Konuyla alakalı örnekler üzerinden iki farklı görüş sahibi olan alimlerin meseleye nasıl yaklaştıklarını anlatmaya çalışacağım. Kur’an’ın toplanması olayı. Bu sonradan ortaya çıkmış bir hadisedir. Hatta sahabe bile bunu tartışma konusu yapabilmiştir. Birinci görüşteki alimler bunu bidat olarak adlandırmaz. Zira onlara göre, bu Kur’an’ı tahriften muhafaza için yapılmıştır. Müslümanların maslahatı içindir, faydasınadır. Buna bidat demeye gerek yoktur. İkinci görüş sahipleri ise önce buna bidat derler. Sonra bu bidatin yerilmemiş bilakis övülmüş olduğunu ifade edip onu bidat-ı hasene olarak adlandırırlar. Hatta bununla kalmaz bu bidatı da vacip bidat yani yapılması gerekli bidat kategorisinde görürler. Artık burada bidatın sözlük anlamında kullanıldığı açıktır. Ama bu kavram kullanılarak bir kafa karışıklığına da sebep olunmaktadır.
Aynı şekilde masa üzerinde yemek çatal kaşık kullanmakta böyledir. Birinci görüşteki alimler bunlara bidat demez onları Müslümanların faydasına araçlar olarak görürler. İkinci görüş sahipleri ise önce bidat der, ardından onu bidat-ı hasene içinde değerlendirirler. Bu bidat-ı haseneyi de mubah bidat kategorisinde kabul ederler.
Diğer örnekleri de böyle değerlendirmek mümkündür. Ezan için hoparlör kullanmak birinci görüşteki alimlere göre muhtemelen bidat değildir. İkinci görüş sahipleri de buna önce bidat sonra da bidat-ı hasene derler. Aslında her iki görüş sahiplerinin yaptıkları sonuçta aynı kapıya çıkmaktadır. Ama adlandırılmaları farklılık arz etmektedir. Ama yukarda ifade ettiğim gibi İmam Rabbani gibi bazı alimler her bidatın bir sünneti ortadan kaldırdığını ifade ederler. Bu vaziyette muhtemelen ezanı hoparlörle okumak çıplak sesle okuma sünnetini ortadan kaldıracaktır. İmam Rabbani ’nin verdiği bir örneği kullanırsak namazda niyeti telaffuz ile yapmak bidattir. Niyet kalple olur. Telaffuz ile niyet asr-ı saadette görülmemiştir. Ona göre telaffuz ile aslında kalp ile niyeti ortadan kaldırmaktadır. Bu kayda değer bir görüştür. Bununla birlikte telaffuz ile niyete cevaz verildiğide bir vakıadır. Belkide halk için kalpte olanı takviye etsin diye böyle bir cevaz verilmiştir. Burada mesele telaffuz ile niyetin sünnet telakki edilmemesidir. Yani dinden kabul edilmemesidir. Bunun dışında caizdir.
Mesela Mevlit kandilleri bazıları bidat der bazıları da asla ondan vazgeçmez. Bu meseleyi nasıl değerlendirmeliyiz? Bidat dine dinde olmayan şeyleri ilave etmektir. Kişiler mevlidi dindenmiş gibi, yani sünnetmiş gibi dinin bir parçasıymış gibi kutlarsa bu bidat olur. Zira Hz. Peygamber zamanında bu uygulama yoktur. Ancak Hz. Peygamber zamanında yokluğu kabul edildikten sonra Hz. Peygamber’i anma sadedinde, Kur’an okuma salavat ilahi ve vaazdan ibaret olan mevlidi kutlamakta kibir sakınca yoktur. Bilakis ecri bile vardır. Mesela cenazelerde namaz dışında tekbir getirmek salavatlar okumak sonradan ortaya çıkmış bir şeydir. Bunları dindenmiş gibi yaparsak bidat işlemiş oluruz. Ancak bunun dinden olmadığını kabul ettikten sonra bunlar güzel şeylerdir.
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır...
|