İBRAHİM ALEYHİSSELAM
İbrahim aleyhisselam, Keldanilerin memleketi olan Babil’in doğu tarafında ve Dicle nehri ile Fırat nehirleri arasındaki bölgede doğdu. Babası, Taruh isminde temiz bir mümin idi. Annesi, İbrahim aleyhisselama hamile iken, babası Taruh vefat etti. Bundan sonra İbrahim aleyhisselamın annesi, İbrahim aleyhisselamın amcası olan, Azer ile evlendi. Azer, üvey babası ve amcası olup, putperest idi.
Azgın bir kral Nemrud İbrahim aleyhisselamın peygamber olarak gönderildiği Keldani kavmi, yıldızlara ve putlara tapıyordu. Bu kavmin o devirdeki kralı Nemrud idi. İnsanların; putlara ve kendine tapmasını emreden Nemrud, zalim ve büyüklük taslayan ve çok zulmeden azgın bir kraldır. Nemrud’un babası Kenan, Ham soyundandır. O zaman insanların pek çoğu ona boyun eğmişti. Zira, dünyanın meskun bölgelerine hakim idi. Nitekim hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İsmini duyduğunuz kimselerden, yeryüzüne dört kişi malik oldu. İkisi mümin, ikisi de kafir idi.
Mümin olan iki kişi, Zülkarneyn ile Süleyman (aleyhimesselam) idi. Kafir olan ikisi de Nemrud ile Buhtunnasar idi. Beşinci olarak, yeryüzüne, benim evladımdan biri, yani Mehdi malik olacaktır.) Nemrud gurur, cehalet ve ahmaklıkla, haşa uluhiyet davasında bulundu. Kur’an-ı kerimde Bekara suresi 258. ayet-i kerimesinde mealen buyuruluyor ki: (Allah, kendisine saltanat ve mülk verdi diye azarak İbrahim ile Rabbi hakkında mücadele edeni [Nemrud’u] görmedin mi? Haberi sana ulaşmadı mı?) Nemrud, saltanatının ilk yıllarında adalet ve insaf ile idare etti. Sonradan şeytanın vesvesesine aldanarak kibre kapıldı ve ilahlık davasında bulundu. Bütün insanları kendine taptırmak istedi. İnsanlar, Allahü tealaya iman ve ibadet etmeyi bırakıp, Nemrud’a, yıldızlara ve putlara tapmaya başladı. Nemrud ve ona tabi olanlar, azgınlık ve isyan içinde yaşamakta iken, birgün, Nemrud bir rüya gördü.
Rüyasında, gökyüzünde bir nurun parladığını, güneşin, ayın ve yıldızların, bu nurun ışığında kaybolduğunu ve bir kimse gelip, kendisini tahtından kaldırıp yere vurduğunu gördü. Müneccimlerini toplayıp gördüğü bu korkunç rüyayı tabir ettirdi. Müneccimler, “Yeni bir peygamber ve din gelecek, senin saltanatını temelinden yıkacak! Ona göre tedbirini almalısın” diye tabir ettiler. Nemrud, “Bu işin tedbiri kolaydır” diyerek, buna mani olacağı zannına kapılıp, gücüne güvenerek önemsemedi ve şu emri verdi: - Bundan sonra, kimse çocuk sahibi olmayacak. Hanımlardan uzak durulacak. Doğan çocuklar, erkekse öldürülecek, kızsa bırakılacak! Bu işi gerçekleştirmek için memurlar tayin etti. Her on ailenin başına bir memur vazifelendirip, halkı o sene kontrol altına aldı. Bütün erkekleri şehirden dışarı çıkardı. Şehrin çevresine de nöbetçiler dikti ve erkeklerin şehre girmesini engelletti. Yeni doğan erkek çocukları derhal öldürtüyordu. Bu suretle yüz bin masum bebeğin öldürüldüğü bildirilmiştir.
Hazreti İbrahim’in doğumu Nemrud, doğacak erkek çocukların öldürülmesi için emir verdiğinde, annesi İbrahim aleyhisselama hamile idi. Babası Taruh ise, bu sıralarda vefat etmişti. İbrahim aleyhisselamın annesi, Taruh’un kardeşi Azer ile evlendi. Mümine bir hanım olan bu kadın, Azer’in şerrini bildiği için, doğacak çocuğa bir zarar vermesinden korkuyordu. Onun zararından kurtulmak için, Azer’e dedi ki: - Eğer karnımdaki bu çocuk erkek doğarsa, götürüp Nemrud’a teslim edersin. Böylece Nemrud seni daha çok sever ve sana kıymet verir. Bu sözler üzerine, Azer sevindi. Doğum zamanı yaklaşınca da, onu başından savmak için; “Kadınların doğum yapmasında ölmek tehlikesi de vardır. Çok korkuyorum. Sen puthaneye git, benim için dua et de kurtulayım” dedi. Böylece hile ile Azer’i yanından uzaklaştırdı. Azer puthaneye giderek, içeri kapanıp çıkmadı.
Bu sırada İbrahim aleyhisselamın annesinin doğum zamanı geldi. Hemen doğum hazırlıklarını tamamlayıp, gizlice bir mağaraya gitti. Orada İbrahim aleyhisselam doğdu. Böylece, Nemrud gibi zalim bir diktatörün bütün tedbirleri boşa gitmiş ve İbrahim aleyhisselam dünyaya gelmişti. Annesi onu iyice emzirip, şehre döndü. Azer’e haber gönderip, eve gelmesini istedi. Azer eve gelip, merakla halini sorunca, ona dedi ki: - Bir erkek çocuk doğurdum. Çocuk zayıf doğdu ve hemen öldü. Buna Azer inandı. Hazreti İbrahim’in annesi, Azer evden çıkıp gidince, gizlice çocuğunu bıraktığı mağaraya gider, onu emzirip dönerdi. Çocuğunun yanına gittiğinde, bazan onu, parmaklarını emer bir halde görürdü. Dört parmağından ağzına; yağ, bal, süt ve hurma şırası gelirdi. Ne zaman yalnız kalsa, Allahü teala Cebrail aleyhisselamı gönderir, bu gıdaları parmaklarından akıtırdı. İbrahim aleyhisselam büyüyüp, mağaradan çıktıktan sonra, Keldani kavmine doğru yolu anlatmaya başladı. Bu kavim putlara ve yıldızlara tapıyordu. Azgın kralları Nemrud da ilahlık iddiasında bulunuyor, insanları kendine taptırıyordu.
İbrahim aleyhisselam putlara ve yıldızlara tapmanın batıl ve yanlışlığını, Nemrud’un da aciz bir insan olduğunu açık delillerle ve anlayacakları bir usulle insanlara anlattı. İbrahim aleyhisselam mağaradan çıkıp, üvey babası Azer’in evine gittiği zamanlar, başta kavmin kralı Nemrud olmak üzere, insanlar korkunç bir sapıklık ve azgınlık içinde idiler. İbrahim aleyhisselam, Allahü tealanın verdiği rüşd ve hidayet ile, insanların hidayete kavuşmaları, Allahü tealaya iman ve ibadet etmeleri için tebliğe başladı. Önce üvey babası olan Azer’e, putlara tapmaktan vazgeçip, Allahü tealaya iman etmesini söyledi. İbrahim aleyhisselam üvey babası Azer’e, peygamberlik gereği, gayet yumuşak bir tavırla, putların; işitmeyen, görmeyen, fayda ve zarar vermekten aciz; onlara tapmanın ise sapıklık ve boş bir şey olduğunu söyledi. Üvey babasını imana davet etmesi ve nasihati, Kur’an-ı kerimde Enbiya suresinde bildirilmiştir.
Azer’i imana davet etti İbrahim aleyhisselam, putlara tapmaktan vazgeçmesini üvey babasına söyledikten sonra, sözlerine şöyle devam etti: - Niçin bir fayda vermekten aciz olan şeylere taparsın? Dua, niyaz ve ibadet, ancak, her şeye kadir olan, her şeyi bilen Allahü tealaya yapılır. Putlar kendilerini bile korumaktan aciz şeylerdir. Hiç onlara tapılır mı? Ey babacığım! Bana; vahiy yoluyla, senin bilmediğin bir ilim; Allahü tealayı tanımak, iman etmek ve Onun hükümleri geldi. Bana tabi ol, söylediğim şeyleri kabul et! Seni, doğru bir yola, doğru bir imana kavuşturayım. Ta ki, sapıklıktan kurtulup hidayete kavuşasın! Ey babacığım! Şeytanın seni aldatmasına kapılma, şeytanın seni aldatmak için süslü gösterdiği putlara tapma, küfründen vazgeç! Şüphesiz ki şeytan, Allahü tealanın emrine uymayıp isyan etmiştir.
Böylesine asi olan şeytana uyma! Eğer putlara tapmakla küfürde, iman etmemekte ısrar edersen, şeytana uyarsan, korkarım ki, bu isyanın sebebiyle azaba düşer, ebediyen felakete uğrarsın! Şeytanı dost edinmiş olursun ve şeytanla birlikte cehenneme atılırsın. Böyle ebedi bir felaketi düşün de şeytana uyma, putlara tapmaktan vazgeç! Allahü tealaya iman et ve ebedi saadete kavuş! Azer, İbrahim aleyhisselamın yumuşaklıkla söylemesine ve Allahü tealaya imana davet etmesine rağmen, bunu kabul etmedi ve sert bir lisanla cevap verdi: - Ey İbrahim! Nedir bu öğütler? Yoksa sen bizim putlarımızı, tanrılarımızı mı reddediyorsun? Eğer tanrılarımızı kötülemekten vazgeçmezsen, sana çirkin sözler söylemekten geri durmam veya seni öldürürüm! Evimden, yurdumdan çık, uzaklaş, git! Puthanenin nazırı, yani bakıcısı olan Azer, put yapıp satarak geçimini temin ederdi. Yaptığı putları çocuklarına sattırırdı. İbrahim aleyhisselamın da satmasını ister, ona da verirdi.
Azer’in oğulları, putları halk arasında överek satarlardı. İbrahim aleyhisselam da, satmak için kendine verilen puta ip bağlayıp; sürükleyerek pazara götürürdü. İnsanların yaptığı bu putların; güçsüz, kudretsiz olduğunu göstermek için, sürükleyerek götürdüğü putun başını suya sokar, alay ederek; “Hadi iç” derdi. Böylece insanlara, bu aciz putlara tapmalarının manasızlığını gösterirdi. Hadis-i şerifte bildirildi ki: (Azer, kıyamet günü, yüzü simsiyah ve toz toprağa batmış bir halde iken, İbrahim aleyhisselam ona, “Ben sana dünyada iken benim bildirdiklerime iman et, putlara tapma, demedim mi” deyince, Azer, “İşte bugün sana asi olmayacağım” diyecek. Fakat iş işten geçmiş olacak, artık affolunmayacak.
Bundan sonra Azer, kana bulanmış bir sırtlan suretinde İbrahim aleyhisselama gösterilecek ve ayaklarından tutulup cehenneme atılacaktır.) O zaman insanların putlara tapması; yıldızları ilah kabul etmeleri ve putları da, ilah kabul ettikleri yıldızlara yaklaşma vasıtası olarak düşünmeleri sebebiyle idi. İbrahim aleyhisselam, Keldani kavmini bu hususta da uyararak, yıldızlara tapmanın, onları ilah kabul etmelerinin batıl ve yanlış olduğunu, gayet açık bir şekilde, anlayacakları tarzda bildirdi. Bu husus Kur’an-ı kerimde mealen şöyle bildirildi: (Vakta ki, İbrahim [üvey] babası Azer’e; “Sen putları kendine tanrılar mı ediniyorsun? Gerçekten ben, seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti.) [En’am 74] İbrahim aleyhisselam kavmine, onların anlayacağı dilden tebliğde bulunurdu. Bu konuda onların tapmış olduğu göklerden, Ay ve Güneş’ten misaller verirdi. Nitekim Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Biz İbrahim’e tevhidde yakin üzere sabitlerden olması için, göklerin ve yerin melekutunu öylece gösterdik.) [En’am 75] Tefsir alimleri buyurdu ki: Ayet-i kerimedeki göklerin melekutu; Güneş, Ay ve yıldızlar, arzınki ise; dağlar, ağaçlar ve denizlerdir. Bütün bunlar; Allahü tealanın büyüklüğünü, her şeye kadir olduğunu ve alemleri yoktan var ettiğini gösteren birer işaret ve delildir. İbrahim aleyhisselama, göklerin ve arzın melekutu gösterildiği beyan edildikten sonra, mealen şöyle buyuruldu: (Vakta ki, İbrahim’in üzerini gece bürüdü. Yıldız gördü. [“Böyle Rab olmaz” manasında] “Bu mu benim Rabbim” dedi. Yıldız batınca; “Ben böyle batanları sevmem” dedi. Sonra Ay’ı doğarken gördü. “Rabbim bu mudur” dedi. Fakat o da batıp kaybolunca; “Yemin ederim ki, eğer Rabbim beni hidayet üzerinde sabit bırakmasaydı, elbette ben dalalete düşenler topluluğundan olacaktım” demişti.
Daha sonra Güneş’i doğarken görünce; “Daha büyük olan, bu Güneş mi benim Rabbim” dedi. Batınca da, “Ey kavmim, bu gördükleriniz hep yok olan varlıklardır. Ben, sizin Allaha şirk koştuğunuz şeylerden kat’i olarak uzağım. Şüphesiz ben bir muvahhid, Allahü tealaya iman eden olarak, gökleri ve yeri yaratan Allaha yöneldim. Ben Allaha ortak koşanlardan, müşriklerden değilim” dedi.) [En’am 76-79] İbrahim aleyhisselam böyle söylemekle, yıldızlara tapan bir kavmi kınamak, onlara gittiği yolun sapıklık olduğunu göstermek ve bu delillerle hakikatı bildirmek, onları iyice düşünmeye ve anlamaya sevketmek istemiştir. Yıldızları, Ay’ı ve Güneş’i gösterip, her biri için; “Bumu benim Rabbim” diyerek önce dikkatlerini çekmiş, sonra da böyle inanmalarının batıl olduğunu söylemiştir. Yani adeta şöyle denmiştir: İyice bir düşünün! İlah dediğiniz bu yıldızlardan daha parlak olan Ay ve Güneş doğuyor, batıyor. Bunlar nasıl ilah olabilir? Bunları bir yaratan vardır. O da Allahü tealadır. O, noksan sıfatlardan münezzeh ve her şeye kadirdir. İbrahim aleyhisselam, Keldani kavmini sapıklıktan kurtarmak ve hidayete kavuşturmak için, taptıkları yıldızların ve putların ilah olmadığını, anlayabilecekleri açık delillerle onlara gösteriyordu.
Onlara şöyle ikazda bulunuyordu: - Nedir bu taptığınız birtakım putlar, suretler? Bu cansız ve aciz şeylerin ne faydası, ne de zararı vardır. Ey kavmim! Taştan, ağaçtan yaptığınız putlara tapmayı bırakınız, Allaha şirk koşmayınız! Kesinlikle biliniz ki, ibadet ettiğiniz şeyler, asla size fayda verme gücüne sahip değildirler. Her şeye kadir olan Allahü tealaya iman ediniz ve Ona ibadet yapınız. Eğer Allahü tealaya ibadet ederseniz mükafatını; şirk koşarsanız, azap ve cezasını göreceksiniz. Döneceğiniz yer ahirettir. Yaptıklarınızın hesabını Allaha vereceksiniz! Keldani kavmi, İbrahim aleyhisselama dediler ki: - Biz babalarımızı, putlara ibadet ediciler olarak bulduk. Böylece onlara uyarak putlara tapmaktayız. - Ey putlara tapan kavim! Yemin ederim ki, siz de, babalarınız da apaçık bir sapıklık içinde bulunmaktasınız! Keldaniler, atalarının dalalet içinde bulunduklarına ihtimal vermedikleri için, hayretle Hazreti İbrahim’e sordular: - Sen bize bu sözü gerçek olarak mı söylüyorsun? Yoksa latife mi yapıyorsun? Bizimle eğleniyor musun? - Hayır, sizin Rabbiniz hem göklerin, hem de yerin Rabbidir ki, her şeyi O yaratmıştır ve ben de bu dediğime şahitlik edenlerdenim. Allaha yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp, bayram yerinize gittikten sonra, ben putlarınızı elbette kıracağım!
Hazreti İbrahim’in putları kırması İbrahim aleyhisselam Keldani kavmini, daima Allahü tealaya imana davet eder, onları, içinde bulundukları sapıklıktan kurtarmaya çalışırdı. Babil halkı onu bu tutumundan dolayı üvey babası olan Azer’e şikayet etmişlerdi. Azer, İbrahim aleyhisselamı azarlamak istedi ve bu işten vazgeçmesini söyledi. İbrahim aleyhisselam, onun sözlerine hiç aldırmayıp dedi ki: - Benden delil isteyin, göstereyim. Bana hidayet veren, doğru yolu gösteren Allahü teala, beni sizden ayırdı. İçinde bulunduğunuz sapıklığa düşürmedi. Sizi ve putlarınızı sevmiyorum. İbrahim aleyhisselam, Allahü tealanın emri üzerine büyük-küçük kim olursa olsun, insanları imana davet ediyordu. Bu sırada, insanlara topluca açık bir tebliğde bulunmayı, putların manasız ve acizliğini, onlara tapmanın apaçık bir dalalet, sapıklık olduğunu gayet açık bir şekilde göstermek istiyordu.
O zaman Keldani kavmi, senede birgün toplanıp, kendilerine göre bayram yapardı. O gün gelince, halk bayram yapmak üzere bir yerde toplanırdı. Bayram yaptıktan sonra puthaneye gidip, putlara secde ederek taparlar, sonra evlerine dönerlerdi. Keldani kavminin toplanıp, bayram yapacakları yere gittiği zaman, İbrahim aleyhisselamın üvey babası ve puthanenin bekçisi olan Azer, ona dedi ki: - Bugün, bayram yapmaya sen de bizimle gel! İbrahim aleyhisselam onlarla birlikte, toplanacakları yere doğru yola çıktı. Biraz gittikten sonra; bir bahaneyle geri döndü. İnsanlar bayram yerinde toplandıkları zaman, şehirde kimse kalmamıştı. İbrahim aleyhisselam şehre girip, doğruca puthaneye gitti. Burada yetmiş kadar put vardı. Putların önüne, çeşit çeşit yemekler konmuştu. Putperestler bayram yapmaya giderken, bu yemekleri putların önüne koyup; “Yemeklerimiz bereketlenir, dönünce yeriz” demişlerdi.
Bu putlar gümüşten, pirinçten, bakırdan ve ağaçtan yapılmıştı. En iri putu altından yapmışlar ve altından bir taht üzerine yerleştirmişlerdi. Üzerine sırmalı elbiseler giydirip, başına da süslü bir taç koymuşlardı. Putperest Keldani kavmi bayram yerinde iken, İbrahim aleyhisselam, yanında getirdiği bir balta ile bütün putları kırıp, parça parça etti. Sadece en iri putu kırmadı ve baltayı bunun boynuna asarak oradan uzaklaştı. Putperest Keldani kavmi bayramdan dönünce, adetleri üzere puthaneye gittiler. İçeri girdikleri zaman, putların kırılıp parça parça edildiğini görünce şaşırdılar. “Bunu kim yaptı” diye bağrışmaya başladılar. “Putları kıranı cezalandıracağız” dediler. Sonra araştırmaya başladılar ve dediler ki: - Bu işi, yapsa yapsa İbrahim yapar. Çünkü o bizimle bayram yerine gelmedi. Zaten İbrahim aleyhisselamın, kendilerini puta tapmaktan vazgeçirip, Allahü tealaya iman etmeye çağırdığını, putlardan nefret ettiğini biliyorlardı. İbrahim aleyhisselamı derhal yakalayıp, cezalandırmaya karar verdiler. Nihayet İbrahim aleyhisselamı bulup, halkın önünde sorguya çektiler: - Ey İbrahim! Bizim ilahlarımız olan putları sen mi kırdın? Bu hakareti sen mi yaptın? İbrahim aleyhisselam, bu sapık kişilerin açık delillerle uyanmalarını, sapıklıklarını anlamalarını ve böylece hidayete kavuşmalarını istiyordu.
Bu sebeple onlara dedi ki: - Bu işi, boynunda balta asılı duran şu en iri put yapmış olamaz mı? “Ben varken bu küçük putlara niçin tapıyorlar?” demiş olabilir. Siz ona bir sorunuz. - Putlar konuşamaz ki, sen bize, “Onlara sor” diyorsun. Bunun üzerine İbrahim aleyhisselam şöyle dedi: - O halde daha kendilerini kırılmaktan kurtaramayan, size hiçbir faydası olmayan bu putlara ilah diyerek niçin tapıyorsunuz? Hala akıllanmayacak mısınız? Size ve taptığınız bu putlara yazıklar olsun! İbrahim aleyhisselamın bu sözlerine verecek cevap bulamayan putperestler, onu, ceza vermek üzere hapsettiler. Durumu ilahlık davasında bulunan kralları Nemrud’a bildirdiler ve İbrahim aleyhisselamı Nemrud’un yanına götürdüler. O zaman insanlar, Nemrud’un yanına girince, Nemrud’a secde ederlerdi. İbrahim aleyhisselam, Nemrud’a secde etmedi. Aralarında şu konuşma geçti:. - Niçin secde etmedin? - Ben, beni yaratan Rabbimden başkasına secde etmem. - Seni yaratan Rabbin kimdir? - Benim Rabbim, dirilten, hayat veren ve öldüren Allahtır.
Bunun üzerine Nemrud, “Ben de diriltir ve öldürürüm” diyerek, zindandan iki kişi getirtti. Birini serbest bıkakıp, birini öldürdü. Güya böylece diriltmiş ve öldürmüş olduğunu gösterdi. Nemrud, diriltmenin hayatı olmayana hayat vermek, yani yaratmak; öldürmenin de, ruhu almak olduğunu ve bunu ancak her şeye kadir olan Allahü tealanın yapacağını bilmiyordu. Nemrud’un bu hareketi karşısında İbrahim aleyhisselam dedi ki: - Benim Rabbim güneşi doğudan getirir, doğdurur. Eğer gücün yetiyorsa sen de batıdan doğdur! Nemrud bu söz karşısında şaşırıp, aciz kaldı.
Hazreti İbrahim’in ateşe atılması Nemrud’un, ilahlık iddiası ve İbrahim aleyhisselam ile mücadelesi, mülküne ve saltanatına bakarak şımarıp, taşkınlık göstermesi sebebiyledir. Veya iyilik yapana kötülük yapmak gibi, Allahü tealanın, kendisine verdiği mülk ve saltanata şükretmesi gerekirken, aksini yapmasındandır. İbrahim aleyhisselamın, Nemrud’a; “Rabbim dirilten, hayat veren ve öldürendir” demesi, Allahü tealanın var olduğunu ve her şeye gücünün yettiğini bildirmek için idi. İbrahim aleyhisselam Keldani kavmini dalaletten kurtarıp, hidayete kavuşturmak için, gayet açık tebliğlerde bulundu. Yıldızlara, putlara ilahtır diyerek tapmalarının, Nemrud’a boyun eğmelerinin ve Nemrud’un ilahlık davasında bulunmasının tam bir sapıklık olduğunu anlattı.
Ayrıca bunu onlara, ibret alabilecekleri hadiseler ile açıkça gösterdi. Akıllarını kullanmaları için yıldızları gösterip; “Bumu benim Rabbim? Batıp gidenler Rab olur mu?” ve; putları kırıp, sorduklarında da; “Belki şu büyüğü, diğerlerini kırmıştır, ona sorun!” diyerek, putların fayda ve zarardan uzak olduğunu anlatmak istedi. Yine Nemrud kendisiyle mücadeleye girişince, onun da aciz, azgın ve taşkın bir kimse olduğunu ispat etti. Bütün bunlara rağmen Keldaniler bir türlü imana gelmediler. Üstelik mahluk olan, yaratılmış şeylere ilah diyerek tapmaya devam ettiler. Daha da ileri giderek İbrahim aleyhisselama nasıl bir ceza verebileceklerini düşünmeye başladılar. Önce bir müddet hapsettiler. Sonra hapisten çıkarıp yakmaya karar verdiler. Nemrud’a, İbrahim aleyhisselamı ateşte yakmayı Henun adında biri hatırlatmıştır. Allahü teala bunu hatırlatan kimseyi yere batırmıştır.
Nemrud ve Keldani kavmi, şiddetli kin ve düşmanlık içinde, İbrahim aleyhisselamı yakmak için hazırlığa başladılar. Bunun için geniş bir yer hazırladılar. Herkesin buraya odun taşımasını, karşı çıkanın ise İbrahim aleyhisselam ile birlikte ateşe atılacağını ilan ettiler. Putperest kavmin hepsi, bir ay kadar odun taşıdılar. Aralarında hasta bir kadın vardı. O da putun önüne giderek; “Eğer hastalığım geçerse, şu kadar odun satın alıp vereceğim” demişti. Bir başka kadın ise, ip eğirip satar, parasıyla odun alıp, verirdi. Nihayet her taraftan taşıyıp getirdikleri odunları büyük bir dağ gibi yığıp, yakmaya başladılar. Yedi gün yanan ateşin alevleri gökleri kaplayıp çok uzaklardan görünüyordu. Ateşin değil yakınından, uzağından geçen kuşlar bile sıcaklığın şiddetinden yanıyordu.
Nemrud, kendine yaptırdığı yüksek bir yerden, bu hali kibir içinde seyrediyordu. Keldani kavmi de aynı merakla büyük bir kalabalık halinde ateşin çevresinde toplanmışlardı. Nemrud’un yardımcıları ve hizmetçileri ise, hazır bir vaziyette emrini bekliyorlardı. Nemrud, şiddetle yanan bu korkunç ateşe atılması için; İbrahim aleyhisselamın hapsedildiği yerden getirilmesini emretti. Bekçiler ve halk, onu, boynunda zincir, elleri kelepçeli, ayaklarında bukağı [pranga, halka] olduğu halde, ortalarına alıp getirdiler. Keldani kavmi ateşe atmak için hazırlık yaparken, Allahü tealanın Halili, dostu İbrahim aleyhisselam, tevekkül ve yakinin en yüksek mertebesinde olduğu için, kalbine zerre kadar korku gelmedi. Oraya toplanan azgın kavmin bakışları karşısında, gayet vakarlı idi.
Nemrud’un önüne götürüldüğünde, herkes, yanan ve gökleri tutan ateşin içerisine onun nasıl atılacağını düşünmeye başlamıştı. Bu sırada şeytan insan kılığına girip, yanlarına gelerek; onu ancak mancınıkla atabilecekleri teklifini yaptı. Bu teklif, Nemrud’un ve putperestlerin hoşuna gitmişti. İbrahim aleyhisselamı, alevleri göklere çıkan kocaman ateş yığınının içine fırlatmak üzere kurdukları mancınığa bağladılar. İbrahim aleyhisselam her zaman olduğu gibi, şimdi de Allahü tealaya tam bir tevekkül ve muhabbet içinde idi. Bu bakımdan, mancınığa ve yanan korkunç ateşe hiç aldırmıyordu. Yerde ve gökte bütün mahlukat, feryat edip dediler ki: - Aman ya Rabbi! Halilin İbrahim aleyhisselam ateşe atılıyor! O, her an seni zikreder ve seni bir an unutmaz. Ona yardım etmek için bize izin verir misin? Hatta, İbrahim aleyhisselama meleklerden gelip, her biri dedi ki: - Allahü teala rüzgarı emrime verdi. Emredersen, bu ateşi rüzgar ile darmadağın edeyim! - Sular benim emrimdedir. İstersen bu ateşi şu anda söndürürüm!
- Yeryüzü emrime verilmiştir. Emir verirsen bu ateşi yere yuttururum! İbrahim aleyhisselam bu meleklerin hepsine de şu cevabı verdi: - Dost ile dostun arasına girmeyin. Rabbim ne dilerse yapsın. Kurtarırsa lütfundandır, şükrederim. Eğer yakarsa benim hizmetimdeki kusurumdandır, sabrederim. Putperestler; yaptıkları bütün hazırlıklardan sonra, kendilerini dünya ve ahirette saadete kavuşturacak, ebediyen kurtuluşa götürecek yolu gösteren yüce peygamber İbrahim aleyhisselamı dinlememe ve onu reddetme felaketi içerisinde ateşe atıyorlardı. Nihayet benzeri görülmemiş bir bedbahtlık ve azgınlık içinde, İbrahim aleyhisselamı mancınıkla korkunç ateşe fırlattılar. İbrahim aleyhisselam, mancınığa konulup, ateşe atılmak üzereyken; “Hasbiyallah ve ni’melvekil =Allahü teala bana yetişir.
O çok iyi vekildir” dedi. Ateşe düşerken, Cebrail aleyhisselam, “Bir dileğin var mı” deyince; “Var, ama sana değil” diye cevap verdi. Böylece, “Hasbiyallah, yani Allahü teala bana kafidir” sözünün eri olduğunu gösterdi. Bunun için Necm suresinde; “Sözünün eri olan İbrahim” mealindeki 37. ayet-i kerime ile metholundu. Bundan sonra Cebrail aleyhisselam ile aralarında şu konuşma geçti: - Niçin Hak tealadan istemiyorsun? - Halimi biliyor, istemeye ne hacet. Hem, Allahü teala yakmak dileyince, Onun takdirine razı olmaktan başka ne istenir? - Ateşten Hak tealaya sığın, Ondan yardım iste. - Ateş kimin emriyle yanıyor? Yakma kimin işidir? - Allahü tealanın emriyle yanıyor.
- Halil, Celilin yani yüce Allahın işinden razıdır. İbrahim aleyhisselam tam ateşe düşerken, Allahü teala ateşe şöyle emir buyurdu: - Ey ateş! İbrahim’in üzerine serin ve selamet ol! Bu ilahi hitap üzerine ateşin sıcaklığı gidip, soğudu. Cebrail aleyhisselam kanadıyla ateşi sıvadı. İbrahim aleyhisselam düşerken, iki melek kollarından tutup yere indirerek, oturttular. İndiği yer güllük, gülistanlık oldu. Bülbüller, kumrular ötmeye başladı. İbrahim aleyhisselam için, oradan tatlı bir pınar kaynayıp akmaya başladı. Cennetten bir gömlek getirildi. Hazreti İbrahim’e giydirildi. Bu gömlek Hazreti Yakub’a kadar gelmiş, O da oğlu Hazreti Yusuf’a giydirmişti. Hazreti Yusuf kuyuya atıldığında, bu gömlek üzerinde idi. Üzerinde cennetin kokusu bulunan bu gömlek, bir hastaya giydirildiğinde, hasta sıhhate kavuşurdu.
Hazreti Yusuf’un, babası Hazreti Yakub’un gözleri görmez olunca, gözlerine sürmek için gönderdiği gömlek bu gömlek idi. Allahü teala, ayrıca bir melek gönderdi. Bu melek, ona hizmet ederdi. Mikail aleyhisselam da cennetten yemek getirdi. Ateş sadece, İbrahim aleyhisselamı bağladıkları bağları, ipleri yaktı. İbrahim aleyhisselam, ateşin ortasında bu saadetli halde iken, Nemrud, onu yüksek bir yerden seyrediyordu. Gürül gürül yanan ateşin ortasında, İbrahim aleyhisselamın, yemyeşil bir bahçe içerisinde oturduğunu ve yanında da onun suretinde birinin bulunduğunu gördü. Hayretler içerisinde dedi ki: - Ey İbrahim! Senin bildirdiğin ilahının kudreti çok büyükmüş, seni böyle korudu. Şu gördüğüm hali sana verdi. Oradan çıkıp gelebilir misin? - Evet çıkabilirim! - Bu ateşin, o zaman sana zarar vermesinden, yakmasından korkmaz mısın? - Hayır korkmam. - Öyleyse oradan çık gel. İbrahim aleyhisselam kalktı ve etrafında yanan ateşin arasından geçerek dışarı çıktı.
Nemrud’un yanına varınca, Nemrud sordu: - Ey İbrahim! Senin yanında, senin suretinde gördüğüm kişi kimdir? - O bir melektir. Rabbim onu bana orada arkadaşlık etmesi için gönderdi. Nemrud bunu da öğrendikten sonra dedi ki: - Ey İbrahim! İsrarla Ondan başka ilah olmadığını söylediğin ve Ondan başkasına iman ve ibadet etmediğin Rabbinin, senin hakkındaki kudretinden ve azametinden dolayı, ben Ona dört bin sığır kurban keseceğim! Nemrud’un bu sözü karşısında, İbrahim aleyhisselam şu cevabı verdi: - Sen, içinde bulunduğun sapıklıktan dönüp, Allahü tealaya iman etmedikçe, Allahü teala senin kurbanlarını kabul etmez! Bunun üzerine Nemrud dedi ki: - Mülkümü, saltanatımı terkedemem! Fakat kurbanları keseceğim! Nemrud, İbrahim aleyhisselama söylediği kurbanları kesti ve İbrahim aleyhisselam ile mücadele etmekten aciz kaldığını anlayıp, bu işten vazgeçti. Fakat iman etmediği için, Allahü teala, onun kurbanlarını kabul etmedi. İbrahim aleyhisselamın ateşe atılmasını ibretle takip edenlerin bir kısmı imana geldi.
İbrahim aleyhisselamın kardeşinin oğlu Lut ve İbrahim aleyhisselamın amcasının kızı Hazreti Sare de iman edenlerden idi. Nemrud ise inat ve kibir göstererek iman etmedi ve ebedi saadetten mahrum kalıp, sonsuz bir felakete düştü. İbrahim aleyhisselam, ateşten kurtulduktan sonra, Keldani kavmini bir müddet daha imana davet etti. Bütün gayretlerine rağmen, putperest kavim iman etmeye bir türlü yanaşmıyor, üstelik ona hakaret ve işkence ediyorlardı. İbrahim aleyhisselam ise bunlara, sabır ve tevekkül ile tahammül gösteriyordu. Bütün gayretlerine rağmen, az bir cemaat iman etmişti. Nihayet, İbrahim aleyhisselam putperestlere son davetlerini yaptı ve iman etmedikleri müddetçe, inananlarla aralarında buğz ve düşmanlığın süreceğini; iman ettikleri takdirde, dost ve kardeş olacaklarını ve ebedi saadete kavuşacaklarını söyledi. İman edenlerle birlikte onlardan alakayı kesti. İman edenlerle beraber onlara dedi ki: - Biz sizden ve Allahı bırakıp da tapmakta olduğunuz şeylerden kesinlikle uzağız. Allahın birliğine iman etmedikçe sizi ve putlarınızı tanımıyoruz. Allahın birliğine iman edinceye kadar, bizimle aranızda ebedi düşmanlık ve buğz başlamıştır.
Dünya hayatında Allahü tealadan yüz çevirip, putlara tapmayı aranızda muhabbet vesilesi edindiniz. Fakat kıyamet gününde ise, bazılarınız birbirlerine küfür ve inkar isnat edecek, bazılarınız da birbirlerine lanet edecektir. Sizin yeriniz cehenemdir. Orada sizi ateşten kurtaracak hiçbir yardımcı da yoktur. Putperest müşrikler, İbrahim aleyhisselama ve iman edenlere karşı şiddetli ve görülmedik bir inatla karşı duruyor ve onları ağır işkencelere maruz bırakıyorlardı. Bu durum had safhaya ulaşmış ve dayanılmaz bir hal almıştı. Allahü teala İbrahim aleyhisselama, ibadet ve taatlarını rahat yapmaları için, bulunduğu beldeden hicret etmesini emir buyurdu. İbrahim aleyhisselam, böylece Şam tarafına hicret etti. Bu hususta Kur’an-ı kerimde mealen şöyle buyuruldu: (İbrahim [aleyhisselam] şöyle dedi: “Ben kavmimin arasından Rabbimin emrettiği yere hicret edeceğim. Şüphe yoktur ki, Allah azizdir; her şeye galiptir, hakimdir; hükmünde hikmet sahibidir.”) [Ankebut 26] Allahü teala, servetine ve saltanatına bakıp, şımarıp, kibre ve gurura kapılan ve böylece ilahlık iddia edip, insanları kendine taptıran Nemrud’a ve yıldızlara, putlara tapan azgın Keldani kavmine de, İbrahim aleyhisselamı peygamber olarak gönderdi. Fakat Nemrud ve Keldani kavmi, İbrahim aleyhisselamın bildirdiklerine iman etmediler. Şeytana ve nefslerine uydular. İbrahim aleyhisselama karşı direndiler, saptıkları bozuk yolda sürüklenip gittiler.
Nemrud’un helak olması Nemrud ve Keldanilerin, İbrahim aleyhisselama yapmak istedikleri zarar ve öldürme teşebbüsleri boşa çıktı. Mağlup ve perişan oldular. Bu husus, Kur’an-ı kerimde mealen şöyle bildirilmektedir: (İbrahim’e bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz kendilerini daha ziyade hüsrana düşenlerden kıldık.) [Enbiya 70]
İbrahim aleyhisselam, Nemrud ve Keldani kavmini son bir defa daha imana davet ettikten sonra, Babil’den hicret etti. Son davetle de imana gelmeyen Nemrud ve putperest Keldani kavminin üzerlerine, gökyüzünü tamamen kaplayan sivrisinekler, sürüler halinde gelerek, onların kanlarını emip, onları kupkuru bir halde bıraktılar. Nemrud’a sivrisineklerden bir tanesi musallat olup, peşini bırakmadı. Ne tarafa kaçsa ve nereye saklansa sinek hemen karşısına çıkıyor, üzerine, yüzüne ve başına konuyordu. Nemrud bu sineği öldürmek istediği halde aciz kalmıştı. Saltanatına ve servetine bakarak kibirlenen ve ilahlık iddia eden bu azgın hükümdar, küçücük bir sinek karşısında aciz ve çaresiz kalmıştı! Sonunda bu sinek onun helak olmasına sebep oldu.
Defalarca davet edilmesine rağmen iman etmeyen, başkalarının da iman etmesine mani olan Nemrud’un hayatı, saltanatı, serveti, mülkü, velhasıl nesi varsa hepsi, bu şekilde heba olup gitti. Böylece hem kendisi, hem de ona tabi olanlar için dünya hayatı sona ererken, ebedi felakete ve cehennem azabına düçar oldular. Allahü tealanın, insanları ebedi saadete kavuşturmak için gönderdiği peygamberlere, her asırda karşı çıkan ve insanların hidayete kavuşmalarını engellemek isteyen zalimler olmuştur! Fakat bu zalimlerden hiçbiri imanı yok edememiştir.
Kendileri kahrolmuş, çok acı ve perişan halde saltanatlarından ayrılmışlar, zevklerine doyamadan ölümün pençesine düşmüşler, isimleri lanet ile anılmış veya unutulmuştur. Allahü teala, bir peygamber veya bir alim göndererek, iman ışığı ile yeryüzünü yeniden aydınlatmıştır.
Beyit:
Ne kendi etti rahat, ne alem etti huzur, Yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehl-i kubur.
İbrahim aleyhisselam, Allahü tealanın emri üzerine Babil’den Harran’a hicret etti. Hicret etmeden önce Nemrud’a ve Keldani kavmine son tebliğini yapmıştı. Onları son olarak bir kere daha imana çağırdıysa da kabul etmediler. Daha sonra kendisine iman eden zevcesi Hazreti Sare ve Hazreti Lut ile birlikte hicret ettiler. Bir rivayete göre iman edenlerden az bir topluluk da onlarla beraberdi. Hazreti Lut, İbrahim aleyhisselamın kardeşi Haran’ın oğlu, Hazreti Sare de amcasının kızı idi.
Hazreti İbrahim’in hicreti İbrahim aleyhisselam ateşten kurtulduktan sonra, hicret etmek üzere hazırlanıp, kavmine dedi ki: - Bu küfür diyarından ayrılıp, Allahü tealanın emir buyurduğu bir yere gitmek üzereyim. Rabbim elbette beni emin bir yere iletir. Orada ibadet ve taatlarımı emniyet içinde yaparım. Hicret ederken de şöyle niyazda bulundu: - Ey Rabbimiz, ancak sana tevekkül ettik ve sana yöneldik ve ahirette de dönüşümüz ancak sanadır. Ey Rabbimiz! Her işimizde sana güvenerek, bizi muvaffakiyete kavuşturman niyazında bulunduk. Senin razı olduğun şeyleri yapmaya yöneldik. Kabirlerimizden kalkınca, öldükten sonra dirilince de senin tayin buyuracağın yere gideceğiz. Akıbetimizi hayreyle ya Rabbi! İbrahim aleyhisselam Harran’da, bir müddet de Filistin’de kaldı.
Daha sonra ise zevcesi Hazreti Sare ile birlikte Mısır’a gitti. O zaman Mısır’da firavun ünvanı verilen hükümdarlar hüküm sürüyordu. İbrahim aleyhisselamın Mısır’a gittiği sırada ise, bu firavunlardan çok zalim ve pek kibirli, büyüklük taslayan bir hükümdar bulunuyordu. İbrahim aleyhisselam Mısır’a girince, hükümdarın adamları gelişini haber verdiler. Gelişleri Mısır hükümdarına haber verilince, bu zalim ve zorba melik, Hazreti Sare’yi almak istedi. İbrahim aleyhisselama; “Yanındaki bu kadın kimdir” diye haber gönderdi. İbrahim aleyhisselam, onun musallat olmasını engellemek için, din bakımından kardeşi olduğuna niyet ederek, “Kardeşimdir” diye haber gönderdi. Sonra, Hazreti Sare’nin yanına gelip dedi ki: - Sakın beni yalanlama! Çünkü ben onlara senin için, kardeşimdir dedim. Allahü tealaya yemin ederim ki, bu yerde benden ve senden başka Allahü tealaya inanan, iman etmiş hiçbir mümin yoktur. Yani sen benim din bakımından kardeşimsin.
Pek zalim olan bu hükümdar, Hazreti Sare’yi almak isteyip, sarayına çağırttı. Fakat musallat olmak isteyince, Hazreti Sare de hemen abdest alıp namaza durdu. Namazdan sonra şöyle dua etti: - Ya Rabbi! Ben sana ve senin peygamberine iman ettim. Kadınlığımı zevcimden başkasına karşı ebedi muhafaza eyledim. Benim üzerime şu kafiri musallat etme! Hükümdarın derhal nefesi kesildi, yere düştü. Hırıldamaya, hatta ayağıyla yere vurup debelenmeye başladı. Bu durumu gören Hazreti Sare dedi ki: - Ya Rabbi! Eğer bu adam ölürse, “Bunu, bu kadın öldürdü” denilir. Bunun üzerine Melikin nefesi açılıp, rahatladı. Sonra melik, Hazreti Sare’ye ikinci defa musallat olmaya kalkıştı. Sare de tekrar namaza durdu ve sonra yine aynı şekilde dua etti. Melikin nefesi yine tıkandı, hırıldamaya, debelenmeye başladı.
Hazreti Sare yine Allahü tealaya niyazda bulunarak dedi ki: - Ya Rabbi! Eğer bu adam ölürse, “Bunu, bu kadın öldürdü” denilir. Bunun üzerine Melikin nefesi yine açılıp rahatladı. Bu durum üç defa tekrarlandı. Hazreti Sare’ye üç defa musallat olmak isteyip, üçünde de nefesi tıkanan hükümdar, saraydaki yakınlarına dedi ki: - Siz bana insan değil, muhakkak bir şeytan göndermişsiniz. Bu kadını, İbrahim’e (aleyhisselam) geri gönderiniz. Cariyelerden Hacer’i de ona veriniz. Hazreti Sare, İbrahim aleyhisselama döndüğünde, hadiseyi anlatarak dedi ki:
- Allahü teala, kafiri zillete düşürdü. Bu cariyeyi de bize hizmetçi verdi. Alimler buyurmuşlardır ki: İbrahim aleyhisselamın, Mısır’a girdiğinde, oraya hakim olan zalim hükümdara, zevcesi Hazreti Sare için, “Kardeşim” demesinin ve Hazreti Sare’ye de bu sözünü yalanlamamasını tenbih etmesinin sebebi şu idi: O zalim hükümdar evli kadınlara musallat oluyor ve sahip olmak istediği kadının kocasını da öldürüyordu. İbrahim aleyhisselam böyle söylemekle, onun zararından kurtulmak istemişti. Zalim hükümdarın Hazreti Sare’ye bir cariye, hizmetçi hediye etmesi, yani Hazreti Hacer’i vermesi de; onu cin zannedip, zararından ancak böyle kurtulabileceği düşüncesi iledir.
Hazreti Sare’nin; “Ya Rabbi! Sana ve senin peygamberine iman ettim. Şu kafirin bana musallat olmasına müsaade etme” diye dua etmesi de; Allahü tealanın inayetine tam itimadını ifade içindir. Yani; “Ya Rabbi! Ben sana iman ettim ve sana sığındım, beni koru” manasında söylemiştir. Bu hadiseden sonra İbrahim aleyhisselam, Hazreti Sare ve ona hediye edilen Hazreti Hacer ile birlikte Mısır’dan ayrılıp Filistin’e gittiler. Hazreti Hacer asil bir aileden idi. Onlara katılmakla layık olduğu yere kavuşmuştu. İbrahim aleyhisselam Mısır’dan Filistin’e dönüp, o zaman, ıssız, kupkuru bir yer olan Sebu denilen yere yerleşti. Bu yerde hiç su yoktu. İbrahim aleyhisselam burada bir kuyu kazdı. Buradan gayet hoş ve tatlı bir su çıkıp, çeşme gibi akmaya başladı. Buraya yerleştikten bir müddet sonra yiyecekleri kalmamıştı. İbrahim aleyhisselam, yiyecek getirmek niyetiyle eline bir çuval alıp, şehre gitmek üzere oradan ayrıldı. Sahrada bir müddet yol aldı. Şehir uzak olduğu gibi, şehre varsa bile, buğday alacak parası da yoktu. Bu halde iken, çaresiz geri dönüp, Hazreti Sare’nin ve Hazreti Hacer’in yanına geldi.
Onları teselli etmek için, elindeki boş çuvala da bir miktar kum ve çakıl doldurdu. Yanlarına gelince, çuvalı bir kenara koyup uyudu. İbrahim aleyhisselam uykuda iken, Hazreti Sare, Hacer’e sordu: - Çuvalı aç bakalım, içinde ne var? Çuvalı açınca, buğday olduğunu gördüler. Kum ve çakıl buğday olmuştu. Hemen buğdayın bir kısmını un haline getirip hamur yaptılar ve ekmek pişirdiler. İbrahim aleyhisselamı da uyandırıp; “Sıcak ekmek pişirdik, buyur ye” dediler. İbrahim aleyhisselam sıcak ekmeği görünce, dedi ki: - Unu nereden buldunuz? - Senin getirdiğin buğdaydan yaptık! İbrahim aleyhisselam, bunun, Allahü tealanın kudreti ve ihsanı ile olduğunu anladı ve şükretti. İbrahim aleyhisselam, Allahü tealanın ihsanı olan buğdayın bir kısmını ekip biçerek rençberlik yaptı. Zamanla çok mala kavuştu. Başta binlerce sığır olmak üzere, davarları; ovaları, vadileri doldurdu. Çok zengin oldu. Bu sebeple dualarda; “Allahü teala Halil İbrahim bereketi versin” denilmektedir. İbrahim aleyhisselamın yerleştiği Sebu, zamanla meskun bir yer haline geldi. Çevreden insanlar gruplar halinde gelerek oraya yerleştiler ve nüfusları çok arttı. İbrahim aleyhisselamın açtığı kuyudan çıkan su, artık sırayla alınıyor ve nöbet çok geç geliyordu.
Buraya sonradan gelenler, yüzsüzlükte bulunarak İbrahim aleyhisselama, kendi kazdığı kuyunun suyunu vermemeye ve davarlarının içmesine mani olmaya başladılar. İbrahim aleyhisselam onlardan çok incindi. Sebu’dan ayrılıp, oraya yakınlığı ile bilinen “Kıst” adlı yere göçtü. Onun Sebu’dan gitmesi üzerine, suyunun güzelliği ile tanınan kuyunun suyu çekilmeye başladı. İnsanlar suyun azaldığını görünce, hep birlikte, İbrahim aleyhisselamın yanına giderek af dilediler. Tekrar Sebu’ya dönmesi için yalvardılarsa da artık oraya gitmedi. Gelen topluluk, İbrahim aleyhisselamın geri dönmeyeceğini anlayınca; “Madem gelmeye razı değilsiniz, dua edin de suyumuz eksilmesin” diye ricada bulundular.
İbrahim aleyhisselam da onlara nasihat edip, dininden bazı hususlar öğretti ve bu bildirdiği şeylere göre hareket etmelerini tembih etti. Buna uydular ve su eskisi gibi aktı. Fakat zamanla tembih ettiği hususlara uymadıkları ve doğru yolu bıraktıkları için, su çekilip, kuyu tamamen kurudu. İbrahim aleyhisselamın malı, serveti yemekle bitmezdi. Hatta İbrahim aleyhisselam dört-beş saatlik mesafedeki uzak yerlere gidip, misafir arar ve adamlar gönderip, insanları yemeğe davet ettirirdi. İbrahim aleyhisselama bu vasfından dolayı Ebüddayfan = Misafirlerin babası denmiştir. İbrahim aleyhisselam, bir defasında, büyük bir ziyafet vermişti. Ziyafette ikiyüz Mecusi vardı. Ziyafetten sonra Mecusiler, Hazreti İbrahim’e teşekkür edip, bir miktar karşılıkta bulunmayı arzu ettiler. Bu arzularını kendisine söylediklerinde, onlara dedi ki: - Sizden bir dileğim var. - O nedir? - Benim Rabbime bir kere secde etmenizi istiyorum.
Mecusiler böyle bir şeyi beklemiyorlardı. Çünkü daha önce kendilerini imana davet etmiş, onlar ise kabul etmemişlerdi. Aralarında şöyle konuştular: - Bu zatın ihsanları, ziyafetleri meşhurdur. Bunu kırmayıp, bir secde eder, sonra gidip yine kendi ilahlarımıza tapınırız. Böylece hem onu kırmamış, hem de ziyafetlerinden mahrum kalmamış oluruz. İtiraz edersek, bundan sonra bize ziyafet vermeyi kesebilir. Bunlar secdede iken, İbrahim aleyhisselam şöyle dua etti: - Ya Rabbi! Bunları hidayete, saadete kavuşturmak, ancak senin kudretindedir. Bunlara iman nasip eyle! Duası kabul olup, hepsi imanla şereflendi.
Ölülerin nasıl diriltildiğini görmek istemesi Birgün İbrahim aleyhisselam, deniz kenarında bir hayvan leşi gördü. Denizin dalgaları yükselince, balıklar ve denizde yaşayan diğer canlılar; dalgalar çekilince de, karadaki canlılardan kuşlar ve yırtıcı hayvanlar bu leşten yiyorlardı. Böylece bu leşin her bir parçası, bir canlının karnına gidiyordu. İbrahim aleyhisselam bu manzarayı görünce, Allahü tealanın, canlıların parça parça yiyerek tükettiği bu hayvanın, zerreler halinde dağılan cesedini, nasıl bir araya getirip dirilteceğini gözüyle görmek istedi.
İbrahim aleyhisselam, Allahü tealanın dirilttiğini ve öldürdüğünü, yani yaratanın da, öldürenin de Allahü teala olduğunu kesin olarak biliyor ve inanıyordu. Nitekim daha önce Nemrud’a; “Benim Rabbim diriltir ve öldürür” demişti. Bu hususta asla şüphesi yoktu. Bu hadiseyi görerek; “Ya Rabbi! Ölüyü nasıl diriltirsin, bana göster” demesi, ilim olarak bildiği şeyi ayn-elyakin derecesinde, yani bizzat görerek bilmek istemesi sebebiyledir. Bunun için dua edince, Allahü teala buyurdu ki: - Sen benim kudretimle ölüleri dirilteceğime iman ettin, bu sana kifayet etmez mi? - Ya Rabbi! Ben muhakkak iman ettim ki, sen ölüleri diriltmeye kadirsin. Bunu kesin olarak biliyorum. Fakat, senin kudretinin tecellisini dünyada iken gözümle de görmüş olayım.
Bunun üzerine Allahü teala, İbrahim aleyhisselama dört kuş tutup, bu kuşları iyice görüp tanımasını emretti. İbrahim aleyhisselam bunları iyice tanıyıp, özelliklerini öğrendi. Sonra keserek tüylerini yoldu. Her birini inceden inceye parçalayıp, parçalarını da birbirine iyice karıştırdı. Başlarını yanında bıraktı. Karıştırdığı parçaları ise dörde ayırıp, dört ayrı dağın üzerine koydu. Bundan sonra her birini ismiyle yanına çağırıp, “Allahü tealanın izniyle yanıma gelin” dedi. Parçalar havada birbirinden ayrılıp, her hayvanın kendi parçası toplanıp, bir araya geldi. Sonra İbrahim aleyhisselamın yanında başlarıyla birleşip dirildiler. Bu husus Kur’an-ı kerimde Bekara suresinde açık olarak bildirilmektedir.
Hazreti İbrahim’in Hacer validemiz ile evlenmesi İbrahim aleyhisselamın, zevcesi Hazreti Sare’den çocukları olmuyordu. Yaşları da gittikçe ilerliyordu. İbrahim aleyhisselam, kavuştuğu nimetlere şükredip, bir de evlat ihsan etmesi için Allahü tealaya niyazda bulundu: - Ey Rabbim! Bana salihlerden bir oğul bağışla ki, davet ve taatte yardımcım ve gurbette munisim, gözümün nuru olsun. Hazreti Sare de böyle istiyordu. Fakat çocuğu olmuyordu. Hazreti Sare, Mısır’da kendisine hizmetçi olarak verilen Hazreti Hacer’i azat edip, İbrahim aleyhisselam ile evlenmesini istedi. “Belki ondan senin çocuğun olur” dedi. Bunun üzerine İbrahim aleyhisselam Hazreti Hacer ile evlendi. Bu evlilikten İsmail aleyhisselam dünyaya geldi. Muhammed aleyhisselamın nuru, İsmail aleyhisselama intikal etti. İbrahim aleyhisselam onu çok sever ve hiç yanından ayırmazdı.
Hazreti Hacer’i Mekke’ye bırakması Hazreti Sare, ahir zaman peygamberinin nurunun kendisine intikal edeceğini umuyordu. Ancak nur önce Hazreti Hacer’e, sonra Hazreti İsmail’e geçince, Hazreti Hacer’e karşı kalbinde gayret hasıl oldu. İbrahim aleyhisselam ise, Hazreti Sare’yi hoş tutuyor, devamlı hatırını soruyor, gönlünü alıp, onu incitmemeye gayret ediyordu. Nihayet Hazreti Sare’nin gayreti iyice arttı ve İbrahim aleyhisselamdan, Hazreti Hacer ile oğlu İsmail’i başka bir yere götürüp bırakmasını istedi. Allahü teala, İbrahim aleyhisselama Hazreti Sare’nin bu isteğini yerine getirmesini bildirdi. İbrahim aleyhisselam, Allahü tealanın emriyle, Hazreti Hacer ve Hazreti İsmail’i yanına alıp, Şam’dan ayrılarak, onları, o sırada susuz ve ıssız bir yer olan Mekke’ye götürdü.
Hazreti Hacer ile Hazreti İsmail’i Kabe’nin şimdi bulunduğu yerin yakınında, yüksek bir yerde ve Zemzem kuyusunun üzerinde büyük bir ağacın yanına bıraktı. O zaman Mekke’de, hiçbir kimse olmadığı gibi, içecek su da yoktu. İbrahim aleyhisselam Hazreti Hacer ile oğlunu burada bıraktı. Yanlarına içi hurma dolu bir sepet ve içi su dolu bir testi de koydu. Sonra, İbrahim aleyhisselam Şam’a gitmek üzere oradan ayrıldı. Hazreti Hacer, İbrahim aleyhisselamın arkasından giderek dedi ki: - Ey İbrahim! Görüp görüşecek bir fert ve yiyip içecek bir şey bulunmayan bu vadide bizi bırakıp nereye gidiyorsun? Hazreti Hacer, tekrar tekrar bu sözleri söylemesine rağmen, İbrahim aleyhisselam ona iltifat etmeyip, yoluna devam etti. Nihayet Hacer ona sordu: - Bizi burada bırakmayı sana Allahü teala mı emretti? - Evet, Allahü teala emretti. Bunun üzerine Hazreti Hacer, “Öyleyse Allahü teala bizi zayi etmez ve korur” diyerek, oğlunun yanına döndü. İbrahim aleyhisselam oradan ayrılıp, Seniyye mevkiine varınca, yüzünü Kabe’nin bulunduğu yere çevirdi. Sonra ellerini kaldırarak şöyle dua etti: - Ey Rabbimiz! Ben soyumdan bir kısmını, mukaddes evinin yanına, ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Orada namazı dosdoğru kılsınlar diye, insanlardan bir kısmının gönüllerini o yerlere yönelt. Orayı ziyarete gelsinler.
|