01.02.24, 13:55
|
Üye
|
|
Üyelik tarihi: 18.01.24
Bulunduğu yer: İstanbul
Mesajlar: 63
Etiketlendiği Mesaj: 6 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
|
|
Alıntı:
Yusufiyeli Nickli Üyeden Alıntı
Bazıları hurûf-i mukattaanın Allah Teâlâ’nın isimleri olduğunu söylemiştir. Hz. Ali (r.a.)’ın “يَا كٓهٰيٰعٓصٓ يٰا حٰمٓ عٓسٓقٓ” diye duâ etmesi de buna delâlet eder. Bu durumda Yâsîn’e yemîn edilmiş olur. Mânâsı ise ‘Yâsîn’e, yâni Allah Teâlâ’ya yemîn ederim.’ demek olur.Hukemâ-i ilâhiyyeden birisi, bu harflerin on dört meleğin isimleri olduğunu söylemiştir. Nitekim bu konunun açıklaması Şuarâ sûresinin başında geçmişti.İbn Abbâs (r.a.)’dan rivâyet edilir ki: “Yâsîn, Tayy kabilesinin lügatinde ‘Ey İnsan’ demektir. Bu hitap ile kasdedilen de Rasûlullah (s.a.)’dir.” Müfessirlerin çoğunun görüşü de budur. Belki de bunun aslı insan kelimesinin tasğîri ile “يَا أُنَيْسِينُ (Ey insancağız)”dır. Çünkü bazen tasgîr siygası şefkat/sevgi ve tâzimi göstermek için olur. Özellikle de tasgîr siygasıyla konuşan Allah Teâlâ olunca. Çünkü Allah Teâlâ ancak doğru ve hikmet olanı söyler ve yapar. Bu durumda Yâsîn’deki “Yâ” nidâ harfidir. “Sîn” ise “أُنَيْسِينُ (üneysîn)” kelimesinin yarısıdır. Arap dilinde böyle nidâlar çok olunca hafiflik ve kolaylık için bu kelimenin ikinci yarısıyla yetindiler.Bu hitap, Mustafa (a.s.)’ın sûret ve beşeriyetinedir. Bir başka yerde “De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim.” (Kehf suresi Ayet 110) buyurulması, insanlık ve cinsiyet sebebiyledir. O insanlara benzemektedir. Bu hitap nübüvvet şerefi ve risâletin tahsisi sebebiyle insanadır. Ona olan hitap şöyledir: “يا أَيُّهَا النَّبِيُّ، يا أَيُّهَا الرَّسُولُ (Ey Nebî, Ey Rasûl)” Sûret ve beşeriyet şeklinde olan hitabın sebebi, gayret hicabı olsun da nâ-mahrem olanlar onun hâl ve kemalinden haberdar olmasın diyedir. Bu da şairin söylediği gibi şu şekildedir: Beni arslan olarak çağır da Kim olduğumu kimse bilmesin İbnü’l-Hanefiyye’den nakledildiğine göre “Yâsîn” Yâ Muhammed demektir. Allah Teâlâ’nın bundan sonra “Sen şüphesiz peygamberlerdensin.” (Yâsîn, suresi ayet 3) buyurması buna delildir. Bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “Allah beni şu yedi isimle isimlendirdi: Muhammed, Ahmed, Tâhâ, Yâsîn, el-Müzzemmil, el-Müddessir ve Abdullah.” Ehl-i Beyt’e “Âl-i Yâsîn (Yâsîn Âilesi)” denilmesi de bunu te’yid etmektedir. Nitekim şâir şöyle demiştir:لِلّٰهِ دَرُّكُمْ ياَ آلَ ياَسِيناَEy Yâsîn Âilesi, sizin muvaffakiyetiniz Allah’tandır. Fakir (Bursevî) der ki: “Yâsîn Âilesi” ile Allah Teâlâ’nın bu sûrede yücelttiği kimsenin âilesinin kasdedilmiş olması da mümkündür. Bu durumda Ehl-i Beyt’e “Âl-i Yâsîn (Yâsîn Âilesi)” denilmesi bunu te’yid etmez.Kâşifî der ki: “Hakikat şu ki Arap dilinde bir kelimeyi bir harf ile ifâde ederler. Meselâ: “قَدْ قُلْتَ لَهَا قِفِى فَقَالَتْ لىِ قَافْ (ق) (Ben ona ‘dur’ dedim, o da ‘durdum’ dedi)” Buradaki “قٓ” harfi, “وَقَفْتُ (durdum)” demektir. O hâlde “sîn” harfi “يَا سَيِّدُ (Ey efendi), yani “يَا سَيِّدَ الْبَشَرِ (Ey beşerin efendisi)” veya “يَا سَيِّدَ الأَوَّلِينَ وَالْآخِرِينَ (Ey öncekilerin ve sonrakilerin efendisi)” demek oluyor. “Ben Âdemoğullarının efendisiyim” hadisi de bu harfin tefsiridir. Nitekim el-Arâis’te şöyle der: “Hz. Peygamber (a.s.) bu sözüyle kendisini övmemiş, ancak Hak Teâlâ’nın ‘Yâsîn’ buyurarak kendisine hitab etmesinin mânâsını haber vermiştir.”Ayrıca bilmek gerekir ki harfler arasında “sîn”, yazılış ve telâffuz itibariyle uygunluk ve eşitlik sahibi tek harftir, bunun dışında hiçbir harfte bu durum söz konusu değildir. Bu sebeple ister tevhid yolunda ister şerîatin ahkâmında olsun, hakîkî adâletin kendisine mahsus olduğu Hazret-i Peygamber’e mahsustur. Her hâl u kârda itidal mertebesi sana mahsustur. Tevhid faziletine sahip olmakta herkesten daha âdil olan sensin.Cem’ü’l-cem’ makamında temkindesin sen.Böyle bir fazilete sahip olmakla herkesten daha yücesin.Anlatılan kelime ve sözlerden çıkan mânâya göre bahçelerin kokusu, Kur’an’ın kalbi olan Yasîn ile koklanabilir.Nimetullah Nakşibendî (Yâsîn harflerinin mânâsı hakkında) der ki: “Ey yakîn denizinin pınarının hakîkatini bilen, sapma ve telvînden sâlim olarak onda yüzen!”Şeyh Necmeddîn şöyle demiştir: “Yâsîn, Habîbin peygamberliğinin bereketine (yümn) ve O’nun temiz sırrına yemindir.”İnşaallah bu konunun tamamı sûrenin sonunda gelecektir.Baklî der ki: “Allah Teâlâ ezelî kudret eline (yed) ve rubûbiyyetin yüceliğine (senâ) yemîn etmiştir.”Kuşeyrî der ki: “Yâ” harfi misak gününe, “sîn” Allah Teâlâ’nın dostlarıyla olan sırrına işaret etmektedir. Sanki Allah Teâlâ: ‘Misak günü, benim dostlarla olan sırrım ve Kur’an hakkı için/bunlara yemin olsun ki…’ buyurmuştur.” Ulemâdan bir topluluk Allah Teâlâ’nın hiç kimseye bazı sûrelerin başlarında olan hurûf-i mukattaanın mânâlarını idrâke imkan vermediği görüşüne varmış ve “Bunların ilmi sadece Allah’a âiddir. Biz bunların Kur’ân-ı Azîm cümlesinden olduğuna îman ederiz. Bunların ilmini Allah Teâlâ’ya havâle ederiz. Diğer âyetlerden anladığımız mânâları bunlardan anlamasak da ibâdet maksadıyla, Allah’ın emrini yerine getirmek ve O’nun kelâmını ta’zim için bu harfleri okuruz.” demişlerdir.Yenâbî’de şöyle geçer: “Hurûf-i mukattaa’dan her bir harfin gayb hazinesinden bir sırrı vardır ki Hazret-i Hak Teâlâ habibine bunu bildirmiştir. Ondan sonra Cebrâil onun üzerine nâzil olmuş; Allah ve Rasûlü’nden başka kimse ondan haberdar değildir.”Şeyh Nûreddinzâde Vâridât’ında şöyle der: “Rasûlullah (s.a.)’e böyle müteşâbih harflerin esrârını sordum. “Onlar benimle Allah Teâlâ arasındaki muhabbetin sırlarındandır.” buyurdu. Ben: “Bunları kimse bilir mi?” diye sordum. “Bunları ceddim İbrâhim (a.s.) dahi bilmez. Bunlar hiçbir mürsel nebî ve mukarreb meleğin bile muttali olmadığı Allah Teâlâ’nın sırlarındandır.” buyurdu.Şu rivâyet de bunu te’yid eder: Cebrâil (a.s.) “كٓهٰيٰعٓصٓ” kavli ile indiğinde “كاف/kâf” deyince Hz. Peygamber (a.s.) “Bildim” dedi. Cebrail (a.s.) “ها/hâ” deyince yine “Bildim” dedi. Cebrail (a.s.) “يا/yâ” deyince yine “Bildim” dedi. Cebrail (a.s.) عين/ayn deyince yine “Bildim” dedi Cebrail (a.s.) “صاد/sâd” deyince yine “Bildim” dedi. Bunun üzerine Cebrâil (a.s.): “Benim bilmediğimi sen nasıl bildin?” diye sordu.Fakir (Bursevî) der ki: Başkaları şöyle dursun ümmetin kâmil fertlerinden hiçbir kimsenin ulaşamadığı kemal ve olgunluk makamına şüphesiz Peygamberimiz (a.s.) ulaşmıştır. Peygamberimiz (s.a.)’in mi’rac gecesinde bütün mevki ve makamları geçmesi buna delâlet eder. Bundan dolayı ‘İnsanlardan, cinlerden ve meleklerden hiçbir kimse Peygamberimiz (s.a.)’in bildiğini bilememiştir’ denilmesi câizdir. Çünkü hepsinin ilimleri O’nun ilmine nisbetle denizden bir damla gibidir. Beşerin haddine nisbetle daha fazlası olamayacak şekilde harflerin hakikatlerinin ilmi de O’na âiddir. O’nun dışındakiler ise kendi istîdad ve kabiliyetlerine göre bu harflerin gereklerini ve bazı hakîkatlerini bilirler. İşte hâlin verdiği bilgi budur. Gizlilikleri, sırları, Kitabının içinde dürülü olanları ve hitabının ihâta ettiklerini en iyi bilen Allah Teâlâ’dır.
(Ruhul Beyan Tefsiri (16. Cilt) - İsmail Hakkı Bursevi)
|
Konuya gösterdiğiniz ilgi ve alakadan dolayı Allah hepinizden razı olsun her biri değerli yorumlarınız için teşekkür ederim Allah hepinizi cennetle ödüllendirsin cemaliyle şereflendirsin sağolun.
|