Havas Okulu - Tekil Mesaj gösterimi - Mevlana şems nasreddin hoca?
Tekil Mesaj gösterimi
  #3  
Alt 07.01.24, 14:19
Yusufiyeli - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
☆Yusufiyeli Yusufiyeli isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Manevi
 
Üyelik tarihi: 24.09.16
Bulunduğu yer: Trabzon
Mesajlar: 3,418
Etiketlendiği Mesaj: 272 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
Standart

Türk Müslümanlığının hangi sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel ortamın ürünü olduğu, hangi inançların etkisinde oluştuğu, ana nitelik ve karakteristikleri, yayılış biçimi, Anadolu topraklarına intikali, ve nihayet burada aldığı yeni biçim ile ilgili meseleler, bundan yaklaşık kırk küsur yıl öncesine kadar dünyada ilk defa merhum M. Fuad Köprülü tarafından çeşitli araştırmalarda vukufla ortaya konmuştu.( Bu büyük âlim, İslâm’ın Türkler arasında kazandığı biçimi kendi bilimsel araştırmalarının ana konusu yapmış, Türk tarihinin diğer meseleleriyle de uğraşmakla beraber, asıl bu alan üzerinde durmuştur. O bu alanda yalnız bir bilgi birikimi meydana getirmekle kalmayıp bunun sağlam bir metodolojisini oluşturdu ve kaynaklarını gösterip tanıttı. Öğrencisi merhum Abdülbaki Gölpınarlı onu başarıyla takip etti ve bu alana çok önemli katkılarda bulundu (Bu iki büyük bilim adamının bu unutulamaz emeklerinin hakkını bugünün genç nesil araştırıcıları nedense ödemeye ve hatta hatırlamaya pek yanaşmıyorlar).Akademik Türk tarihçiliği bu ikisinden sonra, Anadolu Türkleri için gerek uzak ve yakın tarih, gerekse içinde yaşadığımız dönem bakımından aktüel bir önemi haiz olan Anadolu’da İslâm ve Müslümanlık problemiyle uğraşmayı bıraktı. Bu suretle meydana gelen boşluk, bilimsel yöntemlerden yoksun, birinci elden kaynaklara inemeyen, spekülatif ve ideolojik olarak angaje olmuş, kolaycı araştırmalara kapı açtı. Bu araştırmalar, Türkiye Müslümanlığının oluşmasına katkıda bulunmuş, özellikle de 13. yüzyıl gibi çok mühim bir oluşum devresinde yaşamış, Hacı Bektaş-ı Velî, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî ve Yunus Emre gibi sûfîler ile, 15. yüzyıldan Şeyh Bedreddin ve 16. yüzyıldan Pir Sultan Abdal gibi şahsiyetlere yöneldi ve sonuçta bunlarla ilgili, had safhada bir tarihi bozma (déformation historique) süreci başlattı.( Aslında bu süreci çok daha önceki bir tarihte fiilen başlatan Nazım Hikmet’tir. Onun hapisteyken okuduğu M. Şerefeddin (Yaltkaya)’in Sımavna Kadısıoğlu Bedreddin (İstanbul 1341) isimli eserinden ilham alarak yazdığı ünlü Şeyh Bedreddin Destanı (İstanbul 1936), gerçekten destanî havasıyla bu tarihi bozma sürecinin başlamasında çok etkili olmuştur. Erol Toy’un 1970’li yıllarda yazdığı Pir Sultan Abdal isimli tiyatro eseri ise, benzer bir olayı Pir Sultan Abdal’ın şahsiyetinde meydana getirmiştir. Sabahattin Eyüboğlu’nun Yunus Emre’sini de bu örnekler arasında saymak gerekir. Bu tür örnekler çoğaltılabilir; fakat burada bunları sıralamaya gerek yoktur. İ. Zeki Eyüboğlu’nun Hacı Bektaş Velî (İstanbul 1989)’sini de, Anadolucular denen, Türk kültürünün kökenlerini Anadolu’nun antik dönem putperest kültüründe arayan kesimin görüşlerine bir örnek olarak verebiliriz) Özellikle 1970’li yıllarda Türkiye’de devrimci sol, kendini tarihsel bir temele oturtabilmek için, münhasıran Hacı Bektaş-ı Velî’ye el attı. Çünkü Türkiye’de kendisi için –tarihsel konumundan gelen yapısı sebebiyle– hazır potansiyel sosyal taban olarak gördüğü heterodoks Müslümanlığı temsil eden Alevî-Bektaşî kesimi, kendisine referans olarak Hacı Bektaş-ı Velî’yi gösteriyordu. Nitekim, Hacı Bektaş-ı Velî üzerine 1970’lerden bugüne kadar Türkiye’de yayınlanan kitapların önemli bir kısmı, Alevî-Bektaşî kökenli olup, devrimci sol ideolojiye angaje olmuş kesime aittir.( Msl. bk. Hacı Bektaş Veli (Bildiriler-Denemeler-Açık Oturum), İstanbul 1977, Adil Gülvahaboğlu, Hacı Bektaş Veli, Ankara 1988; Lütfi Kaleli, Alevi-Sünni İnancında Mevlana-Yunus ve Hacı Bektaş Gerçeği, İstanbul 1993) Bu kesimin nihâî amacı, Alevî ve Bektaşîler’i kendi saflarına kazanabilmek için Hacı Bektaş-ı Velî’nin şahsında “devrimci, ilerici, özgürlükçü, anti-emperyalist ve demokrat” bir halk lideri yaratmak, bu yolla da Alevî-Bektaşî toplumunu kendi saflarına kazanmak idi. Bunda da o zaman için bir dereceye kadar başarılı olmuş sayılabilirlerdi.Devrimci solun bu “tarihi bozma” faaliyetine, muhafazakâr milliyetçi denilen kesimle, bu kesim içindeki Türk-İslâm sentezci grubu, Hacı Bektaş-ı Velî’nin şahsında “Şerîat’a en ince noktasına kadar sadık büyük bir Sünnî mutasavvıf” yaratmak suretiyle, aksi doğrultuda ikinci bir “tarihi bozma” faaliyetiyle karşılık verdi.( Msl. bk. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Vakfı, Ankara 1988; Abdülkadir Sezgin, Hacı Bektaş Velî ve Bektaşîlik, Kültür Bakanlığı, Ankara 1990; Yaşar Nuri Öztürk, Tarihi Boyunca Bektaşîlik, İstanbul 1990; E. Rûhi Fığlalı, Türkiye’de Alevîlik Bektaşîlik, Ankara 1990( Bu faaliyetini, bundan birkaç yıl önce ihdas olunan bir dernekle kurumlaştırma yoluna gitti. Bu karşılıklı “tarihi bozma” sürecine, 1985’lerden itibaren, Alevîlik meselesinin ortaya çıkmasıyla, muhafazakâr Alevî-Bektaşî kesimine mensup birtakım amatör araştırıcıların geliştirdikleri üçüncü bir aşama daha eklendi.( Msl. bk. Ali Sümer, Hacı Bektaş Velî, Ankara 1970; A. Celalettin Ulusoy, Hacı Bektaş Velî ve Alevî-Bektaşî Yolu, Hacı Bektaş 1980) Bu karşılıklı üçlü “tarihi bozma” süreci günümüzde devam etmektedir. İşte Hacı Bektaş-ı Velî’nin tarihsel şahsiyetiyle, başka bir deyişle, tarihte yaşamış gerçek Hacı Bektaş-ı Velî ile ilgilenen bir araştırıcı, önce bu problemi aşmak zorunda olduğunu görecektir.İkinci problem, Hacı Bektaş-ı Velî’nin –Türkiye’de Alevî-Bektaşî kesiminin güçlü bir “iman ve takdis” konusunu teşkil eden kutsal bir şahsiyet olması dolayısıyla, mensuplarının hafızasında yüzyıllar içinde örüle örüle oluşan– mitolojik şahsiyetidir. Dünya üzerinde değişik zaman ve mekânlarda pek çok örneği bulunan bu tarihsellikten mitolojikleşmeye doğru işleyen süreç, Anadolu’daki pek çok benzerinden ziyade, Hacı Bektaş-ı Velî için söz konusudur. Çünkü o, Anadolu Türk heterodoksisinin temel şahsiyeti olduğu için, din sosyolojisi deyimle, çok önemli bir “kült” konusudur. Ne Mevlânâ, ne Yunus Emre, hattâ ne de Pir Sultan Abdal bu tür bir takdis söz konusudur. Bu problemin pratikteki sonucu ise, Hacı Bektaş-ı Velî hakkında ileri sürülecek bilimsel görüş ve kanaatlerin, Alevî-Bektaşî kesimi tarafından şiddetli tepki ile karşılanmasıdır. Öte yandan, bunun simetriği olan bir tepki de, Hacı Bektaş-ı Velî’nin heterodoks karakterini bir türlü kabullenmek istemeyen, bu yüzden de bu paraleldeki görüşlere kesinlikle itibar etmeyen Sünnî kesimden gelmektedir

.
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır...
Alıntı ile Cevapla
 

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147