Peygamberler tarihi Adem a.s
ADEM ALEYHİSSELAM
Adem aleyhisselamın yaratılışı Herşeyi yoktan yaratan, yokluktan varlık alemine getiren Allahü tealadır. Allahü tealanın ilk yarattığı şey, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın nurudur. Herşey Muhammed aleyhisselamın hürmetine yaratılmıştır. Allahü teala bir hadis-i kudside Muhammed aleyhisselam için buyurdu ki: - Sen olmasaydın, sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım. Eshab-ı kiramdan Cabir bin Abdullah sordu: - Ya Resulallah! Allahü tealanın herşeyden önce, ilk yarattığı şey nedir? Peygamberimiz şöyle buyurdu: - Her şeyden önce, benim nurumu kendi nurundan yarattı.
O zaman ne levh, ne kalem, ne cennet, ne cehennem, ne melek, ne gökler, ne yer yüzü, ne güneş, ne ay, ne insan, ne de cin vardı. Allahü teala, sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın nurunu yarattıktan sonra, bu nurdan alemleri ve içinde olanları, sonra da Adem aleyhisselamı yarattı. Allahü teala, Adem aleyhisselamı yaratmayı dileyince, meleklere, yeryüzünde bir halife yaratacağını bildirdi. Melekler; “Ya Rabbi! Yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek olan insanları niçin yaratıyorsun” dediklerinde, Allahü teala, “Onlar fesat çıkarmazlar” demedi. Allahü teala şöyle buyurdu: - Sizin bilmediklerinizi ben bilirim, layık olmayanları layık yaparım! Uzak kalanları yaklaştırır, zelil olanları aziz ederim.
Siz onların işlerine bakarsınız, ben kalblerine bakarım. Siz, günahsız olduğunuza bakıyorsunuz. Onlar,benim rahmetime sığınırlar. Sizin günahsız olduğunuzu beğendiğim gibi, onların günahlarını affetmeyi de severim. Benim bildiğimi sizler bilemezsiniz. Onları, ezeli olan lütfuma kavuşturur, ebedi olan lütfum ile hepsini okşarım. Meleklerin, “Niçin yaratacaksın” diye sormaları, yaratmasındaki hikmeti öğrenmek istediklerinden idi. Allahü tealanın emriyle, melekler, yeryüzünün değişik yerlerinden, kırmızı, beyaz, siyah, değişik renkte topraklar aldı. İnsanların değişik renkten olması bundandır. Hadis-i şerifte şöyle buyuruldu: - Allahü teala Adem aleyhisselamı, yeryüzünün her tarafından aldırdığı topraktan yarattı.
Bu sebeple zürriyetinden siyah, beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar olduğu gibi, bazıları da bu renklerin arasındadır. Bazısı yumuşak, bazısı sert, bazısı halis ve temiz oldu. Adem aleyhisselamın yaratılacağı toprak, yeryüzünün çeşitli yerlerinden alınıp, bir araya toplandıktan sonra, melekler, su ile çamur yapıp, insan şekline koydular. Allahü teala, bu toprağı çeşitli safhalardan ve şekillerden geçirdi. Önce çamur haline getirilip, bir müddet öylece kaldı ve balçık çamuru oldu. Bu çamur, şekil verilecek bir hal alınca; insan suretine sokuldu.
Hazreti Adem’e secde edilmesi Adem aleyhisselam ruh verilmeden önce, bir müddet de insan sureti verilmiş bir halde bekletildi. Mekke ile Taif arasında kırk yıl yatıp, pişmiş gibi kurudu. Önce Muhammed aleyhisselamın nuru alnına kondu ve Muharrem ayının onunda cuma günü ruh verildi. Adem aleyhisselamın bedenine ruh verilmeden önce, melekler, Adem aleyhisselamın bedenini görüp, ondaki uygunluğa, ahenge ve yaratılışın güzelliğine, mükemmelliğine hayran kaldılar. “Allahü teala bundan güzel bir şey halk etti mi acaba” dediler.
İblis, Adem aleyhisselamın ruh verilmemiş halindeki bedenini görünce, meleklere dedi ki: - Eğer o sizden üstün, faziletli kılınırsa ve ona hürmet etmeniz emredilirse ne yaparsınız?
Melekler, “Biz Rabbimizin emrine uyarız” dediler. İblis ise kendi kendine dedi ki: - Eğer ona hürmet etmem emir olunursa isyan ederim. Çünkü, o topraktan, ben ise ateşten yaratıldım, ben ondan üstünüm. Allahü teala, Adem aleyhisselamın bedenine ruh verince, ruhun cesede sirayet ettiği yerler canlanıp, ete dönüştü. Önce başına sirayet etti ve Adem aleyhisselam aksırdı. Allahü teala ona, Elhamdülillah; yani alemlerin Rabbine hamdolsun demesini ilham etti ve aksırdıkça böyle dedi. Ruh, Adem aleyhisselamın gözlerine sirayet edince, cennetin meyvelerini gördü.
Midesine yürüyünce, o meyvelerden yemeyi arzu edip, ruh henüz ayaklarına gelmediği halde, doğrulup kalkmak istedi. Bu sebeple Allahüteala; (İnsan aceleci bir tabiatta yaratılmıştır) buyurdu. (Enbiya: 37) Allahü teala Adem aleyhisselamın bedenine ruh vermeden önce, meleklere, (Ona ruh verdiğim zaman, hepiniz ona karşı secde edin) buyurdu. Bu husus Kur’an-ı kerimde bildirilmiş olup, mealen şöyledir: (Rabbin o vakit meleklere şöyle demişti: “Ben çamurdan bir insan yaratacağım.
Onun yaratılışını tamamlayıp da tarafımdan ona ruh verdiğim zaman, hemen ona secdeye kapanın.” Bunun üzerine melekler hep birden secde ettiler.) (Sad 71- 73) Adem aleyhisselama ruh verilip, canlanıp ayağa kalkınca, Allahü tealanın emri üzerine melekler, ona Adem Aleyhisselamın yeryüzüne indirildiği rivayet edilen Serendip adasıkarşı secde ettiler. Meleklerin Adem aleyhisselama karşı olan bu secdesi, namazda Allahü tealanın emriyle Kabe’ye yönelip secde etmek gibidir. Yani Kabe istikametinde Allahü tealaya secdedir. İblis bu inceliği anlayamadı, kibirlenip, Adem aleyhisselama karşı secde etmedi. “O çamurdan yaratıldı. Ben ise ateşten yaratıldım. Ondan üstünüm” diye iddiada bulundu. Bundan dolayı, huzur-ı ilahiden kovuldu.
İsmi de kovulmuş, uzaklaştırılmış manasında, “Şeytan” kaldı. Allahü teala Adem aleyhisselamı en güzel bir surette yaratıp, ona ruh verdikten sonra, ona, her şeyin ismini ve faydasını öğretti. Allahü teala yeryüzünde insanların bildiği bütün eşyanın isimlerini Adem aleyhisselama öğretmiştir. Mesela, insan, hayvan, vadi, dağ, ova, tepe ve buna benzer isimleri, hatta karanlık ve uzunluğu da öğretti. Bu hususlar Kur’an-ı kerimde şöyle bildirilmiştir: (Allahü teala, Adem’e bütün isimleri öğretti. Sonra eşyayı meleklere gösterip; “Eğer sadıklarsanız, bunların isimlerini bana haber verin” buyurdu.
Melekler; “Biz seni tenzih ederiz, senin bize öğrettiğinden başka, hiçbir ilmimiz yok. Muhakkak sen herşeyi hakkıyla bilensin, üstün hikmet sahibisin” dediler. Allahü teala, Adem’e; “Ey Adem! Eşyanın ismini meleklere haber ver” buyurdu. Adem aleyhisselam da meleklere, o isimleri haber verince, Allahü teala; “Ben size demedim mi ki, göklerin ve yerin gayblerini ben bilirim.
Açıkladığınızı da, gizlediğinizi de elbet ben bilirim” buyurdu.) (Bekara 30-33.)
Şeytan’ın isyanı Allahü teala Adem aleyhisselamın bedenine ruh verdikten sonra melekleri ve cinleri haberdar edip; “Adem’e secde ediniz!” emrini verince, önce Cebrail aleyhisselam secde etti. Sonra sırayla; Mikail, İsrafil, Azrail ve diğer bütün melekler secde ettiler. Secde eden meleklerin her biri, Allahü teala tarafından çeşitli hizmetleri görmekle şereflendirildi. İblis, kibir ve gururundan secde etmedi. Allahü teala iblise mealen; “Ey mel’un! Adem’e niçin secde etmedin?” buyurunca, İblis dedi ki: “Ben ondan daha hayırlıyım. Beni ateşten onu ise topraktan yarattın. Ateş; latif, saf ve ışıktır. Elbette topraktan üstündür.” diyerek bu bozuk kıyasını ileri sürdü. Böylece Allahü tealanın emrine isyan etti. Ebedi olarak Cehennemlik oldu.
İblis, Adem aleyhisselama secde ediniz emrine uymayınca, Allahü teala, “Hemen Cennet’ten çık! Cennet’ten çık! Artık sen hor, alçak ve bayağı kimselerdensin.” buyurdu. İblis Cennet’ten koğulunca ölüm acısını tatmak istemediğinden veya sonsuz bir hayat yaşamak istediğinden dolayı Allahü tealaya; “Bana halkın dirilip kaldırılacakları mahşer gününe kadar mühlet ver.” diyerek dünyada ve ahirette ölümsüz olmayı istedi. Allahü teala da ona ölümden ve Cehennem azabından kurtuluş olmadığını bildirip, birinci sur üflenip bütün canlıların öleceği vakte kadar mühlet verdi. Böylece kıyamet gününe kadar ömür verilip serbest bırakıldı.
İblis bunun üzerine “Öyle ise beni azdırmana yemin ederim ki, insanoğullarını saptırmak için muhakkak senin doğru yoluna oturacağım! Vesvese verip, pusu kuracağım. Sonra da onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım, musallat olacağım. Sen de onların çoğunu şükredici kul olarak bulamayacaksın.” dedi. Allahü teala buyurdu ki: “Yemin ederim ki onlardan kim sana uyarsa, Cehennem’i hep sizden dolduracağım. Benim muhlas yani ihlaslı kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin olamaz.” İblis, kendisine kıyamete kadar ömür verilip, serbest bırakıldı.
Adem aleyhisselamın evlatları olan insanlara, dünyada imtihan edilmek, denenmek için üç din düşmanı yaratıldı. Bunlar; İblis yani Şeytan, insanın kendisi, yani nefsi ve kötü arkadaştır. Allahü tealanın razı olduğu hak yoldan insanları saptırmak için uğraşacağına söz alan ve kıyamete kadar da kendisine mühlet verilen şeytan, herkese zarar yapmaya çalışır. İnsanın, besmelesiz ve haramdan yediği yiyeceklerle ve içeceklerle damarlarında dolaşmakta, midesine yerleşmekte ve kalbine vesvese vermektedir.
Bu haliyle insanlarda çeşitli maddi ve manevi hastalıklara sebep olmaktadır. İnsanları aldatmak için en çok yalan, gıybet, koğuculuk, namazı terk ve tehir ettirmek, faiz, kumar vs. gibi günahlara alıştırmaktadır. İçki, fuhuş, zina ve kumar onun büyük yardımcısıdır. Bunları yaptırmak için kendisine, çocukları, insanlardan ve cinlerden kötü yolda olanlar yardımcı olur. Şeytanın, insana bütün kötülükleri yaptırmak için bir gücü, kuvveti yoktur. O sadece kalbe vesvese verir, bir şeyi güzel gösterir. Nefsine ve kötü arkadaşlarına aldanıp mağlup olan insan, onun vesvesesine kanıp kötü işleri yapmaya başlar.
Allahü tealayı unutmayanlara, daima O’nun zikriyle meşgul olanlara, her işinde İslamiyetin emir ve yasaklarına uygun davrananlara, haram ve şüphelilerden sakınanlara, zararı dokunamaz. Allahü tealanın halis, seçilmiş kulları, şeytanın şerrinden muhafaza altına alınmıştır. Şeytan, insanoğlu son nefesini teslim edinceye kadar onunla uğraşır ve son nefeste imansız gitmesi için elinden geleni yapmaya çalışır. Son nefeste imansız ölmemek için şeytanın sevdiği kötü işlerden uzak durmak gerekir.
Hazreti Havva’nın yaratılması Adem aleyhisselam kırk yaşında iken, Firdevs adındaki cennete götürüldü. Cennete girince, peygamberler sayısınca kürsiler konulmuş gördü. Her birinde ayrı ayrı oturdu ve her kürside oturdukça, o peygamberin nuru alnında parlıyordu. En son Muhammed aleyhisselamın kürsisinde oturdu. Melekler yetmiş bin adet nurdan meşaleyi başı üzerinde tuttular. O kadar aydınlık oldu ki, evvelki nurların hiçbirisi kalmadı. Her biri görünmez olup, güneş çıkınca yıldızların kaybolması gibi oldu. Bu hal Adem aleyhisselamın Muhammed aleyhisselama muhabbetini artırdı. Adem aleyhisselam cennete girince, cennet yemeklerine ve meyvelerine rağbet eyledi. Cennet bağlarını, bahçelerini ve cennet köşklerini dolaşmaya başladı. Canı her ne isterse, hemen hazır olurdu. Lakin yaratılışı icabı olarak, kendi cinsinden arkadaş bulup, onunla yakınlık kurmak istedi.
Bu düşüncede iken uyuyu verdi. O esnada Allahü teala Adem aleyhisselamın sol kaburga kemiğinden Hazreti Havva’yı yarattı. Adem aleyhisselam uykudan uyanınca, başucunda, ayakta duran bir kadın gördü ve ona dedi ki: - Sen kimsin? Niçin yaratıldın? O da; “Ben sana zevce, eş olarak yaratıldım” diye cevap verdi. Hazreti Havva validemizin yaratılmasından, Adem aleyhisselamın hiç haberi olmadı. Hazreti Havva, Adem aleyhisselam suretinde, onun boyunda, onun şeklinde ve renginde idi. Kur’an-ı kerimde şöyle buyuruldu: (Ey insanlar, sizleri bir tek şahıstan yaratan, o şahıstan da zevcesini vücuda getiren, ikisinden de birçok erkeklerle kadınlar halkeden Rabbinizden korkun ve günah işlemekten sakının...) (Nisa: 1)
Allahü teala Adem aleyhisselama Hazreti Havva ile birlikte cennette yerleşmelerini ve cennetin meyvelerinden diledikleri kadar yemelerini bildirdi. Fakat cennette bir ağaç için, “Bu ağaca yaklaşmayın, bundan yemeyin” buyurdu.
Onu yasakladı ve, “Bundan yerseniz zahmete düşer, üzülürsünüz” buyurdu.
Yeryüzüne indirilmeleri Adem aleyhisselam, Hazreti Havva ile cennette iken, şeytan, onlara düşmanlık besleyip, aldatmak ve öc almak için harekete geçti. Bu hususta Kur’an-ı kerimde mealen şöyle buyurulmaktadır: (Ve biz demiştik ki; ey Adem, sen zevcenle cennette kal. Cennetin nimetlerinden ikiniz de bol bol yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa nefslerine zulmedenlerden olursunuz.) [Bekara 35]
Şeytan, Adem aleyhisselama ve Hazreti Havva’ya düşmanlık besleyip, onları, içinde bulundukları nimetten mahrum etmek istiyordu. Bunun için hile düşünüyor, onları yanıltma yolları arıyordu. Onlara, kendilerine yasak edilen ağacın meyvesinden yedirmeyi ve böylece cennetten çıkarılmalarını istiyordu. İblis, yasak ağaçtan yedirmek için, Hazreti Adem ile Hazreti Havva’yı cennetin dışından gözetleyerek fırsat kolluyordu. Bir defasında Adem aleyhisselam ile Hazreti Havva, cennetin kapısının yakınında dolaşırken, şeytan onların dikkatini çekmek istedi. Bunun için karşılarında ağlayıp sızlayarak feryat etti.
İblis’e sordular: - Neden böyle feryat ediyorsun? İblis de, “Ben, sizin öleceğinize ve bu sebepten de içinde bulunduğunuz nimetlerden ayrılacağınıza ağlamaktayım” diye cevap verdi. Sonra sözüne devam edip dedi ki: - Size ebedilik ağacını göstereyim mi? Eğer o ağaçtan yerseniz, iki melek olursunuz ve cennette devamlı kalırsınız, sona ermeyen bir devlete kavuşursunuz. Ayrıca, konuşmalarının sonunda, “Ben, muhakkak sizin iyiliğinizi istiyorum” diyerek de yemin etti. İblisin bu sözleri ve yemini üzerine, Hazreti Havva ile Adem aleyhisselam, onun, kendilerine düşman olduğunu unuttular. Önce Hazreti Havva, sonra da onun teşviki ile Adem aleyhisselam, unutarak, kendilerine yasak edilen ağacın meyvesinden tattılar. Adem aleyhisselamın bu yasak edilen ağaçtan yemesi zelleidi. Yani doğrular arasında, en doğruyu seçememekti. Günah değildi.
Kur’an-ı kerimde bu hususta şöyle buyuruldu: (Doğrusu bundan önce, Adem’e, bu ağaçtan yeme diye emrettik de unuttu.) [Taha 115] Allahü teala, Adem aleyhisselama buyurdu ki: - Sana cennette pek çok şeyi mubah ettiğim halde, niçin yasak ettiğim ağacın meyvesinden yedin? Adem aleyhisselam şeytanın yemin ettiğini söyleyip, dedi ki:
- Ya Rabbi! Ben bir kimsenin senin adına yalan yere yemin edeceğini zannetmiyordum! Allahü teala, Adem aleyhisselama tekrar buyurdu: - Seni yasak ettiğim ağacın meyvesinden yemeye teşvik eden sebep nedir? - Ya Rabbi! Bu işe beni Havva teşvik etti. Adem aleyhisselam ile Hazreti Havva, cennette iken, kendilerine yasak edilen ağacın meyvesin den, unutarak yemelerinden dolayı yeryüzüne indirildiler. Adem aleyhisselam, cennetten, cuma günü ikindi ve akşam arasında çıkarılarak, Hindistan’da Seylan (Serendib) adasına, Hazreti Havva da Cidde’ye indirildi. Şeytan ise çok hakir ve perişan bir halde, cennetin civarından, taşlık bir yere indirildi. Bu hususta Kur’an-ı kerimde mealen şöyle buyuruldu: (Nihayet şeytan, onların, [Adem ve Havva’nın], cennetten çıkarılmalarına ve içinde bulundukları nimetten uzaklaştırılmalarına sebep oldu.) [Bekara 36]
Hazreti Adem’in Havva ile buluşması Adem aleyhisselam cennetten yeryüzüne indirilince, gözünün yaşı dinmedi. Hadis-i şerifte şöyle buyuruldu: (Adem aleyhisselamın gözünün yaşları, zürriyetinin gözyaşlarıyla tartılsa, Adem’in gözyaşları bütün evladının gözyaşlarından ağır gelirdi.) Adem aleyhisselam ve Hazreti Havva, cennetten yeryüzüne ayrı yerlere indirildikten sonra, senelerce ayrı kaldılar. Adem aleyhisselam Hindistan’da, Hazreti Havva validemiz de Arabistan’da kaldı. Dünyanın dert ve sıkıntılarına katlandılar. Cennetten ayrı kalmanın üzüntüsü ile uzun yıllar ağlayıp gözyaşı döktüler. Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Adem aleyhisselam, zellesi sebebiyle cennetten çıkarılınca dedi ki: - Ya Rabbi! Beni, Muhammed’in hürmetine affet. Allahü teala buyurdu ki: - Ya Adem! Sen Muhammed’i nasıl bildin? Daha ben Onu yaratmadım?
Adem aleyhisselam şöyle cevap verdi: - Ya Rabbi! Beni yaratıp, bana ruh verdiğin zaman, gözümü açıp baktığımda, Arş’ın kenarında “La ilahe illallah Muhammedün resulullah” yazılı gördüm. İsmini isminle yazdığından, yarattıklarından en çok sevdiğin Odur. Allahü teala buyurdu ki: - Doğru söyledin ey Adem. Mahlukatımdan en çok sevdiğim Odur. Onun hürmetine af dilediğin için, seni affettim.) Daha sonra, Allahü teala buyurdu ki: - Ya Adem, sen dünyada meşakkat ve tevbeye zürriyetini varis kıldın. Onlardan biri bana dua edip, tazarruda bulunduğu zaman, senin tevbeni ve duanı kabul ettiğim gibi, onun da tevbesini ve duasını kabul ederim.
Onlardan biri, benden af ve magfiret dileyip, bana sığınırsa, tevbesini kabul ederim. Çünkü ben tevbeleri kabul ediciyim. Ey Adem, ben, günahtan tevbe edenleri, cennette haşrederim. Onları mezarlarından neşeli ve güler yüzlü oldukları halde, duaları kabul edilmiş olarak kaldırırım. Allahü teala, Adem aleyhisselamın tevbesini kabul ettikten sonra, Kabe-i şerifi inşa etmesini emretti. Allahü tealanın tevbesini kabul edip, Kabe’yi inşa etmesini emrettikten sonra, Adem aleyhisselam, Hindistan’dan Arabistan’a gitti. Arabistan’a varınca, Arafat’ta Hazreti Havva validemiz ile buluştu. Bu sırada Hazreti Havva da Adem aleyhisselamı aramak için Cidde’den Arafat’a gelmişti. Arafat ovasında Müzdelife’de buluştular.
Hazreti Havva onu tanıyamadı. Cebrail aleyhisselam tanıştırdı. Nice seneler ayrı kalmanın üzüntüsü gidip, sevinç ve ferahlığa kavuştular. Beraberce Mina’ya gittiler.
Ahd ü misak Adem aleyhisselamın kıyamete kadar gelecek olan çocukları, Arafat meydanında, belinden zerreler halinde çıktı. Allahü teala onlara buyurdu ki: - Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Hepsi, “Evet, sen bizim Rabbimizsin” dediler. Sonra hepsi zerreler halinde, Adem aleyhisselamın beline girdi. Buna ahd ü misak, söz verme denir. Ayrıca Kalu Bela diye de meşhur olmuştur.
Ahd ü misak, Kur’an-ı kerim ve hadis şerif ile sabittir. Nitekim ayet-i kerimede mealen şöyle buyurulmaktadır: (Hani, Rabbin, Ademoğullarından, onların sulblerinden zürriyetlerini çıkarıp, kendilerini, nefslerine şahit tutmuş; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” buyurmuştu. Onlar da; “Evet, Rabbimizsin, şahit olduk” demişlerdi. İşte bu şahit tutma kıyamet günü; “Bizim bundan haberimiz yoktu” dememeniz içindi. Yahut, “Daha evvel atalarımız Allaha şirk koşmuştu. Biz de onlardan sonra gelen bir nesiliz. Şimdi o batıl yolda olanların işlediği günahlar yüzünden bizi helak mı edeceksin” dememeniz içindi...) [A’raf 172]
İnsanların çoğalması Hazreti Havva validemiz Adem aleyhisselam ile buluştuktan sonra, biri kız, biri erkek olmak üzere yirmi defa ikiz; tek olarak da Şit aleyhisselamı dünyaya getirdi.
Cebrail aleyhisselam Adem aleyhisselama rençberlik işlerini, ekip biçmeyi öğretti. Rençberlik ve diğer pek çok işle meşgul oldu. İlk insanlar, bazı tarihçilerin zannettiği ve İslam dinine inanmayanların uydurduğu, bazı filmlerde gösterildiği gibi, ilimsiz, fensiz, görgüsüz, çıplak, vahşi kimseler değildi.
Evet bugün, Asya, Afrika çöllerinde ve Amerika ormanlarında tunç devrindekilere benzeyen vahşiler yaşadığı gibi, ilk insanlarda da bilgisiz, basit yaşayanlar vardı. Fakat, bundan dolayı, ne bugünkü, ne de ilk insanların hepsi için, vahşidir denilemez. Adem aleyhisselam ve ona iman edenler, şehirlerde Adem Aleyhisselam ile Hazreti Havva’nın Cennet’ten çıkarıldıktan sonra yeryüzünde buluştukları ilk yer olan Arafat Ovası ve Müzdelife yaşardı.
Okumak, yazmak bilirdi. Demircilik, iplik yapmak, kumaş dokumak, çiftçilik, ekmek yapmak gibi sanatları vardı. Nitekim Hakim’in bildirdiği hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teala, Adem’e, sanatlardan bin türlü sanat öğretti ve ona şöyle buyurdu: “Evlatlarına ve zürriyetine rızık hususunda sabredemezlerse, bu sanatlardan biri ile rızık talep etmelerini” söyle.)
Kabe’nin inşa edilmesi Adem aleyhisselam, yeryüzüne indirilmesi sebebiyle çok üzülüyor ve günlerini ağlamakla geçiriyordu. Onun üzüntüsüne melekler de ortak oluyorlardı. Bir defasında Adem aleyhisselam secdedeyken şöyle arzetti: - Ya Rabbi! Bana ne oldu ki, artık meleklerin seslerini, senin zatını tesbih ve takdis etmelerini duyamıyorum. Onları göremiyorum Cenab-ı Hak buyurdu ki: - Ey Adem! Senden sadır olan zelle, meleklerin tesbihini işitmene manidir. Ancak benim yeryüzünde bir beytim vardır. Sen onun temelini bulup, üzerine bir beyt bina et.
Beni takdis ve beytin etrafını tavaf et! Ey Adem! O beyti Mekke’de kıldım. Evladından her kim beytime gelip, sadece benim rızamı isterse, bizzat beni ziyaret eden misafirim gibidir. Bunları şanıma layık bir şekilde ağırlarım ve bütün ihtiyaçlarını gideririm. Ey Adem! Sen sağ oldukça Beytullah’ı tamir et! Senden sonra gelecek peygamberler ve ümmetler de zaman zaman onu tamir edecekler ve en son peygambere kadar bu böyle sürüp gidecektir.
Adem aleyhisselam, Allahü tealanın bu emri ile Serendip adasından Mekke’ye doğru yürümeye başladı. Bir melek kendisine yol gösteriyordu. Mekke-i mükerremenin bulunduğu yere gelince, Allahü teala ona yardımcı melekler gönderdi. Melekler, Beyt-i Mamur’un tam hizasına gelecek şekilde, yedi kat yere kadar varan bir temel kazdılar. Kazılan bu temele, toprak seviyesine kadar, otuz kişinin ancak kaldırabileceği büyüklükte taşlar yerleştirdiler. Böylece Kabe inşa edildi. Allahü teala cennetten Hacer-ül esved taşını indirdi. Hacer-ül esved o zamanlar beyaz idi. Sonra günahkarların el sürmesiyle karardı. Adem aleyhisselam, Kabe’yi inşa ettikten sonra, Allahü tealaya sordu: - Ey Rabbim! Şüphesiz ki, her çalışanın bir mükafatı vardır.
Acaba benim mükafatım nedir? Cenab-ı Hak buyurdu ki: - Ey Adem! Benden ne istersen iste! Adem aleyhisselam, “Ya Rabbi! Beni tekrar cennete gönder” diye yalvardı. Allahü teala da; “Bu senin için hakikat olacaktır” buyurdu. Bunun üzerine Adem aleyhisselam dedi ki: - Ey günahları bağışlayan Rabbim! Kendi günahlarımı itiraf ettiğim gibi, zürriyetimden de, işledikleri günahlarını ikrar edip, sana yalvararak, bu beytin çevresinde tavaf yapanları da affetmen için yalvarırım. Allahü teala yine buyurdu: - Ey Adem! Ben seni affettim. Senin zürriyetinden bu beyti ziyaret edip de, günahlarından tevbe edenleri de affettim. Allahü teala Hazreti Adem‘e şöyle vahyetti:
“Ey Adem, başına bir iş gelmeden önce şu beyti haccet.” Adem “Ya Rabbi, başıma gelecek iş nedir?” dedi. Buyurdu ki: “sorduğun o şey ölümdür.”Adem “Ölüm nedir?” dedi. Buyurdu ki; “sen onu tadacaksın.” Adem aleyhisselam, Allahü tealanın emri ile, Kabe-i şerifi inşa edip, ilk tavafını yaptıktan sonra, melekler kendisine dediler ki: - Ey Adem! Haccın mübarek olsun. Adem aleyhisselam onlara; “Siz tavaf esnasında neler söylüyorsunuz” diye sordu. Melekler de şöyle cevap verdiler: - “Sübhanallahi velhamdülillahi vela ilahe illallahü vallahü ekber” diyoruz. Adem aleyhisselam onlara buyurdu ki: - “Vela havle vela kuvvete illa billah” cümlesini de buna ilave ediniz.
Adem aleyhisselam tavaftan sonra, kapı önünde iki rekat namaz kıldı ve Mültezem’e gelip şu duayı yaptı: “Ya Rabbi! Senden kalbime nüfuz edecek şüphesiz ve dosdoğru bir iman ve benim hakkımda senin hükmettiklerine razı olma kudreti vermen için yalvarıyorum.” Allahü teala şöyle buyurdu: “Ey Adem! Benden bazı dileklerde bulundun. Ben bu dileklerini senin için kabul ettim. Senin zürriyetinden bu şekilde duada bulunanların da dualarını kabul edip, düşünce ve sıkıntılarını yok edeceğim. Kederlerini dağıtıp, mallarını koruyacağım...” Adem aleyhisselamın yaptığı bu duayı okumak, o zamandan bu güne kadar devam etmiş, tavafın bir sünneti haline gelmiştir.
Kabe daha sonra Nuh tufanında yıkılmış ve temelleri kalmıştı. Kabe’nin, Nuh tufanından sonra İbrahim aleyhisselama kadar yeri belirsiz olup, yalnız bulunduğu saha bilinmekteydi. Bu bölge kırmızı topraklı ve sel sularının yükselemeyeceği kadar tümsek bir tepe durumunda idi. İbrahim aleyhisselam yeniden inşa edinceye kadar böyle kaldı.
Resullerin ilki Adem aleyhisselam ve Hazreti Havva, daha sonra Şam’a geldiler. Burada evlatları çoğaldı. Neslinden kırk bin kişiyi gördü. Oğullarına ve torunlarına peygamber olarak gönderildi. Kendisi aynı zamanda ilk din getiren, yani resul peygamberdi. “Ülül’azm” denilen altı büyük peygamberden ilkidir. Bazı sapıklar Hazreti Adem’in resul olduğuna inanmamaktadırlar. Hazreti Adem’in peygamber olduğuna inanmayan dinden çıkar, kafir olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: Resullerin ilki Adem’dir.... Cebrail aleyhisselam kendisine on iki defa geldi. Kendisine on suhuf (forma) kitap verildi.
Bu kitapta; iman edilecek hususlar, çeşitli diller ve lügatler, her gün bir vakit namaz kılmak, gusül [Boy abdesti] almak, oruç tutmak, leş, kan, domuz eti yememek, ilaçlar, hesap, geometri gibi şeyler bildirildi. Ayrıca fizik, kimya, tıp, eczacılık, matematik bilgileri öğretildi. Hazreti Adem ve çocukları şehirlerde yaşarlardı. Okuma-yazma bilirlerdi. Demircilik, dokumacılık, çiftçilik gibi sanatları vardı. Otla değil, buğdaydan ekmek yapıp, onunla beslenirlerdi. Altın üzerine para dahi basılmış, maden ocakları işletilip, çeşitli aletler yapılmıştı.
Habil ve Kabil Habil ve Kabil, Adem aleyhisselamın oğullarından ikisiydi. Peş peşe birer kız kardeşle ikiz olarak doğmuşlardı. Beraber yaşayıp, beraber büyüdüler. Adem aleyhisselamın ilk çocuğu Kabil ve ikincisi onun ikiz kız kardeşi Aklima idi. Bunlardan sonra Habil ve sonra ikizi olan Lebuda doğdu. Büyüdükleri zaman, Allahü teala, Hazreti Adem’e, Kabil’i, Habil’in; Habil’i de Kabil’in ikiz kız kardeşi ile evlendirmesini emretti. Adem aleyhisselam zamanında, insanların çoğalması lazımdı. Bunun için, bir erkeğin kendi kız kardeşi ile evlenmesi helal idi, caiz idi.
İnsanlar çoğalınca, buna lüzum kalmadı. Allahü teala haram kıldı. Kabil’in ikiz kızkardeşi, Habil’inkinden daha güzel idi. Bu sebeple Kabil, Habil’in kendi ikiz kız kardeşi ile evlendirilmesine razı olmadı. Hatta dedi ki: - Ben, kardeşim ile evlenmeye daha layıkım. Bunun üzerine Hazreti Adem, Kabil’e, “Kızkardeşin sana helal değildir” dedi. Fakat Kabil, babası Hazreti Adem’in sözünü kabul etmedi ve düşüncesinde ısrar etti. Kabil, Allahü tealanın, babasına böyle bir evlendirmeyi emrettiğine inanmadı. Adem aleyhisselam, Allahü tealanın emrinin böyle olduğunu, buna uymak gerektiğini, Kabil’e izah etti. Fakat Kabil bunu kabul etmedi. Bu durum karşısında Adem aleyhisselam, Kabil ile Habil arasındaki ihtilafı halletmek için buyurdu ki: - Allahü teala her şeyi bilendir. Bu işi halletmek için bir şey adayınız! Habil çobanlık, Kabil de rençberlik yapardı.
Habil koyunları arasından en güzel bir koç seçip getirdi. Kabil ise buğdayları arasından en kötü kısımları toplayarak bir bağ buğday getirdi. Bu hususta da çok hasis davranmıştı. Habil ve Kabil, Adem aleyhisselamın tavsiyesi üzerine, adaklarını getirip, bir dağ üzerine koydular. Habil’in koçu üzerine gökten beyaz bir ateş inip, yaktı. Böylece Habil’in adağının kabul edildiği ve Kabil’in haksız olduğu anlaşıldı. O zamanlar, Allahü teala, ilahi bir hikmetle, kabul buyurduğu adak üzerine bir ateş gönderir, ateş onu yakıp, yok ederdi. Kabul olunmayan adak ise, olduğu gibi kalırdı.
Bu durum İsrailoğulları zamanına kadar böyle devam etti. Bundan sonra Allahü teala, kimin adağını kabul edip etmediğini kıyamete kadar gizledi.
Kabil kendi adağının kabul edilmediğini ve haksız olduğunu anladığı halde, ilahi hükme karşı gelip, haksızlığa dalıyor, nefsine zulmediyordu. Kardeşi Habil’e karşı, duyduğu derin bir kıskançlık ve nefret ile düşmanlık besliyordu. Hatta ona diyordu ki: - Yemin ederim ki, seni öldüreceğim! Habil ise gayet yumuşak davranıyor, karşılık vermiyor ve Kabil’e nasihat ederek diyordu ki: - Eğer sen, öldürmek için bana el uzatırsan, ben seni öldürmek için el kaldırmam. Çünkü ben, alemlerin Rabbi olan Allahtan korkarım. Kabil, Habil’in yumuşak davranmasını anlayacak ve onun doğru sözlerini kabul edecek halden uzak olduğu için, Habil’e karşı olan tutumunu değiştirmedi. Onu öldürmeye kararlı idi.
Adem aleyhisselamın hacca gittiği bir sırada, Kabil ıssız bir yerde, elinde bir taşla Habil’in yanına gitti. Habil, o sırada sürülerinin başında bulunuyordu. Kabil, Habil’e dedi ki: - Seni mutlaka öldüreceğim! - Niçin? - Sen, benim güzel kızkardeşimle evleniyorsun, ben ise senin güzel olmayan kızkardeşin ile evleniyorum. Hem ebeveynim, senin benden daha üstün olduğunu konuşuyorlar. Bunun üzerine Habil şöyle cevap verdi: - Eğer böyle bir şey yaparsan, büyük suç ve günah işlemiş olursun. Yerin de cehennemdir ve zalimlerin cezası budur. Habil, böyle söylemekle kardeşine nasihat etti. Onu uyandırmak, kardeşini öldürme işini yapmaktan sakındırmak istedi. Böylece, hem kendisi öldürülmekten ve hem de kardeşi böyle bir günahı işleyip, günahkar olmaktan kurtulacaktı.
Zira o, Allahü tealanın emrine muhalefet edenlerin, Allahü tealanın huzurunda mahcup olacaklarını biliyordu. Kabil, Habil’in sözlerini ve nasihatlarını dinlemedi. Şeytanın vesvesesine uyarak Habil’i öldürmek için kararlı ve ısrarlı davranıyordu. Nihayet onu öldürmek için harekete geçti. Kabil, ıssız bir yerde, kardeşi Habil’i öldürmeye teşebbüs ettiğinde, nasıl öldüreceğini bilemiyordu. Bu sırada şeytan, insan kılığına girerek karşısına çıktı. Bir kuş tutup, kuşun başını taş üzerine koydu. Başka bir taş daha alıp kuşun başına vurarak, başını ezmek suretiyle öldürdü. Böylece Kabil’e, kardeşi Habil’i nasıl öldüreceğini gösterdi.
Kabil bu hali görüp, kardeşini aynı şekilde öldürmek üzere harekete geçti. Habil’i uyurken, başına bir taş ile de vurarak şehit etti. Yeryüzünde dökülen ilk kan budur. İlk şehit Habil, ilk katil de Kabil oldu. Böylece Kabil ilk kötü çığırı açan kimse oldu. Bu sebeple kıyamete kadar, haksız yere insan öldüren herkesin günahına Kabil ortak oldu. Bunun gibi, kim kötü bir çığır açarsa, o çığır devam ettiği müddetçe, ona da günah yazılır. Nitekim hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Zulüm ile öldürülen her insanın kanından, günahından, Adem’in birinci oğlu Kabil’e bir pay ayrılır.
Çünkü cinayeti adet edenlerin önderi odur.) Kabil’in kardeşini öldürmesi hususunda Kur’an-ı kerimde de şöyle buyuruldu: (Nihayet Kabil, nefsine uyarak kardeşi Habil’i öldürmeye kalkışmış ve sonra onu öldürmüştü. Böylece ziyana uğrayanlardan olmuştu.) [Maide 30] Kabil, kardeşi Habil’i öldürünce, cesedini ne yapacağını bilemedi. Önce onu bir sahraya bıraktı. Yırtıcı kuşlar Habil’in cesedi üzerine hücum etti. Bunun üzerine Kabil, Habil’in cesedini bir torbaya koyup, sırtına aldı ve taşımaya başladı. Ceset sırtında, ne yapacağını bilmez bir halde iken, yırtıcı kuşlar da cesedi yere bırakmasını bekleyerek, üzerinde dolaşıyordu. Kabil böyle şaşkın bir halde iken, Allahü teala iki karga gönderdi.
Bu iki karga birbirine hücum edip, dövüştüler ve neticede karganın biri, diğerini öldürdü. Sonra da öldüren karga, ayakları ve gagasıyla yeri kazıp, öldürdüğü kargayı yere gömdü. Kabil, bu hadiseyi görerek, Habil’in cesedini ne yapacağını öğrendi. Kabil kendi kendine; “Bana yazıklar olsun. Karga kadar olmaktan aciz kaldım” dedi. Habil’in cesedini yere gömdü. Bu husus Kur’an-ı kerimde mealen şöyle bildirilmiştir: (Allahü teala, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona, yeri eşeleyen bir karga gönderdi. “Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek için, bu karga kadar olmaktan aciz kaldım” dedi de, yaptığına pişman oldu.) [Maide 31]
Kabil’in bu pişmanlığı tevbe değildi. Karga kadar akıl edemediği için idi. Yoksa tevbesi kabul olurdu. Adem aleyhisselam bu hadiseye pek ziyade üzüldü. Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam, onu teselli için geldi ve; “Allahü teala yakında sana bir evlat verecek ve ahir zaman peygamberi Muhammed aleyhisselam onun neslinden gelecek” müjdesini getirdi. Bu Şit aleyhisselam idi. Bu sebeple ismi Şit, yani Allahü tealanın ihsanı, hediyesi manasınadır. Adem aleyhisselamın bütün çocukları ikiz doğduğu halde, Şit aleyhisselam tek doğdu. Kabil, kardeşi Habil’i öldürdükten sonra perişan, uykusu ve huzuru kaçmış bir halde idi. Büyük bir günah işlediğinden ve çok kötü bir iş yapmış olduğundan dolayı, çok bedbaht idi. Babasına karşı mahcuptu. Cezadan korkuyordu.
Ateşperestlik ortaya çıktı Kabil, evlenmek istediği ve bu sebeple katil olduğu kızkardeşini de alıp, uzaklara kaçtı. Yıllarca avare ve başıboş dolaştı. Rivayet edildiğine göre, şeytan, Kabil’in karşısına çıkıp dedi ki: - Kardeşin Habil ile adak takdim ettiğinizde, Habil’inkine ateş isabet edip yakması ve onun adağının kabul olunması, Habil’in ateşe tapması sebebiyledir. Sen de kendin için ve senden sonra gelecek neslin için bir ateş yak, ona tap! Şeytan böyle söyleyerek Kabil’i aldattı. Kabil de bir yer yapıp, orada ateş yakarak tapmaya başladı ve böylece ateşperestlik ortaya çıktı. Kabil’in çocukları ve nesli azgın bir topluluk halini alıp, kendilerine, çeşitli çalgı aletleri yaptılar.
Oyun, eğlenceye daldılar. İçki içtiler, ateşe taptılar, fuhuş ve zina yaptılar. Nihayet Allahü teala, onları, Nuh aleyhisselam zamanında, tufanda suda boğup helak etti. Habil ve Kabil kıssası hakkında Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Ey insanlar! Adem’in iki oğlu sizin için nümunedir. Siz, o ikisinden hayırlı, iyi olanına, Habil’e benzeyiniz! Şerli, kötü olanına, Kabil’e benzemeyiniz!)
Adem aleyhisselamın mucizeleri Adem aleyhisselam, yırtıcı hayvanlar ile konuşurdu. Bu mucizesinin sebebi şöyledir: Adem aleyhisselam, evladından bir kabileye uğrayıp, onlarla görüşmüştü. Bu kabile, dağda yaşayan vahşi hayvanların, kendilerine musallat olduğunu bildirip, şikayet etmişlerdi.
Adem aleyhisselam, o civarda bulunan yırtıcı hayvanları çağırdı. Hepsi toplandı. Bu vahşi hayvanları, “Evladıma niçin eziyet verip, rahatsız ediyorsunuz” diyerek azarladı. Toplanan vahşi hayvanlar dile gelip, dediler ki: - Bunlar arasında gıybet, nemime [koğuculuk, söz taşımak] gibi kötü huylar yayıldığı için, biz onlara eziyet ediyoruz, sıkıntı veriyoruz. Bunun üzerine Adem aleyhisselam, evlatlarına, iyi geçinmelerini, birbirleriyle çekişmemelerini emretti. O kabile de gıybet, dedikodu gibi kötü huyları terkedip, iyi geçindiler. Bundan sonra hayvanlar onlara zarar vermedi. Adem aleyhisselam uzak bir yere gitmek isteyince, mesafeler kısalır ve oraya kısa zamanda ulaşırdı.
Adem aleyhisselam Hazreti Havva ile cennetten yeryüzüne indirildiğinde, kendisi Seylan (Serendip) adasına, Hazreti Havva da Cidde’ye indirilmişti. Aralarındaki mesafe çok uzaktı. Adem aleyhisselam yasak edilen ağaçtan yemesi sebebiyle, cennetten çıkarıldığı için, hem de Hazreti Havva’dan ayrı kalmanın acısıyla tevbe edip, Allahü tealadan af diledi. Tevbesi kabul olduktan sonra, Hazreti Havva ile buluşmak için Allahü tealaya dua etti. Allahü teala duasını kabul edip, ona uzun mesafeleri kısa zamanda alma mucizesini verdi. Böylece uzaklıklar yakın kılındı. Kısa zamanda Hindistan’dan Mekke’ye vardı ve Arafat ovasında Hazreti Havva ile buluştu. Kavuştukları bu ovaya, orada buluşmalarından dolayı Arafat denilmiştir.
Adem aleyhisselam, Kabe-i muazzamayı yaptıktan sonra, Hindistan’a gidip orada dünya işlerinden ziraat, ticaret yapıp, evlatlarını yetiştirmekle meşgul oldu. Peygamber olduğu bildirilince, Allahü tealanın emirlerini tebliğ etti. Bu sıralarda evladı ve torunları çoğalmıştı. Bunlar, birbirleriyle gayet iyi geçiniyorlar ve mesut bir hayat yaşıyorlardı. Adem aleyhisselamın evladından Kabil, Habil’i şehit edince, aralarında bir karışıklık çıktı. Kabil oradan kaçıp gitti. Aradan kırk sene geçmişti. Kabil’in evlatları haramlara dalıp, kötü işlerle meşgul oluyordu. Allahü teala Adem aleyhisselama Kabil’in evlatlarını dine davet etmesini emretti. Adem aleyhisselam, onları dine davet edince, mucize istediler. Bunun üzerine Adem aleyhisselam mübarek elini büyük bir kayaya dokundurdu.
Dokunur dokunmaz kayadan birdenbire halis bir su fışkırmaya başladı. Bu mucize üzerine çoğu iman etti. Sonra o suyun çevresinde ziraat ve sanatla meşgul oldular.
Hazreti Adem’in vasiyeti Adem aleyhisselamın yaşı, boyu kesin olarak bildirilmedi. Adem aleyhisselam, bir cuma günü vefat etti. Adem aleyhisselam vefatına kadar evlatları arasında kaldı. Onlara Allahü tealanın emrettiği şeyleri bildirdi. Kırkbin evladını gördü. Vefat etmeden önce, onbir gün hasta yattı. Bu sırada evlatlarını toplayıp, onlara nasihatlar yaptı. Allahü tealanın emirlerine uymalarını tembih etti. Oğulları arasından Şit aleyhisselamı yanına çağırıp, ona vasiyetlerini bildirdi.
Şit aleyhisselam ikiz olmayıp, tek doğan oğlu idi. Adem aleyhisselamın oğullarından Kabil haset ve kıskançlığı sebebiyle kardeşi Habil’i öldürünce, Allahü teala, Adem aleyhisselama bir evlat daha vererek teselli etti. Bu evladının ismi, Allahü tealanın ihsanı manasına gelen, Şit aleyhisselam idi. Muhammed aleyhisselamın nuru, Adem aleyhisselamdan Şit aleyhisselama intikal ederek, alnında parlıyordu. Adem aleyhisselam vefat etmeden önce, Cebrail aleyhisselam gelip, oğlu Şit’e vasiyette bulunmasını ve onu, yerine halef kılmasını söyledi. Adem aleyhisselam, oğlu Şit aleyhisselamı yanına çağırıp, gece ve gündüzdeki kıymetli vakitleri ve bu vakitlerde yapılması gereken ibadetleri öğretti. Nuh aleyhisselam zamanında vuku bulacak tufanı önceden ona bildirdi.
Tufandan sonraki vuku bulacak hadiseleri de haber verdi. Vasiyetini yazıp Şit aleyhisselama verdi. Sonra da dedi ki: - Bu bilgileri Kabil evlatlarından gizli tut, onlara bildirme! Çünkü Kabil, hasedi sebebiyle kardeşi Habil’i katletti. Onun evlatları da sana haset edip, seni öldürmeye kalkışırlar! Bu emir üzerine Şit aleyhisselam, babası Adem aleyhisselamın kendisine bildirdiği bu hususları gizli tutup, açıklamadı. Adem aleyhisselamın, vefat etmeden önce oğlu Şit aleyhisselama yaptığı en önemli vasiyetlerden biri şöyle idi: “Yavrum! Bu alnında parlayan nur, son peygamber olan Muhammed aleyhisselamın nurudur. Bu nuru, mümin, temiz ve afif hanımlara teslim et ve oğluna da böyle vasiyette bulun! Ey oğlum! Benden sonra halifemsin. Allahütealayı ne zaman anarsan, Onunla beraber Muhammed aleyhisselamın ismini de söyle! Çünkü Onun ismini, ben ruh ve beden arasında iken, Arş’ın altında gördüm.
Sonra semaları dolaştım. Semanın her tarafında Onun isminin yazılı olduğunu gördüm. Rabbim beni cennette bulundurdu. Cennette gördüğüm her saray ve her odada Muhammed aleyhisselamın ismi yazılı idi. Yine Onun ismini, hurilerin boyunlarında, cennet kalelerinde, Tuba ağacı ile Sidret-ül-münteha yapraklarında, meleklerin gözleri arasında yazılı olarak gördüm. Onun için Muhammed aleyhisselamın ismini çok an! Çünkü melekler Ondan her an bahsederler.” Adem aleyhisselam son tenbihlerini yapıp, bu vasiyeti, onun da çocuklarına yapmasını bildirdi.
Hazreti Adem’in vefatı Adem aleyhisselamın hastalığı ilerleyince, Cebrail aleyhisselam gelerek, Hazreti Adem’in halini sordu. İkisi konuşurlarken, Azrail aleyhisselam edeple içeri girip, selam verdi ve dedi ki: - Hak teala selam eder ve evladına senden ötürü baş sağlığı diler. Hazreti Havva bir köşede oturmuş ağlıyordu. Adem aleyhisselam dedi ki: - Ey Havva, buradan git! Beni, Rabbimin melekleriyle başbaşa bırak! Sonra yüzünü Cebrail aleyhisselama çevirdi ve, “Ya Cebrail, ben ölüm şerbetini içer, Rabbime kavuşurum” deyince, Adem aleyhisselamın bu haline Cebrail aleyhisselam da ağladı. Adem aleyhisselam üzüldü. Bütün melekler ağlaştılar.
O anda; “Ey Adem, yukarıya bak” diye bir ses işitti. Yukarıya baktı ve cenneti gördü. Hak teala hazretleri, Onun için hazırladığı nimetleri gösterdi. Adem aleyhisselam, Hazreti Azrail’e dedi ki: - Ey Azrail, çabuk gel ve canımı almada acele et! Zira canım cananı çok istiyor ve ruh kuşum, ten kafesinden vatanına uçmak diliyor. Azrail aleyhisselam yaklaştı. Cebrail aleyhisselam dedi ki: - Ey Azrail! Adem aleyhisselamın ne kadar aziz, büyük olduğunu bilirsin. Bu hususta çok yumuşak hareket etmen lazımdır. Azrail aleyhisselam hiç incitmeden Adem aleyhisselamın ruhunu aldı. Böylece canı canana kavuşturdu. Cebrail aleyhisselam, Adem aleyhisselama bir gömlek giydirdi. Şit aleyhisselama yıkamayı öğretti. Yıkayıp kefenlediler.
Cebrail aleyhisselam, Şit aleyhisselamı imam yapıp, dört tekbir ile bugünkü gibi cenaze namazını kıldılar ve defnettiler. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Adem aleyhisselam vefat edince, melekler su ile üç defa yıkadılar. Onu defnettiler. Sonra çocuklarına dönerek; “Ey Ademoğulları! Ölülerinize böyle yapınız” dediler.) Peygamber efendimiz, Mirac gecesi, birinci kat semada, Adem aleyhisselamın ruhaniyeti ile görüşmüştür. Yeryüzünde ilk tevbe eden ve ilk tevbesi kabul olunan Hazreti Adem’dir. Allahü teala, Hazreti Adem’in tevbesini kabul ettiği zaman, melekler onu tebrik ettiler. Cebrail ve Mikail aleyhimesselam yanına inip dediler ki: - Ey Adem! Gözün aydın, Allahü teala tevbeni kabul etti.
Bunun üzerine, “Ya Cebrail! Bu tevbemden sonra ben tekrar hesaba çekilirsem halim ne olur” deyince, Allahü teala Hazreti Adem’e şöyle vahyetti: - Ey Adem! Senin zürriyetine, tevbeyi miras bıraktım. Onlardan bana, kim senin gibi dua ederse, senin yalvarmanı kabul ettiğim gibi, onlarınkini de kabul ederim. Kim benden isterse, ona veririm. Çünkü ben, kullarıma yakınım ve onların isteklerini geri çevirmem.
Hazreti Adem’in hususiyetleri Adem aleyhisselamın bazı hususiyetleri vardır:
1- Allahü teala, Adem aleyhisselamı kudretiyle topraktan, babasız yarattı.
2- Allahü teala, bütün mahlukat içinde en son insan nevini, insanlardan da ilk olarak Adem aleyhisselamı yarattı.
3- Adem aleyhisselam en güzel surette yaratıldı.
4- Allahü teala, Adem aleyhisselama, aksırınca; “Yerhamüke Rabbüke” (Rabbin sana merhamet etsin) buyurarak, Adem aleyhisselama hamdetmeyi telkin etti. Bu durum hadis-i şeriflerde bildirilmiştir
5- Adem aleyhisselam ve bütün nesli için, Allahü tealanın rahmeti gadabını aştı.
6- Allahü teala, Adem aleyhisselamı yarattıktan sonra, hiç ameli olmadığı halde onu cennete koydu.
7- Allahü teala cennette bir ağacın meyvesi hariç, her şeyi ona mübah kıldı.
8- Allahü teala, her şeyin ismini ve faydasını ona öğretti.
9- Onu insanlığın babası kıldı. İsmi dünyada Ebü’l-Beşer, cennette Ebu Muhammed’dir.
10- Allahü teala, meleklere, ona doğru secde etmelerini emretti. Bu secde, Adem aleyhisselama değildir. Allah için Kabe’ye doğru secde yapıldığı gibi, Allah için, Adem aleyhisselama doğru yapılmıştır.
11- Allahü teala, Onu yeryüzünde kendine halife kıldı.
12- Adem aleyhisselamın meleklerden üstün olduğunu, meleklere bildirdi.
13- Şeytan çok ibadet ve taat etmiş olmasına rağmen, Allahü teala şeytanı, Adem aleyhisselama secde etmediği için ebediyen tard etti, kovdu.
14- İlk hamd eden Adem aleyhisselamdır.
15- İlk tevbe eden Adem aleyhisselamdır.
16- İlk seçilen ve yeryüzünde Allahü tealanın ilk peygamberidir.
17- Zürriyetinden cennetlik ve cehennemlik olanları ayırarak, cehennemlikleri kıyamet günü o cehenneme gönderecektir. Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Allahü teala kıyamet gününde şöyle buyurur: “Ey Adem kalk! Zürriyetinden binde dokuz yüz doksandokuzunu cehenneme, birini de cennete ayır.”) Eshab-ı kiram bunu işitince, yere kapanıp ağlamaya başladı. Resulullah buyurdu ki: (Başınızı kaldırın, nefsim yed-i kudretinde olan Allaha yemin ederim ki, ümmetim, ümmetler içinde siyah öküzün cildindeki beyaz tüy gibi azdır.) Peygamber efendimiz böyle buyurarak, ümmetinin diğer ümmetlerden daha üstün olduğunu, ibadet yapılırsa, kurtulma ümidinin fazla olduğunu bildirdi.
18- Yusuf aleyhisselama, Adem aleyhisselamın güzelliğinden yarısı verilmiştir. Hazret-i Adem, çok güzeldi. Siyah saçlı ve buğday renkliydi. Hazreti Havva da böyle idi. Hazreti Adem’in hiç sakalı yoktu. İnsanlarda ilk sakalı çıkan Şit aleyhisselamdır.
19- Bir gün Cebrail aleyhisselam Adem aleyhisselama gelip, ben sana üç şey getirdim. Birini seç al, dedi. Adem aleyhisselam, onlar nedir ey Cebrail? Diye sordu. Cebrail aleyhisselam, akıl, haya ve din, dedi. Adem aleyhisselam, aklı seçtim, dedi. Bunun üzerine Cebrail aleyhisselam, haya ile dine, “aklı seçti. Siz dönüp gidin” dedi. Onlar, biz her nerede olursa olsun, akıl ile birlikte bulunmakla emr olunduk, dediler ve aklın yanından ayrılmadılar. Adem aleyhisselam aklı seçmekle üçüne de sahip oldu.
ŞİT ALEYHİSSELAM
Şit aleyhisselam Kabil’in Habil’i şehit etmesinden sonra doğmuştur. Şis de denilir. O doğduğu zaman, son peygamber olan ahir zaman peygamberi Muhammed aleyhisselamın nuru, Adem aleyhisselamdan oğlu Şit aleyhisselama intikal etti ve onun alnında parladı. Bu sebeple Adem aleyhisselam, onu pek ziyade severdi. Bütün evladı üzerine onu reis yaptığı gibi, vefat edeceği sırada da bütün yeryüzünün halifeliğine onu tayin etti ve bu hususta vasiyette bulundu. Ayrıca bütün ilimleri öğretti. Şit aleyhisselam, Adem aleyhisselamın öteki çocuklarının hepsinden güzel, faziletli ve üstün idi. Hal ve tavırda tıpkı babasına benzediğinden, Adem aleyhisselamın ona karşı muhabbeti çoktu.
Şit aleyhisselama peygamber olduğu bildirilip, vahiy geldi. Allahü teala Şit aleyhisselama elli suhuf (forma) gönderdi. Ona nazil olan bu elli suhufda hikmet ve riyaziye (matematik) ilimleri, kimya, çeşitli sanatlar ve daha pek çok şey bildirilmiştir. Ebu Zer-i Gıfari, Resulullah efendimize sordu: - Ya Resulallah! Allahü teala kaç kitap gönderdi? Resulullah efendimiz de buyurdu ki: - Yüzdört kitap gönderdi. Şit’e elli sahife indirdi... Şit aleyhisselamın dininin esasları, Adem aleyhisselamın bildirdiği dinin esaslarına uygun idi. Ekseriya Şam civarında ikamet edip; insanlara, Allahü tealaya iman etmeyi ve emirlerine uymayı bildirerek, tebliğ vazifesini yaptı ve bin şehir kurup, hudutlarını tayin etti. Her şehrin kapısında “La ilahe illallah Adem Safiyyullah Muhammed Habibullah” yazılı idi.
Şit aleyhisselam, çocukları ve torunları, imar ettikleri şehirlerde yaşayıp, Allahü tealaya ibadet ve taat ile meşgul olurlardı. Gayet saadetli bir hayat sürerlerdi. Aralarında düşmanlık, buğz ve haset yoktu. Kötülüklerden, haramlardan ve isyandan uzak dururlardı. Hazreti Şit ve ona iman edenler, daima emr-i maruf ve nehy-i münker yaparlardı. Yani insanları Allahü tealanın razı olduğu, emrettiği yola davet ederler ve kötülüklerden, Allahü tealanın razı olmadığı, yasak ettiği şeylerden sakındırırlardı. Bu sebeple şeytan, Şit aleyhisselama ve ona tabi olanlara karşı haset ediyor, onları saptırmak için uğraşıyordu.
Fakat ne kadar uğraştı isede, buna muvaffak olamadı. Habil’i şehit ettikten sonra, Yemen’e giden Kabil’in çocukları çoğalmıştı. Bunlar iman etmemiş ve azgın bir halde sapıklık içinde yaşıyorlardı. Şit aleyhisselam Şam’dan Yemen’e gidip, Allahü tealanın emri üzere onları imana ve ibadet etmeye davet etti. Fakat bu kavim onun dinini kabul etmeyip, sapıklıklarında ısrar ettiler. Şit aleyhisselam onlar ile savaştı. Bu savaşta kılıç kullandı. İlk kılıç kullanan odur. Yemen’deki bu azgın kavmin bir kısmını kılıçtan geçirdi, bir kısmını da esir aldı. Şit aleyhisselam Kabe’yi taştan yeniden inşa etti. Her yıl hac yaptı.
Muhammed aleyhisselamın nuru Adem aleyhisselam vefat edeceği zaman, oğlu Şit aleyhisselama buyurdu ki: - Yavrum! Bu alnında parlayan nur, son peygamber olan Muhammed aleyhisselamın nurudur.
Bu nuru, mümin, temiz ve afif hanımlara teslim et ve oğluna da böyle vasiyette bulun! Muhammed aleyhisselamın nuru Şit aleyhisselamdan sonra, oğlu Enuş’a geçmiş ve onun alnında sabah yıldızı gibi parlamıştı. Şit aleyhisselam da babası Adem aleyhisselam gibi aynı vasiyeti oğlu Enuş’a yaptı. Muhammed aleyhisselama gelinceye kadar, bütün babalar, oğullarına böyle vasiyet ettiler. Hepsi, bu vasiyeti yerine getirip, en asil, en afif kız ile evlendi. Nur, temiz alınlardan, temiz hanımlardan geçerek, evlattan evlada intikal edip, asıl sahibi olan Hatem-ül-enbiya hazretlerine gelmiştir. Böylece, Ademoğulları içinde, Muhammed aleyhisselamın nurunu taşıyan, seçilmiş bir soy vardı ki, her asırda, bu soydan olan zatın yüzü çok güzel ve parlak olurdu. Bu nur ile, kardeşleri ve diğer insanlar arasında tanınır, içinde bulunduğu kabile, başka kabilelerden daha üstün, daha şerefli olurdu. Şit alayhisselam vefat ettikten sonra Adem aleyhisselamın yanına defnedildi. Kendisinden sonra yerine oğlu Enuş’u halife tayin etti.
Şit aleyhisselam zamanında, Kabil’in soyundan gelen kabile, zenginlik ve servete kavuştukça, azgınlıklarını ve isyanlarını artırdıkları gibi, Şit aleyhisselamın kavmi ile savaştılar. Şit aleyhisselama, babası Adem aleyhisselam, bazı sırları bildirmişti. Bunlardan biri de, ilerde, Nuh aleyhisselamın geleceği, ona iman etmeyen insanların suda boğulacağı ve onlar üzerine bir tufan gönderileceği idi. Şit aleyhisselam, bu hususu önceden bildiği için, iman etmeyip, dalalet, sapıklık içinde bulunan insanlara iman etmelerini söyleyip, nasihat ve irşadda bulundu. Kabil’in soyundan gelen kabileler iman etmemekte ısrar edip, saptıkları bozuk yolda sürüklenip gittiler.
Nuh aleyhisselam zamanında tufanda boğulup, helak oldular. Şit aleyhisselamın oğlu Enuş, son derece güzel yüzlü üstün bir evlat idi. Şit aleyhisselam onu çok severdi. Ona bütün ilimleri öğretmişti. Babasından sonra yeryüzünün halifesi, müminlerin reisi oldu. Enuş da, Kabil’in soyundan gelen azgın kabilelerle savaş edip, onlara karşı mücadele vermiştir. Enuş, Süryanice’de sadık manasınadır.
Enuş, vefat etmeden önce, yerine oğlu Kinan’ı halife bıraktı ve vasiyette bulundu. Kinan uzun seneler yaşamış olup, bu müddet içerisinde insanların idaresi ile meşgul olmuştur. Kinan da kendisinden sonra yerine, oğlu Mehlail’i halife bırakmıştır. Bunun zamanında Babil ve Sus şehirleri kurulmuş, insanlar iyice çoğalarak dünya üzerine yayılmışlardır. Mehlail’in soyundan gelen Yerd zamanında, insanlar doğru yoldan iyice uzaklaşıp, çok azmıştır. Putperestliğin o zaman ortaya çıktığı da rivayet edilmektedir. Yerd hayatta iken, oğlu İdris aleyhisselam, o zamanki kavme peygamber olarak gönderilmiştir.
|