NUH ALEYHİSSELAM
İdris aleyhisselamın Metuşalih isminde bir oğlu vardı. Metuşalih, babasının bildirdiklerine tamamen uyan kamil bir mümindi. Meysaha adlı saliha bir hanımla evlendi. Bu evlilikten, ismi, Yemlek ve Lemk şeklinde de bildirilen Lamek dünyaya geldi. Lamek; doğumu, çocukluğu, yetişmesi ve gençliğinde, herkesin imrendiği bir hale sahip ve pek güzel, güçlü, kuvvetli idi. Muhammed aleyhisselamın mübarek nuru, Adem aleyhisselamdan beri temiz ana-babalardan geçerek ona ulaşmış, şimdi de onun yüzünde parlıyordu. Lamek, Kaynuş isminde saliha bir hanımla evlendi. Bu evlilikten de Hazreti Nuh dünyaya geldi. Hazreti Nuh, çocukluğunda ve gençliğinde, zahirde ve batında [görünüşte ve iç aleminde] çok güzel, pek mükemmel idi.
Bütün güzel sıfatları kendinde toplamıştı. Şekl ü şemail, yani vücut görünüşü ile huy ve yaradılış bakımından Hazreti Adem’e çok benzerdi. İdris aleyhisselam, insanlara peygamber olarak gönderilip, onlara doğru yolu gösterdikten sonra, diri olarak göğe kaldırıldı. Bundan sonra ona tabi olup, yolunda bulunan ve Hazreti Adem ile Hazreti Nuh arasında, çeşitli zamanlarda geldikleri de bildirilen Ved, Süva, Yegus, Yeuk ve Nesr isimlerindeki kıymetli alim zatlar Arap Yarımadası’nın çeşitli yerlerine dağılarak, Hazreti İdris’in dinini yaymaya çalıştılar.
Bu alimler, çeşitli yerlerde dağınık vaziyette yaşayan insanların yanlarına, ayaklarına kadar giderek, onlara; doğru olan hidayet yolunu anlatıyorlardı. Bunun için bütün gayretlerini sarfediyorlar ve hiçbir fedakarlıktan kaçmıyorlardı. Bu alimler, ahlak ve edeplerinin fevkalade olması, hep Allahü tealadan, kıyametten, ahiretten anlatmaları ve dinleyenleri çeken tatlı sohbetleri ile gittikleri her yerde sevilip sayıldılar. Herkes bunları pek çok sevip, anlattıklarına inanıyor, onlara tabi oluyordu. Nihayet onlar da, birer birer vefat edip, ahirete göçtüler. Sevenleri kedere boğuldu ve kimse onları unutamadı.
Putperestliğin yayılması Kavmin içinde bulunan bazı münafıklar, doğru iman sahiplerinin, vefat eden alimlere olan muhabbet ve bağlılıklarını istismar ettiler. Temiz iman sahibi insanları kandırabilmek için, sanki müminlerden imiş gibi göründüler. Onlara yaklaşarak dediler ki:
- Bizler, bu kıymetli büyüklerimizin, alim zatların, vefatlarından bir müddet sonra unutulacağından ve nasihatlerinin tesirinin kaybolacağından ve dolayısıyla, insanların doğru yoldan ayrılacaklarından endişe ediyoruz. En iyisi, biz, bu alimlerin bulundukları yerlere birer alamet koyup, nişan diksek, hatta, bu alimlerimizin küçük birer timsallerini yapıp, evlerimizde bulundursak ne kadar güzel olur. Böyle yapınca, hem devamlı hatırlayarak onları unutmamış, hem de nasihatlerine uymuş oluruz. Hep birlik olalım ve bu hususu ihmal etmiyelim. Münafıkların, kıymetli alimler hakkında gönül alıcı sözlerle müminlere yaklaşmaları, şeytanca maksatlarının o an için anlaşılmasına mani oluyordu. Onların bu düşüncelerinin arkasında putperestlik illetinin yayılması fikri yatıyordu.
Yani münafıklar, insanlığı ebedi felakete, sonsuz azaplara sürükleyecek olan putperestlik, müşriklik zehirini şekerle kaplayıp, yaldızla süsleyerek, tatlı sözlerle insanlara vermek istiyorlardı. Müminlerin ileri gelenleri, böyle bir durumun, ileride ne gibi neticeler hasıl edeceğini düşünemediklerinden ve işin garibi, bu fikri telkin edenler, müminlerden imiş gibi göründüklerinden, bu işi makul karşıladılar. Zahiri sebeplere göre, bu halin, maksada uygun olduğunu zannettiler. Hatta, şeytanın, insan şekline girerek onlara bu fikri verdiği de rivayet edilmiştir. Şayet bu fikir, İdris aleyhisselama iman etmeyenlerden gelmiş olsaydı, iman sahibi olanlar, durup düşünürler, böyle bir durumun, ilk bakışta faydalı görünse bile, mahzurlarının da bulunabileceğini tahminde geç kalmaz ve buna göre hareket ederlerdi.
Lakin bu fikir, mümin görünen münafıklar tarafından ortaya atıldığı için, hemen hiç kimse karşı çıkmadı. Üstelik herkes tarafından da kabule şayan görüldü. Böylece münafıkların sinsi planları tuttu ve ilk başta maksatlarına uygun bir şekilde işlemeye başladı. Nihayet insanlar, kendilerine doğru yolu gösteren ve nasihatlerde bulunan Ved, Süva, Yegus, Yeuk ve Nesr isimlerindeki o alim zatların birer suretlerini yaparak, onların daha ziyade bulundukları yerlere diktiler. Bunu, güya o alimlerin feyzlerinden istifade etmeyi kolaylaştırmak, onları unutmamak için yapmışlardı. Zaman akıp giderken, insanlar, bu suretlerin, daha küçüklerini yapıp evlerinde bulundurmaya başladılar.
Böylece, onların feyzlerinden daha çok istifade edeceklerine, nasihat ve vasiyetlerini unutmayıp, onlara tam uyacaklarına inanıyorlardı. Münafıkların, hak dine düşman olanların sinsi planları, maksatlarına uygun bir şekil almıştı. Nesiller değişip, bunların dikiliş maksatları unutulunca, insanlar zamanla bunlara daha çok tazim etmeye başladılar. Bu husus, münafıklarca, dine daha çok sarılmaya ve bağlanmaya sebep şeklinde gösteriliyor ve büsbütün yoldan çıkarabilmek için, tahrifleri olanca hızı ile devam ediyordu. Öyle bir hale geldi ki, insanlar, farz ibadetlerini yaptıktan başka, muayyen zamanlarda o suretlerin etrafında toplanırlar, ziyaret ederler, onlara saygı ve hürmet gösterirlerdi.
Mümin olanlar, geçmiş alimlerin yolunda olmak, nasihatlerini hatırlamak perdesi altında, putperestliğe doğru adım adım yaklaştırıldıklarının farkında bile değillerdi. Münafıklar sinsi ve şeytanca hareket ediyorlardı. İnsanlar, bunların evlerde bulunan küçük suretlerine de tazim etmeye, onları, geçmiş alimlerin sohbet ve nasihatlerini hatırlatıcı ve kendilerini kötülüklerden men eden, uyarıcı olarak kabul etmeye başladılar. Uzun yıllar geçip, nesiller değiştikçe, suretlere olan muamele, onların ibadete karıştırılması, önceki müminlerin itikadlarının ve yaptıklarının aksine olarak çok değişti. Bu durum şeytanın ve dine düşmanlıkta ona iş bırakmayan münafıkların çok hoşuna gidiyordu. Çünkü onlar, gitgide maksatlarına ve hedeflerine yaklaşıyorlardı.
Zaman ilerledikçe, yeni yetişen nesiller, bu suretlerin yapılış gayesini unuttular. Şeytanın, münafıkların vesvese ve aldatmaları ile, inanç ve ibadetlerinde değişiklikler meydana geldi. İnsanlar, bu dikili taşlarda üstün vasıflar bulunduğunu zannetmeye, diğer yapılan ibadetlerden ziyade, bunlara hürmet göstermeye başladılar. Böylece, daha çok sevap kazanacaklarına, Allahü teala katında bunların kendilerine şefaatçi olacağına, dolayısıyla bunlara daha çok hürmet ve tazim etmenin lazım geldiğine inanmaya başladılar.
Daha sonra insanlar, bunlarda, ilahi kudret bulunduğuna inanmaya, bunları, manevi olarak gözlerinde daha çok büyütmeye başladılar. Nihayet, onların ilah olduğunu zannedip, kendilerine put edindiler ve tapınmaya başladılar. Böylece insanlar putlara tapmaya yönelmiş, hakiki ve yegane mabud olan Allahü tealaya ibadetten yüz çevirir olmuşlardı. Artık, insanlar putlara ibadet ediyorlardı. Böylece yeryüzünde ilk defa putperestlik, putlara ibadet etme başlamış, şeytan ve onun avenesi olan münafıklar, maksatlarına kavuşmuşlardı. İnsanlar puta tapmaya başlayıp, Allahü tealaya ibadet ve taatten yüz çevirince, tabii olarak, gitgide aralarında, zulüm, ahlaksızlık, fitne, fesat ve zorbalık gibi kötülükler arttı ve yayıldı. Kainatta bulunan her şey, insan aklının idrak edemeyip aciz kaldığı, fevkalade, akıl almaz bir ahenk ve nizam içinde cereyan ederken ve her şey bütün teferruatıyla insanoğlunun hizmetine sunulmuşken, insanlar bunu anlayamıyorlardı. Bütün bu nimetlerden ve her nimetin sahibi olan Allahü tealadan gafil idiler.
Üstelik Ondan başkasına, putlara ibadet ediyorlar, bu halin Allahü tealayı gadaba getireceğini, kendilerine azap edeceğini bir türlü akıl edemiyorlardı. Kainattaki birçok mahluk, kendilerinde hiç şuur olmadığı halde, insanlara hizmet ederken, bu insanlar, ihsan edilmiş olan akıl ve şuurlarını kullanmayarak, Allahü tealadan başkasına ibadet ediyorlardı. Hiç kimseye fayda ve zararı olmayan taş parçalarına tapan insanlar, hakiki ve yegane mabud olan Allahü tealadan yüz çevirip, Ona kulluk etmekten uzaklaştıkça, daha çok bozuldular. Zaten, Onu unutup, başka şeylere ibadet etmeleri, her fenalık ve alçaklığın habercisi olup, en büyük kötülük ve çirkinlikti. Nitekim insanlar günden güne daha da bozularak her türlü fenalık ve ahlaksızlığı işler oldular. Güçlü, kuvvetli olanlar, zayıf ve aciz kimselere zulmederlerdi. Fakirler, garipler, zavallılar, güç ve kuvvet bakımından zayıf olanlar, kötülerin şerlerinden korunabilmek için kaçacak yer ararlardı.
Hazreti Nuh’un yetişmesi Zulüm ve haksızlıkların gün geçtikçe biraz daha çirkinleşerek , her gün biraz daha kök saldığı bu kavmin içinde, bunlara hiç benzemeyen birtakım kimseler vardı. Bunlar hiçbir zaman Allahü tealadan başkasına ibadet etmeyen ve tevhid dininden ayrılmayan insanlar olup, kavmin azgınlık ve taşkınlıklarına kapılmamış, hakiki iman sahibi temiz müminler idi. Hazreti Nuh’un ailesi de, bunlar arasında idi. Bu müminlerin istisnasız hepsi, Hazreti İdris’in bildirdiği dinin esaslarına inanarak, uygun amel eden, takva sahibi salih kimselerdi. Fakat zalim hükümdarlarından korktukları için, imanlarını gizlerlerdi. Zaten sayıları pek az olup, üçü beşi geçmezdi. Nuh aleyhisselam, gençliğinde bir müddet çobanlık yaparak, kavminin sürülerini otlattı. Zaman zaman ticaretle meşgul oldu. Her ne kadar, bu vesilelerle, kavminden, inanmayanlar ile teması olduysa da, onları putlara taptıkları için sevmedi. Kavminin başında, Kabil’in soyundan gelme, Dermesil veya Dernesil isminde çok zalim bir hükümdar vardı. Dermesil, içki içer, kumar oynar, zamanını oyun ve eğlence ile geçirirdi. Onun zamanında, demir, bakır ve kurşundan muhtelif eşyalar yapılırdı. Dermesil ve kavmi, baba ve dedelerinin putları olan Ved, Süva, Yegus, Yeuk ve Nesr isimlerindeki putlara ibadet ederlerdi.
Demir, bakır ve kurşunu rahat işleyebildikleri için, kendilerine göre muhtelif suretlerde şekiller yaparlar, sonra bu şekil ve heykelleri put kabul edip, onlara ibadet ederlerdi. Böylece muhtelif şekillerde binlerce putları oldu. Her kabilenin ayrı bir putu vardı. Daha sonra Dermesil, putlar için büyük bir puthane yapılmasını emretti. Her put, pek güzel, kıymetli örtülerle döşenmiş masalara kondu. Ayrıca putlar için, nöbetle vazife yapan hizmetçiler vardı. Hazreti Nuh, onların bu gülünç durumlarını hiç tasvip etmez ve onlardan uzak kalırdı. Aralarına karışmadığı gibi, bayramlarına da iştirak etmezdi. Bu kadar azgın, haddi aşmış, her türlü ahlaksızlık ve kötülüğün yayılıp, yerleşmiş olduğu bu kavme, Allahü teala, Hazreti Nuh’u elli yaşında peygamber olarak gönderdi.
Peygamber olduğunu haber vermek ve kendisini müjdelemek üzere, Allahü teala Cebrail aleyhisselamı Hazreti Nuh’a gönderdi. Cebrail aleyhisselam, Hazreti Nuh’un yanına gelerek dedi ki: - Esselamü aleyke ey Nuh! - Ve aleykesselam. Kimsiniz? - Ben Cebrail’im. Allahü teala tarafından, peygamberliğini bildirmek için geldim. Allahü teala sana selam ediyor. Seni kavmine peygamber yaptı. Dermesil ve kavmine git! Onları, Allahü tealaya iman etmeye, yalnız Ona ibadet ve kullukta bulunmaya davet et! Böylece o zamanda, o beldede yaşayan bütün insanlara peygamber olarak gönderilen Nuh aleyhisselam, dokuzyüz elli sene, insanları imana çağırıp, Allahü tealanın emirlerine uymaya davet etti. Hazreti Nuh, peygamber olduğu kendisine bildirildikten sonra, kavmine nasihat etmeye, onları imana davet etmeye başladı. Muhammed aleyhisselam gibi, Hazreti Nuh da peygamberliğinin ilk zamanlarında, gizliden gizliye insanları hak dine davet ediyordu. Yılmadan, gecegündüz, gayret ederek çalıştı. Bir zaman sonra açıktan açığa insanları dine davet etmeye başladı.
Kavminin ismi Beni Rasim idi. Onlara dedi ki: - Ey kavmim! Allahü tealaya ibadet ediniz! İbadet edilecek Ondan başkası yoktur. Eğer Ona iman etmezseniz, kıyamet gününde size büyük bir azabın isabet etmesinden korkuyorum. Ben size Allahü tealanın azabını haber veriyor ve azaptan kurtuluşun çaresini açıklıyorum. Allahü tealadan başkasına ibadet etmeyin! Bana muhalefet etmeniz halinde, bir gün, dünyada suda boğulmakla, ahirette ise ateş ile, üzerinize elem verici çok şiddetli bir azabın gelmesinden korkuyorum. Nuh aleyhisselam, insanları bu şekilde Allahü tealaya iman ve ibadete çağırırken, kavmi, tam bir sefahet içinde idi. İçki, kumar, zina, zulüm, haksızlık gibi her türlü ahlaksızlık ve kötülük almış yürümüştü.
Hazreti Nuh da, diğer bütün peygamberler gibi, çocukluğunda da, kavminin azgınlık ve taşkınlıklarına, bozuk işlerine kapılmamıştı. Çocukluk ve gençliğinden itibaren salih bir zat ve emin bir kimse olarak tanınmış ve hiç kimse, ondan bir sıkıntı ve rahatsızlık görmemişti. Böyle olunca, onun, tevhid dinine davetinin çok tesirli olması, hemen herkesin onun davetini kolayca ve hemen kabul etmesi icap ediyordu. Ama böyle olmadı. Bilhassa kavminin ileri gelenleri ona karşı çıktı.
Çünkü onun söyledikleri, bu haddi aşmış kimselerin, habis zevklerine gem vuruyor ve bu kötü işlerden vazgeçmelerini emrediyordu. Bunun için Hazreti Nuh’un davetine çok az kimse icabet etmişti. Nuh aleyhisselam bir bayram gününde kavminin yanına gitti. O günü bayram olarak, babaları, yani o azgın kavimde bulunanların bir kısmının ataları, dedeleri olan Kabil koymuştu. Onlar kendilerine göre bayram günü geldiğinde, bir yere toplanırlar, putlarını masaların üzerine dikerek, onlara kurban keserlerdi. Putların önünde secdeye kapanarak ibadet ederlerdi.
Ayrıca içki içerler ve çalgı çalıp oynarlardı. Kadın erkek karışırlar, hatta hepsi çıplak olarak bir arada bulunur, zina yaparlar, her türlü ahlaksızlık ve rezaleti işlerlerdi. İşte böyle bir günde Hazreti Nuh, onların bulunduğu yere vardı. Giderken de; “Allahım! Onlara karşı bana yardım eyle” diye dua etti. Kendilerine yaklaştığında, yüksek sesle şöyle seslendi: - Ey kavmim! Allahü teala tarafından, size nasihatçi olarak geldim. Sizi, Allahü tealaya iman ve yalnız Ona ibadet etmeye davet ediyorum. İbadet edilecek Ondan başkası yoktur. Sizi, putlara ibadet etmekten men ediyorum. Allahü tealadan korkun, bana itaat edin! Hazreti Nuh böyle söylerken, masaların üzerlerinde bulunan putların hepsi yere devrildi.
Hazreti Nuh’un daveti Nuh aleyhisselamın, kavmini putlara tapmaktan vazgeçmeye çağırması üzerine, kavmin meliki olan Dermesil, yanında bulunanlara, “Bu da kim” diyerek, alay edici bir tavırla Hazreti Nuh’u sordu.
Onlar da dediler ki: - Ey Melik! O, bizim kavmimizden olduğu halde, hali bize uymayan birisidir. İsmi Nuh bin Lamek’tir. Önceleri akıllı idi. Sonra aklını kaybedip peygamber olduğunu, Allahü tealadan kendisine vahiy geldiğini iddia etmeye başladı. O, mecnun, yani delidir. Şu anda cinneti, deliliği fazlalaşmış olduğundan böyle şeyler söylüyor. - Peki neler söylüyor? - O, insanları, bir olan Allahü tealaya iman etmeye, Ondan başkasına ibadet etmemeye davet ediyor. “İbadet edilecek Ondan başkası yoktur” diyor. Bizi, putlarımıza ibadet etmekten men ediyor. Bu söylenenlere çok kızan Dermesil, derhal onu, huzuruna getirmelerini emretti.
Dermesil’in adamları, hemen Hazreti Nuh’u yakalayıp, döverek, onun yanına getirdiler. Dermesil, Hazreti Nuh’a dedi ki: - Yazık sana, demek sen bizim ilahlarımızı inkar ediyorsun ha!.. Söyle bakalım sen kimsin? Hazreti Nuh, büyük bir sabır ve tevazu ile, fakat vekar ve heybet içerisinde buyurdu ki: - Ben Nuh bin Lamek’im. Alemlerin Rabbi olan Allahü tealanın peygamberiyim. Sizleri, Allahü tealaya imana davet ediyorum. Onun peygamberi olduğumu tasdik etmeniz ve putlara ibadeti terketmeniz için, nasihat vermek üzere, peygamber olarak gönderildim. Bunun üzerine Dermesil, Hazreti Nuh’a dedi ki: - Ey Nuh! Sen bize, bizim bilmediğimiz şeyleri anlatıyorsun. Böyle olunca, biz senin saçmaladığını zannediyoruz.
Eğer mecnun isen, seni tedavi edelim. Fakir olduğun için böyle yapıyorsan, sana yardım edelim. Bunun üzerine Hazreti Nuh şöyle cevap verdi: - Ey kavmim! Ben deli değilim ki, siz beni tedavi edesiniz. Ben sizin elinizde bulunanlara muhtaç değilim ki, bana yardım edesiniz. Mülk, kendisinden başka ilah bulunmayan, her şeye galip ve hakim olan Allahü tealanındır. Ben sizden böyle şeyler istemiyorum. Benim sizden istediğim tek şey, La ilahe illallah (Allahü tealadan başka ilah yoktur) demeniz ve benim, Onun resulü, peygamberi olduğumu tasdik etmenizdir. Hazreti Nuh’un bu sözlerini dinleyen Dermesil, fena halde kızdı ve “Ey Nuh! Bizim adetlerimize göre bugün bayram olup, adam öldürmek caiz değildir. Şayet böyle olmasaydı, seni, pek şiddetlibir şekilde öldürürdük” diyerek kin ve düşmanlığını bildirdi. Nuh aleyhisselama ilk iman eden, Amure isminde bir hanımdır.
Hazreti Nuh bu hanımla evlendi. Bundan Sam, Ham ve Yafes adında üç oğlu ile Hadure, Nesure ve Mahbure isimlerinde üç kızı oldu. Daha sonra evlendiği bir kadından da Kenan isimli bir oğlu oldu. Fakat bu kadın daha sonra, Hazreti Nuh’un dininden dönüp, mürted oldu. Yani mümin iken, imandan ayrılıp, imansızlığı seçti ve putperestliğe döndü. Hazreti Nuh, devamlı olarak kavmine, kendilerine peygamber olarak gönderildiğini bildirdi. Onlara; putlara tapmaktan, haksızlıktan, zulüm ve işkenceden, aşağılıktan vazgeçmelerini ve içinde bulundukları ahlaksızlıklara son vermelerini söyledi.
Allahü tealaya iman etmelerini ve Onun emirlerine tabi olmalarını, bunlara riayet etmezlerse, Allahü tealanın azabının pek şiddetli ve çok çetin olduğunu her defasında tekrar tekrar haber verdi. Fakat zulüm ve zorbalığa alışmış olan bu gaddar insanlar, buna inanmadılar, kabul etmeyip, karşı geldiler. Nitekim Şuara suresinin 105. ayet-i kerimesinde mealen buyuruldu ki: “Nuh kavmi, peygamberleri tekzip etti, yalanladı.” Hazreti Nuh, inanmayanları, Allahü tealanın azabı ile korkutunca, bu halden en çok, kavmin ileri gelen yönetici durumundaki kimseler rahatsız oluyordu. Çünkü, diğer insanların, kendilerine; “Bu peygamber olduğunu söyleyen zat, bizi şiddetli azap ile korkutuyor. Söyledikleri doğru ise halimiz ne olur” demelerinden çekiniyorlardı.
Onlara göre bunun çaresi, azap ile korkutandan kurtulmak, onu susturmak, en azından sindirmekti. Bu sebeple Hazreti Nuh’a, en çok kavmin ileri gelenleri karşı çıkıyorlar, pek katı ve sert cevaplar verdikleri gibi, sataşarak eziyet ediyorlardı. Kavmin ileri gelenleri Nuh’a dediler ki: - Biz seni ancak, bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Böyle olunca, senin, ne üstünlüğün ve ne meziyetin var ki, peygamberlik vazifesi ve kendisine tabi olunması icap ettiği gibi bir hususiyet sana has kılınmış olsun. Biz, sana uymuş, iman etmiş olanların da, aşağılarımız olduklarını görüyoruz. Senin ve sana tabi olanların, bizim üzerimize bir faziletiniz, üstünlüğünüz olduğunu görmüyoruz ki, sen peygamber olmaya ehil ve kendisine tabi olunmaya layık ve müstehak olasın. Bilakis biz, seni, peygamberlik davasında; sana tabi olanları da, senin sadık olduğunu bilmeleri hususunda yalancılardan zannediyoruz.
Aslında, kendileri pek aşağı ve rezil kimseler olan o kafirlerin; Hazreti Nuh’a iman etmiş olan müminleri aşağı görmelerine sebep, iman nimetinden mahrum olmaları, her şeyin, dünyanın zahirinden, görünüşünden ibaret olduğunu zannetmeleridir. Çünkü onlar, dünya hayatından sonra gelen ahiret hayatını, sonsuz yaşamayı bilmezler ve inanmazlardı. Onlara göre lezzet ve zevk veren şeyi daha çok olan, en şerefli ve çok üstün idi. Bundan mahrum olanlar da rezil kimseler idi. Onlar, hakiki kıymet ve üstünlüğün, iman etmekte olduğunu, iman nimeti ile şereflenmiş sıradan bir insanın, imandan mahrum olan bir sultandan çok daha kıymetli ve üstün olduğunu anlayamıyorlardı. Nuh aleyhisselamın kavmi, peygamber olacak zatın, melek veya melik, yani hükümdar olması icabettiğini düşünüyorlar, bunun aksini kabul etmiyorlardı.
Ayrıca, iman eden zayıf kimselerle birlikte olmak istemediklerini bahane ederek, Hazreti Nuh’a dediler ki: - Etrafındaki o aşağı, mal, mevki sahibi olmayan kimseleri kov! O zaman belki biz de sana inanırız. Yoksa onlarla beraber olmayı kendimiz için aşağılık sayarız. Nuh aleyhisselam, kavminin bu karşı çıkmalarına ve bozuk isteklerine şöyle cevap verdi: - Ey kavmim! Bana haber verin! Eğer ben, Rabbim tarafından, davamın doğru olduğuna açık hüccet ve delil üzere gelmiş isem; O, kendi katından bana nübüvvet, peygamberlik vermiş ise ve bütün bunlar da size gizlenmiş, sizde bunları görecek göz yok ise, istemediğiniz halde onu size zorla mı kabul ettireceğim? Ey kavmim! Risaletimi tebliğ ettiğim için, ben sizden mal istemiyorum.
Bu yaptığım tebliğ işine karşılık, benim ecrim Allahü tealaya aittir. Sizin talebinizle müminleri yanımdan kovacak, tard edecek değilim. Zira onlar, kıyamet günü, Rablerine kavuşup mükafatlarını alacaklar. Allahü teala, onlara mükafat verdiği gibi, onlara zulmedenlere ve onları terkedenlere, kovanlara da cezalarını elbette verir. Lakin ben sizi; kıyamet günü Allahü tealanın huzurunda mertebeleri çok yüksek olan, Allahü tealaya iman etmiş müminlere, rezillerin de rezilleri demekle küstahlıkta bulunan, böylece cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.
Ey kavmim! İman edip, bana tabi olan müminler, bu durumda iken, ben sizin arzunuza uyarak onları yanımdan kovsam, o takdirde, Allahü tealanın azabından beni kim kurtarır? Benim onları kovmamın, yanımdan uzaklaştırmamın doğru olmadığını düşünmez misiniz? Kavmin ileri gelenleri, Hazreti Nuh’a akıllarına gelen her sözü çekinmeden söylüyor, her hakareti yapıyorlardı. Bunun için, devamlı hücum ediyorlar, kendi kısır akıllarına ve bozuk mantıklarına göre susturmaya, davasından caydırmaya çalışıyorlardı. Onlara göre Nuh aleyhisselam yanlış yolda idi. Hazreti Nuh’u, anlamak istememelerinin sebebi; gerçekte, kendilerinin bozuk olmalarından ve Hazreti Nuh’un, kendi istekleri doğrultusunda hareket etmeyip, onlara hakiki saadet yolunu göstermesindendi.
Kavminin ileri gelenleri Hazreti Nuh’a dediler ki: - Biz, senin, apaçık bir dalalet içinde bulunduğunu görüyoruz. Hazreti Nuh da onlara cevaben şöyle dedi: - Ey kavmim bende dalalet yoktur. Ben, ancak, alemlerin Rabbi olan Allahü teala tarafından size gönderilmiş bir peygamberim. Rabbimin risalatını, bana vahyettiklerini, çeşitli vakitlerde size tebliğ ediyorum. Doğruluk ve iyiliğiniz için size nasihat ediyorum. Kendim için dilediğim hayrı, sizin için de dilerim. Allahü tealadan bana vahiy geldiği için, sizin bilmediğiniz şeyleri; bana vahyedilen, bildirilen kadar bilirim. Nuh aleyhisselamın kavminden kafirlerin ileri gelenleri, diğer insanlara dediler ki: - Bu Nuh, ancak sizin gibi bir insandır. Sizin gibi yiyor, içiyor, uyuyor. Böyle birisi, Allahü teala tarafından gönderilmiş bir peygamber nasıl olabilir? Sizi tevhide davet etmekle, size reis olmak istiyor.
Onun maksadı budur. Eğer hakikaten, Allahü teala, kendisinden başkasına ibadet olunmamasını veya bize peygamber göndermeyi dileseydi, meleklerden peygamberler gönderirdi. Biz bunun; tevhid, peygamberlik ve öldükten sonra dirilmeye ait olarak, bizi davet ettiklerinin hiçbirini atalarımızdan duymadık. Bu Nuh ancak deli bir kimsedir. Onun için böyle şeyler söylüyor. Bu sebeple bir zaman onu bekleyin. Ona nezaret edin. Belki ayılır da böyle sözleri söylemeye devam etmez. Hazreti Nuh, kavminden iman etmeyenlerin bu sözlerine dedi ki: - Sizi Allahü tealanın yasak ettiği küfür ve günahlardan sakındırmak ve cehennem azabıyla korkutmak için, Rabbiniz tarafından, içinizden biri vasıtasıyla, size vahiy ve haber gelmesine taaccüp mü ediyorsunuz? Şayet Allahü tealanın emirlerine itaat ederseniz, ahirette ebedi azaptan kurtulursunuz.
Hazreti Nuh, onların bu kadar itiraz etmelerine ve kendini yalanlamalarına karşı, sabrediyor, tebliğ vazifesine devam ediyordu.
Onlar istemeseler de, yine gidip, adeta yalvarırcasına nasihat ediyor, dünya ve ahirette felakete girmemeleri için çok gayret sarfediyordu. Üstelik kavminin kendisine sataşmalarına, “Sadece bizim gibi bir insandır, bizden üstünlüğü yoktur” gibi sözlerine yumuşaklıkla cevap veriyordu. Nuh aleyhisselam onlara diyordu ki: “- İstediğiniz, itiraz ettiğiniz şeylerin hepsinin doğru olmadığını, yanlış olduğunu bildiğiniz halde, ısrar eder, hallerinizin ve sözlerinizin yanlış olduğunu düşünmez, tefekkür etmez misiniz? Ben size, benim yanımda Allahü tealanın hazineleri vardır demiyorum ki, istediklerinizi vereyim. Ben gaybı bilirim demiyorum ki, size maksadınızı haber vereyim. Size, ben meleğim de demiyorum ki, sizin bana ancak bizim gibi bir insansın diyerek itirazda bulunmanızın bir manası olsun. Sizin hor ve hakir gördüğünüz fakir müminler hakkında da, Allahü teala, onlara hayır ve mükafat vermez de demiyorum.
Bilakis Allahü tealanın onlara dünyada iken verdiği iman ve hidayet nimeti ve ahirette vereceği cennet ve yüksek dereceler; size dünyalık olarak çok mal vermesinden elbette daha hayırlıdır. Onların kalblerinde Allah sevgisinden, güzel ahlaktan ve temiz itikaddan, sıdk ve ihlastan ne bulunduğunu en iyi bilen Allahü tealadır. O halde ben, Allahü tealanın hazineleri benim yanımdadır, ben gaybı bilirim ve ben meleğim desem ve sizin arzunuza uyarak, onların bana iman etmelerini kabul etmezsem, onları yanımdan kovarsam ve kendilerine, Allahü teala size, hayır, mükafat vermez desem, muhakkak ki zalimlerden olurum.” Nuh kavmi hiç yola gelebilecek gibi değildi. O ne söylese, kavmi inkar ederdi. Zaman ilerledikçe, onun sözlerine, Allahü tealadan bildirdiklerine inanmamaları bir tarafa; karşı çıkmaları, öfke ve kinleri devamlı olarak artıyordu. İnkar ve itirazları, zamanla hakarete ve üzerine hücum etme derecesine geldi. Nuh aleyhisselam, kavminin yaptıklarına sabrediyor, belki iman ederler ümidiyle, tebliğine devam ediyordu.
Gece, onların kapılarını çalıp; “Ey kavmim! La ilahe illallah deyin” diye yalvarıyordu. Buna karşılık insanlar, Hazreti Nuh’un, Allahü tealaya iman ve yalnız Ona ibadet etmeye davetine hep karşı çıktılar. Fakat o, yine devam etti. Mecnun, yani deli dediler, o yine devam etti. Hakaret ettiler, yine devam etti. Üzerine hücum ettiler, yine devam etti. Onlara dedi ki: - Siz Allahü tealadan korkmaz mısınız da, Ondan başkasına ibadet edersiniz? Muhakkak ki ben, Allahü teala tarafından emin olarak size gönderilmiş bir peygamberim. O halde Allahü tealanın azabından korkun, ve O’na ibadet ve size emrettiklerimde bana itaat edin! Sizi Allahü tealaya davet ettiğim ve nasihatlerde bulunduğum için, sizden bir ücret istemiyorum. Bilakis benim ecrim Rabbül-alemin’in katındadır.
O halde Allahü tealadan korkup, emrini size tebliğimde bana itaat edin! Nuh kavmi, iman etmemeye, Hazreti Nuh’a tabi olmamaya kesin ve kat’i karar vermiş gibi bir halde idi. Hazreti Nuh’un anlattıklarını, haber verdiklerini, nasihatlerini hiç kabul etmiyorlar, kendi noksan akıllarına ve bozuk mantıklarına göre ileri sürdükleri sözlerle karşı çıkıyorlardı. Bir defasında, Hazreti Nuh’a o zamana kadar iman etmiş olanları işaret ederek dediler ki: - Sana tabi olup, iman edenler, mal ve mevki bakımından, aşağı, düşük kimseler iken, biz sana iman eder miyiz? Bu kibirli, kendini beğenmiş kimselerin hepsi; iman eden fakir ve garip kimselerle bir olmaktan kaçınarak, bunu, kendileri için aşağılık saydılar. Halbuki, bu düşünce ve hareketlerinden daha büyük alçaklık ve aşağılık olamazdı. Bunu anlayamadıkları için, bir türlü uyanamıyorlardı.
Hazreti Nuh onlara şöyle cevap verdi: - Ben onların ihlas ile mi, yoksa dünyadaki rütbelerini yükseltmek, dünya menfaatine kavuşmak için mi bana tabi olduklarını bilmem. Ben, görünüşe itibar ederim. Onların içlerini Allahü teala bilir. Şayet şuur sahibi olsaydınız, bunun böyle olduğunu bilirdiniz. Fakat Allahü teala, size, anlayacak şuur vermediğinden ve gözleriniz kör olduğundan, bunu anlayamıyorsunuz. Ben, sizin arzu ve isteklerinize uyarak, bana tabi olmuş müminleri tardedecek, yanımdan kovacak değilim. Ben; fakir olsun, zengin olsun, mükellef olan insanları, küfür ve günahlardan sakındırmak için gönderilmiş bir peygamberim. Allahü tealanın azabı ile korkutucuyum. Yoksa sizi razı edebilmek için, bana tabi olmuş müminleri yanımdan kovucu değilim.
Hazreti Nuh’un tehdit edilmesi Hazreti Nuh’un bu kadar nasihat ve yalvarmaları, onların insafa gelip, ona tabi olmalarına sebep olacağı yerde, bilakis onların kin ve düşmanlıklarını artırıyordu. Devamlı yalanladıkları, karşı çıktıkları gibi, büsbütün ileri giderek, onu tehdit edip dediler ki: - Ey Nuh! Eğer bu sözünden vazgeçmezsen, davet işinden ve bizi azap ile korkutmaktan geri durmazsan, muhakkak ki, taşla öldürülenlerden olursun. Böyle sözler söylemek ve ölümle tehdit etmekle, onu, bu ulvi davadan, yani peygamberliğini tebliğ vazifesinden caydırmak, vazgeçirmek istiyorlardı. Nuh aleyhisselam, bu gibi tehdit ve sataşmalarla davasından elbette vazgeçecek, hatta, yavaşlayacak, gerileyecek değildi. O, yine vazifesine devam etti. Zaman akıp giderken, Hazreti Nuh büyük bir sabırla, belki akıllarını kullanırlar, belki uyanırlar da küfür ve isyandan, putlara ibadet etmekten vazgeçerler ümidiyle, hiçbir şeyden çekinmeden gayret ediyor; “Ey kavmim! La ilahe illallah deyin” diye yalvarıyordu. O, buna devam ettikçe, kavminin hakaretleri de gitgide artıyordu.
Onu susturmak, üzmek ve insanlara bir şeyler anlatmasına mani olmak için, ellerinden geleni yapıyorlardı. Hazreti Nuh, kavminin yanına gelip, onlara bir şeyler söylemek istese, insanlar onu görmemek için, elbiseleriyle yüzlerini, parmaklarıyla da kulaklarını kapatırlar, hakaretlerini bu şekilde gösterirler, bazen daha da ileri giderek, sille tokat üzerine hücum edip, kıyasıya döverlerdi. Kavmin ileri gelenleri, bir taraftan Hazreti Nuh’a hakaret ve hücum ederek, bir taraftan da, iman etmeye meyilli kimselerin arasında dolaşarak, onları tehditten geri kalmazlardı.
Kavmin ileri gelenleri, diğerlerine, asıl mabudlarının, atalarının ibadet edegeldikleri bu putlar olduğunu söylüyorlar; “Şayet bunlar yanlış olsaydı, atalarımız hiç ibadet ederler miydi? Eğer biz bunları terkedersek, atalarımızın yapmış olduklarına karşı çıkmış, onlara hakaret etmiş olmaz mıyız” diyerek, insanların bu hislerini okşayıp, onları tahrik edici sözler sarfediyorlardı.
Bu husus Kur’an-ı kerimde Nuh suresinin 23. ayet-i kerimesinde mealen şöyle bildirilmektedir: “Kavmin ileri gelenleri, hakimiyetleri altındaki kimselere; ilahlarınıza ibadeti terketmeyin. Hassaten, Ved, Süva, Yegus, Yeuk ve Nesr isimlerindeki ilahlarınıza ibadeti terketmeyin, dediler.” Müşrikler, Hazreti Nuh’un tebliğ ettiği ve bildirdiği şeyleri kabul etmeyip karşı çıktıkları gibi, Hazreti Nuh’a iman edenlere de zulüm ve eziyette ileri gitmeye başladılar. Muhammed aleyhisselamın ümmetinden, zayıf ve güçsüz olanlara, müşriklerin, ilk zamanlarda reva gördükleri zulüm ve haksızlık gibi, Nuh kavminin ileri gelen müşrikleri de, müminlere aynı şekilde davranıyorlardı. Fakat onların bu hareketleri, iman etmiş olan herhangi bir mümini imanından döndürmediği gibi, bilakis, imanlarının ve Hazreti Nuh’a bağlılıklarının daha da artmasına sebep oluyordu.
Hazreti Nuh, her gün kavminin toplu bulundukları, hep birlikte oturdukları yerlere gider, onları, Allahü tealaya ibadet etmeye davet eder, putlara tapmaktan, günah işlemekten uzak durmalarını söylerdi. Her defasında, kavmi ona hücum eder, bayıltıncaya kadar dövüp, ayaklarından çekerek, mezbelelik yerlere atarlardı. O insanlara nasihat verdikçe, insanlar ona daha çok saldırır, hatta kadınlar ve çocuklar da taş atarlardı. Bazen geçeceği yolların etrafına taş yığarlar, yoldan geçerken onu taşa tutarlardı. Azgınlık ve taşkınlıklarında o kadar ileri giderlerdi ki, taşlarlar ve döverler, artık mutlaka ölmüştür diye bırakırlar, mübarek vücudunu eski bir hasır parçasına sarıp, evine atıverirlerdi. Bundan sonra Cebrail aleyhisselam gelerek, yaralarını temizler, tedavi eder, Allahü tealanın izni ile tekrar sıhhate kavuşurdu. İyileşince Allahü tealaya hamd ve şükreder, iki rekat namaz kılardı.
Namazdan sonra; “Ya Rabbi! İzzetine yemin ederim ki, onlardan bana gelen bela ve musibetler, benim sabrımı artırmaktan başka bir şey yapmıyor” diye dua ederdi. Kalkıp, tekrar kavmine varır, nasihat ederdi. Böylece seneler, hatta asırlar geçmesine rağmen, ilk zamanlardaki iman edenlerden başka kimse iman etmiyordu. Bilakis Hazreti Nuh’a ve ona iman edenlere karşı zulüm ve eziyetleri de gittikçe artıyordu. Bu arada kavmin reisi olan Dermesil öldü ve yerine oğlu Nevlin geçti. Nevlin, babasından daha inançsız, ondan daha azgın ve zalim idi. Hazreti Nuh, peygamberliğini tebliğe başlayalı dörtyüz sene gibi çok uzun bir zaman geçmişti. Bu zaman zarfında Hazreti Nuh’un kavmini imana daveti ve kavminin karşı çıkması, hep artarak devam etmişti.
Her defasında, kavmine; “Allahü tealadan başka ilah yoktur. Nuh aleyhisselam Onun resulüdür” demelerini söylüyordu. Fakat kavmi, bu sözüne karşılık, Hazreti Nuh’un yanına varıp, tokatlıyorlar, dövüyorlar, yüzüne toprak atıyorlardı. Kötü muamelelerine bu şekilde devam ediyorladı. Hazreti Nuh, kavmine nasihat vermek üzere yanlarına gidip geldikçe, onlara, güneşin, ayın ve diğer yıldızların, belirli bir nizam ve istikamet içinde gökyüzünde hareket etmelerini, yerin ve göğün tabakalarını anlatır, bunların yaratılışlarındaki hikmetlerden ve faydalardan bahsederdi. Bütün bunların, insanların istifadeleri için yaratıldığını, onların hizmetine sunulduğunu, insanların da Allahü tealayı tanımak, Ona ibadet etmek ve ahirette sonsuz yaşamak için yaratıldığını haber verirdi.
Fakat bütün bu anlatılanlardan hisse alıp uyanacakları yerde, bu kavmin azgınlığı ve taşkınlığı gittikçe artıyordu. Nuh aleyhisselam nasihat ettikçe, onların müşriklikte inat ve ısrarları çoğalıyordu. Her defasında eziyet ve cefa ederlerdi. Nuh aleyhisselam ne zaman kavmini davet etse, kavmi onu yine öldü diye kanaat getirinceye kadar döverlerdi. Daha sonra Cebrail aleyhisselam yine gelerek, yaralarını temizleyip tedavi edince, o tekrar nasihat vermek üzere kavminin yanına giderdi. Onlar derlerdi ki: - Yazık sana ey Nuh! Bizim seni o kadar dövmemiz, tahkir etmemiz, aşağılamamız, seni bu davadan vazgeçirmeye yetmedi mi? Sen, Allahü tealanın peygamberi olduğunu söylüyorsun. Şayet bu sözünde sadık olsa idin, “Her şeyin Rabbidir” dediğin o Allah, seni, bizim eziyet, cefa ve kötülüklerimizden korurdu. Fakat sen mecnun, deli birisi olduğun için, böyle işlere kalkışıyorsun.
Hazreti Nuh, onların bu sözlerine şöyle cevap verirdi: - Ey kavmim! Ben mecnun değilim. Ancak siz, bilmiyorsunuz. Babalarınız, dedeleriniz ölüp gittiler. Şimdi onlar yaptıklarına pişman bir vaziyette bulunuyor ve azap çekiyorlar. Siz, ibret alıp aklınızı başınıza toplayarak, putlara tapmaktan vazgeçin! Yalnız Allahü tealaya iman ve sırf Ona ibadet edin! İbadet edilecek Ondan başkası yoktur. Siz dediklerime tabi olursanız, baba ve dedelerinizin akıbetine düşmekten kurtulur, dünya ve ahirette saadete erer, rahat ve huzura kavuşursunuz.
Bütün bunlara rağmen bu kavmin insanları, şirk ve isyanda o kadar ileri gidiyorlardı ki, Hazreti Nuh’un davetini kabul etmek şöyle dursun, hiç dikkate bile almıyorlardı. Buna rağmen Nuh aleyhisselam bıkmadan, usanmadan, kavminin bulunduğu yere tekrar tekrar gider, buyururdu ki: - Ey kavmim! La ilahe illallah. Nuh nebiyyullahi ve resulihi deyiniz! Putlara tapmayı terkediniz! O böyle söylerken, bütün putların hep birlikte yüzüstü yere düştüğünü gördükleri halde, yine inanmaz, şirk ve isyanda ısrar ederlerdi. Bununla da kalmayıp, hemen, hep birden üzerine hücum ederek, şiddetli bir şekilde onu döverlerdi.
O mübareğin vücudu yara bere içinde kalır, mübarek ağzından ve burnundan kan gelirdi.
Merhamet hisleri körleşmiş olan bu alçak kimseler, üstelik yaptıkları bu çirkin hareketlerden zevk duyarlardı. Hatta, Hazreti Nuh’un mübarek karnına basarak, “Ey Nuh! İşte senin cezan budur” diyerek, bayağılık ve aşağılıklarını göstermekten geri kalmazlardı. Bütün bu eziyet ve sıkıntılara rağmen, Nuh aleyhisselam kavminin yaptıklarına sabrederdi. Kendisini her dövdüklerinde ve işkence ettiklerinde onlara lanet etmez ve, “Allahım! Kavmimi affet; çünkü onlar bilmiyorlar” derdi. Bu hal üzere seneler geçip gitti ve kavmin reisi olan Nevlin de öldü. Yerine kendi ve babası gibi zalim ve putperest biri olan oğlu Tafreduş geçti.
Kavmin ise, imansızlık ve putlara tapmak hususunda, reislerine tam bir bağlılıkları vardı. Hatta rivayet edilir ki, o kavimden bazı müşrikler ölümlerine yakın, mallarının yarısını, putların hizmetinde kullanılmak üzere ayrılmasını, yarısının da çoluk-çocukları ile hizmetçilerine verilmesini vasiyet ederlerdi. Bundan başka olarak, Hazreti Nuh’a iman etmemek ve ona tabi olmamak hususunda çoluk çocuklarından, hizmetçi ve yakınlarından da söz alırlardı. Kavmi, Nuh aleyhisselama düşmanlıkta o kadar ileri giderlerdi ki, babalar çocuklarına şöyle derlerdi: - Bana bak! Babam beni bundan sakındırdı. Ben de seni sakındırıyorum. Onun, seni babalarımızın dininden, putlarımıza ibadetten caydırmasından, çevirmesinden korkuyorum. Sakın ha sakın, onun söylediklerine kanmayasın! Çünkü o, sihir yapan yalancının biridir. Birgün, kavmin ileri gelen reislerinden birisi, yanında oğlu ile birlikte giderken Hazreti Nuh’a rastladılar. O şahıs oğluna dedi ki: - Oğlum! Bu adama dikkat et! Sözlerine inanma! Bu bir delidir. Bunun üzerine oğlu yerden bir avuç toprak alıp, Hazreti Nuh’un yüzüne attı.
Hazreti Nuh’un mübarek yüzü toprak olduğu gibi, mübarek gözleri de toprak ile doldu. Bu halden dolayı çok mahzun oldu. Kendilerine iki cihan saadetini bildirmek üzere gönderilen bir büyük peygambere, kavminin bu kadar düşman kesilmesine, ona eziyet ve işkence etmelerine çok üzülen melekler, Allahü tealaya münacat edip, yalvararak dediler ki: - Ya Rabbi! Sen bunlara karşı ne kadar halimsin. Onlar senin peygamberine karşı bu kadar kötü muamelede bulundukları halde, sen onlara, yine de yumuşaklıkla muamele ediyor, azap etmiyorsun. Onlar senin mülkün olan yeryüzünde yürüyorlar, senin verdiğin rızkı yiyorlar. Fakat, senden başkasına, sana ortak koştukları putlarına ibadet ediyorlar. Senin, kendilerine rahmet olarak gönderdiğin peygamberine ise isyan ediyor, üstelik bununla da kalmayıp, ona eza ve cefada ileri gidiyor, çok sıkıntı verdikleri gibi, her zulüm ve işkenceyi de reva görüyorlar.
Hazreti Nuh, dörtyüz elli sene kadar uzun bir müddet kavmini imana davet etti ise de, ilk zamanda iman edenlerden başka kimse iman etmedi. Böyle bir kavmin insanlarının, bu daveti kabul edeceklerine artık imkan ve ihtimal yoktu. Nitekim, kavminden birçokları dediler ki: - Ey Nuh! Sen bizimle çok mücadele ettin ve bu mücadelende de çok ileri gittin. Senin bu mücadelen çok uzadı. Eğer sen sözünde, vadinde sadıklardan isen, bize vadeylediğin azabı getir de görelim. Zira senin mücadele etmenin, nasihat verip durmanın bize bir tesiri yoktur. Onların bu sözleri üzerine, Nuh aleyhisselam onlara buyurdu ki: - Allahü teala dilerse, hemen veya takdir ettiği daha sonraki bir zamanda azabı size getirir. Ama siz, azaptan kaçmakla Onun azabından kurtulamazsınız. Ben size nasihat etmek istesem bile, cenab-ı Hak dalalette kalmanızı dilemiş ise, nasihatim size fayda vermez. Allahü teala sizin Rabbinizdir, sizi yaratan Odur ve siz Ona döndürüleceksiniz. Dönüşünüz Onadır. O, size amelinizin karşılığını verir.
Hazreti Nuh’un kavminden ümit kesmesi Nuh aleyhisselam senelerce kavmini davet etmesine rağmen, kavminin iman etmemesi üzerine, yavaş yavaş ümidini kaybetmeye başladı. Sonunda, Allahü tealaya şöyle münacatta bulundu: - Ya Rabbi! Ben gecegündüz devamlı olarak, kavmimi, taat ve ibadete davet ettim. Benim davetim, ancak onların, iman ve taattan uzaklaşmalarını artırdı. Senin, iman etmeleri sebebiyle onları magfiret etmen için, her ne zaman kendilerini imana davet ettimse, davetimi duymamak için parmaklarıyla kulaklarını tıkadılar. Yüzümü dahi görmemek için, elbiselerini başlarına örttüler. Küfür ve isyanlarında ısrar edip, bana tabi olmaktan kaçındılar, kibirlendiler. Sonra onları, aşikare olarak imana davet ettim. Daha sonra da, hem yüksek sesle, hem de her birini ayrı ayrı çağırarak, gizliden gizliye davetime devam ettim.
Nuh aleyhisselam, davetini üç şekilde yürüttü. Önce gizli olarak davete başladı. Bu hal kavmine pek tesir etmedi. Bundan sonra açıktan açığa davetini sürdürdü. Bu da tesirli olmayınca, davetini her iki şekilde de devam ettirdi. Yani hem gizli, hem de aşikare olarak insanları imana davet etti. Hazreti Nuh’un, bu münacatı üzerine, Allahü teala, Nuh kavmine kırk sene müddetle yağmur vermedi. Ayrıca, bu müddet içinde, hiçbir kadının çocuğu olmadı. Üstelik bu asi kavmin çocukları, malları ve davarları da helak olmaya başladı. Nasipleri kesilip, bağ-bahçe namına ne varsa, hepsi kurudu. Şiddetli bir sıkıntıya ve geçim darlığına düştüler. Ne yapacaklarını bilemediklerinden, çok şaşırmışlardı. Sonunda Hazreti Nuh’a müracaat ettiler. O da kavmine buyurdu ki:
- Küfürden, şirkten tevbe edip, Rabbinizden magfiretinizi isteyiniz! Zira, O, şirk ve isyandan tevbe edeni çok magfiret edicidir. Bunu yaparsanız, Allahü teala, ihtiyacınız kadar yağmur yağdırır, çok mal ve evlat ile size imdat eder, size meyveli bostanlar, bağlar, bahçeler verir ve o bostanlarda nehirler akıtır. Size ne oluyor ki, Allahü tealanın azametine, büyüklüğüne inanmıyorsunuz. İhsanlarını ümit etmiyorsunuz ve Onun azabından korkmuyorsunuz. Halbuki, O sizi yaratmıştır. Hem siz, Allahü tealanın yedi kat gökleri, tabaka tabaka nasıl yarattığını, dünyada ve diğer göklerde Ay’ı nur kıldığını, Güneş’i, yeryüzünde, gecenin karanlığını giderici ışık kaynağı kıldığını görmez misiniz? Allahü teala, sizin aslınız olan Adem’i topraktan yarattı.
Sonra ölümünüzle yine toprağa iade eder ve kıyamet günü tekrar diriltip yine yerden çıkarır. Allahü teala yeryüzünü, sizin için yatak gibi döşenmiş kıldı. Ta ki, onda geniş yollar açıp, ihtiyacınıza gidersiniz. Nuh aleyhisselam, kıtlığa uğrayan kavmine, önce ibadet, takva ve taati emrettikten sonra, istigfarı emretti. Nuh aleyhisselamın bu sözlerine rağmen, kavmi, helak olmayı seçerek, yine küfürlerinde ısrar ettiler. Hatta Nuh aleyhisselamı tehdit ettiler. Nuh aleyhisselam onlara dedi ki: - Ey kavmim! Eğer benim, sizin aranızda bulunmam ve Allahü tealanın ayetlerini hatırlatarak sizi Hakka davet edip nasihat vermem size ağır geliyorsa, biliniz ki, ben sizin hilenizden Allahü tealaya tevekkül ettim. Ona güvendim. Artık siz ve ortaklarınız toplanıp ne yapacağınızı kararlaştırın! Sonra benim helakime kasdetmeniz gizli olmasın! Yapacağınızı aşikare olarak yapın! İçinizdekileri gizlemeyin! Sizin bana yapacağınız şeylere aldırış etmem. Daha sonra da bana herhangi bir mühlet de vermeden istediğiniz kötülüğü yapın.
Hazreti Nuh, Allahü tealanın muhafaza ve himayesinde olduğunu bildiğinden, düşmanlarına hiç ehemmiyet vermediğini göstermek ve onların acizliğini, bir şey yapamayacaklarını meydana çıkarmak için şöyle bir teklifte bulundu: - Siz, tedbir sahiplerinizi, tedbirlerinizi, ortaklarınızı, yani bu hususta her neyiniz varsa, hepsini bir araya getirin ve bütün imkanlarınızı beni öldürmekte kullanın. Hem hiçbir tedbirinizi de noksan bırakmayın ki, sonunda, bu işi başaramadığınızda da, şu tedbiri de alsaydık demeyesiniz! Hazreti Nuh, onların daveti kabul etmeyip, yüz çevirmelerinin kendisine bir zarar veremeyeceğini de bildirerek buyurdu ki: - Eğer davetimden yüz çevirirseniz, bunun bana bir zararı yoktur. Zira insan iki şeyden korkar.
Birincisi, başkalarının zararından, ikincisi de, menfatinin kesilmesi endişesinden. Ben sizin şerrinizden, zarar vermenizden korkmadığımı, Allahü tealaya tevekkül ettiğimi önceki sözümde de söyledim. Şimdi de, şunu söylüyorum: Sözümü dinlememenizden dolayı bana bir zarar gelmez. Çünkü sizden korkum yok. Bir ücret istemiyorum ki, onu da elden kaçırma endişem olsun. Bunda benim bir telaşım yoktur.
Benim ücretim Allahü tealaya aittir. Siz kabul etseniz de, etmeseniz de, vazifemi yapmış oluyorum ve Allahü teala bana bunu verecek. Şu halde siz iman etmezseniz, zarara uğrarsınız. Yani iman edip etmemeniz halinde, bana bir fayda ve zarar yoktur. Hakikat apaçık meydanda iken, Allahü tealanın emirlerini hatırlatmamdan, sözlerimi ve nasihatlerimi kabulden yüz çevirmeye devam ederseniz, muhakkak helak olursunuz. Kabulüne mani olacak hiçbir sebep yokken, haktan yüz çevirirseniz, Allahü teala size azap eder. Çünkü yüz çevirmenizde haklı olduğunuzu iddia edebilmeniz için; sizden, buna sebep olacak, hakkı kabulünüzü gerektirecek ve size ağır gelecek herhangi bir ücret istemedim.
Hazreti Nuh’un duası Hazreti Nuh’un davet ve nasihatı, kavminin nefslerine ağır geldiği için, ona akıl almaz hakaretler ve işkenceler yapmışlardı.
Hazreti Nuh onlara buyurmuştu ki: - Bana olan buğzunuz, sizi, eziyet etmeye sevketti. Halbuki, ben size, sizin bana yaptığınız kötülükle değil, Allahü tealaya tevekkül etmekle, yalnız Ona itimat edip güvenmekle karşılık veririm. Sakın ola ki, eziyet vermenizin ve ölümle tehdit etmenizin, beni, insanları Hakka, Allahü tealaya imana davetten alıkoyacağını zannetmeyiniz! Hazreti Nuh, onların kötü niyetlerinin bulunduğunu haber verip, meydan okudu ve şöyle dedi: - Maksadınızın meydana gelmesini temin edecek, ne kadar çare, yol varsa hepsini toplayın. Kendilerine yakın olmakla, durumunuzun kuvvetli olacağını zannettiğiniz ortaklarınızı kendinize katın.
Bu işiniz size tasa olmasın, faaliyetinizi gizli olarak devam ettirip sıkılmayın. Ne yapacaksanız, aşikare olarak yapın! Bütün bu hazırlıklardan sonra, yapacağınız kötülüğü bana yöneltin. Bu kötülüğünüzü icra edeceğinizde, bana mühlet vermeyin ve bütün gücünüzle acele edin. Hazreti Nuh’un bu sözleri, onun, Allahü tealaya ne derece tevekkül sahibi olduğunu, kavminin hile ve kötü planlarının kendisine asla zarar veremeyeceğini kat’i olarak, açık bir şekilde göstermektedir. Hazreti Nuh, kavminin kendisine yaptığı eziyetlere katlanıyor, iman etmemelerine üzülüyordu. Nihayet Allahü tealaya şöyle yalvardı: - Ya Rabbi! Kullarının bana yaptığını görüyorsun. Kulların hakkında hayr dilemişsen, onları hidayete erdir.
Yoksa sen onlar hakkında hükmedinceye kadar, bana sabır ver. Çünkü sen, hükmedenlerin en hayırlısısın. Bunun üzerine, Hud suresinin 36. ayet-i kerimesinde mealen şöyle bildirildi: “Nuh’a vahyolundu ki, kavminden daha evvel iman etmiş olanların dışında hiç kimse iman etmeyecek. O halde sen, kavmin seni yalanladıkları için ve sana eza verdikleri için mahzun olma, kederlenme ki, onlardan intikam alma vakti gelmiştir.” Allahü tealadan gelen vahiy ile de sabit olmuş, iyice anlaşılmıştı ki, bu kavim ıslah olmayacak ve başka iman eden bulunmayacaktı.
.
|