Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Peygamberler tarihi Adem a.s
Tekil Mesaj gösterimi
  #4  
Alt 13.02.24, 19:32
Cazgircinx Cazgircinx isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Gayretli üye
 
Üyelik tarihi: 27.02.23
Bulunduğu yer: .
Mesajlar: 2,304
Etiketlendiği Mesaj: 110 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Artık ümit de kalmamıştı. Bundan sonra Hazreti Nuh, kavminin helakı için şöyle dua etti: - Ya Rabbi! Bu zalimleri helak ve azabını ziyade eyle! Ey beni hidayet ve doğru yol üzere gitmek yaratılışı ile terbiye eden Rabbim! Yeryüzünde hareket eden hiçbir kafiri bırakma! Eğer sen, onları bırakırsan, kullarını dalalete sürüklerler. Senin vahdaniyetini, bir olduğunu tasdik etmiş olan kullarını doğru yoldan ayırır, tevhidden küfre döndürmek isterler. Hem bundan sonra onların çoluk-çocuğu olmaz. Olsa bile çocukları facir ve küfürde pek ileri giden kimseler olurlar. Ey Rabbim! Beni, anamı, babamı mümin olarak evime girenleri, erkek, kadın, bütün müminleri magfiret eyle! Zalimlerin, kafirlerin ise ancak helak ve hüsranlarını arttır.

Gemi yapması vahyediliyor Nuh aleyhisselamın anne ve babası, onun dinine girmiş mümin kimselerdi. Nuh aleyhisselamın duası Kur’an-ı kerimde çeşitli ayetlerde bildirilmiştir. Müminun suresinin 26. ayet-i kerimesinde, Hazreti Nuh’un, kavminin iman etmesinden ümit kesince, Allahü tealaya yönelerek şöyle dua ettiği bildirilmektedir: “Ey Rabbim! Kavmimden olanlar beni yalanladıkları için vadettiğin azabı göndermek, onlardan intikamımı almak suretiyle onlara karşı bana yardım et!” Şuara suresinin 117 ve 118. ayet-i kerimelerinde mealen buyuruldu ki: “Nuh (aleyhisselam) dua edip dedi ki: Ya Rabbi! Gerçekten kavmim beni tekzip etti. Beni yalanladılar. Artık benimle onların arasındaki hükmü sen ver. Beni kurtar.” Hazreti Nuh’un yaptığı bu dualara melekler, amin dediler. Allahü teala onun duasını kabul etti.

Ona kavminin helak olma zamanının geldiğini vahyetti ve buyurdu ki: - Nezaretimiz altında ve vahyimiz ile bir gemi yap! Zalimler hakkında azabın defi için bana dua eyleme ki, onlar, gark olunmakla, suda boğulmakla hüküm olunmuşlardır. Rivayet olundu ki; Cebrail aleyhisselam Nuh aleyhisselama gelerek dedi ki: - Allahü teala sana bir gemi yapmanı emrediyor. - Ben onu nasıl yapabilirim ki? - Allahü teala sana, onu yapmayı kolaylaştırır ve nasıl yapılacağı hususunda yol gösterir. Allahü tealanın bu emri üzerine Nuh aleyhisselam, evladı ve kavminden iman edenlerle beraber gemiyi yapmaya başladı. Gemi yapmak için çok ağaca ihtiyaç vardı. Bulundukları yer ise ağaçsızdı.
Bu yüzden ağacın bol olduğu bir yerde gemiyi yapmaları icap etti. Bulundukları yerin dışına çıkıp, ağacı çok olan bir mahalli seçtiler ve çalışmaya başladılar.
Kavmin ileri gelenleri, oraya gelip, Hazreti Nuh’u bu işle meşgul görünce, alaya başladılar: - Neler yapıyorsun ey Nuh, bakıyoruz meslek değiştirdin... - Senin marangozluktan anladığını bilmiyorduk... - Keşke bu işe daha önce başlasaydın. Bu işte peygamberlikten daha başarılısın... - Biz kıtlıktan, kuraklıktan kırılıyoruz. Sen de tutmuş, boğulmamak için gemi yapıyorsun... Bu ve benzeri sözlerle alaylarını sürdürüyorlardı. Onların bu alaylarına karşı Nuh aleyhisselam diyordu ki: - Gerçi şimdi siz bizimle alay ediyorsunuz, ama Allahü tealanın azabı size geldiği zaman çok perişan olacaksınız. Kendisini perişan ve rüsvay edecek azabın kime geleceğini ve ahirette daimi azabın kimin başına geleceğini yakında bileceksiniz.

Nuh aleyhisselamın kavmi, gece olunca, Hazreti Nuh’un yaptığı geminin yanına gelip, yakmak isterler, lakin hiçbir zarar veremeden geri dönerlerdi. Nuh aleyhisselama da; “Ey Nuh! Bu da senin sihirlerindendir” diyorlar, iman etmeyi akıllarına bile getirmiyorlardı.

Bu kadar açık mucizeleri gördükleri halde, küfürlerinde ısrar ediyorlardı. Nuh aleyhisselam, bir müddet geminin yapımına devam etti. Kur’an-ı kerimde, fülk, fülk-i meşhun, zat-i elvah ve desir gibi kelimelerle işaret buyurulan, Hazreti Nuh’un gemisinin mahiyeti, eni, boyu, yüksekliği, nasıl yapıldığı, yapılırken hangi malzemenin kullanıldığı hakkında çeşitli rivayetler vardır.

Abanoz ağacından yapıldığı söylenen geminin, iki veya dört senede tamamlandığı, üç katlı olduğu rivayeti meşhurdur. Ateş yanarak, kazanı kaynayarak hareket ettiği, yani buharla çalıştığı Kur’an-ı kerimde açık olarak bildirilmiştir. Nuh aleyhisselam, yüzyıllar boyunca, kavmini iman ve hidayete davet ettiği halde, onların, inanmamakta ısrar etmeleri sebebiyle helak olmalarının yaklaştığı sırada, son olarak kavmine şöyle söyledi:


- Ey insanlar! Ben size doğru yolu göstermek için Allahü teala tarafından görevlendirildim. Bir ömür boyu size nasihat ettim. Dinlemediniz, benimle alay ettiniz, buna rağmen sabır ve tahammül gösterdim. Bana ve bana inananlara eziyet edip, incittiniz. Allahü teala, yeryüzünü zulüm ve küfürden temizleyecek. Geliniz, davetimi kabul ediniz. Cahillik etmeyiniz. Allahü tealaya itaat ediniz. Ben sizin hayır ve iyiliğinizi istiyorum. Siz bilmiyorsunuz ama, Allahü tealanın azabı en kısa zamanda büyük bir tufan şeklinde gelecek.
Bildirdiklerime inanmayan herkes helak olacaktır. Şu yaptığım gemi, iman edenlerin binip, kurtuluşa ereceği gemidir. Allahü tealaya iman etmeyen asiler suda boğulacaktır. Kurtulmayı isteyen iman etsin ve benimle gelsin. Bu, benim, herkesin duymasını istediğim son sözümdür.

Hazreti Nuh’un son olarak söylediği bu sözlerine de uymayan insanlar, dediler ki: - Ey Nuh! Uzun yıllardan beri, bu sözleri söylüyorsun. Şimdi de kuru bir çöl ortasında büyük bir gemi yaptın. Bizi tufanla korkutuyorsun. Biz sana da, söylediklerine de inanmıyoruz.

Tufanın başlaması ve buharlı gemi Nuh aleyhisselam gemiyi bitirdiğinde, vadolunan azabın vakti gelmişti. Tufanın alametleri görülüp, sular yavaş yavaş yükselmeye başladı. Allahü teala, Hazreti Nuh’a vahyedip, her hayvan ve kuştan birer çifti ve kavminden iman edenleri gemiye almasını emretti. Gemiye alınan müminlerin sayısı hakkında değişik rivayetler vardır. İbni Abbas’dan rivayet edildiğine göre; Nuh
aleyhisselam da dahil, gemide 80 kişi bulunuyordu. Nuh aleyhisselamın son davetini de kavmi kabul etmeyince, sular yükselmeye başladı.

Bu hususta Kur’an-ı kerimde, Hud suresinin 40. ayet-i kerimesinde mealen buyuruldu ki: (Nihayet helak etme emrimizin, azabımızın vakti geldiği, gemi kazanı [Tennur] kaynadığı zaman, biz Nuh’a emreyledik ki, kendisinden faydalanılan hayvanların her cinsinden erkek ve dişi birer çift hayvanı gemiye koy. Üzerlerine boğulma emri takdir olunanlar hariç aile efradını ve sana iman etmiş olanları gemiye koy. Zaten Nuh’a iman edenler pek az idi.) Alimler, ayet-i kerimede geçen tennuru, gemide suyun toplandığı yer olarak bildirmişler, yani tennurun geminin kazanı olduğunu haber vermişler; “Nuh’un gemisinin, ateş yanarak, kazanı kaynayarak hareket ettiğini, Kur’an-ı kerim açıkça bildiriyor” buyurmuşlardır. Tufan alametleri başlayınca, Hazreti Nuh, müminlerden birini, kavmin meliki olan Safredus’a gönderdi. Gönderilen mümin, tufanın başladığını haber verip, meliki imana davet etti. Kral derhal atına atlayıp geminin yanına geldi.

Hazreti Nuh’a bu olanları sordu. O da buyurdu ki: - Ey Melik! Bu, daima size söylediğim, sizi korkuttuğum gadab-ı İlahidir. Allahü tealanın azabıdır. İşte zahir oldu. Kral ve diğer müşrikler, hala bu hali, diğer zamanlarda yağan, şiddetli yağmur olarak zannettiler ve en son daveti de kabul etmediler. Gemiye binecekler hazır olunca, Hazreti Nuh onlara, Besmele ile gemiye binmelerini söyledi. Bütün müminler, o azgın kafirlerin gözleri önünde, Hazreti Nuh’la beraber gemiye bindiler. Nitekim bu hal, Hud suresinin 41. ayet-i kerimesinde mealen şöyle bildirildi: (Nuh, gemiye bineceklere; “Allahü tealanın ismiyle girin ki, geminin yürümesi ve durması Allahü tealanın iradesiyledir. Benim Rabbim, müminleri magfiret edici ve merhametiyle tufan belasından kurtarıcıdır” dedi.) Nihayet gemiye binecekler bindi. Tufan başlamıştı. Sular yükseliyordu. Hazreti Nuh, geminin gitmesini isteyince, “Bismillah” der, gemi giderdi. Durmasını isteyince de, yine “Bismillah” der ve gemi dururdu.

Hazreti Nuh ilk önce, iman etmiş olan Amure ismindeki bir hanımla evlenmişti. Bundan olan oğulları ve bunların hanımları, yani Hazreti Nuh’un gelinleri de mümin idi. Bunların hepsi gemiye binmişlerdi. İkinci olarak iman etmiş olan Vaile ise, daha sonra, imandan ayrılmış, mürted olmuştu. Hazreti Nuh’un bu kadından doğan oğlu Kenan da babasına iman etmemişti. Bu Vaile, iman gibi büyük bir devlete, sonra da yüce bir peygambere zevce olmak gibi çok üstün bir şerefe ve saadete kavuşmuş iken, imandan ayrılmış ve nasipsizin biri olmuştu. Mürted olduktan sonra ise, aşağılık ve alçaklığına bir yenisini daha ekleyerek, Hazreti Nuh’a hakaret ve hainlik yapmaya başladı. Hazreti Nuh’a mecnun, deli diyerek, küstahlıkta bulunduğu gibi, onun gizli sırlarını, kavmin müşrik olan reislerine vermekten de geri kalmıyordu. Tabii ki, bu kadın gemiye binemedi.

Nuh aleyhisselam sular yükselmeye başladığında, oğlu Kenan’ı bir köşede gördü. Babalık ve peygamberlik şefkati ile son bir defa daha, bu asi evlada nasihat etti. İman etmesini söyleyerek buyurdu ki: - Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gemiye bin ki, inananlarla beraber selamete eresin. Kafirlerle beraber olma! Eğer kafirlerle beraber olursan helak olursun. - Ne iman ederim, ne de gemiye binerim. Bir büyük dağa sığınırım. O dağ beni, suda boğulmaktan korur. - Allahü tealanın iman nasip etmekle rahmet buyurdukları hariç, bugün Allahü tealanın azabı olan boğulmaktan koruyucu, kurtarıcı yoktur. Nuh aleyhisselam bundan sonra, Allahü tealaya nida edip dedi ki: - Ya Rabbi! Oğlum Kenan benim ehlimdendir ve senin vadin elbette haktır.

Senin vadinde değişiklik olmaz. Sen beni ve ehlimi suda boğmayacağını vadetmişsin. Allahü teala buyurdu ki: - Ey Nuh, o senin ehlinden, dininden değildir. Zira o salih olmayan bir amel sahibidir. O halde ilmine vakıf olmadığın bir şeyi benden isteme! Şüphesiz ben, seni, cahillerden olmaktan men ederim. Bunun üzerine Nuh aleyhisselam derhal şöyle dedi: - Ya Rabbi! İlmim olmayan şeyi senden istemekten, sana sığınırım. Eğer beni magfiret ve bana affınla rahmet etmezsen, ben ziyana düşenlerden olurum. Tefsir alimlerinin bildirdiklerine göre, Kenan, iman etmiş görünen bir münafık idi. Hazreti Nuh da bunu bilmediğinden, görünüşe göre hüküm verip, onun için niyazda bulundu.

Kenan, babasının ısrarına rağmen, gemiye binmeyerek, o güne kadar gizli tuttuğu küfrünü açığa vurmuş oldu. Bu sırada bir dalga gelip, Kenan da diğer kafirlerle beraber boğulanlardan oldu. Tufan başlamıştı. Gökten adeta sel akıyor, yerden de su fışkırıyordu. Hem bu su, başka zamanlarda yağan yağmur suları gibi, tatlı değildi. Tadı acı olup, içenin midesini harap ederdi. Bunun normal bir yağmur değil, azap suyu
olduğu, gayet açık ve aşikar idi. Bu sular her tarafı kapladı. Gemide bulunanların haricinde hiçbir canlı mahluk kalmamak üzere hepsi boğuldu. Suların yükselmesinden, en yüksek dağlar bile su altında kaldı. Bu kadar büyük ve geniş bir su deryasında, dalgaların büyüklüğünü tarif etmek mümkün değildir. Bu tufan esnasında, Hazreti Nuh’un gemisi emniyet ve selamet içinde, rahatça yol alıyordu. Nitekim Hud suresinin 42. ayet-i kerimesinde mealen buyuruldu ki:


(O gemi, dağlar gibi dalgalar içinde yüzüp onları götürüyordu...) Gemi dağlar gibi dalgalar arasında, bütün dünyayı dolaştı. Her uğradığı yerde, yani şehirler üzerinden geçerken; “Bu şehir filan şehirdir. Tufandan sonra da burada filan şehir kurulacaktır” diye bir ses gelirdi. Mekke-i mükerremeye vardıklarında, gemi, Kabe-i muazzamanın bulunduğu yerin etrafında, su üzerinde, yedi defa döndü. Böylece Kabe-i muazzamayı tavaf etmiş oldular.

Tufan sona eriyor Rivayet edildiğine göre tufan, altı ay devam etti. Nihayet Allahü teala yere ve göğe emredip buyurdu ki: - Ey yer! Suyunu yut ve ey sema suyunu tut, yağdırma! Bu İlahi emir karşısında su çekildi ve gemi Cudi Dağı üzerinde karar kıldı. Bundan sonra Allahü teala tarafından Hazreti Nuh’a denildi ki: - Ya Nuh! Bizden, selamet ile ve seninle beraber bulunanlardan doğup, yetişecek mümin ümmetler üzerine birçok bereketler ile gemiden in! Beraberinde bulunanlardan gelecek kafir ümmetler de vardır ki, biz onları da dünyada bol rızıklarla faydalandıracağız. Sonra ise ahirette onlara, bizden elem verici bir azap verilecektir. Tufan sona erince gemide bulunanlar, emniyet ve selamet içinde gemiden indiler. Yeryüzünde, kendilerinden başka hiçbir canlı sağ kalmadı. Bu dehşetli ve korkunç tufanda, onlar, imanlarının bereketiyle hiçbir sıkıntı ve elem görmediler.

Dağlar gibi dalgaların meydana geldiği o korkunç su deryası, Allahü tealanın emri ile yine çok kısa bir zamanda kuruyup, yeryüzü yaşamaya müsait hale geldi. Tufandan evvel 40 veya 90 sene süren kıtlık müddetince, müşriklerin çocukları da olmamıştı. Yani tufanda, yeryüzünde hep, akıl baliğ olan kimseler vardı. Bunlardan mümin olanlar kurtulup, kafirler ise, tamamen helak oldu. Yani tufanda müşriklerin çocukları olmadığından günahsız kimseler helak olmamıştır. Nuh ve beraberindekiler, Muharrem ayının onuncu (Aşure) gününde gemiden indiler. Tufandan sağ ve selametle kurtulmalarına, karaya inmelerine şükür olarak, o gün oruç tuttular. Azıklarından ellerinde kalanları topladılar. Hazreti Nuh, buğday, mercimek, nohut gibi hububattan tatlı pişirdi. Bu tatlıya aşure tatlısı demek adet olmuştur.

Nuh aleyhisselamın o gün aşure tatlısı pişirdiği için, müslümanların, Muharrem ayının onuncu gününde aşure pişirmesi ibadet olmaz. Muhammed aleyhisselam ve eshab-ı kiram böyle yapmadı. Aşure günü, aşure pişirmeyi ibadet sanmak bid’attir, günahtır. Muhammed aleyhisselamın yaptığı veya emrettiği şeyleri yapmak ibadet olur. Din kitaplarının yazmadığı, ehl-i sünnet alimlerinin bildirmediği şeyleri yapmak, bunları ibadet sanmak sevap olmaz, günah olur. O gün, herhangi bir tatlı yapmak, tanıdıklara ziyafet, fakirlere sadaka vermek sünnettir, ibadettir. Nuh aleyhisselamın peygamberliği 950 sene sürdü. Yaşı kesin bildirilmedi. Kabr-i şerifinin nerede olduğu ve tufandan sonra ne kadar yaşadığı hakkında muhtelif rivayetler vardır. İnsanlar, Nuh aleyhisselamın gemiye binen oğulları ve inananlardan çoğaldılar.
Zamanla diğer inananlar unutularak Hazreti Nuh’a ikinci Adem denildi.

Hazreti Nuh’un vefatı Hazreti Nuh, tufan son bulduktan, yeryüzünde hayat yeniden başladıktan ve evladı etrafa dağıldıktan sonra vefat etti. Tufandan sonra daha uzun seneler yaşadığı da bildirilmiştir. Nuh aleyhisselam vefatı yaklaştığı sırada yerine büyük oğlu Sam’ı vekil bıraktı ve yanına toplanan oğullarına birtakım tavsiyelerde bulundu. Allahü tealaya ibadete devam etmelerini onlara emretti. Ayrıca oğlu Sam’a: - Yavrum, kalbinde zerre miktarı şirk olduğu halde kabre girme! Çünkü Allahü tealanın katında müşrik olarak gelen kimse için bir mazeret, özür yoktur. Yavrum, kalbinde zerre miktarı kibir bulunduğu halde kabregirme! Çünkü kibriya, büyüklük Allahü tealaya mahsustur.

Büyüklük taslayan kimseye azab eder. Yavrum, kalbinde zerre miktarı rahmetten ümit kesmiş olarak kabre girme! Çünkü dalalete, küfre düşmüş kimseden başkası Allahü tealanın rahmetinden ümid kesmez. Sana vasiyetimi söylüyorum. Sana iki şeyi emrediyor, iki şeyden nehy ediyorum. Sana Kelime-i tevhidi emrediyorum. Çünkü yedi kat sema ve yedi kat yer terazinin bir kefesine ve La ilahe illallah kelimesi de diğer kefeye konsa bu kelime onlardan ağır gelir. Eğer yedi kat sema ve yedi kat yer uçsuz bucaksız bir çenber olsalar La ilahe illallah ve Sübhanallahi ve bihamdihi kelimeleri onları kırar. Çünkü bunlar her şeyin düasıdır ve halk bunlarla rızıklanır.

Seni şirkten ve kibirden nehy ediyorum. Gücün yeterse kalbinde şirkten ve kibirden bir şey bulundurmamaya çalış. Hazreti Nuh’un vefatı yaklaştığında, Cebrail ve Azrail aleyhimesselam birlikte geldiler. Azrail aleyhisselam buyurdu ki: - Ey uzun ömürlü peygamber! Ömür olarak bu kadar hayat sürdün. Çok günler geçirdin. Sıkıntı ve meşakkat diyarı olan bu fani alemi nasıl buldun? Hazreti Nuh da şöyle cevap verdi: - İki kapısı olan bir kervansaray gibi buldum. Bu kapının birinden içeri girdim. Diğerinden çıkıp gidiyorum. Ancak içeride az bir miktar kaldım. Bundan sonra vefat edip, Kudüs’te Beyt-i Makdis civarına defnedildi. Bu hususta başka rivayetler de vardır. Rivayete göre Havariler, İsa aleyhisselama dediler ki:

- Ey Allahın peygamberi! Allahü teala sana, ölüleri diriltmek mucizesini verdi. Nuh aleyhisselamın gemisini görmüş, bize ondan bahsedecek birisini diriltseydin ne iyi olurdu. Bunun üzerine İsa aleyhisselam, onları, bir kum tepeciğinin yanına götürdü. Oradan bir avuç toprak alıp, havarilerine sordu: - Buranın ne olduğunu bilir misiniz? Onlar da dediler ki: - Allahü teala ve peygamberi daha iyi bilir. O zaman İsa aleyhisselam, “Burada Hazreti Nuh’un oğlu Sam vardır” deyip, elindeki asası ile toprağa vurdu ve buyurdu ki: - Allahü tealanın izni ile kalk! O böyle söyler söylemez, orası açıldı ve Sam, mezardan çıktı. Hazreti İsa ona buyurdu ki:

- Nuh aleyhisselamın gemisinden bahset, haber ver! Sam da şöyle anlattı: - Gemi üç katlı idi. Birinci katta evcil ve vahşi hayvanlar, ikinci katta kuşlar, üçüncü katta da müminler vardı... Allahü teala, birbirine hasım olan hayvanlara dostluk verdi. Böylece birbirlerine zararları dokunmadı. Bu şekilde sual ve cevaplardan sonra, Hazreti İsa buyurdu ki: - Allahü tealanın izniyle geri dön! Bunun üzerine Sam da tekrar vefat edip, toprağa girdi. Allahü teala katında Hazreti Nuh’un derecesi o kadar yüksek idi ki, onun gadaplanması ile; gökler, yer ve hava gadaba geldi.

Bu, öyle bir gadablanma idi ki, yeryüzünde değişikliğe uğraması icabeden ne kadar yer varsa, değişikliğe uğrayıncaya ve yeryüzünde kafirler kalmayıncaya kadar dinmedi. Hazreti Nuh’un yüksekliği, üstünlüğü buradan da anlaşılmaktadır.

Medeniyetin yeniden kurulması Tufan bitip, Nuh gemisindeki seksen kişi dışarı çıkınca, bir kasaba kurup, (Medinetüs-Semanin = Seksenler şehri) ismini verdiler. Sonra çoğalınca, Babil diyarına varıp, orada da şehir kurdular. Nüfusları zamanla artıp, yüzbini buldu. Hepsi müslüman idiler. Nitekim Yunus suresinin 73. ayet-i kerimesinde mealen buyuruldu ki: “Biz Nuh’a ve gemide onunla birlikte bulunan kimselere, selamet, kurtuluş verdik ve onları yeryüzünde halifeler kıldık. Onları suların içinde boğulup gidenlerin yerlerine kaim eyledik. Bizim ayetlerimizi yalanlayanları da tufanla suda boğduk. Şu halde ey Habibim! Bir bak ki, kendilerine gönderdiğimiz peygamberler, Allahü tealanın azabıyla korkuttuğu halde, iman etmeyenlerin hali nice oldu.” Hazreti Nuh’un evladı zamanla daha da çoğalarak yeryüzünün her tarafına dağıldı. Diğer insanlar bunlardan çoğaldı. Bunun için Hazreti Nuh’a, insanoğlunun ikinci babası ve ikinci Adem de denilmiştir.

Hazreti Nuh’un üç evladı vardı. Sam, Hazreti Nuh’un büyük oğlu olup, akıl ve fazilette, salih bir zat olmakla, kardeşlerinden üstündü. Yüksek babasındaki nurlardan, gizli marifetlerden pek çok istifade etmiş, çok şeylere kavuşmuş idi. Babasından sonra bütün müslümanlara halife oldu. Hazreti Nuh’un hayır dualarına mazhar olmuştu. Bu fazileti sebebiyle, birçok peygamber ve başka üstünlük, şeref sahibi pek çok kimse, onun temiz neslinden gelmiştir. Keldaniler, Asuriler, Süryaniler, Finikeliler, İbraniler ve Araplar onun soyundandır.

Hazreti Nuh, vefatı yaklaştığında, oğlu Sam’ı yanına çağırıp şöyle söyledi: - Oğlum, sana iki şeyi tavsiye ediyor ve seni iki şeyden de men ediyorum. Sana yasak ettiğim iki şey; Allahü tealaya şirk koşmak ve kibirdir. Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez. Sana tavsiye edeceğim iki şey de şudur ki, bunlar; Allahü tealaya yönelmeyi arttırır. Bunlardan birisi, La ilahe illallah diğeri ise Sübhanallahdır. Çünkü Sübhanallah, mahlukatın duasıdır. Onlar bununla rızıklanırlar.

Ham, Hazreti Nuh’un diğer oğlu olup, Hindistan, Habeş ve Afrika halkı, soy itibariyle buna bağlıdır. Yafes de Hazreti Nuh’un oğullarındandır. Çin, Rus, Slav ve Türkler bunun soyundandır. Yafes beşyüz yaşında iken suda boğuldu. Neslinden gelenler Asya’nın ortalarında yerleşti. Doğu Asya’ya ve o zaman mevcut olan karayolları ile Okyanus adalarına yayıldılar. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra, insanlar, Hazreti Nuh’un dinini ve nasihatlerini unutarak, yıldızlara, güneşe, heykellere tapınmaya başladılar. Nitekim Yunus suresinin 74. ayet-i kerimesinde mealen buyuruldu ki: “Nuh’dan sonra kavimlere peygamberler gönderdik. O peygamberler kavimlerine, peygamberlikleri ispat eden açık mucizeler getirdiler.

Fakat, o kavimler evvelce yalanlamış oldukları şeylere, yine, iman etmediler. İşte bunlar gibi haktan batıla koşan, haddi aşmış olanların kalbleri üzerine böylece mühür basarız.” Nuh aleyhisselam dokuzyüzelli sene peygamberlik yapmıştır. Nitekim Ankebut suresinin 14 ve 15. ayet-i kerimelerinde mealen buyuruldu ki: “Biz Nuh’u, onları imana davet etsin diye kavmine peygamber olarak gönderdik. O, kavminin arasında dokuzyüzelli sene kaldı. Nihayet davetinin tesiri olmayınca, onlar zulümde devam edip dururlarken, kendilerini tufan yakalayıverdi. Nuh’a ve gemide onunla beraber olan müminlere tufandan kurtuluş verdik ve onu, gemiyi ve tufan hadisesini alemlere ibret kıldık.”


Alimlerimiz Nuh aleyhisselamın ümmeti arasında dokuzyüzelli sene kaldığının bildirilmesindeki hikmet ve faydayı şöyle anlatıyorlar: “Kureyş kafirlerinin İslama girmemesi ve müşriklikte ısrar etmeleri sebebiyle, Resulullah efendimiz çok üzülüyordu. Bu sebeple Allahü teala sevgili Habibini teselli buyurarak, Nuh aleyhisselamın kavmi arasında 950 sene kaldığını, onları hak dine davet ettiği halde, pek az kimsenin ona inandığını, buna rağmen onun sabrettiğini bildirdi. Muhammed aleyhisselamın ise, Hazreti Nuh’a göre kavmi arasında daha az kaldığını; iman edenlerin ise daha çok olduğunu, bu bakımdan Onun sabretmeye daha layık olduğunu bildirerek teselli buyurdu. Yine bu ayet-i kerimede; “... onlar zulme devam edip dururlarken, kendilerini tufan yakalayıverdi” buyurdu.

Burada bir incelik vardır. Allahü teala sadece zulümden dolayı azap etmez. Böyle olsa idi, önceleri zulmedip, sonra tevbe edene de azap ederdi. Fakat durum böyle değildir. Allahü teala, ancak, zülümde ısrar edildiği zaman azap eder. Nitekim Allahü teala, onları, zulme devam ettikleri için helak etti. Yoksa zulmü terketselerdi, Allahü teala onları helak etmezdi. Şüphesiz ki her peygamber, ümmetine, Allahü tealanın bir nimeti ve rahmetidir. Bu nimetin şükrünü, iman ederek yerine getirmeyenler, küfran-ı nimette bulunanlar helak olmuşlardır. Zira kavuştuğu nimetin kıymetini bilmeyenler, daima felakete maruz kalmışlardır.” Kur’an-ı kerimin bu beyanatı, Peygamber efendimize bir teselli ve inkarcılar için de küfürden sakındırma ve bir tehdittir.

Nuh kavminin, inananlara yaptıkları işkenceler, tarih boyunca, bütün inananlara uygulanmıştır. Nitekim şiddetli rüzgar ile helak edilen Ad kavmi, sayha, şiddetli ses ve gürültü ile helak edilen Semud kavmi, Hazreti İbrahim’in kavmi olan Keldaniler, Lut kavmi, eshab-ı Ress, eshab-ı Medyen, eshab-ı Eyke ve Kavm-i Tübba gibi nice kavimlere peygamberleri hüccet ve apaçık mucizelerle geldiler. Fakat bunlar inanmadılar, alay ettiler ve inananlara da işkence ettiler.

Hazreti Nuh’un hilyesi, görünüşü Hazreti Nuh, Allahü tealanın korkusuyla çok ağlayıp, gözyaşı döktüğü için Nuh denilmiştir. Nuh aleyhisselam Hazreti Adem’e çok benzerdi. Buğday tenli, iri yapılı, iri gözlü, uzunca boylu, geniş omuzlu olup, kolları ve baldırları ince ve kalın değildi. Her şeyin yaratıcısı olan yüce Rabbimiz, onun mübarek teninin rengini, halis gümüş misali, beyaz halketmişti. Mübarek başı büyükçe ve pek güzel idi. Sakalları uzunca idi. Gayet şiddetli ve gadablı idi. Bununla beraber çok kerim, sabırlı ve yumuşak huylu olup, çok şükredici idi. Nitekim İsra suresi 3. ayetinde mealen buyuruldu ki: “Ey Nuh ile beraber gemiye yüklediğimiz kimselerin zürriyeti! Doğrusu Nuh, çok şükredici bir kul idi.” Hazreti Nuh’a inanmayıp ahirette sonsuz azaba duçar olan; dünyada ise suda boğularak helak edilen kavmin, bu duruma gelmesine sebep olan halleri, kısaca şöyledir: Her müminin bundan ibret alıp sakınması ve onların akıbetine düşmekten korkup, titremesi lazımdır. O kavimde, Hazreti Nuh’a tabi olanların dışındaki herkes, imansız olup, Allahü tealaya ve gönderdiği Nuh aleyhisselama inanmıyordu. Onların kafir oldukları, Kur’an-ı kerimde zikrolunmaktadır.

Bunlar putlara tapıyor, başkalarını da putlara tapmaya teşvik ediyorlardı. Putlara tapmak, müşriklik olup, bu da küfrün bir çeşididir. Yine iman edenlerden başka, herkes zındık idi. Onlar ahiret gününü, öldükten sonra tekrar dirilmeyi, haşrı ve neşri inkar ederlerdi. Bu azgın kavim Hazreti Nuh’un bildirdiği tevhid itikadına, dalalet dediler. Kıyamet günü ile korkutmasına ise, apaçık bir sapıklık, dediler. Onların bu sözleri, kıyamet gününü yalanladıklarını göstermektedir. Halbuki, Allahü tealanın bütün peygamberleri, başta, Allahü tealaya ve ahiret gününe iman etmeyi bildirmişlerdir.

Ümmetlerinden ilk olarak bunu tasdik etmelerini istemişlerdir. Allahü teala tarafından kendilerine peygamber olarak gönderilen Hazreti Nuh’a tabi olmayıp, bunu kendileri için aşağılık saydılar. O yüce peygamberi, kendileri gibi alelade bir insan olarak gördüler. Peygamber olarak gönderilen zatın, kendilerinden apayrı cinsten biri olması, mesela bir melek olması lazım geldiğini zannettiler. Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadis-i kudside; Allahü teala buyurdu ki: “Ademoğlu yalanlamaması lazım geldiği halde, beni yalanladı. Şetmetmemesi lazım geldiği halde beni şetmetti.

Onun beni yalanlaması, benim kendisini ilk yarattığım gibi (tekrar) onu diriltemeyeceğimi söylemesidir. Onun beni şetmetmesi; “Allah çocuk edindi” demesidir. Halbuki ben ehad, var ve bir, eşi, ortağı olmayan ve samedim. Üstünlüğüm nihayet derecesinde, sonsuz olup, mahlukların hiçbirisine muhtaç olmayan ebedi ve ezeli malik ve hakimim. Doğmadım, doğurulmadım. Bana hiç kimse denk değildir.” Nuh aleyhisselamın kavminin helakine sebep olan diğer hallerden bazıları da şunlardır: Bu azgın kavim, Nuh aleyhisselama tabi olmadıkları gibi, bir de onu yalanladılar. Hazreti Nuh’a asi oldular, karşı geldiler. Nitekim Nuh suresinin 21. ayet-i kerimesinde mealen; (Nuh dedi ki: “Ey Rabbim! Bu kadar uzun davet ve nasihatime rağmen, kendilerine emrettiğim şeylerde, onlar bana asi oldular...”) buyurulmaktadır. Hazreti Nuh’un kavminden olup, iman etmeyenler, Allahü tealanın kendilerine ihsan ettiği nimetlere şükretmiyorlar, ondan haya etmiyorlar ve azabından korkmuyorlardı.

Allahü tealanın yüceliğine, rahmetinin genişliğine, azabının çetinliğine hiç aldırış etmiyorlardı. Onların kadınları da, edep ve hayasını kaybetmiş, çok ahlaksız bir hal üzere idiler. Zinetlerini, edep yerlerini yabancı erkeklere gösterirlerdi. Giydikleri elbiseleri, incilerle süsleyip, yol ortasında çalım satarak ve salınarak yürürlerdi. Bu ise haramdır. Nitekim Ahzab suresinin 33. ayet-i kerimesinde mealen buyuruldu ki: (Eski cahiliyye zamanındaki kadınlar gibi; kendinizi süsleyip sokakta salınarak yürümeyin...)

Zina, bütün dinlerde haram kılınmış, en çirkin günahlardan olduğu halde, onlar, bu fiili işlerlerdi. Hazreti Nuh’un kavmi, zevk ve lezzetlere düşkün olan reislerine uyarlar, onların peşinden giderlerdi. Hatta bunu da kendileri için bir kıymet sayarlar, başkalarının sevgi ve muhabbetlerine, bunları tercih ederlerdi. Mal ve evlat sahibi olup, halleriyle övünen, gururlanan reislerine uyarlardı. Nitekim, Nuh suresinin 21. ayet-i kerimesinde mealen buyuruldu ki: (Nuh şöyle dedi: Rabbim, onlar kendilerine emrettiğim şeylerde bana isyan ettiler. Kavmimin fakirleri de şu kimselere tabi oldular ki, onların mal ve evlatları, ancak ahirette hüsranlarını arttırır.
Onlar, zenginler ve kavmin reisleridir.) Mekr, hile yapmak büyük günahtır. Allahü teala, Nuh aleyhisselamın kavmi için, Nuh suresinin 22. ayet-i kerimesinde mealen; “Ve çok büyük bir mekr, hile yaptılar” buyurdu. İnsanları aldatıp, doğru yoldan saptırmak, onları, Allahü tealaya imandan, Ona taatten menetmek, günahlara ve kötülüklere davet etmek, kötü kimselere tabi olmak, onların peşinden gitmek, çok yanlış ve çirkin bir iştir. Hazreti Nuh’un kavmi, bu yanlış halde bulunuyordu. Hadisi şerifte buyuruldu ki: “Ümmetim hakkında en korktuğum; reis, rehber durumunda olup da, insanları doğru yoldan saptıranlardır.” Nasihat dinlemekten yüz çevirdiler. Nasihat dinlememek, insanı, kibre ve Allahü tealadan yüz çevirmeye götürür. Nuh kavmi, yüz çevirdikleri gibi, nasihat edenlere buğzettiler.

Hazreti Nuh, kavmine nasihat ederken,onların, elbiseleriyle yüzlerini kapatmaları; nasihat edenlere kızıp hakaret ettiklerini gösteriyor. Nuh aleyhisselamın kavminin helakine sebep olan diğer hallerden bazıları şunlardır: Nuh kavmi, günah işlemekte ısrar ettiler. Bu da çok hatalı bir davranıştır. Günah işlemekte ısrar eden kimse, müptela olduğu günahı devamlı yapar. Bir defa yapınca, diğer bir defa daha yapmaya azmeder. Günahı tekrar işlemekte sürat gösterir, yani beklemeden tekrar tekrar yapar. Hal böyle olunca, iyilik yapamaz olur. Bu sebeple hayırdan uzaklaşır. Böyle bir kimsenin yaptığı günahtan pişman olması, günahtan yüz çevirmesi lazımdır. İstigfar, günahtan ayrılmak, onu terketmektir. Hazreti Nuh da kavmine, iman etmelerini, işledikleri günahlarından dolayı istigfar etmelerini emretmiştir.

Nuh kavmi çok kibirli kimselerdi. Kibirlendikleri için, imandan mahrum kaldılar. Kibirlenmeleri, bu büyük nimet ve şerefe kavuşmalarına mani oldu. Şeytanın da ebedi melun olmasına sebep kibirlenmesidir. Nuh aleyhisselam, kavmine nasihat eyledi. Kavmini, ibadet edilmeye tek layık olan Allahü tealaya iman etmeye ve yalnız Ona ibadet etmeye davet etti. Onlara karşı pek şefkatli davrandı. Çünkü onlara azap gelmesinden korkuyordu. Buna rağmen, kavmi, iyiliğe kötülükle karşılık verdikleri gibi, ona yalancı ve deli de dediler. Böylece, Hazreti Nuh’un ve ona iman etmiş olanların fazilet ve üstünlüklerini inkar ettiler. Bununla da kalmayıp, taşkınlıkta bulundular. Hakaret ve alay ederek, aşağıladılar.

Hatta olmadık işkenceyi reva görüp, acımasızca, bayılıncaya kadar dövdüler. O ise kendine geldiği zaman derdi ki: - Allahım! Kavmimi hidayete erdir! Çünkü onlar bilmiyorlar. Kavmi, Hazreti Nuh’u ve ona iman edenleri, aşağılamaya ve onlara kötülük etmeye devam edince, Allahü teala onları helak etti. Hatta, Hazreti Nuh’u onlara şefkat etmekten, onlara gelecek azabın olmaması için dua etmekten bile men etti. Azgınlık ve taşkınlıkta bulundular. Büyüklere karşı hayasızca davranmak, kötülük yapmaya yeltenmek ve saygısızlık etmek, küçük çocukları onlara kötülük yapmak için göndermek de, Hazreti Nuh’un kavminin azgın ve taşkın hallerinden idi. Allahü tealanın bazı kullarına, ilim, hikmet ve benzerlerini vererek, onları kıymetli kılmasını kabul etmemek de, o kavmin kötü ahlakından idi.

Hazreti Nuh’a iman eden müminler için; “Kavmimizin en aşağı, rezil kimseleri” dediler. İnsan olmak bakımından eşit bulunmayı, içlerinden bazı kullara ilim, hikmet gibi faziletlerin verilmesine mani olarak gördüler. Yine onlar, böyle faziletlerin, makam, mevki, zenginlik, soy, akrabalarının çokluğu gibi sebeplerle, kendilerinde bulunması icabettiğini zannettiler. Halbuki, kendilerine peygamber olarak gönderilen zatlar, içlerinden en güzel soydan, en asil aileden gelirdi. Buna rağmen inatla direnirler ve hakikati kabul etmezlerdi. Hazreti Nuh’un kavminden olanlar, Hazreti Nuh’un ve ona iman edenlerin faziletlerini, üstünlüklerini inkar ettiler. Bu, onların fazilet ehli olmadıklarını göstermektedir. Zira hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Fazilet ehlinin, faziletini, üstünlüğünü ancak fazilet ehli bilir.)
Hazreti Nuh’un mucizeleri Her peygamber gibi Nuh aleyhisselamın da mucizeleri vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: Hazreti Nuh’a, kavminden bir kısım kimseler gelip, köylerindeki büyük taşların toprak olmasını teklif etmişlerdi. Hazreti Nuh bunun için dua edince, cenab-ı Hak, Cebrail aleyhisselamı gönderip; “Eliyle taşlara işaret etsin” buyurdu. Hazreti Nuh eliyle taşlara işaret edince, bütün taşlar, istisnasız toprak kesildi. Onun bu mucizesi ile oniki kişi imana geldi. Hazreti Nuh, Allahü tealanın izni ile, çok uzak olan, gözlerin göremeyeceği şeyleri görerek, haber verirdi. Bu mucizesine sebep şu idi: Bir defa sında, çocuklarını kaybeden iki kimse gelerek dediler ki: - Hak peygamber isen, çocuklarımızın nerede olduklarını haber ver, biz de iman edelim.

Cenab-ı Hak, Cebrail aleyhisselamı gönderip, ona, uzak yerdeki şeyleri görecek göz verdiğini bildirdi. Hazreti Nuh, doğu istikametine bakıp, pek uzak bir yerde, çocukların koyun gütmekte olduklarını görüp, haber verdi. Hazreti Nuh’un haber verdiği yer çok uzak olduğundan, o kimseler, orayı kolay bulabilmeleri için alamet istediler. Hazreti Nuh, filan tepe diye tarif etti. O iki kimse, tarif edilen yere gidip, çocuklarını buldular. Bu mucizeyi görmekle, Hazreti Nuh’un hak peygamber olduğunu anlayan o iki kişi, imanla şereflendiler. Hazreti Nuh, mucize olarak, susuz yerlerden su çıkarırdı. Bir defasında kavminden birtakım kimseler, susuz bir yerde yerleşmişlerdi.

Bunlar, ziraatçi olduklarından, suya ihtiyaçları vardı. Birgün Hazreti Nuh’a gelerek dediler ki: - Bizim yerleştiğimiz yerde su akıtırsan iman ederiz. Hazreti Nuh dua edince; “Orada bulunan bir dağa gidip, eliyle işaret edersen, su akacaktır” diye vahiy geldi. Nuh aleyhisselam, bildirilen dağa eliyle işaret edince, dağın eteklerinden billur gibi berrak sular akmaya başladı. Hazreti Nuh’un emir ve işaretiyle, ağaçlar kökleriyle birlikte yerinden kalkıp, başka bir yerde dururdu. Bir defasında, Hazreti Nuh, kavminden bazı kimselerle sefere çıkmıştı. Bir yerde konakladıklarında, güneşin sıcaklığı kendilerine çok tesir etti. Yanındakiler, Hazreti Nuh’a dediler ki: - Hak peygamber isen, şu karşıda bulunan ağaca emret de, yerinden kalkıp yanımıza gelip, bize gölgelik etsin!

Hazreti Nuh buyurdu ki:
- Allahü tealanın izni ile bunu yaparsam, hakikaten iman eder misiniz? Bunun üzerine hepsi de; “Evet, iman ederiz” dediler. Hazreti Nuh, bunun için dua edince, ağaç yerinden ayrılıp, yanlarına geldi. O toplulukta bulunanların hepsi, bunu gördü ve hayretle seyrettiler. Bu mucize ile, o topluluktan sekiz kişi imanla şereflendi. Diğerleri ise; “Bu sihirdir” diyerek küfür ve dalalette ısrar ettiler. Hazreti Nuh’un diğer mucizeleri de şunlardır: Hazreti Nuh bulutsuz olarak yağmur yağdırdı. Rivayet edildiğine göre, kavminden bazı kimseler, Hazreti Nuh’a gelerek dediler ki: - Bir mucize gösterirsen, iman ederiz.

Hazreti Nuh da buyurdu ki: - Nasıl mucize istersiniz? - Bulut olmadığı halde yağmur yağdır. Hazreti Nuh, bunun için dua edince, Allahü teala; “Ellerini semaya kaldır” buyurdu. Hazreti Nuh emir icabı, ellerini semaya kaldırdı. Kaldırmasıyla birlikte yağmur yağmaya başladı. Aslında, onların böyle mucize istemekten maksatları, mucizeyi görünce iman etmek değildi. Kendi bozuk düşüncelerine göre, Hazreti Nuh’tan yapamayacağı, gücünün yetmeyeceği bir şey isteyip, yapamayınca da, güya, birbirlerine; “Bakın! Bu peygamber filan değildir. Hakikaten peygamber olsa mucizeler gösterirdi” diyeceklerdi. Fakat, hakikat, onların kısa görüşleriyle zannettikleri gibi olmuyordu.

Hazreti Nuh, kuru bir ağacın meyve vermesi için dua edince, ağaç hemen yeşillenir, meyve verirdi. Bir defasında, kavmini imana davet ederken, onlar, mucize olmak üzere, daha önce kurumuş olan ağaçları göstererek; “Bunlar meyve versin” dediler. Hazreti Nuh, bunun için dua edince, ne kadar kuru ağaç varsa, hepsi meyve verdi. Hazreti Nuh kum, toprak, kül gibi şeylere dua edince, Allahü tealanın izniyle o şeylerin hepsi yiyecek yemek haline gelirdi. Hazreti Nuh, gemiyi tamamladığında, müşrikler gemiyi yakmak istedikleri halde yakamadılar. Cenabı Hakkın kudretiyle, Hazreti Nuh’un bir mucizesi olarak gemi konuştu. Bu sırada gemiden; “La ilahe illallah. Ben o gemiyim ki, bana giren kurtulur. Girmeyen helak olur. Bana ancak ihlas sahibi olanlar biner” diye ses geldi.


Bunun üzerine Nuh aleyhisselam müşriklere buyurdu ki: - Ne dersiniz? Şimdi bana iman eder misiniz? Onlar ise; etrafında çok büyük ateşler yaktıkları halde, gemiye bir şey olmamıştı. Bu durum karşısında, Hazreti Nuh’a iman edecekleri yerde, kızıp hakarete devam ettiler. Hazreti Nuh’un duası bereketiyle, gemide bulunan müminler karaya çıktıktan sonra, kısa zamanda çoğaldılar. Hazreti Nuh, selametle gemiden indiğinde, mübarek eliyle bir ağaç fidanı dikmişti. Onun bir mucizesi olarak, o fidan biraz sonra, rengi birkaç nevi olan çeşit çeşit meyveler verdi. Önceden gemiye koymuş oldukları fidanları da dikti. Onlar da kısa zamanda yeşerip meyve verdi. Bunlardan ilkinin zeytin olduğu, “Mektubat-ı İmam-ı Rabbani”de yazılıdır.

Hazreti Nuh’un bazı hususiyetleri Hazreti Nuh çok ibadet ederdi. Vakitleri sıkıntılı ve meşakkatli geçerdi. Buna rağmen her gün ve gecede yedi yüz rekat namaz kılardı. Dünya hayatının kısalığını ve dolayısıyla ömrü, faydasız, boş şeylere harcetmenin çok yanlış olduğunu bildirirdi. Her anının, Allahü tealanın emri üzere geçmesine çok dikkat ederdi. Hatta vefatında, Azrail aleyhisselam ona dedi ki: - Ey Allahü tealanın peygamberi! Dünyayı nasıl buldun? O da buyurdu ki: - Kendisine bir ev yapılan ve bir kapısından girip, diğer kapısından çıkan bir kimsenin hali gibi gördüm. Nuh aleyhisselam, kamıştan bir ev yapıyordu. Kendisine denildi ki: - Keşke bundan değil de, daha sağlam bir şeyden yapsaydınız.

Buyurdu ki: - Ölecek olan kimseye, bu kadarı bile çoktur. Nuh aleyhisselam, peygamberler silsilesinin en üstünlerindendir. Kalbi pak, hali dürüst olanların önderi, hidayet ve kurtuluş gemisinin kaptanı, tevhid denizinin yüzücüsü idi. Alemin düzelmesinin sebebi, Hazreti Adem’in neslinin devamının vasıtasıdır. Peygamberlerin dördüncüsü, peygamberlerden ülül’azm denilen en yüksek altı peygamberin ikincisidir. Cebrail aleyhisselam, Allahü tealanın vahyi için, Hazreti Nuh’a elli defa geldi. Nuh aleyhisselam, kendinden önceki dini neshedip, yeni bir din getiren resullerdendir. Hazreti Adem de resul idi. Fakat kendinden evvel herhangi bir din, hatta insan olmadığı için, onun dini herhangi bir dini neshetmiş değildir.

Ömrü çok uzun idi. O kadar yaşına ve pek çok eziyet ve cefa görmüş olmasına rağmen, kuvvetinden bir şey kaybetmemiş, dişi dökülmemiş ve saçları ağarmamış idi. O zamanda, yeryüzünde bulunan bütün kafirler, onun duası sebebiyle helak oldu. Kavmini hak dine davet için, 950 sene çok ısrarlı bir şekilde, gizli ve aşikare olarak, gecegündüz çalıştı, gayret etti. Kavmi ise, ona devamlı eziyet ettiler. Misak ve vahiyde, Peygamber efendimizden sonra ikinci derecede kılındı. Nitekim, Ahzab suresinin 7. ayet-i kerimesinde mealen buyuruldu ki: “... Hususen bu ahd aldıklarımız içinde, meşhur ve ülül’azm olanları sen, Nuh, İbrahim, Musa ve İsa bin Meryem. Biz bunlardan sağlam yeminli, te’kidli bir ahd, söz aldık.”

Allahü teala Nuh aleyhisselama gemi yapma ilmini ve sanatını verdi. Gemiyi suda yürütme imkanı verdi. Kıyamet gününde Peygamber efendimizden sonra, kabrinden ilk kalkacak olan Nuh aleyhisselamdır. Devamlı olarak kavmini imana davet ederdi. Bununla beraber ibadetten hiç geri durmaz, her gün yediyüz rekat namaz kılardı. Nuh aleyhisselam, bir şey yiyip içtiği veya bir elbise giydiğinde, hep Allahü tealaya hamdederdi. Bunun için; “Çok şükredici bir kul” olarak zikredilmiştir. Ayet-i kerimede, Allahü tealaya şükretmeye teşvik vardır. Yani, siz, Hazreti Nuh’a inanan kimselersiniz. Onun ve gemide onunla beraber taşınanların zürriyetisiniz. O halde, siz de onlar gibi olunuz, demektir.

Nuh aleyhisselam, bir elbise giyse “Bismillah”, onu çıkardığında ise “Elhamdülillah” derdi. Hadis-i şerifte, Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Nuh (aleyhisselam), “Bismillah” ve “Elhamdülillah” demeden, büyük olsun, küçük olsun herhangi bir iş yapmazdı. Bu sebeple Allahü teala, onu; “Çok şükredici bir kul” olarak isimlendirdi.) O yemek yiyince; “Beni doyuran Allahü tealaya hamdolsun. Dileseydi beni aç bırakırdı” derdi. Bir şey içtiğinde; “Bana su veren Allahü tealaya hamdolsun. Dileseydi beni susuz bırakırdı” derdi. Bir şey giydiğinde; “Beni giydiren Allahü tealaya hamdolsun. Dileseydi beni çıplak bırakırdı” derdi. Ayakkabısını giydiğinde; “Bana ayakkabıyı giydiren Allahü tealaya hamdolsun. Dileseydi beni yalın ayak bırakırdı” derdi. Büyük abdest bozduğunda; “Bana eziyet veren şeyi benden çıkaran Allahü tealaya hamdederim.
O, çıkmamasını dileseydi, eziyet veren şey benden çıkmazdı” derdi. İftar edeceği zaman, elinde bulunan yiyeceği, müminlerden ihtiyacı olan varsa ona verir, kendisi açlığa sabrederdi. Nuh aleyhisselam kavmine şu üç şeyi emretti: 1) Allahü tealaya ibadet etmek. 2) Allahü tealadan korkmak. 3) Kendisine itaat. Hazreti Nuh, bu emrettiği hususlarla ilgili olarak, kavmine dedi ki: “- Allahü teala beni size, tebliğ vazifesini yerine getirmem için gönderdi. Size, Onun tarafından bildireceğim hükümler şunlardır:

Allahü tealaya ibadet etmeniz, Onun haram kıldığı şeylerden kaçınmak suretiyle Ondan korkmanız ve emredilen ve nehyedilen hususlarda, benim emirlerim ve yasaklarımda, bana itaat etmenizdir.
Eğer bu üç şeye riayet ederseniz; büyük menfaatlere, faydalara kavuşursunuz. Bunlara riayet edin ki, Allahü teala sizi magfiret buyursun.” İbadeti emretmek, kalb ve bedene ait olan işlerden, yapılması istenenleri; Allahü tealadan korkmayı emretmek de, haram ve mekruhlardan sakınmayı gerektirir. Hazreti Nuh’a itaati emretmeye, her ne kadar, Allahü tealaya ibadet ve Ondan korkmak dahil ise de, bunun ayrıca zikredilmesi, teklifte te’kid, yani pekiştirmek içindir. Nuh aleyhisselamın davetini kabul edenlere şu iki şey vadedilmişti:

1) Bu emirlere riayet ederlerse, günahlarını magfiret etmekle, ahiret sıkıntılarından ve azaplardan kurtulacaklardır. 2) Dünyada karşılaşacakları zararlar giderilecektir. Hazreti Nuh, magfiret olunmaları için, kavmini, ibadete, takvaya ve taate davet ettikçe, söylediklerine karşı çıktılar. Kabul etmeyip yalanladılar. Hatta onu, yalancı ve deli olmakla itham ettiler. Hazreti Nuh’un sabırlı ve şefkatli muamelesi, davetten vazgeçmemesi, uzun seneler devam etti.

Zaman içinde onların karşı çıkmaları daha da arttı. Baba ve dedelerinden gördükleri kötülüklere o kadar dalmışlar ve bağlanmışlardı ki, Hazreti Nuh’un hak dine olan davetini kabul etmedikleri gibi, sözlerini dinlemeye bile dayanamıyorlardı. Nuh suresinin 7. ayet-i kerimesinde bildirildiğine göre, Hazreti Nuh’un nasihatlerini duymamak için, parmaklarıyla kulaklarını tıkıyorlardı. Tarifi mümkün olmayan bir azgınlıkla, Hazreti Nuh’un sözlerini dinlemiyorlar, yanlarına geldiği zaman yüzünü görmek istemediklerinden, Nuh suresinin 7. ayet-i kerimesinde bildirildiği gibi, elbiselerini başlarına çekiyorlardı. Onun, kendilerini cehennem ateşinden korumaya çalışan ve hayırlarını isteyen büyük bir zat olduğunu farkedemiyorlardı. Nuh suresinin 22. ayet-i kerimesinde, kavmin ileri gelenlerinin, Hazreti Nuh’a çok büyük bir mekr (hile) yaptıkları bildirilmektedir. Çünkü onlar, kendilerine tabi olanlara, vedd, süva, yegus, yeuk ve nesr ismindeki putları terketmemelerini söylediler. Onları tevhid itikadından, Allahütealanın birliğine inanmaktan men ettiler. Müşrikliği emrettiler.

Tevhidi emretmek, bunu insanlara öğretmek, dinde ne kadar yüksek bir derece ve ne büyük bir hayır ise, buna mani olmak ve şirki emretmek de, o derece aşağı ve o derece büyük bir musibettir. Bu sebeple Allahü teala, onların mekrini çok büyük bir hile olarak bildirmiştir. Onların, insanları, tevhid itikadından men etmelerine, ayet-i kerimedeki mekr (hile) buyurulmasının iki sebebi vardır: 1- Onların, putlara ilahlık isnad etmeleri ve putlara ibadete devam etmeleridir. Onlar, kendilerine tabi olanlara; “Bu putlar sizin ilahlarınızdır. Baba ve dedelerinizin de ilahları bunlar idi.

Siz Hazreti Nuh’un sözünü, davetini kabul ederseniz, kendi aleyhinizde bulunmuş; kafir olduğunuzu, dalalet ve cehalette bulunduğunuzu itiraf etmiş olacaksınız. Hem bu itirafınız, babalarınızın da aleyhinde bulunmanız demektir...” gibi sözler söylediler. İnsanın, gerek kendisi ve gerekse baba ve dedelerinin kusur, noksanlık ve cehalette bulunduğunu itiraf etmesi çok zor olduğundan, onların bu duygularını istismar edip kullanmaları gizli bir hile idi. Bu sebeple, onların böyle söylemelerine ayet-i kerimede mekr (hile) buyurulmuştur. 2- Ayet-i kerimelerde, bu büyük hileyi yapanların, yani kavmin ileri gelenlerinin, mal ve evlat sahibi oldukları bildirilmektedir. Onlar cahil halka, mal ve çok evlada, putlara ibadet etmeleri sebebiyle kavuştuklarını; Hazreti Nuh’un bildirdiği ilahın ise, haşa, mal ve evlat veremediğini söylediler. Böyle bir hile ile onları kandırmaya çalıştılar.

Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147