Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Peygamberler tarihi Adem a.s
Tekil Mesaj gösterimi
  #6  
Alt 13.02.24, 19:35
Cazgircinx Cazgircinx isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Gayretli üye
 
Üyelik tarihi: 27.02.23
Bulunduğu yer: .
Mesajlar: 2,304
Etiketlendiği Mesaj: 110 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

- Buyur, biz emrinize hazırız ya Hud aleyhisselam! Sen vazifeni tebliğ et! Bunu yaparken, Allahü tealanın mahluklarından hiç korkma! Bu hali büyük-küçük herkes gördüğü halde yine inanmadılar. Bu sırada, kavmin ileri gelenlerinden olan bir şahıs itiraz edip, cevap verecek oldu ise de, o anda dili tutuldu, konuşamadı. Ad kavminin insanları, bu apaçık mucizeleri gördükleri halde yine inat ediyor ve karşı çıkıyorlardı. Hud aleyhisselam ise büyük bir sabır ve metanetle, belki akıllanırlar ve uyanırlar diye hiç durmadan sabırla nasihat ediyordu. Kendi anlayışlarına göre, kim kuvvetli ise haklı odur diyen, maddi ve dünyevi zevk ve menfaat nerede ise orada bulunarak hak, hukuk, adalet ve maneviyattan tamamen uzaklaşan Ad kavmi, Hud aleyhisselamın peygamberliğinde de, maddi bir menfaat aradı. Çünkü maksatları ve ölçüleri bu idi.

Azgın ve taşkın Adlıların aralarında yetişip, peygamber olarak gönderilen Hud aleyhisselam, her türlü inkar, yalanlama, kaba ve sert cevaplara, sıkıntı ve azarlamalara rağmen, anlaşılması mümkün olmayan bir sabır, tatlı dil ve yumuşaklık gösteriyor; yılmak bilmeyen kuvvetli bir azimle davasına devam ediyordu. Bütün kavim karşı çıktığı halde, o, davasından vazgeçmediği gibi, yaymak hususunda da en küçük bir gerilemede bile bulunmuyordu. O halde, Adlıların ölçülerine göre, bu mücadelenin altında mutlaka çok yüksek bir ücret, maddi bir menfaat bulunması icabederdi. Bu gibi bozuk düşüncelerini kendi aralarında konuştukları gibi, nihayet birgün Hud aleyhisselama da söylediler. Nitekim, kendisinden evvel peygamber olan Nuh aleyhisselama da, kavmi, böyle bir isnadda bulunmuşlardı. Hazreti Hud; kavminin, bu mesnetsiz iddia ve ithamlarını kesinlikle reddedip, böyle bir maksadının bulunmadığını, ücretini alemlerin Rabbi olan Allahü tealadan beklediğini bildirdi. Onun bu hali, Kur’an-ı kerimin Şuara suresinin 123. ve daha sonraki ayeti kerimelerinde şöyle bildirilmektedir: “Ad kavmi de peygamberleri olan Hud (aleyhisselamı) ve diğer peygamberleri tekzip ettiler, yalanladılar. Nesep bakımından kardeşleri olan Hud (aleyhisselam) onlara şöyle dedi: Allahü tealadan korkmaz mısınız da, Ondan başka şeylere, putlara ibadet edersiniz? Ben size Allahü teala tarafından gönderilmiş emin bir peygamberim.

O halde, Allahü tealadan korkun ve bana itaat edin! Sizi Allahü tealaya iman etmeye davet ve sizlere çok nasihat ettiğim için, sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ve mükafatım, ancak, alemlerin Rabbi olan Allahü tealaya mahsustur. Siz her yüksek yerde bir köşk bina eder, geçenlerle alay mı edersiniz? Ve içlerinde ebedi kalacakmış gibi muazzam kaleler ve havuzlar ediniyorsunuz. Bir kimseyi yakaladığınız zaman zorbaca, merhametsizce yakalıyorsunuz. Artık Allahü tealadan korkun ve bana itaat edin! Size bildiğiniz nimetlerle yardım eden ve size davarlar, oğullar, cennet misali çok güzel bahçeler, pınarlar ihsan eden Allahü tealadan korkun! Ona şirk koşmaktan, karşı gelmekten sakının! Gerçekten ben, üzerinize büyük bir günün azabının erişmesinden korkuyorum.

(Adlılar karşılık olarak) dediler ki: Sen bize nasihat etsen de, etmesen de birdir. Biz bu halimizden vazgeçecek, eski halimizi değiştirecek değiliz. Senin bu söylediğin şeyler, eskilerin yalanlarından başka bir şey değildir. Biz, azaba uğratılacak da değiliz.”

Ad kavminin kuraklığa maruz kalması Hud aleyhisselam, bir defasında, kavminin toplu bulunduğu bir sırada yanlarına gitmiş ve onları imana davet etmişti. Kavmin reisi olan Halcan da, Hazreti Hud’a karşı demişti ki: -Sen bize galip geleceğini mi zannediyorsun. Günde bizim bin çocuğumuz oluyor! Onun bu sözü gayret-i ilahiyeye dokunup, Allahü teala o günden sonra, onlara evlat vermedi. Çocukları olmadı. Ne yaptılarsa, bir çaresini bulamadılar. Ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Bu hallerin, Hazreti Hud’un sözlerine itiraz etmeleri sebebiyle başlarına geldiğini tahmin edip, durumu Halcan’a bildirdiler. O ise, ihtimalden ziyade, apaçık bir hakikat olan bu durumu hemen kapatmak istedi. Kuru kuruya bir inat ile, ne pahasına olursa olsun inanmamak, kabul etmemek istiyordu. Yanına gelenlere dedi ki: - Hayır, durum sizin bildiğiniz gibi değildir. Ben rüyada bir şey gördüm. Eğer onu yaparsanız çocuklarınız olur. Sonra da şöyle devam etti: - Putlarınızı çıkartıp, onları vesile ederek çocuk isteyeceksiniz. Hem ihtiyaçlarınız giderilecek, hem de Hud’a karşı böylece zafer kazanmış olacaksınız.

Halcan’ın, samimi olmayan bu uydurma sözlerini dinleyen Adlılar, yine de onun söylediği şekilde davrandılar, buna rağmen çocukları olmadı. Hazreti Hud da bir taraftan onlara diyordu ki: - Ey kavmim! Sizi yaratan, her nimeti veren Allahü tealadan korkun! Ona itaat edin ki, isteğinizi kabul etsin. Size çocuk versin. Mülkünüze mülk, kuvvetinize kuvvet katsın. Ben sizi, Allahü tealaya iman ve yalnız Ona ibadet etmeye davet ediyorum. Eğer icabet eder, davetimi kabul ederseniz, nimete kavuşursunuz. Şayet icabet etmezseniz, Allahü teala size azap eder. Hazreti Hud böyle söyleyince, Adlılar onun üzerine hücum edip, dövmeye başladılar. Hatta mübarek başından çıkan kanlar yüzüne aktı. O sırada iman etmiş olanlardan biri gelip, Adlılara dedi ki:

- Peygamberimize hakaret hususunda çok ileri gidiyorsunuz. Onun haber verdiği azaptan korkunuz. Adlılar onun mümin olduğunu bilmiyorlardı. “Sen bizim aleyhimizde bir şey söylemeye cesaret edersin ha” diyerek ona ve tekrar Hazreti Hud’a dil uzattılar. Sataşıp, terslediler. Hazreti Hud o kimseye teşekkür etti. Onu övdü ve buyurdu ki: - Sen kavmine nasihatte bulundun. Allahü teala dilediğini dalalette bırakır. Ad kavmi, kendilerini perişan eden kuraklığa dört yıl müddetle tahammül ettiler. Nihayet dayanamayacak hale gelince, melikleri olan Halcan’ın yanına geldiler. İleri gelenleri vasıtasıyla, Halcan’a dediler ki: - Artık daha fazla dayanamıyoruz. Hud’un (aleyhisselam) söylediklerinin, haber verdiklerinin doğru olmasından korkuyoruz. Yani ona iman etmekten başka çaremiz kalmadığını hissediyoruz.

Ad kavmindekilerin kuraklığa dayanamayıp, iman edeceklerini söylemeleri üzerine, Halcan, o kadar zulüm ve haksızlıklarına, aşağılık ve alçaklıklarına, şirk ve isyanlarına, küfürdeki inat ve ısrarlarına bir yenisini daha ekleyerek, kavminin bu sözlerine şiddetle karşı çıktı ve, “İçinde bulunduğunuz zorluklar sebebiyle Hud’un dinine girmeyi mi düşünüyorsunuz? Kumları yemek ve idrarlarınızı içmek pahasına da olsa, onun dinine girmeyeceksiniz. O çok yalan söyleyen sihirbazın biridir” gibi hezeyanlarla Hazreti Hud’a dil uzattı. Bu saçma sözlerini kendi bozuk mantığı ile güya şöyle ispat etmeye çalışıyordu: - Bu bela bize, ona itaat etmediğimiz için isabet etmiş ise, o halde niye davarlarımız, ehli ve vahşi hayvanlar açlıktan helak oldular? Onların böyle bir günahları yok ki. Bize isabet eden, aynen onlara da isabet etti. Şüphesiz, bu bela size ve sizin dışınızda olanların hepsine isabet etmiştir. Siz bu hale bir miktar daha sabredin.

Bu böyle devam edecek değil ve siz de hep bu halde kalacak değilsiniz. Halcan’ın bu sözlerinden sonra, Adlılar, Hazreti Hud’a tabi olmaktan yine vazgeçtiler. Halcan’ın sözlerine aldanarak, olanca güçleri ile açlığa tahammül etmeye, bu sıkıntılara göğüs germeye çalıştılar. Bu esnada Hazreti Hud, yüksek bir tepeye çıkarak şöyle nida etti: - Ey Adlılar! Beni inkar etmeye devam ediyorsunuz. Ama biliniz ki, şu içinde bulunduğunuz hal, benim, sizi, kendisiyle korkuttuğum azabın başlangıcıdır. Benim sözlerime iltifat etmez, inanmazsanız, o azaba yakalanırsınız. Şayet Allahü tealaya iman ederseniz, gökten size yağmur yağdırması, yerden ot bitirmesi için, Ona dua ederim. Musibetten kurtulmak için, Hud aleyhisselama uymanın şart olduğunu bir türlü anlayamayan Adlılar, bunu dinledikten sonra, birbirlerine dediler ki: - Bu dört sene içinde yapabildiğimiz kadar güçlüklere göğüs gerdik. Bunu hepiniz biliyorsunuz. Korkarız ki, bu hal bizim aleyhimize devam edecek. Yağmur duası için heyet gönderelim. Çünkü nerede ise helak olacağız. Bunun üzerine, bir heyetin yağmur duası için Mekke’nin bulunduğu yere gitmesine karar verdiler.

O zamanda, mümin, müşrik hangi din ve milletten olursa olsun; her hangi bir kimsenin bir sıkıntısı olsa, başı darda kalsa, haksızlığa uğrasa veya bir şey isteyecek olsa, Kabe-i muazzamanın bulunduğu yere gelerek dua ederdi. Burası, yapılan duaların mutlaka kabul olması sebebiyle, Adem aleyhisselamdan beri Beytullah olarak tanınmış ve hürmet yönü daima gözetilmiştir. Bu yüzden Mekke hiç boş kalmazdı. Değişik beldelerden gelen çeşitli insanlar toplanırlar ve duada bulunurlardı. Beytullah’ın yerinde, o zaman kırmızı bir tepeciğin olduğu söylenmektedir.

Azap bulutunun gelmesi Hud aleyhisselam zamanında Mekke’de oturanlar, Nuh aleyhisselamın oğlu Sam’ın torunu olan Amalik’in neslinden gelenlerdendi. Bu sebeple bunlara Amalika denilmiştir. Amalika kabilesinin reisi Ad kavminden idi. Bu sebeple Ad kavminden dua etmek için gelenleri iyi karşıladı. Mekkelilerle günlerce yiyip içtikten sonra, dua için Harem’e gittiler. Dua ettiler. Ancak bu duaları yağmur bulutu yerine, azap bulutunun davetçisi oldu. Gökyüzünde bir siyah bulut, Mekke’den, Ad kavminin bulunduğu Hadramut bölgesine doğru gitmeye başladı. Ufuktaki bulutu, ilk önce Ad kavminden Mehder adlı bir kadın gördü. Mehder, buluttaki azabı görür görmez, bir çığlık attı ve bayılıp düştü. Bir zaman sonra kendine geldiğinde, kadına dediler ki: - Sana ne oldu? Ne gördün de birdenbire bayılıp düştün? Kadın, bunun üzerine şu cevabı verdi: - Şu bulutu görüyorsunuz ya! Onu, parıldayarak etrafa kıvılcım saçan korkunç bir ateş şeklinde gördüm. Ve onun içinde, heybetli ve güçlü, kuvvetli birtakım kimselerin, o ateş bulutunu alarak, bizim bulunduğumuz yere doğru ilerlediklerini görünce, bu dehşetli halden bayılıp düştüm.

Buna rağmen, Ad kavminin insanları, bu hale hiç ehemmiyet vermiyorlar, gelenin yağmur yüklü bir bulut olduğunu zannettiklerinden, çok sevinip, birbirlerine müjde veriyorlardı. Nitekim ayet-i kerimede mealen buyuruldu ki: (Onlar, kendi vadilerine doğru gelen azabı, bir bulut parçası olarak görünce, memnun olup sevinerek; “İşte, şu görülen şey, bize çok yağmur yağdıracak bir buluttur” dediler. Hud (aleyhisselam) da onların bu sözlerine karşı, “Hayır, o, yağmur yağdırıcı bir bulut değil, bilakis sizin acele gelmesini istediğiniz azaptır. O bulut zannettiğiniz şey, kendisinde azab-ı elim bulunan bir rüzgardır. O rüzgar, Rabbimin emriyle, uğradığı her şeyi helak eder” dedi.) [Ahkaf suresi: 24] Hud aleyhisselam, devamlı olarak, onları, Allahü tealanın şiddetli azapları ile korkuttukça, Ahkaf suresinin 22. ayetinde bildirildiği gibi; “Haydi, bizi korkutmakta olduğun azabı getir de görelim” diyerek taşkınlıkta daha ileri giderlerdi. İşte Adlıların yağmur yüklü bulut zannettikleri o şiddetli azabın, Magis vadisi tarafından geldiği görülünce, müşriklerin sevinmelerine karşı, Hud aleyhisselam, onların, “Azabı getir de görelim” şeklindeki sözlerine cevap olmak üzere; “O, sizin acele gelmesini istediğiniz azaptır” buyurdu. Artık bu apaçık sözleri duyduktan sonra, iman etmeye koşmaları, böylece iki cihanda saadete kavuşmaları gerekirken, inat ve inkarlarında ısrar edip, taşkınlıkta bulundular ve bozuk yoldan ayrılmadılar.

Gördükleri bulut, bir taraftan yaklaşırken, Ad kavminin insanları sevinç ve neşe içerisinde, onu karşılamak üzere toplanmışlardı. Bunun yağmur yüklü bir bulut olmadığı, şiddetli bir azap taşıdığı hususunda, Hud aleyhisselamın ve bulutu görür görmez bayılıp düşen kadının sözlerine hiç aldırış etmeyen Ad kavminin insanları, onun yağmur yüklü olduğunu zannediyorlardı.

Ad kavminin helakı Nihayet, o buluttan şiddetli bir gürültü ve fırtına çıktı. Allahü teala, rüzgar ile vazifeli meleğe, rüzgarın normalden çok esmesini emretti. Cebrail aleyhisselam, rüzgara şöyle emir verdi: - Ey rüzgar! Ad kavmine azap olarak, Hud aleyhisselam ve ona tabi olanlara da rahmet olarak es!

Hazreti Hud, yanında müminler bulunduğu halde, yüksek bir dağdan kavmine seslendi: - Ey Ad kavmi! Sizi gölgeleyen ve bulut şeklinde gelen azabı görmüyorsanız, yazıklar olsun! Başınıza bela gelmeden ve azaptan kurtuluş için kaçacak yer kalmayacağı zamandan önce, Allahü tealaya iman ediniz! Buna karşılık, bu insanlar, onun sözlerine hiç önem vermeyip dediler ki: - Sabredelim. Bu, yağmur öncesinde görülen bir rüzgardır ve arkasından çok yağmur yağacağına işarettir. Azap bulutu vadiyi geçip, üzerlerine doğru ilerleyince, kendilerine pek güvenen mağrur Adlılar, birbirlerine dediler ki: - Gelin! Hep beraber oraya gidelim. Üzerimize gelen kasırgayı, vadiyi kaplayan uğultuyu bertaraf edelim.

Mehder’in dedikleri ve gördükleri doğru ise, o rüzgar bulutunda bulunan ve ellerinde ateşlerle gelen kimseleri geri çevirelim. İçlerinde reisleri Halcan’ın da bulunduğu bu adamlar, hep beraber gelmekte olan buluta doğru gidip, yakınına vardıklarında, buluttan korkunç sesler, çöl fırtınasına benzer, kuvvetli rüzgarlar, çok kuvvetli esen kasırgalar zuhur etti. Ad kavminden oraya gelen insanların hepsiniyere seren bu kuvvetli rüzgarın müthiş bir uğultusu ve dayanılmaz bir soğuğu vardı. Fırtına, hiç mağlubiyete alışmamış, birinin karşısında yenilmek nedir bilmeyen Adlıların hepsini yere serdi. Kızarak geri geri kaçmaya başladılar. Evlerine çekildiler ve ortalık biraz sakinleşince, bol yağmura kavuşmak ümidiyle tekrar çıktılar. Hud aleyhisselam bunları görüp, “Olanlardan sonra herhalde uslandılar. İman etmeye, tabi olmaya geliyorlar” diye düşündü. Halbuki onlar, inatlarında ısrar edip, Hud aleyhisselamı yalanlamaya devam ettiler. Tayin olunan vakit gelince, vazifeli melekler, bulut ile beraber, bu kavmin etrafını kuşattılar. Bu halde, bulut ve melekler, Allahü tealanın emrini beklerken, Hud aleyhisselam ve ona tabi olan müminler de bu şaşkın kavmin imana gelmesini istiyorlardı. Onların bu hali Fussilet suresi 15. ayet-i kerimesinde, mealen şöyle anlatılıyor: (Onlar bilmediler mi ki, onları yoktan yaratan, kendilerine kuvvetli olmak hususiyetini veren, üzerlerine azap gönderip, hepsini helak etmeye kadir olan Allahü teala, kuvvet ve kudrette, onların hepsinden daha üstün, daha şiddetlidir.

Onlar, Allahü tealanın her şeye kadir olduğunu, başkalarının yapmaya kadir olamadıkları şeylere gücünün yettiğini, pek kuvvetli olduğunu düşünmediler mi? Fakat onlar, bizim ayetlerimizin hak olduğunu bildikleri halde, bile bile inkar ediyorlardı.) Ad kavmi, boy ve cüsse bakımından, başkalarından daha kuvvetli iseler de, onları yaratan, onlardan elbette daha kuvvetlidir. O halde onlara layık olan, kuvvetleriyle zayıfları ezmek değil, kendilerinden çok daha kuvvetli olan Allahü tealaya itaat etmek idi. Fakat onlar kibir ve inkar yolunu tutmuşlardı. Kat’iyen o bozuk yoldan dönmediler. Şiddetli azabı hakettiler. Allahü teala, Kur’an-ı kerimde onların bu hallerini haber verdi ki, insanlar ibret alsınlar, kavuştukları dünyalık nimetlere aldanmasınlar, ahirete yönelsinler, orası için hazırlıkta bulunsunlar.

Nihayet sabah, buluttan rüzgar esmeye başladı. Rüzgar estikçe şiddetleniyordu. Esmeye başladığının ikinci gününde, ağaçları köklerinden söküp, havaya fırlatacak kadar oldu. Fırtına gittikçe şiddetlendiği gibi, uğultusu ve soğuğu da devamlı artıyordu. Fırtınadan; yağmur yerine, tarifi mümkün olmayan şiddetli bir ses ve soğuk geliyordu. Adlılar, bu rüzgarın çok şiddetli olduğunu, develeri ve iri cüsseli insanları havaya uçurduğunu görünce, koşuşarak pek muhkem ve çok emin bildikleri muazzam köşklerine girip, kapılarını kilitlediler. Fakat rüzgar çok şiddetli estiğinden, ne ev, ne de ağaç bırakıyordu. O muazzam evleri, muhteşem köşkleri söküp söküp havaya fırlattı ve içindekileri helak etti.

O uğultulu fırtına, Ad kavminin insanlarını tutundukları büyük ağaç ve kocaman kayalarla birlikte göz açıp kapayıncaya kadar, yerden kaldırıp, göklere çıkarıyor ve çok yükseklerden bırakıveriyordu. Bu dayanılmaz rüzgar; “Bizden daha kuvvetli kim olabilir ki” diye büyüklük taslayanları, saman çöpleri gibi havada uçuruyor, onları yükseklere kaldırıyor, sonra her birini, o kadar yükseklikten yere, yüzüstü çarpıyordu. Sonra Allahü teala rüzgara emretti. Rüzgar, Adlıların etraflarında bulunan kum tepelerini, onların üzerlerine yığdı. Yedi gece ve sekiz gün, bu kum yığınlarının altında inlediler. Allahü teala yine rüzgara emredince, rüzgar, onların üzerlerinden kumları kaldırdı ve hepsini denize attı. Allahü teala, Ad kavmine gelen şiddetli azabı bildirerek mealen buyuruyor ki:

(Hud’u (aleyhisselam) ve dinde ona tabi olanları rahmetimizle kurtardık. Bizim ayetlerimizi yalanlayıp, mümin olmayanların ise silsile ve köklerini kestik.) [A’raf: 72] (Vakta ki, azap emrimiz geldi. Hud’u (aleyhisselam) ve ona iman edenleri rahmetimizle kurtardık ve ahiret azabından da necat, kurtuluş verdik.) [Hud: 58] (Biz de üzerlerine, dünya hayatında zillet ve rüsva olmak azabını tattırmak için, uğursuz günlerde çok soğuk, kavurucu bir rüzgar gönderdik. Onların ahiretteki azapları ise dünyadaki azaplarından elbette daha şiddetlidir. Onlar dünyada ve ahirette yardım da görmezler.) [Fussilet: 16] Ad kavmini helak eden rüzgar, uzun boylu ve iri cüsseli insanları kaldırıp kaldırıp çarpıyor, kendilerini korumak için tutundukları büyük kayalar ve içlerine sığındıkları muazzam binaların hiçbiri işe yaramıyordu.

Çünkü azap fırtınası, bu kavmin insanlarını tutundukları kayalarla ve içine girdikleri evlerle birlikte, havaya, çok yükseğe kaldırdığı gibi, birden bırakıveriyordu. Yedi gece ve sekiz gün süren, o soğuk ve uğultulu, şiddetli azap rüzgarı, Ad kavminin insanlarını, çok feci şekilde helak etmiş; onlardan hiçbiri, değil başkalarını, kendilerini bile koruyarak, azaptan kurtarmaya muvaffak olamamıştır. Nitekim Zariyat suresinin 41 ve 42. ayet-i kerimelerinde mealen buyuruldu ki: (Ad kavminin helak edilmesinde de bir ibret vardır. Hani üzerlerine o helak edici rüzgarı göndermiştik. Her nereye uğradıysa, mallarından, hayvanlarından ve canlarından hiçbir şeylerini bırakmayıp, hepsini kül gibi savurdu, helak etti.)
Ayrıca Hakka suresinin 6, 7 ve 8. ayet-i kerimelerinde de mealen buyuruldu ki: (Ad kavmine gelince, onlar da, kasıp kavuran, uğultulu, azgın ve şiddetli bir kasırga ile helak edildiler. Allahü teala o rüzgarı, yedi gece ve sekiz gün devamlı olarak, onların üzerlerine musallat etti. Öyle bir hale geldiler ki, o vakit orada bulunsaydın, bu müddet zarfında onların, köklerinden kopup, yere serilen kof hurma kütükleri gibi, nasıl ölüp, yıkılıp kaldıklarını görürdün. Şimdi onlardan bir kalan görebiliyor musun?) Ayet-i kerimelerde açıkça bildirildiği gibi, kendilerine peygamber olarak gönderilen Hud aleyhisselama inanmayıp, müşriklikte ısrar eden, azgınlık ve taşkınlıkta, kibir ve gururda haddi aşan, hatta Allahü tealanın emir ve yasaklarını tebliğ eden zata hücum ederek inciten, azgın Ad kavmi, şiddetli rüzgar ile helak edilmiştir. Bir hadisi şerifte buyurulmuştur ki: (Ben saba rüzgarı ile yardım olundum.

Ad kavmi ise rüzgar ile helak edildi.) Tabiinin büyüklerinden Şehr bin Havşeb’in, Abdullah ibni Abbas’tan naklettiği bir hadis-i şerifte, Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Allahü tealanın gökten indirdiği hiçbir yağmur ve esen rüzgar yoktur ki, ölçüsüz olsun. Ancak Nuh tufanında ve Ad kavminin helak edildiğinde böyle olmadı. Nuh tufanı günü su, Allahü tealanın emri ile haznelerinden taştı ve ona hiçbir yol, ölçü olmadı. Ad kavminin helak edildiği zaman da rüzgar, Allahü tealanın emri ile hiçbir ölçü ve yol olmadan, her yerden korkunç bir şekilde esti.)
Ad kavmini helak etmek için esen rüzgar, Allahü tealaya asi olan ve Onun emirlerini hiçe sayıp, alay eden o azgın kavmin insanlarını yok etti. Ancak peygamberlerine tabi olanlar kurtuldular. Ad kavminden iman etmeyip, cehalet ve şirkte inat edenlerin hepsi helak olurken, en son, reisleri Halcan kalmıştı. Halcan can korkusuyla, bir taraftan dağa doğru kaçarken, bir yandan da, kavminin başına gelen bu felaketi anlayamamanın ve hakikati kabul edememenin verdiği hayretle, karışık bir korku içinde mırıldanıyordu. O, bu zavallılık halinde ve acınacak durumda iken bile, iman etmeyi düşünmüyor ve ahmaklığında ısrar ediyordu.

O sırada, Hazreti Hud onu gördü ve dedi ki: - Kendine yazık ediyorsun ey Halcan! Bile bile ebedi felakete gidiyorsun. Gel, iman et! Ancak bu şekilde kurtulursun. - İman edersem, Rabbinin katında benim için ne var? - Cennet var... - Peki, kavmimi helak eden şu bulutun içinde gördüğüm çok heybetli kimseler kimdir? - Rabbimin melekleridir. - Şayet iman edersem, Rabbin beni onlardan korur mu? - Yazık sana! Sen hiç sultan gördün mü ki, o, bir kimseyi ordusundan, askerinden koruyamıyor olsun? Hazreti Hud’un bu sözleri üzerine, Halcan, “Keşke Rabbin, benim razı olduğumu yapıp, kavmimi helak etmeseydi. Güç ve kuvvetimiz, mal ve servetimiz devamlı olsaydı” dedi ve yine iman etmedi. Nihayet, şiddetli rüzgar gelip, onu da helak etti.

Hazreti Aişe validemiz buyurdu ki: Peygamber efendimiz, semadan yağmur yüklü bir bulut görünce, ona karşı yönelir, geri döner, eve girer, çıkardı. Endişeli olduğundan, mübarek yüzünün rengi değişirdi. Gökten yağmur yağdığında, Ondaki bu hal kaybolurdu. Ben bu halin sebebini, anlamak, öğrenmek istedim. Bana, (Bilmiyorum ki, belki o bulut, Ad kavminin dediği gibi bir buluttur) buyurup, sonra; (Adlılar kendi vadilerine karşı gelen azabı, bir bulut parçası şeklinde görünce, memnun olup, sevinerek; “İşte şu görülen şey, bize çok yağmur yağdıracak bir buluttur” dediler. Hud (aleyhisselam), onların bu sözlerine karşı; “Hayır, o bulut, yağmur yağdırıcı bir bulut değildir. Bilakis o, sizin acele gelmesini istediğiniz azaptır.

O bulut zannettiğiniz şey, kendisinde elem verici, şiddetli azap bulunan bir rüzgardır. O rüzgar, Rabbinin emriyle uğradığı her şeyi helak eder” dedi) mealindeki Ahkaf suresinin 24 ve 25. ayet-i kerimelerini okudu. Ahkaf denilen kum tepeleri Ad kavmi bu korkunç azap ile müthiş bir şekilde helak olurken, Hud aleyhisselam ve ona iman edenler, hep birlikte avlu gibi bir yerde bulunuyorlardı. Zaten, Hud aleyhisselama azabın geldiği bildirilince, o gün, gün ağarırken, eshabını bir yere toplamıştı. İnsanları havalara uçurup, evleri harap eden, dağları deviren, “Ahkaf” denilen kum tepelerini, Adlıların üzerlerine yığan o şiddetli kasırga, Allahü tealanın izni ile, Hud aleyhisselamın ve ona tabi olanların yüzlerine gayet hoş gelen, tatlı ve serinletici bir rüzgar şeklinde esmişti. Hazreti Hud’a iman edenlerin dört bin kadar olduğu rivayet olunmuştur. Eski zamanlarda, azan ve doğru yoldan ayrılan bir kavmin insanlarına, Allahü teala peygamber gönderir; onlar, gelen peygambere inanmaz, eziyet ve hakarette bulunup, azgınlık ve taşkınlıkları son haddine ulaşınca, bir musibet ile onları helak ederdi. Bu durumdaki peygamber ve kendisine iman edenler, bulundukları beldeden ayrılıp, Mekke-i mükerremeye gelirler, hac yaparlar, bir müddet veya vefatlarına kadar orada kalıp, ibadetle meşgul olurlardı. Ad kavmi o korkunç rüzgar ile helak edilince, Hud aleyhisselam, iman edenlere dedi ki: - Burada yaşayanlar, Hak teala hazretlerinin kahrına, gadabına uğradıkları için, artık bizim burada durmamız uygun değildir. Bu sebepten, bu yerlerden gitmemiz gerekir.

İman edenlerle birlikte Mekke-i mükerremeye geldiler ve Kabe-i muazzamanın bulunduğu yerde, ibadet ve taatla meşgul oldular. Hud aleyhisselam, orada vefat etti. Bütün hadiselerde olduğu gibi, Ad kavminin helak olmasında da, müminlerin ibret almaları ve sakınmaları gereken hususlar vardır. Bunlardan bazıları şöyledir: Şirk ve küfürden, putlara ve başka mahluklara ibadet etmekten çok sakınmalıdır. Hakikat apaçık meydanda iken, körü körüne, inat ederek cehenneme gitmemelidir. Bu hususta kendini haklı göstermek için, baba ve dedelerinin yolunda olduğunu söylemek, insanı azaptan kurtarmakta, helakine mani olamamaktadır. İster küfrü icabettirsin, ister büyük günah olsun, dinde hiçbir bid’at ortaya çıkarmamalıdır. Nitekim Ad kavmi, putlara tapmayı çıkardılar. Bu bid’atleri müşriklik, yani küfür idi. Bu halleri, kendilerine peygamber gönderilerek ikaz edildi. Fakat onlar, şirk ve isyanda ısrar ettiler. Bu sebepten Allahü teala onların kökünü kesti. Yeryüzü onlardan temizlendi ve haberleri, kendilerinden sonrakilere ibret olarak kaldı. Doğruluğu ile tanınmış kimseleri yalanlamaktan ve yalan söylemekten çok sakınmalıdır. Bilindiği gibi, bütün peygamberler, peygamberliklerinin bildirilmesinden önce ve sonra, kavimleri arasında sadık ve emin olarak bilinen, meşhur kimselerdir.

Peygamber olduğu bildirildikten sonra, bunlar; Allahü tealadan, kıyamet ve ahiret hallerinden anlatmaya, insanları saadete davet etmeye başlayınca; inanmayanlar tarafından yalancılıkla, sihirbazlıkla, aklını kaybetmek gibi sıfatlarla itham edilmişlerdir. İman edenlerin dışında herkes bu hataya düşmüş, bundan dolayı yalan; bütün dinlerde haram kılınmıştır. Hak ve doğru olan zahir olup, açıkça meydana çıktıktan sonra, batılda ısrar etmekten sakınmalıdır. Çoğu defa; bir kavme peygamber geldiğinde, o zatın peygamber olduğunu kabul etmeyenler; “Peygamberlik iddiasında sadık isen, bize açık deliller getir, bunu biz de anlayalım” diyerek mucize isterlerdi. Peygamber olan zat, Allahü tealanın izni ile onlara mucize gösterince de, insafı olanlar, bu apaçık delil karşısında iman ile şereflenirlerdi. Kuru kuruya bir inat ve batılda ısrar edenler ise, hakikat bu derece ortada iken, yine kabul etmeyip, üstelik o peygamberi bir de yalancılık ve sihirbazlıkla itham ederlerdi.

Ad kavminin helak olmasından alınacak derslerden bazıları da şunlardır: Allahü tealanın rızası için, insanlara vaaz ve nasihat veren, onları Allahü tealanın azabı ile korkutan bir zatın, bu işi, mutlaka dünyalık menfaat elde etmek için yapıyor olduğunu tahminden ve böyle düşünmekten çok sakınmalıdır. Bu şekilde bir düşünce, o yüce kişiyi dünya menfaatine düşkün olmakla itham etmek olacağından, bunun çirkinliği hemen ortaya çıkar. Hazreti Hud da kavmine, maksadının onlara nasihat etmek olduğunu, bunun için kendilerinden bir ücret talep etmediğini, vazifesine karşılık mükafatın, Allahü teala tarafından verileceğini söylerdi. İstisnasız olarak bütün peygamberler, Allahü tealanın emir ve yasaklarını, karşılıksız olarak, ücret almadan öğretmişlerdir. Yani onların hiçbiri, bu hususta ücret ve karşılık almamış ve böyle bir şey beklememişler, her zaman bundan uzak durmuşlardır.

Günah işlemekte ısrar etmekten, tevbe ve istigfarı geciktirmekten veya terketmekten de çok sakınmalıdır. Nitekim Hazreti Hud’un davetine icabet etmeyen Ad kavmine, Allahü teala uzun müddet yağmur vermedi. Kur’an-ı kerimde Hud suresi 52. ayetinde mealen, (Rabbinize istigfar edin! Sonra Ona tevbe edin) buyurulduğu gibi, onlara nasihat etti. Bu ayet-i kerime, istigfar etmenin belayı uzaklaştırdığını ve pek çok faydalar temin ettiğini; günahta ısrarın ise rızka mani olduğunu göstermektedir. Ad kavminin, şiddetli rüzgar ile helak edilip; köklerinin kazınmasına sebep olan ahlak ve amellerinden bazıları özetle şöyledir:

Adlılar, Allahü tealanın dostlarından, sevdiklerinden yüz çevirip, onlara buğzediyorlar ve sevdiği peygamberine karşı geliyorlar, onlarla birlikte bulunmaktan kaçınıyorlardı. Kötülerle beraber olmayı üstün görüp, onlara uyuyorlar, onların yaptıkları işlere meylediyorlardı. Allahü tealanın peygamberi olan Hazreti Hud’a ve ona tabi olanlara eziyet ederler, kötülük yaparlardı. Onların kıymetlerini alçaltıcı hareketlerde bulunurlardı. Putlara ibadet ederler, onların fayda ve zarar vereceklerine inanırlardı. Allahü tealanın kendilerine ihsan ettiği güç ve kuvvetlerini beğenirler, buna güvenirler ve bu halleriyle övünüp, kibirlenirlerdi. Üstünlük hususunda, daha doğrusu; övünmek, kibirlenmek, üstünlük taslamak gibi çok kötü olan şeylerde adeta yarış ederlerdi.

Nitekim hadis-i şerifte, Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Bu din yayılır. Hatta, denizleri bile aşar. Allah yolunda denizlere atlarla girilir. Sonra Kur’an-ı kerim okuyan bir kavim gelir; “Biz Kur’an-ı kerimi okuduk. Onu bizden daha iyi okuyan, bizden daha alim kim var?” derler. Onlarda hiç hayır var mıdır?) Bunun üzerine eshab-ı kiram, “Hayır ya Resulallah! Onlarda hiç hayır yoktur” deyince, Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Onlar, bu ümmetin içerisindedirler. Onlar, cehennemin yakacaklarıdır.) Ad kavmi, insanlara zulüm ve onlara karşı azgınlık ve taşkınlık yaparlar, mallarını zorla alırlar ve haksız yere döverler, hatta öldürürlerdi. İnsanlara karşı büyüklenmekten, zorbalık yapmaktan zevk alırlardı. Güç ve kuvvetlerine güvendikleri için aldanırlar, hiç ihtiyaçları olmadığı halde, yüksek yerlere muhteşem binalar yapmakta birbirleriyle yarış ederlerdi. Ad kavminin insanları gayet dik kafalı, inatçı ve çok kibirli olmalarının yanında, uzun emel sahibi idiler. Allahü tealaya ibadet ve taatla vakit geçirmeyi bilmediklerinden, bilseler de kabul etmediklerinden, oyun ve eğlenceye dalıp, boş ve uygunsuz işlerle zamanlarını ziyan ederlerdi.

Garip ve zavallı kimselerle, yoldan gelip geçenlerle eğlenirler ve Allahü tealanın lutfettiği nimetlere nankörlük ederlerdi. Hud aleyhisselam, kavmine; hallerini, gittikleri yolun iyi olmadığını, böyle devam ederse, akıbetlerinin pek fena olacağını haber verirdi. Onlara, Allahü tealanın ihsan ettiği nimetleri hatırlatır, kendilerini Allahü tealanın azabı ile korkuturdu. Allahü tealaya iman etmelerini, Ondan korkmalarını, Ona itaat ve ibadet etmelerini söylerdi. Allahü tealanın, çok mal, evlat, bahçeler ve sular vererek ihsanda bulunduğunu, bütün bunlara nankörlük etmeye devam ederlerse, kendilerine, büyük bir azabın gelmesinden korktuğunu bildirdikçe; Adlılar, gaflet ve cehalet uykusuna tamamen dalmış olduklarından, onun vaaz ve nasihatlerine kulak asmazlar; hatta, “Sen bize nasihat etsen de, etmesen de bizim için farketmez. Bu hal, bizden öncekilerin, baba ve dedelerimizin ahlakıdır. Biz bunları terkedip de, senin söylediklerine tabi olacak değiliz” derlerdi. Hazreti Hud, tebliğ vazifesine devam ederek, kavmine, Allahü tealanın ihsan ettiği nimetleri, bunlara karşı olanların yaptıkları kötülükleri anlatır, maksadının, onları gafletten uyandırmak olduğunu bildirirdi. Bütün bunlara rağmen, Adlıların gafleti, kalblerinin kör oluşu, öldükten sonra tekrar dirilmeye inanmamaları, bu dünyada yapmış olduklarının karşılığını ahirette görmeyi inkar etmeleri ve Hazreti Hud’u yalanlamaları, onların ebedi felaketlerine sebep oldu.

Nitekim, Şuara suresinin 139. ayet-i kerimesinde mealen buyuruldu ki: (Böylece Hud’u [aleyhisselam] yalanladılar. Biz de onları helak ettik. Muhakkak ki, onlara yaptığımız bu işte, sonrakiler için bir ibret vardır.) Ad kavminin hususiyetlerinden birisi de, çok şımarık, azgın, kendini beğenmiş, kibirli, Hakkı, doğruyu kabul etmeyen kimseler olmaları idi. Tamamen oyun, eğlence ve kumara dalmışlar, böylece hak ve hakikatten büsbütün uzaklaşarak, söz dinlemeyen, nasihat kabul etmeyen bir hale gelmişlerdi. Bu hal, onların şiddetli rüzgar azabı ile helak edilmelerine sebep oldu. Ad kavmi mensuplarının kötü huylarından biri de, çok iftiracı olmaları idi. Doğru yoldan, o kadar ayrılmış, hak ve hakikatten o kadar uzaklaşmışlardı ki, akıl ve kemal sahiplerini cahil görürlerdi. İşlerinde doğru olup isabet edenleri, hataya düşmekle ve kusurlu olmakla itham ederlerdi. Nitekim Hazreti Hud, Ad kavmini imana davet edip, onları, Allahü tealanın azabı ile korkuttuğu zaman, kabul etmemişler; üstelik, A’raf suresinin 66. ayet-i kerimesinde mealen bildirildiği gibi; “...Gerçekten biz seni sefahet, akıl azlığı, çılgınlık içinde görüyoruz ve seni hakikaten yalancılardan zannediyoruz” demişlerdi. Kendilerini hak mabud olan Allahü tealaya iman ve yalnız Ona ibadet etmeye davet eden bir peygambere böyle söylemeleri, onların, büyüklere karşı cüretkar davrandıklarını ve hitap ederken edebi gözetmediklerini göstermektedir.

Üstelik, aklı kemalde ve irfanı zirvede olan Hazreti Hud’u sefih olmakla itham etmeleri, onların pek düşük, bayağı ve alçak kimseler olduklarının göstergesidir. Bir kimsenin, kendisinde bulunan aşağı ve bayağı bir vasfı, kamil bir zata isnat etmesi, gülünç olmasının yanında, ne kadar garip ve ne derece cüretkar bir davranıştır. Hal böyle iken, Hud aleyhisselam, onlara; “Hayır! Bilakis sefihler sizlersiniz” veya; “Sefihlik ancak sizde bulunur” diye cevap vermedi. Çünkü böyle cevap vermesi, onları tamamen ürkütür ve uzaklaştırırdı. O yine, A’raf suresinin 67 ve 68. ayet-i kerimelerinde mealen bildirildiği gibi, kavmine şu hikmetli cevabı verdi: “...Ey kavmim! Bende çılgınlık, akıl azlığı ve cahillik yoktur. Ben ancak, alemlerin Rabbi tarafından size gönderilmiş bir peygamberim. Ben, Rabbimin bana vahyettiklerini size tebliğ ediyorum. Size nasihat ediyorum. Ben, sizin için, güvenilir, emin bir nasihatçiyim.” Hud aleyhisselam kavminin karşı çıkmalarına, yalanlamalarına karşı, kendi haline en uygun şekilde böyle cevap verirdi. Daha değişik bir tarzda cevap vermiş olsaydı, bu durum onlara ağır gelirdi.

Hem böyle bir cevap, nasihat edenin sabırsızlığına delalet eder. Halbuki emr-i maruf ve nehy-i münker yapanın, sabır yolundan ayrılmaması lazımdır. Sefihin sefihliğine, cahilin cahilliğine, onun sözünün ve işinin benzeri ile karşılık vermek, akıllı kimseye yakışmaz. İşte, kötü kimselere cevap verirken, öyle bir cevap vermelidir ki, verilen cevapla, hem onlar, hak ve hakikate davet edilmiş; hem de kötülüklerden men edilerek, cehaletleri de en iyi şekilde yok edilmiş olsun. Adlılar, nefslerine uyarak, yaptıkları bozuk amellerine itimat edip, nefse güvenirler ve bu kötü işlerine ceza verileceğini düşünmedikleri gibi, üstelik bu çirkin amellerine sevap ve mükafat beklerlerdi. Nitekim, Ahkaf suresi 24. ayet-i kerimesinde mealen buyuruldu ki: (Onlar, kendi vadilerine karşı gelen azabı, bir bulut parçası olarak görünce, memnun olup, sevinerek ve birbirlerine müjde vererek; “İşte şu görünen şey, bize çok yağmur yağdıracak bir buluttur” dediler.) Abdullah ibni Abbas şöyle nakletmektedir: “Ne zaman bir rüzgar esse, Resulullah efendimiz mübarek iki dizleri üzerine çöker; (Ey Allahım! Onu rahmet eyle! Onu azap kılma! Allahım, onu nimet getirici kıl, azap getirici kılma) buyururdu. Ad kavminden olanlar, Allahü tealanın ayetlerini gördükleri, kendilerine gelen azabı ayan beyan bildikleri halde, günahları terketmemeye, kat’i karar vermiş gibi bir hal ile bozuk işlerine devam ederlerdi. Kendilerinde bulunan, büyüklenmek sıfatları son haddine varmıştı. Hazreti Hud’un gösterdiği mucizeleri gördükleri, böylece, onun söylediklerinin doğru olduğu iyice anlaşıldığı halde, yine inanmayıp, yalanlamışlardı.

Kendi sözlerinin batıl ve yanlış olduğunu, hasım saydıkları Hazreti Hud’un ise doğru söylediğini bildikleri halde, habis ve alçak tıynetleri icabı, yine de kabule yanaşmazlar, inat ve muhalefete devam ederlerdi. Tefekkür etmeyip, hiçbir şeyden ibret almazlar, sadece kuvvetlerine ve kalabalık olmalarına güvenirler ve bunda aşırı giderlerdi. Mesela, onları helak eden rüzgar, bir bulut şeklinde gelip, esmeye başlayınca, ailelerini ortalarına alıp, kendileri, onların etrafında halka oldular. Elbiselerinin eteklerini birbirlerine bağlayarak, ayaklarını yere kuvvetlice dayayıp, ellerini de birbirlerine kenetleyerek durdular. Güya, rüzgar ne kadar kuvvetli ve şiddetli eserse essin, onlara bir şey yapamayacak, yerlerinden oynatamayacaktı. Nitekim bu halde iken, Hazreti Hud’a; “Bizim ayaklarımızı buradan kim kaldırabilir” dediler. Biraz sonra rüzgar bunları yerden alıp, havaya fırlattı ve her biri, içi boş, kof hurma kütükleri gibi yerlere atıldılar. Akıllı insan, böyle haller karşısında, her şeyin sahip ve malikinin yalnız Allahü teala olduğunu anlar. Ondan korkar. Daima uyanık olup, hep Onun razı olduğu, beğendiği amelleri yapar.

Resulullah efendimiz zamanında, Medine-i münevverede zelzele olmuştu. O zaman Resulullah buyurdu ki: (Muhakkak Rabbiniz, sizden, rızasını kazanmanızı istiyor. Öyleyse Allahü tealadan, razı olduğu şeylere dönmeyi isteyiniz.) Yine Resulullah efendimiz, gök gürültüsü ve yıldırımları duyunca; (Allahım! Bizi gadabınla öldürme! Azabınla helak etme! Bundan önce bize afiyet ver) diye dua ederdi.

Hazreti Hud’un mucizeleri Hud aleyhisselamın belli başlı mucizeleri dört nevi idi: Allahü tealanın izni ile rüzgarları istediği tarafa döndürürdü. Bu mucizenin meydana gelmesine sebep şudur: İman etmek için, kavmi, kendisinden mucize istediklerinde, Hazreti Hud kavmine sordu: - Nasıl mucize istersiniz? - Rüzgarı istediğimiz tarafa çevir, döndür. Hazreti Hud da Allahü tealaya dua etti. Vahiy gelip, Allahü teala buyurdu ki: - Ne tarafa istersen, elinle işaret et!

Bundan sonra Hazreti Hud, rüzgarı sağ tarafa döndürmek isterse sağ eliyle, sol tarafa döndürmek isterse sol eliyle işaret ederdi. Böyle işaret etmesiyle, rüzgarın o tarafa dönmesi bir olurdu. Ad kavmi, bir mucize gösterirsen iman ederiz dedikleri ve bu mucizeyi gördükleri halde, iman etmedikleri için, yine rüzgar cinsinden ve ayet-i kerimede rih-ı sarsar diye bildirilen şiddetli rüzgar ile helak olundular. Ad kavminin insanları güçlü, kuvvetli, iri cüsseli kimseler idi. Gelip geçmiş bütün insanlar içinde boy, cüsse ve kuvvet bakımından en ileride olanlar, Ad kavmine mensuptu. Bu kadar iri cüsselerine ve kuvvetlerine rağmen, şiddetli rüzgar onları helak etti. Öylesine kaldırıp yere vurdu ki, onlardan hiçbiri, asla karşı koyamadı; zaten buna güçleri de yetmezdi.

Ayet-i kerimelerde, onların her birinin, rüzgar kendilerine çarptıktan sonra, rüzgarlara tahammülü pek az olan hurma ağaçları gibi yere devrildikleri haber verilmiştir. Ad kavminin bulunduğu havalide, taş ve kayalıklardan ibaret bir dağ vardı. Bu dağda ne bir ot biter, ne de bir su çıkardı. Ad kavmi, Hazreti Hud’a peygamberlik iddiasında sadık olduğuna delil olarak, koyunlarını ve diğer hayvanlarını otlatmak üzere, bu dağı mera haline çevirmesini söylediler. O da bunun için Allahü tealaya dua etti. Duanın hemen akabinde, o kayaların hepsi, bir anda temiz, verimli toprağa dönüşüverdi. Üstelik bu dağ, yemyeşil olup, her taraf çiçeklerle donanmıştı. Etrafta güzel çeşmeler peyda olmuş, her yer gönül alıcı bir güzellikle, güllük gülistanlık haline gelmişti. Bu mucizeyi de gözleriyle gören Adlıların kalbleri, toprak haline gelmiş olan kayalardan daha katı olduğundan, yine iman etmediler.

Hazreti Hud’un mucizelerinden biri de, duası bereketiyle yünün, ibrişim (İpekten işlenmiş bir çeşit iplik) şekline gelmesidir. Ad kavmi, mucize olarak, ondan, koyunlarının yünlerini ibrişim haline getirmek için cenab-ı Hakka dua etmesini istemişlerdi. O da dua edip, bütün yünler, Allahü tealanın izni ile ibrişim haline gelmiş idi. Hazreti Hud, Hazreti Adem’e çok benzerdi. Orta boylu, gür saçlı ve nur yüzlü idi. Mübarek yüzü çok güzel idi. Mübarek çehresi ay misali parlardı. Hazreti Hud’un sıfatı; zühd, ibadet, seha, cömertlik ve şefkat idi. Fakirlere çok sadaka verirdi. Helal yoldan geçimini temin etmek için, zaman zaman ticaretle meşgul olurdu.

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147