22.11.23, 20:39
|
Üye
|
|
Üyelik tarihi: 18.10.22
Bulunduğu yer: xyz
Mesajlar: 81
Etiketlendiği Mesaj: 5 Mesaj
Etiketlendiği Konu: 0 Konu
|
|
Alıntı:
Yusufiyeli Nickli Üyeden Alıntı
Aşkı olmayana ve zamanı gelmeyene yürümesi zordur, detayları ve incelikleri çoktur. Bu nedenle, tüm peygamberlerin de yaptığı gibi, kitleler için öncelikle kolaylaştırmalar, tabelalar ve hatırlatmalar sunulur. Yani “şeriat (yasa)”. Ritüellerden, tekrarlardan ve şekli uygulamalardan oluşan bu “dış kabuk”, zamanı gelene dek yolcusuna “hatırlatma” işlevi görür, ruhunu bir nebze de olsa ferahlatır ve yaşamını varoluş yasalarıyla bir miktar daha uyumlu hale getirir. Ancak hedef, elbette ki kabuk değil meyvenin içi ve tohumudur. Bu nedenle de kitlelere değil ama onlar arasından zamanı gelip aşka düşenlere bu kabuğun aşılması ve önce meyvenin içinin, sonra da tohumun bulunması farzdır. İnsan bunu nasıl anlar? Kendi hakikatini aramak için içinde karşı konulamaz bir dürtü oluştuğunda... Bu dürtü ve arayış yaşamında hâkim hale geldiğinde, sahibi “derde düşmüş” demektir. Ve o anlamı, manayı, özü ve Hakikati bulmadan ona rahat yoktur. Kabuk kısmının yaşantısı işlevini gerçekleştirmiş, onu götürebileceği sınıra dek götürmüştür. Artık soruları, günlük dini yaşama ve genel geçer konulara verilen cevaplarla tatmin edilemeyecek olgunluğa ulaşmıştır. Bu noktaya ulaşan yolcuya “Nalınlarını (ayakkabılarını) çıkar. Artık o Kutsal Vadidesin” denir. Bir ayağındaki nalın o güne dek doğru zannettiği dış âleme yönelik düşünceleri, öteki ayağındaki nalın ise o güne dek doğru zannettiği iç âleme yönelik düşünceleridir. O Kutsal Vadiye eski bildiklerini yanında taşıyarak girilmez. Oraya girmenin şartları bellidir. Ve bu şartlara uyacak her insana kapı açıktır. Tarihte bu yolun, insanları seçerek içine aldığı söylentisi yaygındır. Ancak bu tam olarak gerçeği yansıtmaz. İşin doğrusu; insanın bu yolun gereğini yapmaması, eski alışkanlıklarını (zanlar, anlayışlar, putlar) kapıda bırakamaması ve kendi iç âlemini temizlemek için emek vermemesi ile bizzat kendini yolun dışında bıraktığıdır. Yoksa “Tasavvuf Yolu” kapısına samimiyet ve edeple gelen kimseyi dışarıda bırakmaz. Ve anlayış kabını genişletene, o kabın alabileceği tüm hikmetleri sunar. Bu kap genişlemeden hakikatlerin duyulması bir etki yaratmaz ne yazık ki. Çünkü o bünyenin kabını aşan her aktarım, dolu bardağa su dökmeye benzer. O bünyeden dışarı taşacak, içinde tutulamayacaktır. Bu nedenle, kapısı herkese açık bu yol; kendini saflaştırma, anlayışını derinleştirme ve nefsi üzerinde çalışma konusunda samimi olmayana elbette ki incilerini dağıtmaz. Para ve torpil geçmeyen bu yolda tek geçer akçe liyakattir. O da ancak “edep”, “emek” ve “sabır” ile olur.
|
Öyle derin yazmışsınız ki tekrar tekrar okuyup yazdıklarınızı özümsemem gerek diye düşünüyorum. Çoğumuz bu yolu kolayca geçmek, birçok ilme vakıf olmak istiyoruz ama ne mümkün. Emek olmadan olmayacağı aşikar. Zaten bu yola girdiğimde ne kadar da cahil olduğumu gördüm ve her öğrendiğim yeni bilgi ne kadar çok bilmediğim şey olduğunu söylüyor sanki bana. Bazen diyorum cahillik mutlulukmuş gerçekten. Ama insan bir kere bu sulara dalınca kopamıyor. Bu dünyaya geldiysem bir amaci olmali diye ruhunun derinliklerindekini anlamaya çalışıyor.
|