Deprem ve diğer afetler insanların günahlarıyla alakalımidirdır
Bütün musibetler levh-i mahfuzda yazılmıştır. Bir âyette mealen şöyle buyurulur:
“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” (Hadid, 57/22)
Resul-i Ekrem Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur:
1. Bir toplulukta açıktan fuhuş işlenir hale geldiğinde, onlar için taun (salgın hastalık) ve daha öncekilerde görülmeyen hastalıklar ortaya çıkar.
2. Ölçü ve tartıda noksanlık yaptıklarında kıtlığa maruz kalırlar, geçim sıkıntısı çekerler ve zalim idareciler başlarına geçer.
3. Mallarının zekâtını vermediklerinde semadan gelen yağmurdan mahrum kalırlar. Eğer hayvanlar olmasa, kendilerine hiç yağmur gönderilmez.
4. Allah ve Resulü’nün ahdini yerine getirmediklerinde, Allah onlara dışarıdan düşman musallat eder. O düşmanlar onların ellerindeki birtakım mallara sahip olurlar.
5. Onların idarecileri Allah'ın indirdiğiyle hükmetmediği ve Allah'ın indirdiğini seçmediklerinde, Allah onlara kendi içlerinde dâhili fitne verir.” (İbnu Mace, Fiten, Hadis No: 4259.)
Gerek ferdin, gerekse toplumun başına gelen bela ve musibetlerin birçok sebebi vardır. Ahlâksızlık, sefahet, fuhuş, içki, kumar, faiz, israf, zulüm, emanete hıyanet, zekât vermemek, şükürsüzlük, kul hakkına riâyet etmemek, ana- babaya asi olmak, ibadet ve taatte noksanlık göstermek gibi sebepler bela ve musibetlerin gelmesine vesiledir.
Bir kısım musibetler de ihtar-ı Rabbanîdir. Bu nevi musibete maruz kalan bir insan, bunu Cenab-ı Hakk’ın bir ihtarı olarak telakki edip, tövbe ve istiğfar ile Rabbine iltica etmelidir.
Bütün bela ve musibetler hem Cenâb-ı Hakk’ın tasarruf ve terbiyesini gösterir hem de insanları ikazdır. Geçmiş peygamberlerin ümmetlerinin başlarına gelen o elim hâdiselerden, bela ve musibetlerden ders alınması bir âyette şöyle ifade buyurulur:
“De ki, yeryüzünde gezin dolaşın da daha öncekilerin âkibetleri nice oldu görün.” (Rum, 30/42)
Şu da var ki her musibet bir günahın ve isyanın neticesi değildir. Ömrünü günah bataklığında geçiren bazı kimseler dünyada pek sıkıntı çekmezken, çoğu mütedeyyin kimselerin hayatı çileli geçmektedir. Cenâb-ı Hak birçok insanı, hatta çok sevdiği büyük zâtları bile musibetlerle imtihan etmekte ve onların derecelerini böylece artırmaktadır.
“Belaların en büyüğünün enbiyâya, sonra evliyâya...” geldiğini haber veren hadîs-i şerifi dikkate alarak her musibeti sadece bir kahır tecellisi olarak tefsir etme hatasına düşmemeliyiz. “Musibet cinâyetin neticesi, mükâfatın mukaddimesidir.” hükmünce, o musibet sadece Kahhar isminin değil, onu takip eden mükâfatlar cihetiyle de Hakîm, Kerîm, Rahîm gibi çok esmânın da tecellilerini taşımaktadır.
Bu bakımdan, musibette, mesela bir zelzelede canını ve malını kaybeden insanlara baktığımızda, bu hâdiseyi sadece Kahhar isminin bir tecellisi olarak değerlendirmemiz eksik olur. Allah’ın nice nimetleriyle besleyip büyüttüğü insanları bir musibete duçar etmesinde de bu hikmeti ve rahmeti aramak gerekir. Bu musibetle insanların fani malları sadaka hükmüne geçmekte, vefat edenler de âhirette ayrı mükâfatlara mazhar olmaktadırlar. Üstadımız, musibetleri “rubûbiyet-i İlâhiyenin icraatı” olarak değerlendiriyor.
Alıntı
|