğa iyi bak, ikramda kusur etme! Köle gibi, hizmetçi gibi küçük düşürücü işlerde kullanma ve azarlama! Ona izzet ve ikramda bulun! Umulur ki, bize faydası olur. Yahut onu evlat ediniriz.

Yusuf aleyhisselamı satın alan Mısır Azizinin, hanımı Zeliha (Farsça; Züleyha)’dan çocukları olmamıştı. Aziz, o yüzden Yusuf aleyhisselamı evlat edinmeyi düşünmüştü. Yusuf aleyhisselam, Mısır Azizinin evinde gayet rahattı. Aziz, hanımına sıkı sıkıya tembih etmiş, ona ihtimam göstermesini söylemişti. Bu arada Hazreti Yusuf, babasından ve kardeşlerinden yıllar geçmesine rağmen hiç haber alamamıştı. Ancak şimdilik yapabileceği bir şey de yoktu. Züleyha böyle tatlı ve sevimli çocuğu ömründe hiç görmemişti. Ona gerekli ihtimamı gösteriyor, yanından ayırmıyordu.

Yusuf aleyhisselam da bir aile ortamına kavuşmuştu. Aradan zaman geçip Hazreti Yusuf büyüdükçe, Züleyha’da da bir haller olmaya başlamıştı. Zaten Hazreti Yusuf’un yüzünde parlayan nübüvvet nuru, herkesi hayran bırakırdı. Bu hal, Züleyha’nın ona aşık olmasına yol açmıştı. Hazreti Yusuf için süsleniyor, onu kendisine celbetmek için halden hale giriyordu. Fakat Yusuf aleyhisselam hiç itibar etmiyordu. Azizin hanımı Züleyha, genç ve güzel bir kadındı. Aziz ise ınnin, yani iktidarsız, güçsüz bir kimse idi. Yusuf aleyhisselam ise akıllara durgunluk verecek derecede güzeldi. Birgün Züleyha evde kimse yokken, kapıları kapadı ve ondan murad almak istedi. “Hemen yanıma gel!” dedi.

Daveti gayet açıktı. Ancak Yusuf aleyhisselam bir peygamberdi ve Allahü tealadan korkar, böyle bir ihaneti yapamazdı. Bunun üzerine hemen dedi ki: - Efendim iyi bakman için, beni sana bıraktı. Bunun karşılığında onun haremine hıyanet etmekten Allaha sığınırım. Zina ile nefsine zulmedenler felah bulmazlar, maksatlarına kavuşamazlar. Züleyha, arzusuna kavuşmayı kafasına koymuştu. Yusuf aleyhisselamın reddetmesiyle pes edecek değildi. Yalvarıyor, çeşitli vaatlerde bulunuyordu. Ancak Allahü tealanın koruması altında olan Yusuf aleyhisselam hep reddediyordu. Bir ara fırsatını bulan Yusuf aleyhisselam, kapıya atıldı. Züleyha da peşinden koştu. Ona yetişince, kapıdan çıkmaması için, arkasından gömleğini yakalayıp, kendisine doğru çekti. Çekmesi ile beraber gömleğin arkası yırtıldı. Bu halde kapıdan dışarı çıkınca, Züleyha’nın amcasının oğlu ve Aziz ile karşılaştılar. Her ikisi de orada duruyordu. Züleyha, kocası olan Azizi görünce, töhmet korkusu ile Yusuf aleyhisselamdan önce söze başladı: - Senin hanımına kastedenin cezası nedir? Sonra da, kocasının, Yusuf aleyhisselamı öldürmesinden korktu. Daha kocasının konuşmasına fırsat vermeden, sözüne şöyle devam etti: - Onun bu cezası, ancak hapse atılması, tasarruftan men edilmesi yahut sopa ile dövülmesidir. Züleyha, sopa ile dövülmesinden önce, hapsedilmesini söyledi.

Çünkü Yusuf’u çok seviyordu. Seven, sevdiğinin acı çekmesini istemez. Ayrıca Yusuf aleyhisselam hakkında hapis ve ona azap etmekten biri ile muamele edilmesi lazım geleceğini açıkça beyan etmedi ve onu korumak için de umumi bir ifade kullandı. Yapılacak muamelenin de uzun değil, bir veya iki gün gibi kısa bir müddet olmasını istedi. Yusuf aleyhisselam onun bu sözlerini işitince, kendisine isnat edilen bu töhmeti defetmek için dedi ki: - O benim nefsimden murad almak istedi. Ben ise teklifini kabul etmeyip kaçtım. Aslında, Yusuf aleyhisselam, Züleyha’nın kendisine yaptıklarını ifşa etmek istemiyordu. Ancak Züleyha, onun hakkında bu sözleri sarfedip şerefine ve nezaketine yakışmayan sözler sarfedince, bu töhmetin altından kalkmak zorunda kaldı. Bu sebeple; “O benim nefsimden murad almak istedi.” dedi.

Yoksa, Züleyha’nın bu halini ifşa etmezdi. Bu sırada Züleyha’nın akrabalarından biri şöyle hüküm verdi: - Eğer Yusuf’un gömleği, önünden yırtılmışsa, Züleyha haklı; arkasından yırtılmışsa, Yusuf doğru söyleyicidir. Hakim mevkiinde olan kişi, Hazreti Yusuf’un gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu ve Yusuf aleyhisselamın doğru söylediğini anlayınca, Züleyha’ya döndü ve dedi ki: - Hiç şüphe yok ki, bu sizin kurduğunuz tuzaklardan biridir. Şüphe yok ki, siz kadınların tuzak ve hileniz büyüktür. Bütün alametler, hadiseye Züleyha’nın sebep olduğunu gösterince, Aziz utandı. Yusuf’un doğru, karısının ise yalan söylediğini anladı. Ancak bu durumun yayılmaması için, Hazreti Yusuf’a; “Ey Yusuf, bu durumu kimseye söyleme! Bu mesele yayılmasın!” dedikten sonra, karısına dönerek sözlerine şöyle devam etti: - Ey kadın! Sen de günahın için tevbe et! Çünkü hata edicilerden oldun.

Hazreti Yusuf’un kendisine isnat edilen töhmetten, suçtan uzak ve temiz olduğuna dair başka alametler de vardı. Bunlardan birincisi; Hazreti Yusuf aslında hür olmasına rağmen, görünüşte Azizin kölesiydi. Böyle bir kimsenin, efendisinin hanımına el uzatması mümkün olmazdı. Bu uzak bir ihtimaldir. İkincisi; gerek Aziz, gerekse yanında bulunanlar, Hazreti Yusuf’un kapıdan çıkmak için süratle koştuğunu görmüşlerdi. Eğer niyeti kötü olsaydı, kapıdan çıkıp, hemen oradan uzaklaşmaya çalışmazdı. Üçüncüsü; Züleyha’nın, gayet güzel bir şekilde süslenmesine karşılık, Hazreti Yusuf, kılık ve kıyafeti bakımından tabii ve sade idi. Dördüncüsü; Hazreti Yusuf hep emin olmuş, onların yanında uzun müddet kalmış, böyle bir hal vuku bulmamıştı.

Beşinci olarak; Züleyha, açıktan Yusuf aleyhisselamı itham etmeyip, hakkında umumi ve kapalı sözler söylemiş, Yusuf aleyhisselam ise, hiç korkmadan işin aslını olduğu gibi anlatmıştı. Suçlu olsa idi, hadiseyi bu kadar açık anlatamazdı. Azizin hanımına böyle harekette bulunan kimsenin, korkusundan bu kadar açık ve rahat konuşması mümkün olmazdı. Görünüşte mesele kapanmış gibiydi. Zira ne Züleyha bu işi sağda solda anlatıp kendini ele vermek ister, ne de Aziz meseleyi anlatıp kendini zor durumda bırakırdı. Ancak Züleyha’nın Hazreti Yusuf’a yaptıkları, bir müddet sonra hizmetçiler vasıtasıyla Mısır ahalisi tarafından duyulmuş, kadınlar arasında yayılmıştı. Aralarında konuşuyorlardı: - Kadın dediğinin bir şerefi ve haysiyeti olur. İnsan Aziz gibi bir adamın hanımı olur da hizmetçisinden murad almaya kalkarsa, budala deriz biz ona...

- Azizin çocuğu olmadığını bilmiyor musunuz? Kadıncağız ne yapsın, hiç olmazsa hizmetçisiyle olsun gönlümü edeyim, demiştir... - Ben olsam ölürüm, yine hizmetçi ile gönül birliği edemem. Herkes haddini bilmeli... Bu çeşit sözler etrafta söylenir olmuştu. Zaten gizlenmesi de pek mümkün değildi. Böyle yüksek mevkide bulunanların hayatları her zaman dikkatle takip edilir olmuştur. Kadınlar, bu sözleri rastgele söylemiş değillerdi. İnsan bazen farkında olmadan bir şeyler konuşabilirdi. Fakat Züleyha’yı ayıplayan kadınlar, ne konuştuklarının farkında idiler. Bilerek konuşmuşlardı. Böyle konuşmalarıyla, güya, Züleyha’nın yaptığı işten kendilerinin uzak olduklarını da ifade etmek istiyorlardı.

Aslında Mısırlı kadınların bu sözleri hileden başka bir şey değildi. Çünkü onlar, Yusuf aleyhisselamın güzelliğini işitmişler ve onu görmek hevesine düşmüşlerdi. Bu gayelerine erişmek istediler. Bunun için aralarında böyle konuşup, onu ayıpladılar. Bundan maksatları, Züleyha’yı ayıplamak değil, Züleyha’nın, bu sözleri duyarak, kendisini mazur gösterebilmek için, Yusuf aleyhisselamı onlara göstermek mecburiyetinde kalmasını sağlamaktı. Bu hanımlar ancak Hazreti Yusuf’u bu şekilde görebileceklerini sanıyorlardı. Gerçekten de Yusuf aleyhisselamın güzelliği fevkalade idi. Adem aleyhisselama çok benzerdi. Kıtlık zamanında açlık sıkıntısından muzdarip olan Mısırlılar, onun yüzünü görmekle sıkıntılarını giderirler ve açlıklarını unuturlardı. Bütün bunlara rağmen Yusuf aleyhisselama güzellikten bir parça verilmişti.

Muhammed aleyhisselama ise tamamı verilmiş, fakat setredilmişti. Çünkü Muhammed aleyhisselam, cümle mahlukatın en güzeli ve Allahü tealanın sevgilisi idi. Yusuf aleyhisselamda cemal, Resulullah efendimizde cemal ve kemal vardı. Yusuf aleyhisselamın cemali görülünce, eller kesildi. Resulullah efendimizin kemali ile, zünnarlar kesildi, putlar kırıldı ve küfür bulutları dağıldı. Eshab-ı kiram, Peygamber efendimize sordular: - Siz mi güzelsiniz, Yusuf aleyhisselam mı? Resulullah efendimiz buyurdu ki: - Kardeşim Yusuf benden sabih [yüzü güzel], ben ondan melihim [sevimliyim.] Onun görünen güzelliği, benim görünen güzelliğimden çoktur.

Hazreti Aişe’den, Resulullah efendimizin güzelliği sorulunca, şu mealde bir şiir söyledi: - Yusuf aleyhisselamı satın almak için arttırmaya çıkan Mısır zenginleri, Muhammed aleyhisselamın yüzünün güzelliğini işitmiş olsalardı; güzelliği dillere destan olan Yusuf aleyhisselam için hiç para vermezler, bütün varlıklarını Muhammed aleyhisselamın yüzünü görebilmek için saklarlardı. Hazreti Yusuf’un yüzünü görünce ellerini kesen Mısır kadınları, Muhammed aleyhisselamın parlak alnını görselerdi, ellerinin yerine kalblerini keserler ve hiç acı duymazlardı. Züleyha, Mısır kadınlarının, Hazreti Yusuf’a olan muhabbeti sebebiyle kendisini ayıpladıklarını duyunca; “Yusuf aleyhisselam gibi cemal sahibi eşsiz birisine yalnız ben değil, herkes metfun ve hayran olur. Siz de görün bakalım, siz ne diyeceksiniz?” diye düşünerek, onu sevmekte mazur olduğunu göstermek için bir ziyafet tertip etti. Kendisini ayıplayan ve arkasından konuşan kırk kadar hanımı davet etti.

Onlar için dayanıp rahat edecekleri yastıklar; bıçakla kesilerek yenecek yiyecekler hazırladı. Züleyha’nın davet ettiği kadın misafirler, gelip oturdular. Züleyha, onların her birine birer bıçak verdi. Misafir kadınlar, yastıklara kibirli bir şekilde yaslandılar ve aralarında konuşup gülerek yiyeceklerini bıçakla kesip yemeye başladılar. Bu kadınlar memleketin ileri gelen hanımları idi. Bu sırada Züleyha, başka bir odada giydirilip kuşatılan Yusuf aleyhisselama, kadınlara görünmesini ve karşılarına çıkmasını söyledi. Yusuf aleyhisselam, Züleyha’dan çekindiği için, emrine muhalefet etmedi. Kadınlara göründü.

Kadınlar, rüyada görülmesi bile düşünülemeyen bir erkek güzeli olan Yusuf aleyhisselamı görünce, kendilerinden geçtiler. Hayran hayran Yusuf aleyhisselama bakıyor, gözlerini ondan ayıramıyorlardı. Cemalinin heybetinden, yüzünün güzelliğinden, kendilerini unutmuşlardı. Rüyada mı, yoksa hayal aleminde mi yaşadıklarını bilemez halde idiler. Farkında olmadan ellerindeki bıçaklarla meyve yerine, hiç acı duymadan, ellerini kestiler. Yusuf aleyhisselamın kendilerine ve yiyeceklerine iltifat ve itibar etmediğini gören kadınlar, onda, meleklerin hususiyetini seyrettiler. Ona hayran kaldıklarından ellerini kestiklerinin farkında değillerdi. Onun güzelliğini ve cemalinin heybetini hiçbir insanda görmemişlerdi. Hepsi bir ağzından; “Bu insan olamaz, bu kerim bir melektir!” demekten kendilerini alamadılar Mısır’da, insanlar arasında bir kimsenin güzelliği meleğe benzetilerek ifade edilmekte idi. Çünkü, onların nazarında en çirkin mahluk şeytan, en güzel varlık da melektir.

Bu yüzden meleğe benzetme yaparlardı. Yusuf aleyhisselamı gören Mısırlı kadınlar da, onun fevkalade güzelliğini ifade etmek için meleğe benzetmişlerdi. Bir müddet odada duran Yusuf aleyhisselam Züleyha’nın emriyle odayı terk etti. Onun odadan çıkışını şaşkın bakışlarla izleyen kadınların gözleri, bir müddet kapıya çakılı kaldı. Nihayet ellerinde hissettikleri acıyla kendilerine geldiler. Parmaklarına baktıklarında, elma yerine ellerini kestiklerini anladılar. Bıçakları bırakarak ellerindeki kanın durdurulması ile uğraşmaya başladılar. Züleyha, hakkında dedikodu yapan kadınlara karşı bir zafer kazanmıştı. İçinde bulunduğu durumu onlara ancak bu şekilde anlatabilirdi. Onların bu zavallı, ne yapacaklarını bilmez halini gülümseyerek seyreden Züleyha dedi ki: - İşte gördünüz mü? Siz benden daha çok kınanmaya, ayıplanmaya layıksınız. Çünkü, onu bir defa görmekle kendinizi kaybedip, ellerinizi kestiğinizin bile farkında olmadınız.

Ben ise, uzun zamandan beri onunla birlikteyim. Fakat hiçbir vakit sizin bu halinize düşüp, hayranlığımdan dolayı kendimden geçmedim. Eğer şimdi gördüğünüz gibi, onu önceden gözünüzün önüne getirseydiniz beni mazur görür, bu sevgimden dolayı beni kınamazdınız. Züleyha, Yusuf aleyhisselamı kadınların karşısına çıkarmakla, kendisinin devamlı olarak içinde bulunduğu zor durumu onlara göstermek istemişti. Zira onlar, bir defa Yusuf aleyhisselamı görmekle kendilerinden geçmişler ve ellerini kestiklerinin bile farkında olmamışlardı. Böylece, kendisinin Hazreti Yusuf’a karşı davranışlarında haklı olduğunu; asıl onların gülünç duruma düştüklerini göstermiş oluyordu. Kadınların hiçbirinin, “Hayır, ben soğukkanlılığımı muhafaza ettim, duygularıma hakim oldum. Aklımdan hiçbir fenalık geçmedi ve kendimi kaybetmedim!” demeye hakları kalmamıştı. Çünkü her biri halen kanamakta olan parmaklarını sıkıyor, akan kanı durdurma çabasıyla uğraşıp duruyorlardı. Dillerini tutmamanın cezasını bu şekilde çekiyorlardı. Züleyha onlara unutamayacakları bir ders verdikten sonra, sözlerine şöyle devam etti: - Yemin ederim ki, ben ondan murad almak istedim.

Bu iş için talepte bulundum. O ise bu hususta masumiyet gösterip teklifimi kabul etmedi. Yemin ederim ki, eğer ona emrettiğim şeyi yapmazsa, muhakkak zindanlarda sürünür! Kadınların hiçbiri, “Evli bir kadın bunu nasıl düşünür, ayıbın da bir hududu olmalı” diyecek halde değildi. Zira ellerinin kesilmesi gözler önünde idi. Değil bunu söylemek, hepsi birden, Hazreti Yusuf’un başına toplanıp dediler ki: - Azizin hanımının emrine karşı gelmen sana bir fayda getirmez. Üstelik hapse düşer, hakaret ve zillete uğrarsın. Yusuf aleyhisselamın karşısında kendilerini unutan ve ona rağbet gösteren bu kadınlar, bundan sonra onu Züleyha’nın arzusuna uymaya teşvik ettiler. Züleyha, güzelliğinin yanında mal, servet ve mevki sahibi idi. Eğer arzusuna uymazsa, onu hapse attırabilir, iftira edebilir, hatta öldürtebilirdi. Artık Züleyha evine sık sık misafir getiriyor, onlardan yardım almak istiyordu. Kadınlar hem Yusuf aleyhisselamı bir daha görmek, hem de Züleyha’ya yardım etmek için geliyorlardı. Kimisi Züleyha’nın isteğini yapmasını isterken, kimisi de kendi gönlünü yapmasını bile teklif ediyordu. Ancak bir peygamber olan Yusuf aleyhisselam hiçbirine iltifat etmiyordu. Onlara Allahtan korkmalarını hatırlatıyordu. Ancak istenilmeyen bütün şeylerle tehdit ediliyor, karşılığında insan nefsinin rağbet ettiği şeyler teklif ediliyordu.

Hazreti Yusuf’un zindana atılması Yusuf aleyhisselam, kadınların, fuhşu güzel gösteren hileleri ve kendine layık olmayan teklifleri iyice artınca, Allahü tealaya sığınıp dua etti. Başına gelen bu musibetten korunmasını istedi ve şöyle niyazda bulundu: - Ey Rabbim! Zindan bana, bu Mısırlı kadınların beni davet ettikleri şeyden daha hoş geliyor. Onların isteklerini yapmaktansa, zindanı tercih ederim. Ya Rabbi! Eğer sen onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder, böylece sefihler zümresine dahil olurum. Aziz, bu işte Yusuf aleyhisselamın suçsuz olduğunu anladığı için herhangi bir ceza vermeye lüzum görmemişti. Bu defa Züleyha başka hilelerle Yusuf aleyhisselamı elde etmeye çalıştı.

Yusuf aleyhisselam ise onun hallerine iltifat etmedi. Züleyha, Hazreti Yusuf’tan ümidini kesince, kocasına dedi ki: - Bu Kenanlı genç, beni insanlar arasında rezil etti. Kendi nefsinden murad almak istediğimi söyledi. Bu hususta mazur olduğumu insanlara anlatamadım. Ya bana izin ver, beni kınamamaları için insanlara mazur olduğumu anlatayım veya onu hapset! Diğer kadınların kocaları da hanımlarını koruyabilmek için Azize baskı yapıyorlardı. Hazreti Yusuf’un kadınların tasallutundan kurtulmak için yaptığı duayı Allahü teala kabul etti. Başta Aziz olmak üzere, Mısırlı kadınların kocaları da kadınların mekik dokur gibi Hazreti Yusuf’u görmeye gelmelerine mani olmak için bir çare düşündüler. Neticede Aziz, dedikoduların son bulması için en uygun yolun Yusuf’un hapsedilmesi olduğuna karar vermişti. Böylece Yusuf aleyhisselam zindana atıldı. Uzun zaman orada kaldı. Kaç sene zindanda kaldığı bilinmemektedir. Yusuf aleyhisselam; zindanda, uzun zaman kalmış, kurtulma ümidi tükenmiş insanlar gördü.

Zindan halkı da temiz ruhlu, güzel ve güler yüzlü, her yönüyle mükemmel bir insanla ilk defa karşılaşıyorlardı. Hiçbirinin hatırından onun bir suç işleyebileceği geçmiyordu. Yusuf aleyhisselamla beraber, Mısır Firavununun iki kölesi de zindana atılmıştı. Bunlardan biri ekmekçisi, diğeri de şerbetçisi idi. Her ikisi de Firavuna karşı suç işlediklerinden buraya gönderilmişlerdi. Yusuf aleyhisselam, zindanda hastaları ziyaret eder, onların işlerini görür ve sıkıntısı olanları ferahlandırırdı. Biri bir şeye muhtaç olsa, onun için, zindandakilerden para toplar ve yardımda bulunurdu. Geceleri daima namaz kılar ve Rabbini zikrederdi. Belalara uğrayan, hayattan ümitlerini kesmiş hüzünlü kimseleri teselli eder, onlara derdi ki: - Sizi müjdelerim! Sabrediniz! Allahü teala size ecrinizi verir. Zindandakilerin her biri ona muhabbet eder; “Ey Yiğit! Ne güzel yüzlü, tatlı sözlü ve iyi huylusun!” derlerdi. İlk geldiğinde zindan arkadaşları sormuşlardı: - Ey güzel yüzlü delikanlı! Söyle sen kimsin? Yusuf aleyhisselam da şöyle cevap vermişti: - Ben Halilullah İbrahim’in oğlu İshak’ın oğlu Safiyyullah Yakub’un oğluyum. Onun suç işleyebileceğine inanmayan zindan müdürü bile Yusuf aleyhisselama demişti ki: - Ey delikanlı! Gücüm yetse seni salıverirdim. Buna imkanım yok. Fakat, zindanda istediğin yerde kalabilirsin!

Şerbetçi ile ekmekçinin rüyası Hazreti Yusuf zindanda iken peygamber olduğu bildirilmiş ve rüya tabiri de öğretilmişti. Yusuf aleyhisselam, burada sözleri, ilmi ve halleri ile insanlara doğru yolu gösteriyor; dedelerinden İbrahim aleyhisselamın dininin hükümlerini anlatıyor; Allahü tealayı bir bilip, Ondan başka hiçbir şeye ibadet etmemelerini söylüyordu. Firavunun ekmekçisi ve şerbetçisi de Yusuf aleyhisselamı dinleyenler arasında idi. Birgün Hazreti Yusuf, ekmekçi ile şerbetçinin yanına uğramıştı. Onları dertli ve düşünceli gören Hazreti Yusuf dedi ki: - Sizi dertli ve düşünceli görüyorum. Bir şey mi oldu? - Ey nur yüzlü kişi! İkimiz de birer rüya gördük. Neye delalet ettiklerini bilmiyoruz. Lütfen bize anlatır mısın?

- Gördüklerinizi anlatın da tabir edeyim. Birisi anlatmaya başladı: - Ben kendimi rüyamda üzüm sıkıp şarap yaparken gördüm. Diğeri de rüyasını şöyle anlattı: - Ben kendimi başımın üzerinde ekmek taşırken gördüm. Kuşlar o ekmeği yiyordu. Böylece rüyalarını anlatmalarından sonra dediler ki:

- Ey nur yüzlü genç! Bize bu rüyaların yorumunu yap, biz seni iyilik yapan, iyiliği seven bir insan olarak görüyoruz. Hazreti Yusuf rüyaların yorumunu yapmadan önce, onlara hak din hakkında bilgi verdi ve dedi ki: - Size gelecek olan bir yemeğin, daha gelmeden önce onun ne yemeği ve lezzetinin nasıl olduğunu, miktarını size haber veririm. Bu Rabbimin bana öğrettiklerinden, bildirdiklerindendir. Ben sizin zannettiğiniz gibi Allahü tealayı inkar eden bir kavmin dininde değilim, hiçbir zaman da olmadım ve bozuk dinlerden de uzağım. Ben dedelerim Hazreti İbrahim, Hazreti İshak ve babam Hazreti Yakub’un dini olan tevhid dini üzereyim. Herhangi bir mahluku Allaha ortak koşmak bize yakışmaz.

Hazreti Yusuf böylece hak dini anlattıktan sonra, sözlerine şöyle devam etti: - Ey zindan arkadaşlarım! Sizin altın, gümüş, demir ve başka şeylerden yapılmış, kimseye zarar ve faydaya gücü yetmeyen irili ufaklı çok sayıdaki putlarınız mı hayırlı; yoksa, bir ve her şeye galip olan Allahü teala mı? Sizin, Onu bırakıp taptıklarınız; atalarınızın ve kendinizin takmış olduğunuz kuru adlardan başka bir şey değildir. Allahü teala o putların ilah olduklarına dair hiçbir delil indirmedi, bildirmedi. Kulların dünya ve ahiretteki bütün işlerinde hüküm yalnız Allahü tealaya aittir. O, kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emreylemiştir. Çünkü, ibadete müstahak olan yalnız Odur. İşte dosdoğru olan din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmiyorlar. Yusuf aleyhisselam rüyayı tabir etmeden önce, Allahü tealanın peygamberi olduğunu söyleyip, mucize gösterdi. “Size gelen yemekler daha gelmeden, cinsini ve tadını haber veririm.” dedi. Peygamberler ailesinden geldiğini, baba ve dedelerinin peygamber olduğunu bildirdi. Babasının Yakub, dedelerinin İbrahim ve İshak aleyhimüsselam olduğundan bahsetti. Hazreti İbrahim ve İshak aleyhisselam, Mısır’da da bilinir, peygamber oldukları kabul edilirdi. Bu yüzden Yusuf aleyhisselam, açıkladığı tevhid itikadının onlar tarafından kabul görmesi ve sözüne itibar edilerek kendisine itaat edilmesi için, peygamber ailesinden geldiğini söyledi.

Yusuf aleyhisselam, zindan arkadaşlarını üç kademede Hak dine davet etmişti. İlk önce tevhid itikadının lüzumunu, Allahü tealaya inanmanın gerekli olduğunu anlattı. Sonra Allahü tealadan başka şeylerin, putların ibadete müstahak olmadıklarına dair deliller getirdi. Son olarak da hak dini, aklın ve naklin kabul edeceği bir şekilde ortaya koydu. Nitekim; “İşte dosdoğru olan din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmiyorlar.” sözü de bunu göstermektedir. Yusuf aleyhisselam, rüyalarının tabirini isteyen zindan arkadaşlarına, tevhid inancını anlatıp peygamber olduğunu açıkladıktan sonra, onların rüyalarını tabir etmeye başladı:

- Ey zindan arkadaşlarım! Sizden biri kurtulacak ve tekrar efendisinin hizmetine girecek, ona şerbetçilik yapacaktır. Diğerinize gelince, o asılacak ve kuşlar tepesine konacak, başının etini yiyecektir. Açıklanmasını istediğiniz rüya hakkında hüküm ve takdir böyle olup, aynen gerçekleşecektir. Hazreti Yusuf, rüyaları böyle tabir ettikten sonra, kurtulacağını söylediği kimseye dönerek dedi ki: - Kurtulduğun zaman efendinin yanında benden bahset! Resulullah efendimiz Yusuf aleyhisselamın şerbetçiye söylediği sözle ilgili olarak buyurdu ki: (Allahü teala, kardeşim Yusuf’a [aleyhisselam] rahmet etsin. O, şerbetçiye; “Beni efendinin yanında an!” demeseydi, zindanda beş seneden sonra yedi sene daha kalmayacaktı.)

Zindandan kurtulan şerbetçiye şeytan vesvese verdiği için, Firavuna, Hazreti Yusuf’tan bahsetmeyi unuttu. Nitekim ayet-i kerimede mealen; (Fakat şeytan, efendisine anmayı ona unutturdu.) [Yusuf 42] buyurulmuştur. Yusuf aleyhisselamın rüya gören zindan arkadaşları çok geçmeden zindandan çıkarıldılar. Rüyalarının neticesi, Yusuf aleyhisselamın tabir ettiği gibi çıktı. Şerbetçi, Firavunun yanında eskisinden daha iyi bir makama kavuştu. Ekmekçi ise asıldı ve beynini kuşlar yedi. Şerbetçi zindandan kurtulunca, Firavunun yanında şeytanın vesvesesiyle Yusuf aleyhisselamı unuttu. Neticede Allahü teala, Yusuf aleyhisselamın zindanda bir müddet daha kalmasını dilemiş, onun sözünü ve şeytanın unutturmasını buna sebep kılmıştır. Cenab-ı Hak bir şeyi murad edince, sebeplerini de yarattığını herkes bilir.

Nitekim şair Nabi şöyle demiştir: Yani; Nabi (sen üzülme) bir emrin yapılması hakkında Allahü teala bir şeyi irade edip dileyince; onun yerine getirilmesi için umulmayan yönlerden, çeşitli sebepler ortaya çıkarır.

Firavunun rüyası Allahü tealanın, Yusuf aleyhisselam hakkında takdir ettiği zindanda kalma müddetinin sonları yaklaşmıştı. Ancak Allahü tealanın adeti sebeplerle yaratmak idi. Bunun için de sebeplerini yarattı. Nitekim zamanın Mısır firavunu olan Reyyan, bir gece bir rüya gördü. Dehşetle uyandı. Bir müddet gördüğü rüyayı düşündü, bir şeye yoramadı. Tekrar uyumak istedi, fakat uyuyamadı. Zira zihni gördüğü rüya ile meşgul idi. Sabah olunca ilk iş olarak memleketindeki bütün müneccimleri, sihirbazları, rüya tabircilerini topladı. Onlara izzet ve ikramda bulundu. Sonra rüyasını anlattı: - Bu gece rüyamda yedi tane iri, semiz inek gördüm. Daha sonra ortaya çıkan yedi tane cılız ve zayıf inek o semiz inekleri yedi.

Ayrıca yedi adet yeşil taze başak gördüm. Yedi tane de kuru başak vardı. Bu başaklar da yeşil başakları mahvettiler... Firavun bunları anlattıktan sonra, divan üyelerine ve alimlere ve rüya tabircilerine birer birer göz gezdirerek sözlerini şöyle bitirdi: - Ey ileri gelenler! Eğer gerçekten rüya tabirinde mahirseniz, benim rüyamı tabir ediniz! Allahü teala bu kimselerin basiretlerini bağlamıştı. Tabir etmeleri mümkün değildi. Zira takdir Hazreti Yusuf’un zindandan çıkması idi. Kahinler dediler ki:

- Bu anlattıklarınız karışık bir rüyadır. Biz böyle hesaba kitaba gelmeyen rüyaların tabirini bilmeyiz. Firavun ve kahinler arasında cereyan eden bu konuşmaların yapıldığı mecliste, Yusuf aleyhisselamın zindan arkadaşı olan şerbetçi de bulunuyordu. Kalbi sızladı. Hemen Yusuf aleyhisselamın; “Beni efendinin yanında an!” sözünü hatırladı. Firavuna dedi ki: - Zindanda ilmi ve ibadeti çok salih bir zat vardır. Rüyanızın tabirini bilecek biri varsa, o da bu faziletli zattır. Onun ilim ve hikmet sahibi bir zat olduğunu herkes tasdik eder. Ben ve arkadaşım Ekmekçi zindanda iken gördüğümüz rüyayı ona tabir ettirmiştik. Rüyalarımız, tabir ettiği gibi çıktı. İzin verirseniz rüyanızı ona tabir ettirip geleyim.

Firavun, sevinç ve memnuniyet göstererek, şerbetçiyi Yusuf aleyhisselamın yanına gönderdi. Şerbetçi, Hazreti Yusuf’un yanına varınca dedi ki: - Ey Yusuf! Ey Sıddik! Bize, yedi zayıf ineğin, yedi semiz ineği yediği ve yedi kuru başağın da yedi yeşil başağı yok ettiği şeklinde görülen rüyanın tabirini haber ver! Umulur ki, Firavun ve yanındakilere isabetli tabirinizle dönerim de, onlar, bu vesile ile senin gerçek değerini anlarlar. Şerbetçinin burada “Umulur ki...” gibi ihtimale yer vermesinin bazı sebepleri vardır: Şerbetçi, birçok kahinin, hakkında söz söylemekten aciz kaldığı bir rüyayı, Yusuf aleyhisselamın da tabir edememesinden çekiniyordu. Ayrıca Firavun ile yakınlarının, Hazreti Yusuf’un cevabını anlayabileceklerinden pek ümitli değildi. Anlasalar bile doğruluğuna itimat edeceklerini kat’i olarak bilmiyordu. Ayrıca, Firavun ve avenesi, Yusuf aleyhisselamın faziletinden habersiz oldukları gibi, diğer insanlar da fazilet ve üstünlük sahibinin kadrini anlayamayacak kadar gaflet içindeydiler. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı, kat’i bir ifade yerine “Umulur ki...” dedi. Yusuf aleyhisselam rüyanın tabirini şöyle yaptı: - Yedi semiz inek ve yedi yeşil başak bolluk ve genişlik yıllarıdır. Yedi zayıf inek ve yedi kuru başak kıtlık yıllarıdır. Şimdi yedi yıl ziraatteki adetiniz üzere mahsul ekin. Yiyeceğiniz az bir miktarı dışında, buğdayı saklayın. Bu bolluk yılları geçtikten sonra yedi sene kıtlık olacak.

Bu kıtlık seneleri için evvelce biriktirdiğiniz buğdayın, tohumluk olarak saklayacağınız az bir miktarından başkasını o vakte yetişenler yiyip bitirecekler. Kıtlık seneleri geçtikten sonra bir bereketli yıl gelecek. O sene yağmurlar yağıp her çeşit mahsulde bereket olacak. İnsanlar, o zaman üzüm, zeytin, susam gibi şeylerin usaresinden, suyundan ve hayvanların sütünden çok istifade edecekler. Şerbetçi teşekkür ederek ayrıldı. Hazreti Yusuf’tan duyduğu rüyanın tabirini Firavuna haber verdi. Firavun bu tabiri beğendi ve dedi ki: - Onu bana getiriniz! Bu hadise, ilmin faziletini göstermektedir. Çünkü Allahü teala, Yusuf aleyhisselamın ilmini onun dünyevi bir sıkıntıdan kurtulmasına vesile kıldı. İlim, kişinin dünyevi sıkıntıdan kurtulmasına vesile olduğu gibi, ahiretteki sıkıntısından kurtulmasına da vesile olacaktır. Şerbetçi, Firavunun emri üzerine, Yusuf aleyhisselamın yanına giderek, “Ey büyük zat, Firavun seni istiyor!” dedi.

Fakat Yusuf aleyhisselam bu daveti hemen kabul etmeyerek şöyle cevap verdi: - Efendine dön de ellerini kesen o kadınların zoru neydi, kendisine sor! Benim Rabbim onların hilelerinin ne olduğunu, ne söylediklerini, ne yaptıklarını elbette bilir. Firavuna bu durum iletildi. Meseleyi tahkik eden Firavun, o kadınları derhal yanına getirterek sordu: - Yusuf’un nefsinden murad almak istediğiniz vakit ne halde idiniz? Onu, Züleyha’nın emrine itaate teşvik ederken size karşı bir meylini hissettiniz mi? Kendisinde bir kötülük, şüphe götürür bir hareket gördünüz mü? Kadınlar böyle bir soruyla karşı karşıya kalacaklarını hiç hesap etmemişlerdi. Hazreti Yusuf’un suçsuz yere hapsedilmesi onların da vicdan azabı çekmelerine sebep olmuş, ancak zamanla unutmuşlardı. Firavunun bu meseleyi açmasıyla, eski vicdan azapları tazelenmişti. Suçu yine Hazreti Yusuf’a yıkmak mümkün idi, fakat tekrar vicdan azabına düşmek vardı.

Bunun üzerine ellerini kesen kadınların hepsi, Yusuf aleyhisselamı tenzih edip, onun temizliğine ve iffetinin yüksekliğine şehadet ederek dediler ki: - Haşa! Biz onun hiçbir kötü haline, hiçbir günahına muttali olmadık. Züleyha da, mecliste idi. Hanımlar onun yüzüne bakıp; “Sen ne dersin?” gibi bir imada bulundular. Azizin hanımı Züleyha da; “Şimdi hak ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murad almak istemiştim. O ise, şeksiz şüphesiz doğru söyleyenlerdendir!” dedi. Hazreti Yusuf saraya davet edildiği halde, hemen bu daveti kabul etmedi. Durumun aydınlığa çıkmasını istiyordu. Zira zindana bir suçlu olarak değil de iftira atılmış bir mazlum olarak atılmış idi. Yusuf aleyhisselam, yapılan daveti kayıtsız şartsız kabul edip, zindandan çıkmakta acele etse idi, Firavunun kalbinde bu iftiradan bir eser ve şüphe kalabilirdi. Fakat zindandan çıkmadan önce, meselenin araştırılmasını istemesi; kendisine atılan iftiradan uzak ve temiz olduğuna delalet ettiği gibi, zindandan çıkarıldıktan sonra da kınanmaktan kurtulmuş olacaktı. Yusuf aleyhisselamın, kendi durumunu, kendisine iftira eden, o ellerini kesen kadınlara sorarak araştırmasını Firavuna teklif etmesi de; bu meselede temiz, nezih ve suçsuz olduğunun ayrı bir delilidir. Yusuf aleyhisselamın, kendisine gelen elçiye böyle demesinin sebebi, Kur’an-ı kerimde mealen şöyle beyan buyuruldu:

(Benim, işin doğrusunun anlaşılmasına vesile olan bu teşebbüsüm, onun [Azizin] gıyabında [hanımına] hıyanet etmediğimi, Allahü tealanın hainlerin hilelerini muvaffakiyete erdirmeyeceğini bilmesi içindi.) [Yusuf 52] Yusuf aleyhisselam, zindana girince Cebrail aleyhisselam gelmiş ve kendisine; “Allahümmec’al li min indike ferecen ve mahrecen, verzukni min haysü la ahtesib = Allahım! Bana kendi katından, içinde bulunduğum bu sıkıntıdan çıkış ve kurtuluş yolu nasip eyle. Beni ummadığım yerden, rızıklandır!” duasını öğretmişti. Yusuf aleyhisselam da böyle dua ederdi.

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147