LUT ALEYHİSSELAM
Lut Gölü yanındaki Sedum şehri halkına peygamber olarak gönderilen Lut aleyhisselam, İbrahim aleyhisselamın kardeşi Haran’ın oğludur. Hazreti İbrahim’in ateşten kurtulmasından sonra, birlikte Şam tarafına hicret ettiler. Bir müddet Şam bölgesinde kaldılar. Allahü teala, Hazreti İbrahim’e vahyedip; Hazreti Lut’u, Sedum ahalisine peygamber olarak gönderdiğini bildirdi. İbrahim aleyhisselam, Allahü tealanın emrini, yeğeni Hazreti Lut’a tebliğ edip buyurdu ki: - Sedum şehrine git! O bölge halkını, bir olan Allahü tealaya ibadet etmeye, putları terketmeye davet et! Allahü tealanın emirlerini bildir, yasaklarından sakındır!
Alt üst edilen yer Hazreti Lut’un peygamber olarak gönderildiği Sedum ahalisi, Kur’an-ı kerimde; “El-mü’tefikat = Alt üst edilen yer” olarak bildirilen bölgede yaşarlardı. Bu bölge, bugünkü İsrail ile Ürdün devletleri arasında bulunan Lut Gölü civarındaydı. Burada başta en büyükleri Sedum olmak üzere; Sud, Said, Duma ve Amura adında beş şehir vardı. Bu şehirlerde yaşayan insanlar putlara tapıyor, yol kesip soygunculuk yapıp, o zamana kadar hiçbir kavim ve millet tarafından işlenmemiş, bugün en tehlikeli hastalıklardan AIDS’in baş sebeplerinden olduğu tesbit ve ispat edilmiş olan çirkin ve iğrenç livata [homoseksüellik] fiilini açıkta, herkesin içinde işliyorlardı. Adaletsizlik ve zulüm kol geziyor, zayıf insanlar eziliyor, fuhuş ve ahlaksızlık olan söz ve fiiller, herkesin içinde aleni olarak yapılıyordu. Edep ve haya tamamen yok olmuştu.
Ayıp ve günah olarak bilinen her şey topluluk içinde yapıldığı gibi, yapanlar daha çok itibar görüyordu. En kötüsü; bu yapılan çirkin ve iğrenç hareketlerden kimse kimseyi sakındırmıyor, bu hareketleri yapmayanlar ise, toplumun dışına itilip ayıplanıyordu. İşte böylesine azgın bir kavim üzerine peygamber olarak gönderilen Lut aleyhisselam, Sedum diyarına gitti. Sedum şehri, Nemrud’un akrabalarından Sedum bin Harik isimli bir kral tarafından idare ediliyordu. Lut aleyhisselam, Sedum şehrine varınca, çarşının ortasında durdu. Onları bir olan Allahü tealaya imana ve Ona ibadet etmeye davet etti. Yapmış oldukları sapıklıklardan ve kötü işlerden vazgeçtikleri takdirde, dünyada ve ahirette mesut ve huzurlu olacaklarını; kötülüklerine devamda ısrar ettikleri takdirde, dünyada ve ahirette şiddetli şekilde azap göreceklerini bildirerek dedi ki: - Ey insanlar! Allahü tealadan korkunuz ve Ona itaat ediniz! Putlara ibadet etmekten vazgeçiniz! Sizden önce hiçbir milletin yapmadığı kötü, çirkin işleri bırakınız! Ben, Allahü tealanın, size göndermiş olduğu peygamberiyim.
Artık Allahtan korkun ve bana itaat edin! Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, alemlerin Rabbine aittir. Rabbinizin sizin için yarattığı zevcelerinizi bırakıp da, insanların içinden erkeklere mi gidiyorsunuz? Siz helali bırakıp harama yönelen bir kavimsiniz. Sedum şehrinin halkı, geçmiş ümmetlerin yaptığı gibi, bu davete uymadı. Lut aleyhisselamı yalanladılar. Onu dinlemediler. “Biz dedelerimizi böyle gördük” dediler.
Hazreti Lut’un hiç kimseden çekinmeden insanları doğru yola daveti kendisine ulaştığı zaman, kral; “Onu bana getirin” dedi. Lut aleyhisselam, kralın yanına vardı. Kral sordu: - Sen kimsin? Seni kim gönderdi ve niçin geldin? Kralın yanında bulunanlar; “Onun ismi Lut’tur. Kavmini kötülüklerden sakındırmak, Allaha ibadet etmelerini bildirmek üzere peygamber olarak gönderilmiş olduğunu söylüyor” dediler. Kral bu hususları Hazreti Lut’tan da işitince, kalbine şüphe ve korku düştü. Lut aleyhisselama dedi ki: - Ben kavmimin içinden bir kişiyim. Rabbinin emir ve yasaklarını onlara anlat. Eğer kabul ederlerse, ben de onlarla beraberim. Lut aleyhisselam kralın yanından ayrıldıktan sonra, tekrar kavmini bir olan Allahü tealaya ibadet etmeye, isyan ve kötülüklerden sakındırmaya, Allahü tealanın azabıyla korkutmaya başladı. Doğru yoldan tamamen ayrılmış olan insanlara, yaptıkları işlerin fenalığını ve çirkinliğini anlatıp, kötülüklerini yüzlerine vurdu.
Onlara dedi ki: - Bu alemde sizden önce hiç kimsenin yapmadığı hayasızlığı mı yapıyorsunuz? Çirkin olduğunu bile bile o kötülüğü yapacak mısınız? Gerçekten siz, cehaletle yaptığınız işin kötü akıbetini düşünmezsiniz. Rabbinizin sizin için yarattığı kadınlarınızı terkedip, erkeklere meyletmekle, muhakkak siz azmış bir milletsiniz! Hazreti Lut’un bütün bu sözlerine, onlara doğru yolu göstermek için gayretlerine karşılık kavminin cevabı; onu ve ona inananları şehirlerinden kovmaya kalkışmak oldu. Hazreti Lut’u ve ona tabi olanları Sedum şehrinden çıkararak, kötülüklerine tam bir serbestlik içinde devam etmeye karar verdiler. Hazreti Lut’a varıp, onu yurtlarından çıkarmakla tehdit ederek dediler ki: - Ey Lut! Eğer sen bizi bu amelimizden nehyetmekten vazgeçmezsen; elbette seni şehrimizden çıkarırız! Lut aleyhisselam, onları, Allahü tealanın azabı ile korkuttu.
Onlar yine aldırış etmediler. Hatta alay edip; “Eğer doğru sözlü isen, Allahü tealadan bizim için vaat olunan azabı getir” dediler. Yıllarca bıkıp usanmadan kavmini ıslaha çalışan Lut aleyhisselam, onların ıslah olacaklarından ümit kesip, şerlerinden Allahü tealaya sığındı: - Ya Rabbi! Bana ve inananlara, onların kötülüklerinden ve sıkıntılarından kurtuluş ver! Ya Rabbi! Bozguncular kavmi üzerine azap indirerek bana nusret ver! Lut kavmi her geçen gün işi iyice azıttılar. Kötülüklerine kötülük eklediler. Hazreti Lut’un misafir kabul etmesini, dışarıdan gelen gariplere sahip çıkmasını bile yasakladılar. Sedum kavminin bu isyan ve azgınlıklarından dolayı, yeryüzündeki bütün canlılar dayanamayıp, Allahü tealaya iltica ederek üzüntüsünü arz ettiler. Allahü teala buyurdu ki:
- Ben halimim, bana isyan edenlere cezasını vermekte acele etmem. Takdir edilen zaman gelince de bir saat ileri ve geri bırakmam. Allahü teala; inanmayıp isyan eden, çok çirkin fiilleri işleyen bu Sedum kavmine gereken cezayı vermek ve müminleri kurtarmak üzere melekleri vazifelendirdi. Bu melekler arasında; Cebrail, İsrafil ve Azrail aleyhimüsselam da vardılar. Hepsi birlikte insan suretinde Hazreti İbrahim’e vardılar. Bu sırada Hazreti İbrahim’in yaşı yüz yirmiyi, hanımının ise doksanı geçmişti. Melekler; Hazreti İbrahim’e, Allahü tealanın emriyle İshak’ı müjdelediler. Meleklerle İbrahim aleyhisselam arasında şu konuşmalar geçti: - Ey Allahın elçileri! Sizin buraya teşrifinizden maksadınız nedir?
- Biz günahkar Lut kavminin helak edilmesi için gönderildik. Onların üzerine ateşte pişirilmiş çamurdan taşlar atacağız. Rabbin indinde o haddi aşan mücrimler için her bir taşta, helaki takdir edilmiş olan şahsın ismi nakşolunmuştur. Çünkü bu kavim, çeşitli kötülüklerle küfür ve zulüm edicilerden oldular. - Orada Lut vardır. O, zalimlerden değildir. - Biz oradaki mümin ve kafirleri biliriz. Biz Lut’a ve ehline kurtuluş veririz. Ancak zevcesi, azaba dahil olanlardandır.
Hazreti Lut’un misafirleri Melekler, İbrahim aleyhisselamın yanından ayrılıp, Sedum şehrine doğru yola çıktılar. Sedum şehrine öğle vakti parlak, güzel yüzlü delikanlılar şeklinde gelip, Hazreti Lut’u tarlada çalışırken buldular.
Şehrin dışında, Lut aleyhisselamın kızlarına rastladılar. Büyük kızı su dolduruyordu. Gelen topluluğu görünce dedi ki: - Bu günahkar ve azgın kavmin arasına ne diye geldiniz? Bu şehirde sizi bir kişiden başka kimse misafir etmez. O da bu kavmin azgınlıklarına üzülüyor. Kızları, misafirleri olduğunu haber verince, Lut aleyhisselam onların yanına gitti. Bu güzel yüzlü gençleri görünce, onlara sordu: - Siz benim bilmediğim kimselersiniz. Buraya niçin geldiniz? Onlar da kendisinde misafir kalmak için geldiklerini söylediler. Hazreti Lut onları reddetmedi. Ancak azgın ve sapıtmış olan kavminden, genç ve güzel yüzlü olan bu misafirlere bir zarar geleceği endişesiyle içi sıkıldı.
Sonra onlara; “Nereden geldiniz” diye sorunca, melekler; “Uzak yoldan geldik” dediler. Allahü teala meleklere; Lut kavminin kötülükleriyle ilgili, Lut aleyhisselamın dört defa şahitlik etmesini beklemelerini emretmişti. Lut aleyhisselam sordu: - Bu kavmin azgınlık ve sapıklıklarını biliyor musunuz? Bu söz üzerine Cebrail aleyhisselam diğer meleklere dönerek dedi ki: - Bu birinci şehadetidir. Melekler, Lut aleyhisselama, kavminden şikayetini dinlemek için tekrar dediler ki: - Ya Lut! Biz senin misafiriniz. Kavminin azgınlıkları nedir, anlat! - Yeryüzünde bu belde ahalisinden daha azgın ve şerli bir kavim yoktur. Onlar livata ederler, Allahü teala onlara lanet etsin!
Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam diğer meleklere dönerek; “Bu ikinci şehadetidir” dedi. Lut aleyhisselam insan kılığındaki meleklere dedi ki: - Şurada karanlık bastırıncaya kadar oturunuz. Sonra şehre girersiniz ve sizin geldiğinizi kimse hissetmez. Çünkü, bu kavim çok azgındır. Allahın laneti onların üzerine olsun! Cebrail aleyhisselam tekrar diğer meleklere yönelip; “Bu üçüncü şehadetidir” dedi. Bir müddet sonra Lut aleyhisselam önde, onlar arkada yürüyerek, Hazreti Lut’un evine geldiler. Hazreti Lut onları içeri alıp kapısını kilitledi. Daha sonra hanımını çağırıp, ona tembihte bulundu: - Bunlar benim misafirlerimdir. Bu hususu gizli tut, kimseye söyleme! Hanımı bu hususu gizleyip kimseye söylemeyeceğine söz vermesinerağmen, hıyanet ederek, evlerinde misafir olduğunu kavmine haber vererek dedi ki: - Bizim evimizde şimdiye kadar hiç görmediğim güzel yüzlü genç kimseler vardır.
Böylece Hazreti Lut’un evine misafir geldiğini öğrenen zalimler, bu haberi bir anda her tarafa yaydılar. Süratle toplanıp Hazreti Lut’un evine geldiler. Evin etrafını çevirdiler. Hazreti Lut’u dışarıya çağırıp, misafirlerini kendilerine teslim etmesini istediler. Misafirlere de kötü fiillerini yapmak istediklerini açıkça söylediler. Kavminin bu isteği karşısında, Lut aleyhisselamın içi sıkıldı, çok sıkıntıya düştü. Onlara nasihat etmeye çalışarak dedi ki: - Ey kavmim! Bunlar benim misafirlerimdir. Onlara karşı beni mahcup etmeyin. Allahtan korkun! Lut aleyhisselam kavminden insaf bekliyordu. Fakat gözü dönmüş bu azgın kavmin insafa geleceği yoktu. Diyorlardı ki: - Ey Lut! Bunlar bizim senden çoktan beri duyduğumuz şeyler. Artık bunları ezberledik. Bunları bırak ve bizim istediklerimizi getir. Bizim onları almadan hiçbir yere gitmeyeceğimizi bilmelisin. Gerekirse evi başına yıkar, yine onları alırız.
Sen bu kadar adama güç yetirebileceğini zannediyorsan aldanıyorsun. Hazreti Lut’un ümitleri yine boşa çıkmıştı... İş gittikçe zorlaşıyordu. Misafirler içeride rahat rahat oturuyor, yapılan konuşmaları dinlemekten ötede hiçbir şey yapmıyorlardı. Hazreti Lut yine de kavmine; “İçinizde aklı başında kimse yok mudur” dedi. Kavmi bunu hiç duymamış gibi şöyle cevap verdiler:
- Biz seni bizim bu gibi işlerimize müdahale etmekten men etmemiş miydik? Hazreti Lut, misafirlerini korumak ve insanları bu çirkin kötülükten vazgeçirmek için her türlü nasihati yaptı. Fakat kapıda toplanan halk bir türlü dağılmıyordu. Hazreti Lut içi daralmış, çaresiz kalmıştı. “Keşke size yetecek bir kuvvetim olsa veya sağlam bir kaleye sığınabilseydim” dedi ve ellerini semaya kaldırıp, onların şerrinden Allahü tealaya sığındı. Bu esnada Cebrail aleyhisselam diğer meleklere dönüp; “Bu dördüncü şehadetidir” dedi.
Azap geliyor! Hazreti Lut’un bu kadar sıkılıp daraldığını gören melekler, ona meseleyi açtılar. Melek olduklarını bildirip, vazifelerini şöyle açıkladılar:
- Ey Lut! Emin ol, biz senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana kat’iyen dokunamazlar. Biz onların şüphe ettikleri azabı getirdik. Sana Hakkın emri ile geldik. Biz şüphesiz doğru söyleyenleriz. Endişelenme, üzülme! Doğrusu biz seni ve hanımın dışında kalan aileni kurtaracağız. Ancak hanımın azaba uğrayan ve helak olanlardandır. Bu belde halkının üzerine yapmakta oldukları kötülükler sebebiyle, gökten elbette bir azap indireceğiz. Bunları söyledikten sonra da dediler ki: - Ey Lut! Kapıyı aç ve geriye çekil! Gelmelerinden korkma ve çekinme! Lut aleyhisselam öyle yaptı. Kapıyı açtı ve geriye çekildi. Azgınlar içeriye girdiler. Misafir olan melekleri elde etmeye çalıştılar.
Cebrail aleyhisselam onlara kanadıyla vurunca, yüzleri siyahlaştı ve gözleri görmez oldu. Şaşkın şaşkın geriye kaçıştılar. Bu durum, Kur’an-ı kerimin Kamer suresi 37. ayetinde mealen şöyle haber verildi: (Lut’tan, kavmi, misafir melekleri istediler. Akabinde anadan doğma gibi kör oldular. İşte azabımı ve tehditlerimin akıbetini tadın dedik.) Kalb gözleri mühürlenmiş azgın ve sapık insanlar, bu azaptan da nasiplerini alamayıp, Lut aleyhisselamı; “Ya Lut! Yarın sana yapacaklarımıza hazır ol!” diye tehdit ederek, neye uğradıklarını şaşırmış bir halde evlerine döndüler. Bütün bunlara rağmen; “Lut, evine sihirbaz ve büyücüler getirmiş” diyerek, imansızlıklarından vazgeçmediler. Bundan sonra melekler, Hazreti Lut’a dediler ki:
- Gecenin sonunda aileni ve sana inananları bu şehirden çıkar. Sen de arkalarından git. Hepiniz azaptan emin olacaksınız. Yalnız hanımın müstesna... Çünkü kavmine gelecek azap, hiç şüphesiz ona da gelecektir. Onlara vaat olunan helak zamanı sabah vaktidir. Sabah vakti de yakındır. Lut aleyhisselam, Allahü tealanın emrine uyarak kızlarını alıp, inananlarla birlikte şehirden çıktı. Lut aleyhisselamın hanımı Vahile, Sedum ahalisinden idi. Lut aleyhisselam, birinci hanımının vefatından sonra onunla evlenmişti. Lut aleyhisselama dıştan inanıyor görünüp, kalbden inanmamıştı.
Ayrıca melekler eve gelince de kavmine gidip; meleklerin Lut aleyhisselamın misafiri olduğunu haber vermiş ve hıyanet etmişti. Lut aleyhisselam, kendine tabi olanlarla ve kızlarıyla birlikte yola çıkacakları sırada, karısı da onları görüp sordu: - Nereye gidiyorsun? - Bunlar Rabbimin melekleridir. Bu kavmi ve bu şehirleri helak etmek üzere geldiler. Hanımı Lut aleyhisselam yola çıkmadan önce başına çamurdan pişirilmiş taş düşüp helak oldu. Nihayet sabah vakti olunca, Cebrail aleyhisselam; “Kafirlerin sabah vakti ne kötüdür”, İsrafil aleyhisselam; “Mücrimlerin sabahı ne kötüdür”, Azrail aleyhisselam da; “Gafillerin sabahı ne kötüdür” diye nida ettiler. Lut kavmi için bildirilen azap vakti gelince, Cebrail aleyhisselam, şehirlerin altını üstüne getirdi. O şehirlerin ahalisi üzerine, kime isabet edeceği belli olan, ateşte pişmiş taşlar yağdırıldı. O şehirler olduğu gibi yere batırıldı. O şehir ahalisinden olup, azabın geldiği sırada orada bulunmayanları, diğer memleketlere gidenleri de kendileri için işaretlenmiş taşlar, gidip bularak onları helak etti. Allahü teala Kur’an-ı kerimde Lut kavminin şehirlerini “Mütefikat” yani altı üstüne gelmiş olarak bildirdi.
O bölge harap olup, cenab-ı Hakkın gadabının nişanesi olarak, oradan pis kokulu ve siyah bir su çıkıp göl oldu. O şehirlerin izleri hala durmaktadır. Bunda insanlar için ibret vardır. Allahü teala Zariyat suresi 37. ayetinde mealen; (Can yakıcı azaptan korkanlar için o beldede bir işaret bıraktık) buyurarak, bu durumu haber verdi. Bugün Sedum bölgesinin yerindeki göl, Lut Gölü adıyla anılmaktadır. Bu, Filistin’in doğusunda, Şeria nehrinin döküldüğü göldür. Ölü deniz de denir. Kudüs’ün 24 km. doğusundaki Ürdün vadisinde bulunan gölün, kuzeyden güneye uzunluğu 74 km. ve en fazla genişliği 16 km. dir. Deniz seviyesinden 369 m. daha aşağıda olan gölün, suyu kokuludur. Alanı 930 kilometrekare olup, ortalama derinliği 300 metredir. En derin yeri ise 401 metredir. Bu durumu ile dünyada, sathı deniz seviyesinden en düşük su topluluğu hususiyetine sahiptir.
Lut Gölü dünyanın en tuzlu göllerindendir. Suyunda balık cinsi canlılar mevcut değildir. Çevresindeki taşlar üst üste olup, dibinde ve yüzünde toplanan zift sebebiyle suyu siyahtır. Allahü tealanın kudretinin büyüklüğünün ve düşmanlarından intikam almasının işareti olarak, her devirde yaşayan insanlara büyük bir ibrettir.
Lut kavminin azgınlıkları Bu kavmin kötülükleri, feci bir şekilde helak edilmelerinin sebepleri, ayet-i kerimelerde, hadis-i şeriflerde ve İslam alimlerinin kitaplarında beyan edilmiştir. Bu hususta buyurulanlardan bir kısmı şöyledir: Lut kavmi, bugünkü asrın korkunç hastalığı denilen AIDS’e de yol açan livatayı, yani homoseksüelliği yaparlardı. Lut aleyhisselam, onları ne kadar sakındırdı ise de dinlemediler. Lut kavmi ayrıca yolda oturup, gelenlerin yollarını kesiyor, onları taşa tutuyorlardı. Bu husus, Tirmizi’nin ve Ahmed bin Hanbel’in naklettikleri hadis-i şerifte bildirilmektedir. Sedum ahalisi, kendilerini ve bütün kainatı yaratan, zatında ve sıfatlarında eşsiz ve benzersiz olan Allahü tealaya iman ve ibadet etmeyi düşünmeyip, insanlara faydası olmayan taş parçalarına, putlara taparlar, onlara ibadet ederlerdi.
Hatta, Sedum bin Harik adındaki kralları, putları için büyük ve süslü bir puthane ile, putların konulabileceği yaldızlı kürsüler yaptırmıştı. Lut aleyhisselamın, bir olan Allahü tealaya iman ve ibadet etmeye davetine ve cehennem azabı ile korkutmasına aldırış etmediler. Aksine ona karşı çıktılar, hatta onu Sedum’dan çıkarmaya kalkıştılar.
Lut aleyhisselamın mucizeleri Lut kavminin kötü fiillerinden biri de livata ile öldürmekti. Bu da, Lut kavminin helak olmasına sebep olan fiillerdendir. Çok kötü bir iş ve en azgın bir zulümdür. Lut kavmi bir kimseyi öldürmek istedikleri zaman, ona livata yapılmasını emrederler; bu şekilde eziyet ettikten sonra öldürürlerdi. Lut kavmi yaptıkları çirkin fiilleri gizlemez ve aleni olarak yaparlardı. Hatta yollarda birbirleriyle livata yaparlardı. Yani homoseksüellikte bulunurlardı. Lut kavmi, kötülüklerden ve fuhuş sözlerden sakınmadıkları gibi, bu işlerden sakınanları ayıplarlardı. Lut aleyhisselam onları Hakka davet edip çirkin işlerden sakındırdığı zaman, “Ey Lut! Bu davadan vazgeçmezsen, mutlaka memleketimizden koğulacaksın veya öldürüleceksin” diye tehdit ettiler. Lut kavminin kötü işlerinden birisi de, çamurdan yapılmış ufak taşları, toplulukta bulunanlara veya yoldan geçenlere atmalarıdır.
Onlar yol üstünde otururlar, yanlarında çakıl taşı dolu bir çanak bulundururlar, yabancı birisi geçince ona taş atarlardı. Kimin taşı isabet ederse, onunla livata yapmaya o kimsenin daha layık olduğunu kabul ederlerdi. Lut kavminin helak olmasına sebep olan kötü işlerden birisi de söz taşımaktır. Nitekim Lut aleyhisselamın karısı Vahile, evlerine gelen misafirleri kavmine haber verdiği için helak olmuştur. Lut kavmi vacip olan hakları yerine getirmekte cimri idiler. Yolculara haklarını vermezlerdi. Sadakayı terketmişlerdi. Lut kavminin azgınlıklarından biri de, kendilerini başkalarından üstün görüp, insanlarla alay etmeleri idi. Hadis-i kudside Allahü teala buyurdu ki: (Kibriya, üstünlük ve azamet bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı cehenneme atarım, hiç acımam.) Lut aleyhisselamın birçok mucizesi vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: Lut aleyhisselam kavmini hak yola ve Allahü tealaya iman ve ibadete davet etmek ve kötülüklerden sakındırmak için köylere giderdi. Bir bölgede ondan mucize istediler ve, “Hakikaten peygamber isen bulutsuz havada yağmur yağdır” dediler. Bunun üzerine Lut aleyhisselam dua edip, Allahü tealadan bulutsuz havada yağmur yağdırmasını istedi.
Allahü teala, duasının kabul olduğunu ve eliyle havaya işaret etmesini vahyetti. Lut aleyhisselam aldığı emir üzerine, eliyle semaya işaret eder etmez, yağmur yağmaya başladı. Fakat Hazreti Lut’un peygamberliğine yine inanmadılar. Bulutsuz havada yağmur yağması mucizesi, başta sevgili Peygamberimiz olmak üzere başka peygamberlerde de görülmüştür. Aslında bulutlar insanlar için bir perdedir. Bulutları yaratan Allahü teala, bulutsuz da yağmur yağdırmaya kadirdir. Ancak bulutları bir sebep olarak yaratmıştır. Hiçbir şeyi sebepsiz olarak yaratmamaktadır. Fakat, peygamberlerin, peygamberliklerini ispatlamaları için ve veli kulları için bazı şeyleri sebepsiz olarak yaratmaktadır.
Hazreti Lut, kavmini yaptıkları kötü işten sakındırmasına karşılık, kavmi, onun bu sakındırmasına engel olmak, ondan intikam almak istiyordu. Bunun için de, Lut aleyhisselamın koyunlarının otlu yerde yayılmasına engel oluyorlardı. Beldelerinde otsuz bir dağ vardı. Hazreti Lut’un koyunlarını o dağa sürmüşler, oradan çıkmamaları için gözcü koymuşlardı. Lut aleyhisselam, otsuz dağda ot bitirmesi için, cenab-ı Hakka dua etti. Allahü teala peygamberinin duasını kabul buyurup, o zamana kadar hiç ot bitmeyen dağda yeşil otlar bitirdi. Lut aleyhisselam yaşadığı müddetçe, o dağdan otlar eksik olmadı. Başka ilgi çekici bir taraf ise; Lut aleyhisselamın koyunları, o otlardan yediği halde bir şey olmuyor, fakat sapık ve azgın kavminin koyunları yediği zaman onların koyunları ölüyordu.
Lut aleyhisselamın kavmi onun davetini kabul etmediği gibi, ona taş atarlardı. Bu taşların hiç birisi, Allahü tealanın korumasıyla Hazreti Lut’a değmezdi. Lut aleyhisselam bir taş üzerinde yatsa, sünger gibi yumuşak olurdu. Lut aleyhisselamın kavmi, birgün onu öldürmeye karar vermişti. Bu hususu Allahü teala ona vahiy ile bildirip, bir dağa gitmesini emir buyurdu. Emr-i İlahiye uyarak bir dağa gitti. Yolda çok yorulduğundan, bir yere yatıp uyumuştu. Kavminden yedi kişilik bir grup onun izini takip ederek buldular. Bir taş üzerinde uyuduğunu, üzerinde yatmış olduğu taşın sünger gibi yumuşak olduğunu, yattığı yerin çukurlaşmış olduğunu gördüler ve insafa gelip iman ettiler. Uzak yerlerde olan hadiseleri görüp haber vermek de, Lut aleyhisselamın mucizelerinden idi. Birgün Hazreti Lut’a inanmayanlardan birisi geldi ve şöyle dedi:
- Oğlum kayboldu, onun ayrılığına dayanamıyorum. Nerede olduğunu da bilmiyorum. Hakikaten peygamber isen, onun nerede olduğunu ve ne yaptığını bana haber ver. Bunun üzerine Hazreti Lut, Allahü tealaya dua etti. Allahü teala Hazreti Lut’un duasını kabul buyurdu. Lut aleyhisselam ile o çocuk arasındaki çok uzak mesafeyi açtı. Hazreti Lut, o çocuğun nerede bulunduğunu, ne yaptığını ve çocuğun şeklini haber verdi. Hazreti Lut’tan bu haberi alan kimse iman etti. Lut aleyhisselamın davetine karşılık, kavmi onunla eğlenmekten ve alay etmekten hiç geri durmuyorlardı. Sonunda ufacık taşlar ve kumlar dile gelip, Lut aleyhisselama şöyle dediler: - Kavminin iman etmeyeceği sana göre kesin ise, Rabbine dua et, onları yakmak için bizi ateş kılsın, onları yakalım. Lut aleyhisselam da bu şekilde dua edip, iman etmeyenlerin hepsi ateşte pişirilmiş taşlarla helak edildiler. Lut aleyhisselam orta boylu, siyah gözlü, iri yapılı idi. Bütün güzel huylarla huylanmıştı. Güçlük ve sıkıntılara karşı sabırlı ve cömert idi.
Çiftçilik ve ziraatle uğraşırdı. Herkese iyilik yapmayı sever, insanları Hakka ve doğru yola çağırırdı. Amcası İbrahim aleyhisselamın getirdiği dinin emir ve yasaklarını insanlara anlatmakla meşgul olur, onların kurtuluşa ermeleri için çırpınır ve dua ederdi. Lut aleyhisselama inanan kimseler çok az idi. Bazı kaynaklarda ona inananların on iki kişi ile birlikte iki kızı olduğu veya iki kızıyla birlikte on kişinin azaptan kurtuldukları belirtilmektedir.
İSMAİL ALEYHİSSELAM
İsmail aleyhisselam Hazreti İbrahim’in büyük oğlu olup, Muhammed aleyhisselamın dedelerindendir. Annesi Hacer hatun, asil bir soydan gelmekteydi. İbrahim aleyhisselamın, zevcesi Hazreti Sare’den çocukları olmuyordu. Yaşları da gittikçe ilerliyordu. İbrahim aleyhisselam, kavuştuğu nimetlere şükredip, bir de evlat ihsan etmesi için Allahü tealaya niyazda bulundu: - Ey Rabbim! Bana salihlerden bir oğul bağışla ki, davet ve taatte yardımcım ve gurbette munisim, gözümün nuru olsun. Hazreti Sare de böyle istiyordu. Fakat çocuğu olmuyordu.
Hazreti Sare, Mısır’da kendisine hizmetçi olarak verilen Hazreti Hacer’i azat edip, İbrahim aleyhisselam ile evlenmesini istedi. “Cenab-ı Hak, belki sana bundan bir evlat ihsan eder” dedi. Bunun üzerine İbrahim aleyhisselam Hazreti Hacer ile evlendi. Bu evlilikten İsmail aleyhisselam dünyaya geldi. Muhammed aleyhisselamın nuru, İsmail aleyhisselama intikal etti. İbrahim aleyhisselam onu çok sever ve hiç yanından ayırmazdı. Hazreti Sare, ahir zaman peygamberinin nurunun kendisine intikal edeceğini umuyordu. Ancak nur önce Hazreti Hacer’e, sonra Hazreti İsmail’e geçince, Hazreti Hacer’e karşı kalbinde gayret hasıl oldu. İbrahim aleyhisselam ise, Hazreti Sare’yi hoş tutuyor, devamlı hatırını soruyor, gönlünü alıp onu incitmemeye gayret ediyordu. Nihayet Hazreti Sare’nin gayreti iyice arttı ve İbrahim aleyhisselamdan, Hazreti Hacer ile oğlu İsmail’i başka bir yere götürüp bırakmasını istedi.
Allahü teala, İbrahim aleyhisselama Hazreti Sare’nin bu isteğini yerine getirmesini bildirdi. İbrahim aleyhisselam, Allahü tealanın emriyle, Hazreti Hacer ve Hazreti İsmail’i yanına alıp, Şam’dan ayrılarak, onları, o sırada susuz ve ıssız bir yer olan Mekke’ye götürdü. Hazreti Hacer ile Hazreti İsmail’i Kabe’nin şimdi bulunduğu yerin yakınında, yüksek bir yerde ve Zemzem kuyusunun üzerinde büyük bir ağacın yanına bıraktı. O zaman Mekke’de, hiçbir kimse olmadığı gibi, içecek su da yoktu.
İbrahim aleyhisselam Hazreti Hacer ile oğlunu burada bıraktı. Yanlarına içi hurma dolu bir sepet ve içi su dolu bir testi de koydu. Sonra, İbrahim aleyhisselam Şam’a gitmek üzere oradan ayrıldı. Hazreti Hacer, İbrahim aleyhisselamın arkasından giderek dedi ki: - Ey İbrahim! Görüp görüşecek bir fert ve yiyip içecek bir şey bulunmayan bu vadide bizi bırakıp nereye gidiyorsun? Hazreti Hacer, tekrar tekrar bu sözleri söylemesine rağmen, İbrahim aleyhisselam ona iltifat etmeyip, yoluna devam etti. Nihayet Hacer ona sordu: - Bizi burada bırakmayı sana Allahü teala mı emretti? - Evet, Allahü teala emretti. Bunun üzerine Hazreti Hacer, “Öyleyse Allahü teala bizi zayi etmez ve korur” diyerek, oğlunun yanına döndü.
Safa ve Mervede Sa’y İbrahim aleyhisselam Hazreti Hacer ve Hazreti İsmail’i Mekke’ye bırakıp ayrılırken, Seniyye mevkiine varınca, yüzünü Kabe’nin bulunduğu yere çevirdi. Sonra ellerini kaldırarak şöyle dua etti: - Ey Rabbimiz! Ben soyumdan bir kısmını, mukaddes evinin yanına, ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Orada namazı dosdoğru kılsınlar diye, insanlardan bir kısmının gönüllerini o yerlere yönelt. Orayı ziyarete gelsinler. Onları çevreden gelecek her türlü meyvelerle rızıklandır ki, sana şükretsinler. Hazreti Hacer, oğlu İsmail’i emziriyor ve testideki sudan içiyorlardı. Nihayet testideki su tükenince, hem Hazreti Hacer, hem de çocuğu susadı. Hazreti Hacer, çocuğunun susuzluktan toprak üstünde yuvarlandığını görünce, yavrunun bu acıklı haline bakmaktan üzüldü.
Onun yanından kalkıp, o mıntıkada Kabe’ye en yakın dağ olan Safa tepesini buldu ve bunun üstüne çıktı. Sonra vadiye karşı durup; “Bir kimse görebilir miyim” diye baktı. Fakat hiçbir kimseyi göremedi. Bu defa Safa tepesinden indi. Vadiye varınca, ayağını çelmesin diye entarisinin eteğini topladı. Sonra, çok müşkül bir işle karşılaşan bir insan azmiyle koştu. Nihayet vadiyi geçip, Merve tepesine geldi. Orada da biraz durdu ve; “Bir kimse görebilir miyim” diye baktı, fakat hiçbir kimse göremedi. Hazreti Hacer, bu suretle Safa ile Merve arasında yedi defa gidip geldi. İşte bunun için hacılar, Safa ile Merve arasında sa’y ederler. Hazreti Hacer, son defa Merve üzerine çıktığında, bir ses işitti ve kendi kendine hitap ederek; “Sus, iyice dinle” dedi. Sonra dikkatle dinleyince, bu sesi evvelki gibi bir defa daha işitti. Bunun üzerine Hazreti Hacer, sesin geldiği tarafa bakıp dedi ki: - Ey ses sahibi, sesini duyurdun. Eğer sen bize yardım edebilecek vaziyette isen, imdadımıza yetiş, bize yardım et! Ve böyle der demez (şimdiki) Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde, insan şeklinde Cibril aleyhisselam göründü. Aralarında şu konuşma geçti:
- Kimsin? - Hazreti İbrahim’in hanımıyım. - Sizi kime emanet etti? - Allahü tealaya. - Sizi her şeye kadir olana emanet etmiş. Cebrail aleyhisselam topuğu ile toprağı kazıp, Zemzem suyunu meydana çıkardı. Hazreti İsmail’in çıkardığı da bildirilmiştir. Hazreti Hacer bu durumu görünce, taşıp zayi olmasın diye, hemen suyun etrafını çevirip havuz haline getirdi. Bir taraftan da testisini doldurmaya çalışıyordu. Su ise, avuç avuç alındıkça, tekrar fışkırıyordu. Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Allahü teala, İsmail’in annesine rahmet etsin! O, Zemzem’i kendi haline bırakmış olsaydı, yahut suyu avuçlamasa idi, muhakkak Zemzem, akar bir ırmak olurdu.)
Cürhümilerin gelmesi Hazreti Hacer, çıkan Zemzem suyundan içti. Çocuğuna içirdi. Cibril aleyhisselam Hazreti Hacer’e dedi ki: - Sakın mahvoluruz diye korkmayınız! İşte şurası Beytullah’ın yeridir. O beyti, şu çocukla babası yapacaktır. Muhakkak ki, Allahü teala o beytin ehlini zayi etmez. Hazreti Hacer’in bulunduğu Kabe’nin mahalli, tepe gibi yerden yüksekçe idi. Zamanla seller, sağını solunu kazıp aşındırmıştı. Hazreti Hacer bu şekilde yaşarken, günün birinde Cürhüm kabilesinden bir cemaat gelip, Mekke’nin alt tarafına kondular. Cürhümiler, Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde birtakım kuşların dolaştığını görünce dediler ki: - Kuş kısmı, muhakkak bir suyun başında döner, dolaşır. Halbuki biz bu vadide su bulunmadığını biliyorduk. Gidip bakalım.
Oraya birkaç kişi gönderdiler. Onlar, orada Zemzem kuyusunu bulunca, dönüp suyun mevcut olduğunu haber verdiler. Bunun üzerine Cürhümiler kuyunun yanına geldiğinde, Hazreti Hacer su başında idi. Cürhümiler ona dediler ki: - Bizim de şuraya gelip, civarınızda barınmamıza müsaade eder misiniz? - Evet, gelebilirsiniz ve bu sudan istifade edebilirsiniz. Fakat bu suda mülkiyet iddia edemezsiniz. Onlar da razı oldular. Cürhümilerin gelişi, Hazreti Hacer’in kadınlarla muhabbetle sohbet etme arzusuna muvafık oldu. Böylece, Cürhümiler Mekke civarına yerleştiler. Sonra kabilelerinden başka insanlara haber gönderdiler. Onlar da gelip Mekke’de yerleşerek ev bark sahibi oldular.
İbrahim aleyhisselam, Babil’den hicret ederken, “Ya Rabbi! Bana salihlerden bir oğul ihsan buyur ki, davet ve taatte yardımcım ve gurbette munisim ve gözümün nuru olsun” diye dua etti. Allahü teala onun duasını kabul ederek, ona Hazreti İsmail’i müjdeledi. Ayet-i kerimede mealen buyuruldu ki: (Biz de ona halim bir oğul müjdeledik.) İbrahim aleyhisselam, İsmail aleyhisselamın doğumundan sonra, Allahü tealanın emri ile, İsmail aleyhisselamı ve annesi Hacer validemizi Mekke’ye bırakıp Şam’a döndü. Zaman zaman gider, onları Mekke’de ziyaret ederdi. Yüzünde, Muhammed aleyhisselamın temiz babalardan temiz ve afif analara geçip gelen nuru parlayan Hazreti İsmail çok güzeldi. Bu sebepten İbrahim aleyhisselamın, oğlu İsmail’e karşı muhabbeti fazla idi. İsmail aleyhisselam yedi yaşında iken, birgün İbrahim aleyhisselam ibadet ettiği mihrabda, bu muhabbet içinde uyudu. Rüyasında oğlu İsmail ile otururken, bir melek gelip dedi ki: - Ben, Allahü tealanın elçisiyim. Allahü teala, bu oğlunu kurban etmeni istiyor. İbrahim aleyhisselam korku ile uyandı. “Rüya rahmani mi, yoksa şeytani mi” diye tereddüt etti. O gün hep bu rüyayı düşündü. Onun için bu güne Terviye denildi.
Allah için kurban İbrahim aleyhisselama ikinci gece, yine rüyasında aynı melek gelerek dedi ki: - Ben, Allahü tealanın elçisiyim. Allahü teala, bu oğlunu kurban etmeni istiyor.
Bunun üzerine Hazreti İbrahim uyanınca, gördüğü rüyanın rahmani olduğunu anladı. Bundan dolayı bu güne Arefe denildi. Üçüncü gece yine aynı rüyayı gördü. Artık Hak tealanın emri olduğunda hiç şüphesi kalmadı. “Bu emri muhakkak yerine getirmem gerek” diyerek, hanımı Hacer’in yanına geldi ve dedi ki: - Ey Hacer, benim gözümün nuru oğlum İsmail’i yıka, en iyi elbisesini giydir, saçını tara, onu dostuma götüreceğim. Sonra; Hazreti İsmail’e dedi ki: - Yanına ip ile bıçak al! - Bunları ne yapacağız baba? - Allah rızası için kurban keseriz. Yolda giderken, Hazreti İsmail, babasına sordu:
- Nereye gidiyoruz? - Dostuma. - Evi nerededir? - O, evden ve mekandan münezzehtir. Yer ve gök Onun mülküdür. - Babacığım! O bizimle oturup yemek yer mi? - O yemekten ve içmekten de münezzehtir. İbrahim aleyhisselam, oğlu İsmail’i kurban etmek için götürürken, şeytan; “Eğer bugün İbrahim’in (aleyhisselam) evinde bir fitne çıkaramazsam, bundan sonra onları hiç fitneye düşüremem” diyerek harekete geçti. Yaşlı bir adam kıyafetinde Hazreti Hacer’in yanına geldi. Ona dedi ki: - İbrahim oğlunu nereye götürdü? - Bir dostunu ziyarete götürdü. - Hayır, onu kesmeye götürdü. - Baba, oğlunu boğazlamaz. Şefkat buna manidir.
- Öyle zannederim ki, Allah emretmiştir. - Allahü tealanın emrine uymak elbette lazımdır. Onun emrini, canı gönülden kabul ederiz. Onun Allahü tealanın emrine uyması elbette en güzel iştir. Şeytan ondan yüz bulamayınca, yine aynı kıyafette Hazreti İsmail’in yanına geldi. Hazreti İsmail edeple babasının arkasından yürüyordu. Şeytan, kandırmak ümidiyle, Hazreti İsmail’e sordu: - Baban seni nereye götürüyor, biliyor musun? - Dostunun ziyaretine. - Vallahi seni öldürmeye götürüyor. - Hiç babanın oğlunu öldürdüğünü gördün mü? Öyle zannederim, Allahü teala emretmiştir. - O emretti ise, canı gönülden razıyım.
Şeytan Hazreti İsmail ile Hazreti İbrahim’e görünerek onlara vesvese vermeye çalıştı ise de, şeytanı dinlemediler. Hazreti İsmail, şeytanın arkasından yedi tane taş attı. Hacıların şeytan taşlaması buradan kaldı. Hazreti İbrahim, bugün Mina denilen yere gelince, oğlunu kurban etmek için hazırlandı. Hazreti İsmail tevekkülle babasına teslim oldu. Zira babasının Allahü tealanın emrini yerine getirmesi gerekiyordu. Hazreti İbrahim, oğlu Hazreti İsmail’i yere yatırıp bıçağı boynuna çaldı ise de, bıçak Allahü tealanın emri ile kesmedi. Taşa vurdu, taşı kesti. Nihayet Cebrail aleyhisselam Allahü tealanın emriyle cennetten bir koç getirdi. Cebrail aleyhisselam koçu getirirken makamından, “Allahü ekber, Allahü ekber” diyerek geldi. Hazreti İbrahim bu tekbiri işitince; “La ilahe illallahü vallahü ekber” dedi. Hazreti İsmail de; “Allahü ekber ve lillahil hamd” diyerek tekbiri tamamladı. Hazreti İbrahim koçu kurban etti. Bu tekbirler onlardan itibaren sünnet oldu.
Onların bu hali Kur’an-ı kerimde anlatılmakta ve mealen; “Muhakkak ki bu açık bir imtihandı” buyurulmaktadır. Hazreti İbrahim, kurban hadisesinden sonra Hazreti Sare’nin yanına döndü. Bunun benzeri bir hadiseyi de Peygamber efendimizin babası Abdullah da geçirmişti. Abdullah’ın babası Abdülmuttalib o devirde Mekke hakimiydi. Zemzem kuyusunu yeniden ortaya çıkarıp, tamiri esnasında on erkek çocuğa sahip olduğundan, birini kurban etmeyi adamıştı. Arzusu gerçekleştikten sonra, gördüğü bir rüya üzerine adağını hatırladı. Kurban edilecek oğlunu belirlemek maksadıyla oğulları arasında kura çekti. Kura Abdullah’a çıktı. Abdülmuttalib, Medineli bir kahin tarafından teklif edildiği üzere, o günkü adete göre diyet olarak kabul edilen on deve getirtti. Abdullah ile develer arasında kura çekildi. Kura Abdullah’a çıkınca, deve sayısını on adet artırdı. Develerin sayısı yüze ulaşınca, kura develere çıktı. Bunun üzerine yüz deveyi kurban ederek çok sevdiği oğlu Abdullah’ı kurtardı. Peygamber efendimiz Hazreti İsmail’i ve babası Abdullah’ı kastederek; “Ben iki kurbanlığın oğluyum” buyurmuştur. Hazreti İsmail büyüyünce Cürhüm kabilesinden bir kızla evlendi. Babası İbrahim aleyhisselamın tavsiyesi ile bundan ayrılarak Hale isminde bir hanımla evlendi. Bu hanımdan bir oğlu oldu.
Alnındaki son peygamberin nuru bu hanıma ve bu hanımdan da doğan oğluna geçti. Bunun evlatlarından Peygamber efendimize kadar ulaştı. Bu hanımın hizmetinden çok memnun olan Hazreti İbrahim de, bu beldede yaşayanlar için hayır duada bulundu. Onun duası bereketi ile Mekke civarında bereket çok oldu. Bu sırada annesi Hazreti Hacer de vefat etti ve Kabe temelinin bitişiğine defnedildi. Hazreti İbrahim yine ara sıra gelip gidiyordu. Allahü teala Kabe’nin yapılmasını emredince, baba oğul Kabe’nin eski temelini bulup yeniden inşa ettiler ve şöyle dua ettiler: “Ey Rabbimiz bizden bu hayırlı işi kabul et. Hakikaten sen duamızı işitici, niyetimizi bilicisin.”
Hazreti İsmail’in peygamberliği Hazreti İbrahim, Kabe’nin inşaatı bitince, Cebrail aleyhisselamın tarifi üzere, oğlu ve inananlarla birlikte hac ettikten sonra, Kabe’nin bakım ve emniyetini oğlu Hazreti İsmail’e havale ederek, tekrar Filistin’e dönüp, bir müddet sonra orada vefat etti ve Kudüs yakınlarında, bugün Halilürrahman ismiyle meşhur olan yerin civarında bir mağaraya defnedildi. İsmail aleyhisselam aralarında yaşamakta olduğu, Yemen’den gelip Mekke’ye yerleşen Cürhüm kabilesine peygamber olarak gönderildi ve kendisine başka kitap ve din verilmedi. Babası İbrahim aleyhisselamın dininin hükümleri ile amel ederek, bunu insanlara tebliğ etmesi emredildi. İnsanları elli yıl imana davet etti, ancak pek az kimse imanla şereflendi. İsmail aleyhisselamın dini, İslamiyete kadar devam etti. Cürhümilerden iki defa evlendi. Arapça’yı onlardan daha fasih konuştu.
Hazreti İsmail’in, Cürhümi kabilesi reisinin kızı olan, ikinci olarak nikahladığı Hale adındaki mübarek hatundan, kızları ve oğulları oldu. Muhammed aleyhisselamın nuru da bu mübarek hatunun oğullarından olan Kaydar’a intikal etti. Böylece onun soyundan gelen iman sahibi kimseler, Resulullah efendimizin nurunu taşımakla şereflendiler. Nitekim, hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teala, Ademoğullarından İsmail’i seçti. İsmail’in evladından Beni Kinane’yi seçti. Beni Kinane’den Kureyş’i seçti ve ayırdı. Kureyş’ten Beni Haşim’i seçti. Beni Haşim’den de beni seçti ve ayırdı.) İsmail aleyhisselam, vefatına yakın, kardeşi Hazreti İshak’ı yanına davet edip, kızını Hazreti İshak’ın oğlu İys’e nikahladı ve bazı vasiyetlerde bulundu. Mekke’de 133 veya 137 yaşlarında iken vefat edince, Mescid-i Haram’da Kabe-i muazzamanın kuzey duvarı önünde bulunan ve annesi Hazreti Hacer’in de yattığı Hatim denilen yere defnedildi. Abdullah bin Abbas hazretlerinin bildirdiğine göre; İsmail aleyhisselamla Resulullah efendimizin yirmi birinci babası olan Adnan arasında otuz baba vardır.
Adnan’la Hazreti İsmail arasındaki babaların isimleri kesin olarak belli değildir. Adnan’dan başlayarak, Resulullahın mübarek babaları olan Abdullah’a kadar, yirmi mübarek zatın isimleri ihtilafsız olarak bildirilmiştir. Bunlar; Adnan oğlu Mead oğlu Nizar oğlu Mudar oğlu İlyas oğlu Müdrike (Amir) oğlu Huzeyme oğlu Kinane oğlu Nadr oğlu Malik oğlu Fihr oğlu Galib oğlu Lüeyy oğlu Ka’b oğlu Mürre oğlu Kilab oğlu Kusayy (Zeyd) oğlu Abd-i Menaf (Mugire) oğlu Haşim (Amr) oğlu Abdülmuttalib (Şeybe)’dir.
Hazreti İsmail’den Muhammed aleyhisselama kadar Resulullahın bütün babaları İbrahim aleyhisselamın dininde, Müslüman olup, bu dine göre ibadet ederlerdi. Resulullahın dedelerinden birinin iki oğlu olsa, yahut bir kabile iki kola ayrılsa, Hatem-ül-enbiya’nın soyu, en şerefli ve en hayırlı olan tarafta bulunur ve her asırda, Onun dedesi olan zat, yüzündeki nurdan belli olurdu. Bu nur, Peygamberimizin Adem aleyhisselama emanet edilen mübarek nuru olup, Hazreti İsmail’e de babasından intikal etmişti ve alnında sabah yıldızı gibi parlardı. Neticede bundan da evlatlarına geçerek, Resulullaha kadar geldi.
İsmail aleyhisselamın mucizeleri Hazreti İsmail’in on iki oğlu olup, bunlar, Kabe’nin hizmetini yapar, emniyet ve muhafazasını sağlarlardı. Onun soyuna ve Kabe-i muazzamaya hürmet etmeyen kavimler, Kabe’nin içinde çok çirkin hareketler yapacak kadar ileri gittiklerinde gelen bir sel, şehri alt üst edip, Kabe-i muazzamayı bile yıktı. Ahali çevreye dağıldı ve birçokları öldü. Hazreti İsmail’in çoğalan çocukları, zamanla Arabistan’ın çeşitli bölgelerine yayıldılar. Hazreti İsmail’in soyu ilk defa Adnan’da kabilelere ayrıldı ve Arapların birçok kabileleri onların soyundan meydana geldi. Resulullahın yirmi birinci babası Adnan’ın iki oğlundan Akk, Yemen’e gidince; Mead da Mekke’de kaldı. Resulullah efendimizin dünyayı teşriflerinde, Mekke’ye Adnan’ın soyundan gelen Kureyşoğulları hakim olmuşlardı.
Kureyşoğulları, İsmail aleyhisselamın torunları idiler ve onun konuştuğu Arapça ile konuşuyorlardı. Nitekim Kur’an-ı kerim de, Kureyş lisanında inmiştir. Hazreti İsmail’in torunları, baba ve dedelerinin dininden bazı güzellikleri örf ve adet olarak muhafaza etmekle beraber, zamanla çok az sayıdaki müminlerden ve Muhammed aleyhisselamın nurunu taşıyan aileden başkaları azıtıp, doğru yoldan ayrılarak, putlara tapar oldular. Hatta Kabe’nin içini bile putlarla doldurdular. Bu hal Muhammed aleyhisselamın gelişine kadar devam etti. İsmail aleyhisselamın mucizelerinden bazıları şunlardır: Dikenli bir arazide yaşayan müşriklerin teklifi üzerine dua edip, dikenli ağaçlarda çeşitli meyveler bitmiştir.
İsmail aleyhisselam kendisine peygamberlik gelince, Zemzem kuyusunun çevresine yerleşen Cürhümileri imana davet etti. Onlar da mucize isteyip; “Şu kısır koyundan süt çıkar” dediler. O da mübarek elini koyunun sırtına koyarak; “Beni peygamber olarak gönderen Allahü tealanın ismi ile...” dediği anda, koyunun memelerinden süt akmaya başladı. Yine bir defasında kendisine misafir gelen iki yüz Yemenliye ikram edecek bir şey bulamayınca, mahcup oldu. O anda dua etti ve yanındaki kumlar un oldu. Bunu gören misafirlerin hepsi imanla şereflendiler. Hazreti İsmail’in mucizelerinin en meşhuru; o zamanda hiç su bulunmayan Mekke-i mükerremede, onun teşrifiyle Zemzem suyunun ortaya çıkmasıdır.
İsmail aleyhisselam, birisine bir yerde buluşmak için söz vermişti. Söz verdiği yere gidip üç gün beklemesine rağmen o şahıs gelmedi. Bununla birlikte asla yerinden ayrılmadı. Allahü teala, Kur’an-ı kerimde Meryem suresi 54. ayet-i kerimede onu överek mealen; (O, vaadinde, sözünde sadıktı) buyurdu. Hazreti İsmail’in hususiyetlerinden biri de; kavmine namaz ve zekatı emrederek emr-i marufta bulunmasıydı. Nitekim o, Meryem suresinin 56. ayet-i kerimesinde mealen; (Kavmine namaz ve zekatı emrederdi ve Rabbi katında söz ve hallerinin doğruluğu ile makbul idi) buyurularak, bu hususiyeti ile de methedilmiştir. İsmail aleyhisselamın hususiyetlerinden biri de Zebihullah olması, yani Allahü teala için kurban edilmesidir.
İSHAK ALEYHİSSELAM
İshak aleyhisselam İbrahim aleyhisselamın ikinci oğludur. Hazreti İsmail’den sonra doğmuştur. İshak, (gülüyor) demektir. Annesi Hazreti Sare’nin gençlikte çocuğu olmamıştı. İhtiyarlıkta, çocuğu olacağı Allah tarafından müjdelenince, şaşırıp güldüğü için oğluna bu isim verilmişti. Bu zamana kadar çocuğu olmayan Hazreti Sare, yaşının geçtiğini düşünerek, Hazreti İbrahim’e, Hazreti Hacer’i nikahlamasını söylemiş ve bu evlilikten İsmail aleyhisselam olmuştu. İbrahim aleyhisselamın alnındaki nur, Hacer’e ve oradan da Hazreti İsmail’e intikal etti. Hazreti İbrahim, Muhammed aleyhisselamın nurunu taşıyan Hazreti İsmail’e fazla alaka gösteriyordu. Bu durum Hazreti Sare’nin gayretine sebep oldu.
Allahü teala, Hazreti İbrahim’e vahyedip, Hazreti İsmail ile annesini şu anda Mekke’nin bulunduğu topraklara götürmesini emreyledi. İbrahim aleyhisselam da, onları emredilen topraklara götürüp geri döndü. Aradan yılların geçmesi ile İbrahim aleyhisselam ile Hazreti Sare iyice yaşlanmışlardı. Bu zamanda Allahü tealanın emriyle melekler, bir çocukları olacağını müjdelediler. Bir oğullarının olacağı müjdelendiği sırada, İbrahim aleyhisselam yüz yirmi, Hazreti Sare ise doksan yaşını geçmişti. Bu haberden bir sene sonra Hazreti İshak doğdu. Hazreti İshak’ı müjdelemek için gelen melekler, gayet güzel yüzlü birer genç suretinde olarak, İbrahim aleyhisselamın karşısına çıktılar. Bunlar; Cebrail, Mikail ve İsrafil aleyhimüsselam idi. Yanlarında başka melekler de vardı. Melekler güzel yüzlü genç suretinde İbrahim aleyhisselama gözüküp; selam verdiler. İbrahim aleyhisselam, selamlarını aldıktan sonra, onları evinde en iyi yere oturttu. Onlara ikram etmek üzere hemen kızartılmış bir buzağı (dana) getirdi. Bu nefis yiyeceği misafirlerin önüne koyup; “Buyurunuz, yiyiniz” dedi.
Fakat bu misafirler yemeğe hiç el uzatmadılar. Bu durum karşısında İbrahim aleyhisselam tedirgin olup, endişelendi. O zamanki adete göre, bir eve misafir geldiğinde, misafir, ikram edilen şeyleri yerse, o misafirden emin olunur; yemezse, bu misafirin zarar vermek üzere geldiğine hükmedilir, ondan çekinilirdi. Hatta böylelerinin zararından korkulurdu. İbrahim aleyhisselamın kalbine bu sebeple bir endişe gelmiştir. İbrahim aleyhisselam ile melekler arasında şu konuşma geçti:
- Buyurun, yemez misiniz? - Biz yemeğin ücretini vermeden yemeyiz. - Yiyiniz de bedelini veriniz. Bu yemeğin bir ücreti vardır. - Bu yemeğin ücreti nedir? - Yemeğin başında Allahü tealanın ismini söylemek, sonunda da hamdetmektir. İbrahim aleyhisselamın bu sözü üzerine, Cebrail aleyhisselam, Mikail aleyhisselama bakarak dedi ki: - Bu zat, Allahü tealanın dost (halil) edinmesine layık bir kimsedir. Bundan sonra melekler, “Ey İbrahim! Endişe etme! Biz Lut kavmini helak etmek için gönderildik” diyerek melek olduklarını açıkladılar. Böylece yemeği yememelerinin sebebi de anlaşıldı. Çünkü melekler yemezler, içmezler.
İshak aleyhisselamın müjdelenmesi İbrahim aleyhisselama gelen melekler melek olduklarını açıklayıp, İbrahim aleyhisselamın endişesi dağılınca, melekler ona bir oğlunun, yani Hazreti İshak’ın olacağını müjdelediler. Hazreti Sare, meleklerin bu müjdesini işitince, hayrete kapılarak ellerini yüzüne kapayıp dedi ki: - Hayret, benim mi çocuğum olacak? Ben artık ihtiyarladım. Çocuk doğuracak halde değilim! Üstelik benim kocam da ihtiyarlamıştır. Bu görülmemiş bir iştir. Hazreti Sare’nin bu sözleri üzerine melekler, şu cevabı verdiler: - Sen Allahü tealanın emrine mi, takdirine mi şaşıyorsun? Muhakkak Allahü teala neyi dilerse, o olur. Allahü tealanın rahmeti ve bereketi sizin üzerinizedir. Şüphesiz ki, Allahü teala, kendisine şükür ve hamd edilmesini gerektiren işleri yapar, yaratır.
Onun kullarına hayrı ve ihsanı pek çoktur. O kerem sahibidir. Sizi de nice nimetlere kavuşturmaya kadirdir. Bu hususta Hazreti İbrahim de meleklere demişti ki: - Benim bu ihtiyarlığımda bana evlat mı müjdelersiniz? Ne acayip müjdedir. - Biz seni hak ile müjdeledik. Sen Hakkın rahmetinden ümit kesme. - Allahü tealanın rahmetinden kim ümit keser ki? Ancak, Allahü tealanın rahmetinin bolluğunu bilmeyen azgınlar ümit keserler. Hazreti İbrahim ve Hazreti Sare’nin bu habere şaşmalarının sebebi, itiraz için değildi. Çünkü onlar, Allahü tealaya iman etmişlerdi ve şaşırmalarının sebebi; hiç görülmediği halde, bilinenin ve adetin dışında olarak, çok yaşlı kimselerin çocuğunun olacağı idi. İbrahim aleyhisselamın Allahü tealanın emirlerine gösterdiği sadakat ve ihtimam sebebiyle, böyle yaşlı iken, Allahü teala ona bir çocuk daha ihsan eyledi. Nitekim Kur’an-ı kerimde mealen şöyle buyuruldu: (Bir de ona salihlerden bir peygamber olmak üzere İshak’ı müjdeledik. Kendisine ve İshak’a bereketler verdik. Her ikisinin soyundan mümin olan da var, nefsine apaçık zulmeden kafir de var.) [Saffat 112 - 113] Meleklerin bu müjdesi, Lut kavminin helak olduğu gece idi. Çok geçmeden Hazreti Sare hamile kaldı.
Doğan çocuğa müjde esnasında, annesi sevinç ve taaccüple güldüğü için Ibranice’de “gülüyor” manasına gelen İshak adını verdiler. Babası, Hazreti İshak’ı yedi günlük iken sünnet etti. İbrahim aleyhisselam, büyük oğlu Hazreti İsmail’e okuduğu gibi ona da; “E’uzü bikelimatillahittammati min külli şeytanin ve hammetin ve min külli aynin lammeh” duasını okurdu. İshak aleyhisselam büyüyünce, babası ve annesi ile Mekke’ye gitti. Kabei muazzamayı ziyaret edip, ağabeyi Hazreti İsmail’le görüştü. Üçü birlikte Filistin’e döndüler. Burada anne ve babasına hizmet eder, her sene hac zamanında, Mekke’ye giderdi. Şam ve Filistin ahalisine peygamber olduğu bildirildi. Bu husus En’am suresi 84. ayet-i kerimesinde mealen şöyle bildirilmektedir: (Biz İbrahim’e oğlu İshak’ı ve İshak’a oğlu Yakub’u hibe ettik ve her birine hidayet ve nübüvvet verdik.)
Hazreti İshak’ın mucizeleri İshak aleyhisselam yüz ve şekil itibariyle, ahlak ve yaşayışta babası Hazreti İbrahim’e çok benzerdi. Hatta sakalı çıktığı zaman, baba ile oğlunu birbirinden ayırmak çok güçleşmişti. İbrahim aleyhisselamın sakalı ağarınca, aralarında fark meydana geldi ve görenler kolayca birbirlerinden ayırır oldular. İshak aleyhisselam Hazreti İbrahim’in vefatından sonra, onun dininin hükümlerini yaymaya devam etti. Kavmine nasihatlerde bulunup, Allahü tealanın emir ve yasaklarını bildirdi. Ömrünü, insanlara Allahü tealanın emir ve yasaklarını bildirmekle geçiren İshak aleyhisselama, Allahü teala iki oğul ihsan etti. Bunlar, ikiz olan İys ve Yakub adındaki çocukları idi.
İys, amcası Hazreti İsmail’in kızı ile evlendi. Babasının duası bereketiyle soyu bereketli olup, kısa zamanda çoğaldı. Hazreti Yakub’a da peygamberlik verildi. Oğul ve torunlarından da peygamberler geldi. Bir adı da İsrail olan Hazreti Yakub’un soyundan gelenlere, sonradan İsrailoğulları denildi. Hazreti İshak’ın gözleri ömrünün sonuna doğru zayıfladı. Yüz yirmi sene veya daha fazla yaşadı. Vefat edince, Filistin’de Halilürrahman civarında, baba ve annesinin de medfun bulunduğu mağaraya defnedildi. Her peygamber gibi İshak aleyhisselamın da çeşitli mucizeleri vardır. Bunların bazıları şöyle: Hayvanlar, açık bir lisanla İshak aleyhisselamın peygamberliğine şehadet ederlerdi.
Birgün kavmi; Hazreti İshak’a bir tilki, bir ceylan ve bir keçiyi getirip dediler ki: - Bunlar senin peygamberliğine şehadet etmedikçe, biz de inanmayız. İshak aleyhisselam da hayvanlara dedi ki: - Ey hayvanlar! Benim kim olduğumu bilir misiniz? Bunun üzerine tilki; “Allahın peygamberisin” dedi. Ceylan; “Halilullah’ın oğlusun. Kavmini necat ve felaha davet ediyorsun. Ben şehadet ederim ki, ibadet edilmeye hakkı olan ancak ve yalnız Allahü tealadır. Sen de Onun peygamberisin” dedi. Keçi de; “Allahın peygamberisin. Hak üzere olduğunda şüphe yoktur.
Sana iman etmeyen, doğruca cehenneme girecektir” dedi. Bu mucizeyi görenlerden bir kısmı imanla şereflendi. Bir kısmı da küfürde inat edip cehennem azabını haketti. İshak aleyhisselamın bir diğer mucizesi de, dua etmesi üzerine dağın harekete geçmesidir. İshak aleyhisselam Kudüs’e varıp, oranın halkına Allahü tealanın emir ve yasaklarını tebliğ edince, insanlar oradaki bir dağı gösterip dediler ki: - Eğer şu dağı harekete geçirirsen, iman ederiz. İshak aleyhisselam da elini açıp, Hak tealaya dua etti. Dağ sallanmaya başlayınca, Kudüs halkı hep birlikte iman ederek, küfrün zulmetinden kurtuldu. Hazreti İshak’ın başka bir mucizesi de; Şam ahalisinin arzusu üzerine yaptığı dua neticesinde, elini sırtına koyduğu bir koyunun, hemen kuzulamasıdır. Koyun, ardı ardına dokuz veya doksan tane kuzu doğurmuştur.
|