''Sonraki mutasavvıflardan bir kısmı bu tür keşf ve keramete ve gayb âlemlerine muttali olmaya önem vererek, bunun için çalışmışlar ve bunu sülüklerinin nihai gayesi saymışlardır. Ruhlarını inkişaf ettirip duyularını zayıflatma hususundaki metotları farklı olduğu için riyazet yolları da muhtelif şekillerdedir. Bunlar, zikredilen keşf halini hâsıl ettiklerinde, varlığın bütün sırlarını idrâk ettiklerini ve hakikatlere sahip olduklarını zannederler.” İbn Haldûn, bu veciz izahdan sonra İmam-ı Gazali’nin İhyâ’sında bu şekilde gayesi keşf ve keramet olan sûfîleri tasvip etmediğini, nitekim riyazet ve halvet sonucu bir takım gayri Müslim kimselerde de bu hallerin meydana gelebileceğini, itibar edilmesi gereken keşfin, şeriatta istikamet üzere olmaktan doğan keşf olduğunu haber verdiğini söyler.
Şeytan kaynaklı hatır kimi zaman kişiyi ibadet, hayırlı iş, kuvvet ve keramet gibi konularla yoldan çıkarmaya çalışır. Pek çok oyun ve hilesi olması yönüyle onunla baş etmek nefis kaynaklı hatırla mücadeleden daha zordur. Kişiyi acele ile hareket etmeye, kalp huzursuzluğuna, gösteriş içinde bulunmaya ve Hakk’ın dışında işler ile meşgul olmaya zorlar. Sâlik bu nevi hatırın tehlikesinden ancak istikamete ulaşmış bir ihlas ile kurtulabilir.
Hatır-ı Hak, “Hakkânî havâtır” olarak da anılan rahmani hatırdır. Tasavvufta ledünnî ilim kapsamına giren mârifet, keşf ve ilham gibi hâller “hâtır-ı Hak” ile ilişkilidir. Sâlik varlığından geçmedikçe ilm-i ledün sahasında yer alan havâtır-ı Hak’tan nasiplenemez, keşf ve ilham sahasına adım atamaz
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır...
|