Kur’ân’ı tefsir edecek kişi Kur’ân-ı Kerim’in dili olan Arapçayı bütün yönleriyle bilmek; kıraat, kelâm, fıkıh usulü, sebeb-i nüzûl, nâsih-mensuh gibi fıkıh ilimlerine vâkıf olmak zorundadır. Hakiki bir mümin olmasının yanı sıra zühd ve takva hayatı yaşaması, yani günahlardan uzak durması gerekir. Bu konuda “Kur’ân’ı tefsir edecek, vahyin sırlarını çözecek kimsenin kalbinde bidat, kibir, heva, dünya sevgisi gibi vasıflar bulunmaması, günah işlemede ısrarcı olmaması, imanının zayıf düşmemesi, aklına gelen her söze uymaması gerekir” (Birışık, “Müfessir”, XXXI, 497) denmiştir. Müfessirin güvenilir bir insan olması önemlidir. Yalan söyleyen, emanete sahip çıkmayan bir insana dünya işlerinde itibar edilmezken dinî konularda nasıl güven duyulabilir? Bir müfessirin ayetleri açıklama konusunda sahâbenin yöntemini dikkate alması önemlidir. Sahabiler ayetleri inmesine sebep olan olaylarla ya da indiği şartlarla ilişkili olarak izah etmişlerdir. Mesela, mescitte bir adam “Göğün bütün insanları kuşatan belirgin bir dumana bürüneceği günü bekle. Bu acı veren bir azaptır” (Duhan suresi Ayet10-11) ayetinin kıyamet gününde kâfirlerin canını alacak bir dumandan bahsettiği, bu dumanın müminlere nezle gibi hafif bir etki bırakacağı şeklinde açıklamış, sahabeden Abdullah b. Mes‘ûd onun bu görüşüne tepki göstererek “Kur’an’ın sadece ilim sahibi kimseler tarafından açıklanabileceğini” belirtmiştir. Çünkü bu ayet inkârcı Kureyş hakkında indirilmiş, Allah onlara kıtlık vermiş, kuraklık açlıkla birleşince her tarafı tozlu ve dumanlı görmeye başlamışlardı. Müfessirin bir insan olduğu, istek, duygu ve eğilimlerinin varlığı, kişilik özellikleri, eğitimi ve sosyal çevresinin etkisi göz ardı edilmemelidir. Müfessirin sahip olduğu bu özellikler Kur’ân yorumunda farklılaşmanın en önemli etkenlerindendir.
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır...
|