En’am suresinin 19. ayetinde açıktan açığa onların Peygamberi ve davasının doğruluğunu kendi öz çocuklarını tanıyıp bildikleri gibi tanıdıkları ifade edilmektedir. Bakara suresinde şöyle bir ayet mevcuttur: “Kendilerine Allah katından yanlarında bulunan (Tevrat)ı doğrulayıcı bir Kitap (Kur’an) geldiğinde, daha önce inkâr edenlere karşı yardım isteyip dururlarken o bildikleri (Kur’an) kendilerine gelince onu inkâr ettiler; artık Allah’ın laneti, inkârcıların üzerine olsun.” (Bakara, 89)Bu ayette; Mekki olan A’raf suresindeki 15 7.ayette ifade edilenlere ve Sâf suresinde açıkça anlatılanlara ek olarak Medeni Kur’an’ın bir tasdiki/doğrulaması mevcuttur. Çünkü söz konusu ayette şöyle buyrulmakta: “Meryem oğlu İsa da: “Ey İsrailoğulları! Ben size (gönderilen) Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmet adında bir Peygamberi müjdeleyici olarak geldim.” demişti.” (Sâf, 6) Bizde bunu tescil için şunu diliyoruz: Gerçekten Kitap ehli olan Yahudi ve Hıristiyanlardan olumlu bir tasdik olmasaydı Kur’an’ın bunu anlatması hiç mantıklı olmazdı. Kur’an’a ve Peygambere daha önce verdiğimiz ayetlerde Kur’an’ın kaydettiği gibi- Mekke’de bilahare Medine’de inanan pek çok Yahudi ve Hıristiyan vardı. Bu yüzden bu tasdik kesin bir kanaatin sonucu olarak ortadaydı. Bütün bunlara rağmen “Nakdu’l-Fıkru’d-dıni”adlı eserinde Sadık El-Azm, Müslümanların Hz. Peygamberin Barnaba İncilinde adının geçtiğini ispata çalışmalarını tutarsızlık ve yersizlikle nitelemektedir. Ama biz, Hıristiyanların bu İncil’i inkâr ettiklerini biliyoruz. Ne var ki Hz. Peygamber Muhammed (s.)’in niteliklerinin bugün bile Hıristiyan ve Yahudilerin ellerinde dolaşan kutsal kitaplarında zikredildiğinin ispatı Barnaba’nın bunları anlatmasına bağlı değildir; çünkü Kur’an bunları anlatmaktadır ve açık açık okunmaktadır. Ehl-i Kitap da bunu doğrulayıp inandı; hak ortaya çıktı; batıl ise yok oldu. Böylece Sadık El-Azm’ın varlığını kabul etmediği, yersiz ve tutarsız bir çaba olarak nitelendirdiği değil de, asıl onun bu çabası, anlamsız, boyutsuz ve yersiz bir saçmalıktır. Gerek Hz. Peygamberin döneminde ve gerekse ondan sonra Hıristiyan ve Yahudi bazı grupların Allah Resulü’nün Peygamberliğini ‘kabul etmemeleri bu anlattıklarımızı çürütmez; çünkü bunların daha başka sebepleri vardır. Bununla beraber Eski ve Yeni Ahid’in birçok bölümlerinde eski ve yeni Müslüman araştırmacıların ortaya çıkardığına göre Hz. Muhammed’in Peygamberliğine ilişkin birçok işaret ve müjde mevcuttur. Nitekim Reşit Rıza Bey’in “El-Menar” adlı tefsirinde, bunlardan alınan pasajlarla seksen kadar müjde zikredilmektedir. Bu işaret ve müjdelerin birçoğunu İbn Kayyım El- Cevzi de “Hıdayeîu’l-Hiyara Fi Ecvibeti’l-Yahud ve’n-Nasara” adlı eserinde söz konusu Eski ve Yeni Ahit’in bölümlerinden yaptığı alıntılarla zikretmektedir.[ Bu Kur’an’dan önce kendilerine kitap verdiklerimiz, buna inanırlar. Onlara (Kur’an) okunduğu zaman: “Ona inandık, O, Rabbimizden (gelen) gerçek (hak)tır. Zaten biz ondan önce de Müslümanlar idik.” derler. İşte onlara, sabretmelerinden ötürü mükâfatları iki kere verilir; onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler. Boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: “Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz size. Size selam olsun, Haydi hoşça kalın biz cahiller ile sohbet etmeyi istemeyiz.” derler. (Kasas, 52-55] Ayetler, söz konusu müminlerin asıl Mekke yerlisi olmadıkları, ekonomik, ahlaki ve toplumsal yönden durumlarının iyi olduğu, Mekke kâfirleri veya ileri gelenlerinin onları kınadıkları, onların ise buna aldırmayıp imanlarında sebat ettiklerini hatırlatmaktadır.
__________________
Yunusça sevgimizden anlamayana cevabımız Yavuzca olacaktır...
|